MUSTAFA KEMAL’İN DEVRİMİNDE İLK AŞAMA
Her şeye rağmen ihtilal med ve cezir halinde devam etti.
İngilizler, Mustafa Kemal’in düşme tehlikeleri baş gösterdiği vakit onu
kurtarmaya mecbur oluyorlardı. Mustafa Kemal başlangıçta hemen başarı elde
etti. Genç komutanlar ona katıldı. Büyük komutanlar ise ona tabi olmaya hazır
olduklarını, fakat Hilâfet’e dokunmamasını şart koştular. Komutanların
katılmalarından ve elinde hükümet kurabilecek kadar yeterli miktarda kuvvet
topladıktan sonra hemen bir hükümet kurmak istedi. Rifat Paşa'yı Sivas'tan
çağırdı. Rıfat Paşa, Batı fikirlerine aşık olanlardandı.
Avrupalıları deli gibi seviyordu. Ankara'daki ordunun komutanı Ali Fuad'ı
çağırdı. Ali Fuad iyi yetişmiş, yüksek askerî kültüre sahip bir
kimseydi. Aynı zamanda usta bir siyasetçi idi. Onunla beraber Bahriye Vekilliğinden
istifa etmiş olan Rifat Paşa da geldi.
Komutanlar arasında gizli bir oturum yapıldı. Bu
toplantıda konuşulan şeyleri yazmayı Arif üzerine aldı. Mustafa Kemal
noktai nazarını ve görüşlerini beyan etti. Herkes onun “karşı koymak
ümidimizdir” fikrinde ittifak etti. Bir plan hazırladılar. Bu plana göre
gayri nizamî birlikler oluşturup bunları İzmir'e doğru, Yunanlıların
kuvvetlerini oyalayıp ilerlemelerini ağırlaştırmak için gönderilecekti.
Bu çete savaşlarının arkasında ise dağılmış orduların enkazları
üzerinde muntazam ve kuvvetli bir ordu hazırlanacaktı. Karşı koymanın
komutasını ve sevkini idare etmek için elbette bir planın hazırlanması
lazımdı. Ali Fuad'ı; Batı Kuvvetleri Komutanlığına, Kazım Karabekir'i;
şark Kuvvetleri Komutanlığına, Mustafa Kemal’i; Orta Anadolu Kuvvetleri
Komutanlığına tayin etmek hususunda karara varıldı.
Sonra Mustafa Kemal ilave etti ve şöyle dedi: “Merkezi
Hükümet ve Sultan, düşmanların hakimiyeti altındadır. Çekici olarak
burada Anadolu'da bir hükümet oluşturmamız lazımdır.” Bu sözü
duyunca herkes nefret etti. Muhalefetlerini ve bu fikre aleyhtar olduklarını
bildirdiler. Rauf, Halifeyi veya Merkezî Hükümeti kızdıracak herhangi bir
şekilde atılacak adımın aleyhinde olduğunu belirtti. Öbürleri de hep birden Mustafa
Kemal'in bu fikrine karşı olduklarını, fakat onunla beraber vatana hizmet
etmeye devam edeceklerini, vatan uğrunda canlarını feda edeceklerini söylediler.
Mustafa Kemal'e olan bütün itimadlarına rağmen Sultanın haklarına ve
hayatına halel getirecek, hatırını kıracak her hangi bir harekette
bulunmamasını şart koştular. Ona Hilâfet’in her şeyden üstün tutulmasını,
saltanata hiç bir zarar getirilmemesini ilave ettiler.
Bu ısrar ve ittifak karşısında onların fikrini kabul
etmeye mecbur oldu. Hilâfete hiç bir zarar getirilmeyeceğini ilan etti. İstedikleri teminatı verdi. Bundan sonra İhtilal çalışması başladı.
Lakin bu hareket Mustafa Kemal’e katılan insanların çoğu
nezdinde vatan işgal etmiş olan müttefiklere karşı yapılan bir hareket
olduğu halde, şeklen sultana karşıysa da hakikatte ona karşı yapılan bir
mücadele değildi. Mustafa Kemal ve bir avuç taraftar nezdinde ise bu hareket,
hakikatte Sultana karşı yapılan hareketti. Bunun için niyetlerini gizleyip
Halifeye zarar getirilmeyeceğine dair teminatlar vermeye mecbur oldu. Hal böyle
olunca Müttefiklerle çatışmaların olması tabiî idi. Bunun üzerine iki
tuhaf hadise meydana geldi:
Samsun’un İşgali Senaryosu
Birinci hadise; İngilizler
ihtilalcilerin denize yaklaşmasına mani olanak maksadıyla Samsun'u daha
kuvvetli bir şekilde bir birlikle takviye etmeye ve Sivas'ı almaya karar
verdiklerini ilan edince, Mustafa Kemal, her ne pahasına olursa olsun Rıfat
Paşa'ya Samsun'u müdafaa etmesini emretti. İngilizlere karşı durup,
askerlerinin karaya indirilmemesini istedi. Rıfat bu emri uygulamak üzere 100
kadar müslümanla limana gitti. Bu sırada bir İngiliz albayı küçük bir
kuvvetle limana gelmişti. Rifat ve yanındakiler şehre girdiler. Bu
kuvvetlerle karşılaştılar. Aralarında bir çarpışma, vuku bulmadı.
