İslâm'ın Kafirlere Tatbik Edilmesi Vaciptir


Dâr’ül İslâm’da İslâm Devleti yönetiminde ister zımmi, ister anlaşmalı ister ise eman verilen olarak olsun yaşayan herkese İslâm’ın hükümleri aynen müslümanlara uygulandığı gibi uygulanır. Bu hususta yönetici serbest değildir. Bilakis İslâm’ın hükümleri, tereddüt edilmeksizin tatbik edilmelidir. Çünkü Allahu Teâlâ, Kitap ehli için şöyle demektedir:

 فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ “Artık aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma.”[1]

Yine onlar hakkında diyor ki:

وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ “Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et.”[2]

Ayrıca şöyle dedi:

 إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللَّهُ “Allah’ın sana gösterdiği şekilde insanlar arasında hükmedesin diye sana Kitabı hak ile indirdik.”[3]

Bu ise geneldir, müslümanları ve müslüman olmayanları kapsar. Çünkü  لتحكم بين الناس  “insanlar arasında hükmedesin diye” ibaresindeki  الناس –“insanlar” kelimesi geneldir.

Allahu Teâlâ’nın şu sözüne gelince:

 سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ فَإِنْ جَاءُوكَ فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ “Hep yalana kulak verirler, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse ister aralarında hükmet, ister onlarda yüz çevir.”[4]

Bundan kast olunan; İslâm Devletinin dışında olup da kendileriyle başka bir kafir  ya da kafirler arasındaki husumette/anlaşmazlıkta müslümanları hakem kılmak için İslâm Devletine gelen kimselerdir. Bu durumda müslümanlar, onların arasında hükmetmek ve onlardan yüz çevirmek arasında serbesttirler. Zira ayet, Rasulullah (u) ile sulh anlaşması yapmış olan Medine yahudileri hakkındadır. Onlar başka bir devlet kabul eden kimselerdir. Onlar İslâm’ın yönetimi altına girmemişlerdi. Bilakis başka bir devlet idiler. Onun için Rasulullah (u) ile onlar arasında bir takım anlaşmalar vardı.

Zımmi olarak ya da eman verilerek İslâm’ın yönetimi altına giren kafirler ise, yani anlaşmalı ya da eman verilmişler gibi İslâm’ın yönetimine boyun bükerek İslâm ülkesine girmeye razı olanlar ise, onlar arasında İslâm’dan başkası ile hükmetmek caiz olmaz. Onlardan İslâm hükmüne başvurmaktan kaçınan kimseyi yönetici, o hükmü almaya zorlar. Çünkü o, anlaşma kapsamına İslâm’ın hükümlerine bağımlı kalmak şartı ile girmiştir. O anlaşma ister zımmi anlaşması olsun, ister sulh anlaşması olsun, ister eman anlaşması olsun Dâr’ül İslâm’da olduğu sürece aralarında bir fark yoktur.

- Rasul (u), hıristiyan olan Necran halkına şunu yazdı: “Sizden kim riba/faiz ile alış-veriş yaparsa, ona zımmet yoktur.”

- İbn Ömer şunu rivayet etmiştir: “Nebi (u)’e evlendikten sonra zina eden iki yahudi adam getirildi. Bunun üzerine Rasul (u) ikisinin recm edilmesini emretti.”

- Enes, şunu rivayet etti: “Bir yahudi, ziynetlerini almak için bir cariyeyi taş ile öldürdü. Bunun üzerine Rasulullah (u) onu iki taş arasında öldürttü.”

O yahudiler, müslümanların tebaalarından idiler. Görülüyor ki; onlar, yahudi siyasi varlıkları sona erdikten sonra, müslümanların otoritesi altında tebaa olarak varlıklarını sürdürmüştürler.

Ancak fiil, onların yanında inançlar babına giren hususlardan olduğunda, bizim yanımızda inançlar hususunda olmasa da, o hususta onlara müdahale etmeyiz. Onları o hususta inandıklarıyla baş başa bırakırız. Zira onlar şarap içmek örneğinde olduğu gibi mubah olduğuna inandıkları hususta cezalandırılmazlar. Çünkü onlar onun haram oluşuna inanmamaktadırlar. Dolayısıyla küfürde olduğu gibi onlar onun cezasına bağımlı kılınmazlar. Biz onlara, inançla alakalı hususu tatbik etmeyiz. Çünkü o, o zaman dinde zorlama olur. Allahu Teâlâ şöyle diyor:

 لا إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ “Dinde zorlama yoktur.”[5]

Rasul (u) de şöyle dedi: “Yahudi ve hıristiyan olan kimse, dininde fitneye düşürülmez.” İnançlarıyla çelişen hususun onlara rağmen zorla tatbik edilmesi onları dinlerinde fitneye düşürmek olur. Onun için onlar inançlar ve ibadetler hususunda zorlanmazlar. Zira onlar cizye vermeyi kabul ettiklerinde, inançlar olması bakımından küfür üzere kabul edildiler, küfür yönetimi üzerinde kalmaları kabul edilmedi. Dolayısıyla akidelere/inançlara dahil olan husustan dolayı cezalandırılmaları, inandıkları küfürden dolayı cezalandırma olur. Bu ise caiz olmaz.

Buna binaen, Dâr’ül İslâm’da/İslâm ülkesindeki kafirlere İslâm’ın hükümlerinin tatbik edilmesi, müslümanlara tatbik edilmesi gibi, vacib olmaktadır.

 



[1] Maide: 48

[2] Maide: 49

[3] Nisa: 105

[4] Maide: 42

[5] Bakara: 256