Hizb-ut Tahrir'in Düşüncesi
Hizb-ut Tahrir'in, üzerine
kurulmuş olduğu, ümmeti kendisiyle kaynaştırıp eritmek ve asıl
davası edindirmek için çalıştığı fikir, İslâm düşüncesidir. Yani
kendisinden hükümlerin kaynaklandığı ve üzerine fikirlerinin
yükseldiği İslâm Akidesidir. İslâm'ı,
toplumda meydana getirmek, yani yönetimde, insanlar arası
ilişkilerde ve hayatın sair işlerinde İslâm'ı vücuda getirmek
için çalışan siyasî bir parti olarak, Hizb; bu fikirlerden
kendisine gerektiği kadarını seçip benimsedi. Hizb, seçip
benimsediği her şeyi yayımladığı kitaplarında, neşriyatlarında
ayrıntılı bir şekilde ve her mefhumun, her fikrin, her görüşün
ve her hükmün tafsili delillerini de beyan etmek suretiyle açık
açık ortaya koydu. İşte benimsediği bu
fikirlerden, görüşlerden, hükümlerden ve mefhumlardan bariz olan
bir kaçının kısa bir özeti:
.
İslâm Akidesi İslâm Akidesi;
Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret
Günü'ne, Hayrı ve Şerrinin Allah'tan olduğu Kaza ve Kadere iman
etmektir. İman, vakıaya mutabık,
delilden gelen kesin tasdiktir. Tasdik delilsiz olursa iman
olmaz, çünkü, kesin olmaz. Tasdikin kesin olması ise ancak bir
delille sabit olduğu zaman olur. Bundan dolayı akidede delilin
katî olması mutlaka gereklidir ve zannî olması da caiz değildir.
Akide, Allah'tan başka bir ilâhın/mabudun bulanmadığına,
Muhammed (s.a.v)'in Allah'ın Resulü olduğuna şehadet etmektir.
Şehadet de ancak ilim, yakîn (kesinlik) ve doğruluğa dayalı
olduğu zaman şehadet olur, zannî olmaz. Zira zan, ilim ve yakîn
(kesinlik) ifade etmez. İslâm Akidesi;
İslâm Dini'nin, İslâm'ın hayata bakışının, devletin, anayasanın
ve diğer yasaların, bu akideden kaynaklanan her şeyin veya bu
akide üzerine kurulan İslâmî fikir, hüküm ve mefhumların
esasıdır. İslâm Akidesi, fikrî liderliktir, fikrî kaidedir
ve siyasî bir akidedir. Çünkü, bu akideden fışkıran veya bu
akide üzerine bina edilen mefhumlar, görüşler, hükümler ve
fikirler Ahiret konularıyla alakalı olduğu gibi aynı zamanda
dünya işleriyle ve bu işlerin yürütülmesiyle ilgilidir. Bu akide
dünya işlerinin yürütülmesinin esasıdır. Nitekim bu akidede;
alış-veriş, kiralar, kefalet, vekâlet, mülkiyet, evlilik,
şirketler ve miras hükümleri bulunduğu gibi, cemaate emir seçme,
emir seçme metoduna, ona itaat etmeye ve onu muhasebe etmeye
ilişkin hükümler; cihad, antlaşma, barış, ateşkes hükümleri,
ukubat (cezalar) hükümleri ve bundan başka hükümler olduğu gibi
dünya işleriyle ilgili hükümlerle, bunların nasıl uygulanacağını
açıklayan hükümler de mevcuttur. Bu akide dünya işlerini yürüten
bir akidedir, öyleyse bu, siyasî bir akidedir. Çünkü
siyaset, bu işleri yürütmektir. Davasını yayma ve himaye etmede,
hakimiyetini kurmada ve himaye etmede, hakimiyetin bu akide
üzerine dayanması ve uygulanmasının devamında, otoritenin onu
tatbik ve infazında, risaletini dünyaya yaymada kusur göstermesi
halinde, evet bütün bunlarda bu akide, savaş ve çarpışmadan asla
ayrılmaz. İslâm Akidesi; ibadette,