Bundan sonra İngiliz Albayı ile yanındakiler kıyıdaki gemilerine döndüler
ve çekip gittiler. Bununla halka, İngiliz kuvvetlerinin korktuğu ilan edildi.
İngiliz Komutanı ise karşı koyma imkanının zayıf olduğunu görerek
çekildi. Bunun üzerine "Samsun'un İngiliz işgalinden kurtulduğunu",
"Sivas'ın
da memleket evlatlarının elinde kaldığını" ilan ettiler.
Mustafa Kemal İhtilalinin Silahlı Savaş Niteliğini Kazanması
İkinci hadise; Yunanlılarla
meydana geldi. İngilizler; Yunanlıları, Türklerle çatıştırmak için hazırlıyordu.
Tabiatıyla bu çatışmalar memleket ahalisindeki kahramanlık duygularını
harekete geçirecekti. İngilizler böyle bir gaye için akıtılacak başka bir
kan varken kendi kanlarının akıtılmasını tabii ki istemezlerdi. Bunun için
Yunanlılar bu harplerde kurbanlık kuzulardı. Şöyle ki:
Yunanlılar İzmir'de kalmakla yetinmediler. İzmir’deki
Yunan Komutanı, "İzmir'den dışarıya saldırmama" talimatını tutmadı.
Yunanlılar, komşu kazalar ve vilayetleri de işgal etmek için harekete
geçtiler. Yunan Komutanı ordularının başında Aydın bölgesine doğru
harekete geçti. Yunan Ordusu harekete geçer geçmez hemen kurşun yağmuruna
tutuldu. Yunanlı birlikler ürktü, onlara korku hakim oldu, ne yapacağını
şaşırdı. Onlar da ahaliyi kurşun yağmuruna tutuyordu. Türklerde kurşunu,
kurşunla karşıladı. Bu gayri muntazam muharebe, Yunanlıların hezimetiyle
neticelendi. Türkler onları kovup, Rumların mahallelerini yangına verdiler.
Yunanlı kuvvetler bir kaç misli arttıktan ve harp hazırlıklarını da
artırdıktan sonra Türk mahallerini ateşe vererek şehri işgal ettiler.
Bundan sonra Türkleri azaltıp İzmir'de çoğunluğu elde etmek için vahşice
yerlileri öldürmeye başladılar. Bunun neticesi Türkler silahlarını alarak
dağlara çekildiler, saldırılara karşı çarpışmaya başladılar. Bu
çete harpleri zaman zaman devam etti. Böylece Yunanlılar ve İngilizlere
karşı milletteki intikam duyguları harekete geçirildi. Subaylar, Mustafa
Kemal'in bayrağı altında memleketin kurtarılması için koştular. O da
onları köylere salıyor, orada kahramanlık duygularını
alevlendiriyorlardı. Bu haberler Başkente gönderilip şişiriliyordu.
İngilizler görünürde Sultan nezdinde protesto yapıyorlardı. Sultan'ın
Mustafa Kemal'e telgraflar göndermesi ve geri çağırması fayda vermedi. O da
kendisine alenen isyan ettiğinden dolayı Mustafa Kemal'i azletti. Bütün
askeri ve sivil kuvvetlere onun emirlerini tutmamalarını tembih etti. Bu azl
haberi memleketin her tarafına yayıldı. Sultan onun ismini ordunun subayları
listesinden sildi. Onunla münasebet kuranların isimlerinin derhal bu kütükten
silineceğini söyleyerek tehdit etti. Mustafa Kemal ordu komutanlarına işten
el çektirildikleri takdirde dahi işlerine devam etmelerini bildirdi. Sultanın
tayin edeceği yeni subaylar hiç bir şey yapamayacak bir hale getirmek için
Mustafa Kemal taraftarı subaylara; onların ordunun ve milletin itimadını
kazanamadıklarını, Sultana tebliğ etmeleri için talimatlar çıkardı.
Haftalarca halkı isyana teşvik etti. Hükümetin bütün tedbir ve teşebbüslerini
suya düşürmek için olanca gayretini sarf etti.