boyun eğmede, yasamada yalnızca Allah'ı birlemeyi; Allah'tan
gayrı putlardan, tağutlardan, heva ve arzulardan herhangi birine
kulluğu da red etmeyi gerektirir. Tek yaratıcı O'dur; ibadette
birlenen O'dur. Hâkim, mutasarrıf, şeriat-kanun koyucu, hidayet
edici, rızıklandırıcı, yaşatan, öldüren, yardım eden, mülkü
elinde bulunduran O'dur. Her şeye kadir olan yalnız O'dur. Bu
sıfatlardan herhangi birinde yaratıklarından hiçbir kimse O'na
ortak olamaz. Bu akide; ittiba olunmada (tabi
olmakta) bütün mahlukatın dışında, yalnızca Resulullah (s.a.v)'i
birlemeyi gerektirir. Ondan başkasına tabi olunmaz, ondan başka
hiçbir kimseden bir şey alınmaz. O, Rabbisinin Şeriatı'nın
tebliğcisidir. Onun dışında bir beşerden, dinlerden,
ideolojilerden veya kanun koyuculardan yasalar almak caiz
değildir. Bilâkis tabi olma ve Şeriat'tan bir şey almada O'nu
birlemek vacibtir: "Peygamber size ne
getirdiyse onu alın ve neyi yasakladıysa ondan sakının." (Haşr
7) "Allah ve Resulü bir işte hükmettiği
zaman, hiç bir inanan erkeğe ve kadına, işlerinde kendilerine
serbestlik (istediklerini yapmak) yoktur." (Azhab 36)
"Hayır, öyle değil, Rabbin hakkı için onlar aralarında
ihtilaf ettikleri işlerde seni hakem kılıp sonra da verdiğin
hükme nefisleri hiçbir burukluk duymadan tam bir teslimiyetle
teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." (Nisa 65)
"Peygamberin emrine muhalefet edenler, kendilerine bir mihnet
veya acıklı bir azabın isabet etmesinden çekinsinler." (Nur
63) Bu akide, İslâm'ın bir defada tastamam,
kapsamlı bir şekilde tatbikini farz kılar. Onun bir kısmını
tatbik edip bir kısmının tatbikini terketmeyi haram kıldığı
gibi, tedricen (aşama aşama) tatbikini de haram kılar.
"Bugün dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size Din olarak da İslâm'ı beğenip seçtim." (Maide
3) Müslümanlar, bu ayetin inmesinden sonra Allah'ın Resulü'ne
indirilenlerin hepsini, herhangi bir hükümle bir başkası
arasında bir fark görmeksizin tatbik etmekle emrolunmuşlardır.
Allah'ın hükümlerinin hepsi, tatbik edilmelerinin farz oluşunda
denktir, aynıdır. Bundan dolayı Ebu Bekir ve ashab (r.ahm) zekat
vermeyenlerle savaştı. Çünkü, onlar sadece bir tek hükmü
uygulamaktan kaçınmıştılar. Nitekim, Allahu Teâlâ, hükümleri
arasında ayrım yapan ve Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını
da inkâr eden kimseyi dünyada zilletle, ahirette de şiddetli bir
azabla tehdid etmiştir: "Yoksa siz, Kitab'ın bir kısmına
inanıyorsunuz da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? İçinizden
böyle yapanların cezası dünyada horlanma, Kıyamet Günü'nde de
azabın en şeddetlisine çarptırılmaktan başkası değildir."
(Bakara 85) Hizb, akide fikirlerini ve buna
bağlı olan yaratıcı Allah'ın varlığını, Peygamberlere ihtiyacı,
Kur'an'ın Allah'tan olduğunu, Muhammed (s.a.v)'in Peygamber
olduğunu aklî ve Kur'an ile mütevatir hadislerden oluşan naklî
delillerle isbat mevzularını, kader, kaza ve kader, rızık, ecel,
Allah'a tevekkül ve hidayet ve delâlet konularını da açıklayıp
ortaya koymuştur.
.
Şer-i Kaideler Kaide: Fiillerde
asıl kaide şerî hükme bağlanmaktır. Bir işe ancak onun hükmünü
bildikten sonra girişilir. Eşyada asıl olan ise, haramlılığına
bir delil varid olmadıkça mübahlıktır.
Müslüman şer'an bütün işlerini Şeriat'ın hükümlerine göre
yürütmekle emrolunmuştur. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Hayır, Rabbine and olsun ki aralarında ihtilafa düştükleri
şeylerde seni hakem kabul etmedikçe ... iman etmiş olmazlar."
(Nisa 65) "Peygamber size her ne getirdiyse
onu alın ve size neyi yasakladıysa ondan kaçının." (Haşr 7)
Müslüman için asıl olan bütün davranışlarında Şeriat'ın
hükümlerine bağlanmaktır. Şerî hüküm ise; Şari‘in (Şeriat
koyucunun) kulların fiilleriyle ilgili hitabıdır. Hakkında Şari‘in
hitabı gelmemiş olan her ne olursa olsun şerî hüküm olamaz. Bu
dünyada her işin ve her şeyin hükmünü Yüce Allah muhakkak
açıklamıştır. "Bu gün size dininizi kemale
erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din
olarak da İslâm'a razı oldum." (Maide 3) "Sana
bu Kitab'ı herşeyin apaçık bir beyanı ... olsun diye indirdik."
(Nahl 89) Şari‘in umumî hitabı eşyanın
mübah oluşu hakkında gelmiştir. Mübah da şerî bir hükümdür.
Çünkü mübah, yapmakta veya terketmekte Şari‘in insanı muhayyer
bıraktığı şeydir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Yeryüzündekilerin hepsini de sizin için yaratan O'dur."
(Bakara 29) "Göklerde ve yerde bulunan
şeylerin hepsini size boyun eğdirmiştir." (Casiye 13) Bu
demektir ki, Allah'ın bizim için yarattığı ve boyun eğdirdiği
göklerde ve yerdeki şeyler mübahtır. Bunlardan herhangi bir şey
hususî delile muhtaç değildir. Çünkü, onların her biri ibaha (mübahlık)
olan umumî delile dahildir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"Ey insanlar! Yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olarak
yiyin.." (Bakara 186) Buna göre her şeyin yenmesi helâl
demektir. Bunlardan herhangi bir şeyin yenmesi hakkında bir
delile ihtiyaç yoktur. Çünkü, umumî delil mübahlıktır. Ancak ölü
eti, domuz eti, yüksek yerden yuvarlanıp ölmüş veya yırtıcı bir
hayvan tarafından yenilmiş olan şeylerin yenmesinin ve şarap
gibi şeylerin içilmesinin haramlılığı haram kılıcı bir delile
muhtaçtır ve bu durum mübahlık olan umumî delilden bir istisna
olmaktadır. Kaide: Vacibin ancak kendisiyle
tamamlandığı şey de vacibtir. Kaide:
İstishab asıldır. (Yani mâzide sabit bir hükmün, bunu
değiştiren bir delil bulununcaya kadar devam etmesi asıldır.)
Kaide: Hayr Allah'ı razı eden, şer de O'nu gazablandıran
şeydir. Kaide: Hüsn (güzel) Şeriat'ın
güzel saydığı, kubuh (çirkin) de Şeriat'ın çirkin saydığı
şeydir. Kaide: İbadetler, giyecekler,
yiyecekler, içecekler ve ahlâk hakkında illet aranmaz; bunlarda
şerî nassa bağlanılır. (Onlar nassda geçtiği gibi alınır.)
.
Şer'î Tarifler Şerî hüküm, farz (vacib),
haram gibi tariflerdir. Şerî hüküm:
Şari‘in kulların fiilleriyle alakalı hitabıdır.
Farz-vacib: Kesin bir taleble emrolunan, işlenmesi sevab,
terk edilmesi günah olan şeydir. Haram:
Kesin bir şekilde yapılması yasaklanan, yapıldığında ceza
gerektiren talebtir.
.
Şeri Olmayan Tarifler Fikrin, aklî
metodun, ilmî metodun, toplumun tarifi gibi tarifdir. Bunlar bir
vakıanın tarifleridir. Fikir, akıl ve idrak
aynı anlamdadır; Fikir; vakıanın duyum vasıtasıyla, bu
vakıayı açıklayan ön bilgilerle birlikte dimağa nakledilmesidir.
Fikrin tam olabilmesi için şu dört şartın bir arada bulunması
lazımdır: Vakıanın varlığı, sağlıklı dimağ/beyin, duyu ve
ön bilgi. İşte bu dört şey mutlaka birarada bulunmalıdır ki,
aklî işlem, yani fikir, akıl veya idrak husule
gelsin. Aklî metod: Eşyanın (objelerin)
akledilmesinde cereyan eden yoldur. Fikirlere ulaşmada aklın
çalıştığı, işlev gördüğü yoldur. Yani aklın kendisiyle fikirler
üretme keyfiyeti, tefekkür metodudur. Aklî
düşünüş metodu; araştırma esnasında bir şeyin hakikatının
bilgisine ulaşmak üzere izlenen belirli bir araştırma yoludur.
Vakıanın kendisini yorumlayan bilgilerin varlığı ve duyular
vasıtasıyla, vakıanın hissedilmesinin beyne iletilmesi metodudur
ki, böylece zihin onun hakkında hüküm çıkarır. İşte bu yargı
fikirdir veya aklî idraktir. Bu metod, fizikte olduğu gibi,
algılanan maddelerin araştırılmasında; akidelerin, teşrî
hükümlerin araştırılmasında olduğu gibi fikir araştırmalarında;
fıkıh ve edebî araştırmalarda olduğu gibi sözün kavranılması
araştırmalarında de geçerli bir yoldur. Bu yol bizzat idrake
ulaşmada aslî, tabi metoddur. Bu metodun fonksiyonu, eşyanın
(nesnelerin) akledilmesi yani kavranmasıyla gerçekleşir. Bu
süreçle insan, insan olması bakımından, kavramak istediği şeyin
idrakine ulaşır. İlmî metod: Araştırma
konusu olan şeyin hakikatinin bilgisine ulaşmak için, o nesne
üzerinde deneyler yapmak suretiyle izlenen belirli bir araştırma
metodudur. Bu metod ancak hissedilebilen maddelerin
araştırılmasında olur, fikirlerde geçerliliği söz konusu olamaz;
sadece tecrübî bilimlere mahsustur. Bu metod, aslî etkenleri ve
ortamından başka şartlar ve faktörler altında maddenin zorla
değişime tabi tutulması ve aslî faktörleri ve ortamı ile, deneye
sokulduğu etkenlerin ve şartların karşılaştırılmasıyla
uygulanır. Labaratuardaki durum budur.
Araştırmacının, bilimsel metodla ulaşacağı netice kesin olmayıp
hata kabiliyeti bulunan zannî bir sonuçtur. Bilimsel metodtaki
yanılma ihtimali, ilmî araştırmalarda yerleşmiş olan temel
ilkelerden biridir. Bu yol aklî metodun bir
dalıdır, tefekkür için bir temel olamaz. Çünkü, üzerine bina
olunan esas değil de ancak temelden yani aklî metodtan bir dal
olduğundan bu metodu esas olarak kabul etmek birçok bilgiyi ve
hakikati araştırma sahasından çıkarır. İncelenen, araştırılan ve
hakikatı ihtiva eden pek çok bilginin, bilfiil var olmasına
hisle realite olarak somut biçimde algılanmasına rağmen var
olmadıkları sonucuna götürür. Toplum:
Aynı fikirlerin, aynı duyguların ve aynı nizamın birbirine
bağlamış olduğu insan topluluğudur. Sadece insanların toplamı
olmasından değil aralarında alakaların (ilişkilerin)
bulunmasından dolayı meydana gelen bir insan topluluğudur.
İnsanların toplamı, topluluktur; toplum değil.. Toplumu
oluşturan ilişkilerdir. Gerçekte toplum, ayrıntılarıyla;
insanlar, fikirler, duygu-bilinçler ve nizamlardır.
Toplumun ıslahı, fikirleri, duyguları ve nizamlarının ıslahıyla
olur. Alâkalar (ilişkiler) ve onların çözümleri bakımından
toplumlar bir birinden ayrılırlar ve bundan dolayı da 'İslâm
toplumu', 'sosyalist toplum' veya 'kapitalist toplum' diye
adlandırılırlar.
.
Dünyada Mevcud İdeolojiler Dünyada mevcut
ideolojiler üç tanedir: İslâm, Kapitalist Demokrasi ve
Komunizm.
. Kapitalist Demokrasi
Batılı ülkelerin ve Amerika'nın ideolojisidir. Din'i, devletten
ve hayattan ayıran bir ideolojidir. "Kayser'in hakkını
Kayser'e, Allah'ın hakkını Allah'a bırak." ilkesine dayanır.
Bu anlayıştan dolayı da insan, hayat düzenini kendisi kurar.
Bu ideoloji, İslâm'la çelişen küfür ideolojisidir. Çünkü, yegane
şeriat-yasa koyucu, insanlara yegane nizam koyucu, devleti İslâm
hükümlerinden bir parça sayan ve hayatın bütün işlerini
indirdiği şerî hükümlerle çözümlemeyi farz kılan yalnız
Allah'tır. Bunun için müslümanların kapitalist ideolojiyi
benimseyip ona bağlanmaları ve onun fikirlerini, nizamlarını
almaları haramdır. Çünkü küfür ideolojisidir; fikirleri ve
nizamları, İslâm'la çelişen küfür fikirleri ve nizamlarıdır.
.
Hürriyetler Hakkında İslâm'ın Görüşü
Kapitalizmin en bariz fikirleri, insanların hürriyetlerini
korumanın gerekli olduğu düşüncesidir. Bu hürriyetler de;
inanç hürriyeti, düşünce-kanaat hürriyeti, mülkiyet hürriyeti
ve şahsî hürriyetlerdir. Mülk edinme hürriyetinden,
çıkarcılığa dayalı ve büyük karaborsalara yolaçan, Batılı kâfir
devletleri halkları sömürme ve servetlerini yağmalama yoluna
iten kapitalist ekonomi düzeni doğmuştur. Bu
umumî dört temel hürriyet, İslâm hükümleri ile çelişir. Zira
müslüman akidesinde hür değildir. Eğer dininden dönerse
tevbe etmesi istenir, İslâm'a dönmeyecek olursa katledilir.
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu: "Kim dinini değiştirirse
onu öldürün." (Buhari, Cihad ve’s-Seyr, 2794)
Müslüman görüşlerinde de hür değildir. İslâm neyi görür
ve gösterirse, müslümanın bu görüşü benimsemesi icabeder.
Müslümanın İslâm'ın görüşünden başka görüşünün bulunması caiz
olmaz. Müslüman mülkiyette de serbest
değildir. Ancak şerî mülk edinme sebebleri uyarınca mülkiyete
sahip olması sahihtir. Dilediğini, dilediği gibi edinmekte
serbest değil, bilâkis mülkiyet sebeblerine bağlıdır. Bu
sebebler dışındaki başka bir yolla mülk edinmesi mutlak olarak
caiz değildir. Faizle, ihtikârla, içki ve domuz satışı ile veya
buna benzer şer'an yasak olan mülk edinme yollarıyla mülk
edinmesi sahih değildir. Bu yollardan herhangi biriyle mülk
edinmek caiz değildir. İslâm'da şahsî
hürriyet yoktur. Müslüman şahsî olarak hür değildir. Aksine
müslüman Şeriat'ın kendisine gösterdikleriyle mukayyeddir.
Meselâ, namaz kılmadığı veya oruç tutmadığı zaman
cezalandırılır. Sarhoş olduğu veya zina ettiği zaman
cezalandırılır. Müslüman bir kadın güzelliklerini ve zinetlerini
ortaya çıkararak açık-saçık dışarıya çıkarsa cezalandırılır.
Bundan dolayıdır ki kapitalist batı düzeninde mevcud
hürriyetlerin İslâm'da yeri yoktur. Bunlar İslâm hükümleriyle
tam bir tenakuzla çelişirler. Kapitalist
ideolojinin en bariz fikirlerinden biri de demokrasidir.
.
Demokrasi Hakkında İslâm'ın Görüşü
Demokrasi, halk için ve halk adına halkın hakimiyetidir.
Demokratik düzende asıl olan iradeye, egemenliğe ve infaz
hakkına sahip olan halktır. Kendi kendisinin efendisi olduğundan
iradesini yürütme kudretine sahip olan halktır. Onun üzerinde
hiç kimsenin egemenliği (üstünlüğü-efendiliği ya da hakimiyeti)
yoktur. Bundan dolayı da yasa koyucu odur. Dilediği yasaları
koyar, iptal etmeyi, dilediği yasaları da ilga ve iptal eder.
Buna bizzat kendisi güç yetiremiyeceğinden kendi adına yasalar
çıkarmak üzere vekiller seçer. Hakimiyetin ve yürütmenin sahibi
halktır. Yönetimi halkın bizzat kendisinin yürütmesi güç
olduğundan, halkın kendi koyduğu yasaları uygulamak için, halk
kendi adına yöneticiler seçer. Böylece halk, kapitalist batı
düzeninde yönetim kuvvetlerinin kaynağı olur. Efendi (hakim)
olan, yöneten ve yasa koyan halktır. İşte bu
demokratik düzen, bir küfür düzenidir. Beşerin uydurduğu bir
düzendir ve şerî hükümler de değildir. Bundan dolayı da bu
düzenle yönetim küfürle yönetimdir. Demokrasiye davet etmek bir
küfür düzenine davet olduğundan, ona davet etmek de veya onu
herhangi bir haliyle almak da caiz değildir.
Bu demokratik düzen, İslâm'ın hükümlerine muhaliftir.
Müslümanlar bütün işlerini Şeriat'ın hükümleriyle yürütmekle
emrolunmuşlardır. Müslüman, Allah'ın kuludur. İradesini Allah'ın
emirlerine ve nehiylerine uygun yönlendirir. Ümmet de iradesini
heves ve arzularına göre yürütme hakkına sahip değildir. Çünkü,
onun hakimiyet hakkı yoktur. Ümmetin iradesini yönlendiren
Şeriat'tır, zira hakimiyetin sahibi Şeriat'tır. Böyle olduğu
içindir ki ümmet yasa koyma hakkına sahip değildir. Çünkü,
Şeriat koyucu yalnız Allah'tır. Ümmetin tamamı, meselâ; faiz,
ihtikâr, zina veya içki gibi Allah'ın haram kıldığını mübah
kılmaya toplanmış olsa, onun bu icmaının hiçbir kıymeti yoktur,
çünkü İslâm hükümleriyle çelişmektedir. Eğer bunda ısrarlı
olurlarsa savaşılır. Ancak Yüce Allah sultayı,
yani yönetim ve yürütmeyi ümmete tahsis etmiş, kendi adına hüküm
ve infazı gerçekleştirmek için de yöneticinin nasbedilmesi ve
seçilmesi hakkını ümmete vermiş ve Allah yöneticinin nasb
edilmesinin (belirlenmesinin) de muhakkak beyat yoluyla olmasını
emretmiştir. Sulta ve siyade-hakimiyet arasındaki fark işte
böyle anlaşılır. Hakimiyet Şeriat'ın, sulta ümmetindir.
.
Komunizm Maddeden başka her şeyin
varlığını inkâr esasına dayalı, maddeci bir ideolojidir.
Maddenin ezelî olduğunu, başı ve sonu bulunmadığını, bir
yaratıcının yaratığı olmadığını, Yaratıcı bulunmadığı gibi
Kıyamet Günü'nün de mevcud olmadığını kabul eder. Din'i ise,
"halkların afyonu" olarak kabul eder. Komunizm,
maddenin evrimi ve tarihin evrimi nazariyesine dayanan maddeci
bir ideolojidir. Ona göre madde bütün nesnelerin aslıdır, eşya
maddeden sudûr eder ve gelişme yoluyla doğar. Komunizmde nizam
üretim araçlarından alınır. Nizamlar üretim araçlarının
gelişmesiyle evrimleşir (gelişir). Toplum; toprak, üretim
araçları, tabiat ve insanın genel bir toplamından meydana gelir.
Bunların tamamı bir şeydir, o da maddedir. Tabiat ve tabiattaki
şeyler geliştikçe, insan bunlarla evrimleşir, böylelikle
toplumun tamamı da evrimleşir (gelişir/değişir).
Buna göre Komunizmde toplum evrime boyun
eğer. Toplum evrimleştikçe fert de onunla birlikte evrimleşir.
Çarkta dişlinin dönüşü gibi fert, toplumla döner. Komunizm
üretim araçlarında ferdî mülkiyeti yasaklar ve onları devlet
için mülkiyet kılar. Komunist ideoloji de küfür ideolojisidir;
fikirleri de nizamı da küfür fikirleri ve küfür nizamlarıdır.
İslâm ile bütününde de, parçalarında da tam
ve köklü bir şekilde çelişir. İslâm; maddenin yaratılmış
olduğunu, ezelî olmadığını ve yok alacağını; insanın bir
yaratıcının mahluku olduğunu, kâinatın ve kâinattakilerin de bir
yaratıcının yaratıkları olduğunu; nizamın Allah tarafından olup,
ne maddenin veya üretim araçlarının evriminden ve ne de beşer
tarafından olduğunu; toplumun insanlar, fikirler, duygular ve
nizamlardan meydana geldiğini ve toplumları belirleyen, tarif
eden şeyin de topluma uygulanan nizam olduğunu açıklamış ve
isbat etmiştir. İslâm'ın tatbik olunduğu toplum, orada mevcud
üretim araçları her ne çeşit olursa olsun, İslâm toplumudur.
Kapitalist düzenin tatbik edildiği toplum da kapitalist toplum
olur. Komunizmin uygulandığı toplum da orada mevcud üretim
araçları kapitalist düzendeki üretim araçlarının aynısı olmasına
rağmen komunist toplumdur.
.
Hadaret ve Medeniyet Hadaret,
hayat hakkındaki mefhumların toplamıdır. Medeniyet ise
hayat işlerinde kullanılan somut maddî şekillerdir. Hadaret,
hayat görüşüne göre hususî olur. İslâm hadareti, batı
hadaretinden ve komunist hadaretinden ayrıdır. Çünkü bunların
hayata bakışları kendilerine hastır, her biri diğerine
muhaliftir.
Bundan dolayı garp veya komunist
hadaretlerinden bir şey almaları, bunların her ikisinin İslâm'la
çelişmesinden dolayı müslümanlara caiz olmaz.
Medeniyete gelince, eğer hadaretten
kaynaklanıyorsa, ruh sahibi şeylerin resim ve heykelleri gibi,
bunlar hususî sayılır ve alınmaları caiz olmaz. Bunun için İslâm
hadareti heykel yapmayı ve bunlara bağlanmayı haram kıldığı
gibi, ruh sahibi her şeyin resminin yapılmasını da haram kılar.
Oysa batı ve komunist hadaretlerinde bu mübah sayılır ve haram
kılınmaz.
Amma medeniyet eğer ilmin ilerleme ve
gelişmesinin neticesi olursa ... uçak, gemi, otomobil gibi
ulaşım araçları, sanaî, ziraî ve gelişen harp araçları, bunlar
gibi beşer aklının, ilmin ilerlemesi sonucunda keşif ve buluşlar
sonucu bulunan her şey ve teknolojinin gelişmesi ile elektronik
beyin ve benzeri geliştirilen şeyler.. Bütün bu şekiller
evrensel şekillerdir, bütün âleme aittir, insanların
hadaretlerinden veya dinlerinden birine mahsus olmaz. Çünkü
bunların hadaretle de, hayat görüşüyle de bir ilgisi yoktur.
Bundan dolayı bunların alınması caizdir. Çünkü, İslâm
hükümleriyle tenakuz etmezler. Bilâkis bunların alınması farz-ı
kifayedir.
|