Erzurum Kongresi
23 Temmuz 1919 da Erzurum'da köy
medresesine benzer küçük bir binada muhtelif kimselerin katılımıyla bir
toplantı yapıldı. Bu kimseler Şark Vilayetlerinin temsilcileriydi. Bunlar
muhtelif kimselerden teşekkül etmişti. Aralarında eskiden mebusluk yapanlar,
hocalar, büyük memurlar, Kürd kabilelerinin liderleri, Subaylar vardı.
Kongre millet adına açıldı. İlk görüşme edilen mesele kongre
başkanlığı oldu. Bu sırada azalardan biri kalkıp delegelere; "Mustafa
Kemal'in doğu bölgelerinden hiç bir yerinden şimdiye kadar mebus seçilmemesine
rağmen kongreye başkanlık etmesinin doğru olup olmadığı" hakkında
fikirlerini beyan etmelerini istedi. Bu temsilci hemen susturuldu. Mustafa Kemal
ezici çoğunlukla kongre başkanı seçildi. Kongre 14 gün devam olarak
toplandı. Görüşmeler çok elektrikli cereyan ediyordu. Kongre bazı kararlar
aldıktan sonra dağıldı. Bunların başlıcaları şunlardı:
“Millet bölünmez bir bütündür. Ayrılık kabul etmez.
Bütün Şark Vilayetleri her işgale karşı konulmasında ve yabancı müdahaleye
karşı durulmasında kararlıdır, İstanbul Hükümeti milletle beraber olmayı
geri çevirir, onu yabancı saldırılardan korumazsa iş bu dereceye
vardığında memleketin işlerini idare edecek geçici bir hükümet hemen
kurulmalıdır.”
Bu kararlar açık bir şekilde gösteriyor ki, onlar henüz
Sultan Vahdeddin'e yani Halifeye bağlı olduklarını gösteriyor, onun biatını
boyunlarında taşıyorlardı. Bu kongre, geniş yetkiler verilen bir Tenfiz
Komitesi seçilmesine karar verdi. Bu komitenin vazifesi, kongrenin aldığı
kararları uygulamaktı. Mustafa Kemal bu komitenin başkanlığına getirildi.
Bu kararlar hemen millete duyuruldu. Birer sureti Avrupa Devletlerine gönderildi.
Sonra Sivas Kongresinin yapılması kararlaştırıldı.
İstanbul hükümeti Erzurum Kongresini duyunca bir
beyanname/bildiri neşrederek suretlerini gazetecilere verdi. Dünya gazeteleri
bunu alarak naklettiler. Bunda şöyle deniyordu:
“Anadolu'da bazı kıpırdanmalar var. Nizamı ve
Anayasayı sarih bir şekilde ihlal eden toplantılar yapıldı. Bu
toplantıların kanunî ve Parlamento sistemine uygun olduğu söyleniyor.
Hakikatte ise bunlar kanuna ve Parlamentoya aykırıdır. Bunun için askerî ve
sivil kuvvetlerin bunları kökünden kazımaları ve en şiddetli bir tarzda
asileri ezmeleri gerekir.”
Hükümetin neşrettiği bu Beyanname Erzurum'daki makamlara
ulaştı. İstanbul Hükümetine şunu yazdılar:
“Parlamentonun toplanması zarurî meselelerdendir. Eğer
Parlamento toplansaydı bu çeşit toplantılara lüzum kalmazdı.”
Hükümet meseleyi ehemmiyetle inceledi ve seçimler için
gereken hazırlık yapılmadan Meclisi feshettiğinden dolayı Anayasanın metnine
muhalefet ettiği kanaatine vardı. Fakat bununla beraber Anadolu'daki
harekatın önüne geçmek için acil tedbirler almaya çalışıyordu. Hükümet
açık bir şekilde sadık olanlardan başkasının alınamayacağı bir ordu
kurmayı kararlaştırdı. Bu ordu kuruldu ve Anadolu'ya gönderilmesi işi
tamamlandı.
İngilizler, Sultan’ı; Mustafa Kemal’in Ayaklanmasını Bitirmek İçin
Ordu Göndermekten Vazgeçiriyorlar
İngilizler bunu öğrenince müttefikler adına Sultanı
bundan menettiler. Ateşkes şartları arasında "ordunun terhis edilip
yeniden teşkil edilmeyeceğine" dair şart bulunduğunu hatırlattılar. Sultan,
hareketlere mani olmak için serbest bırakılmasını istedi. Lakin Müttefikler
buna tamamen mani oldular. Bu meselede Müttefiklerden İngilizleri
kastediyoruz. Zira memleketi istila eden yalnız onlardı. Müttefikler adına
tasarruflarda bulunan da İngiliz Yüksek Komiseri idi. Onun dairesi,
Müttefiklerin Başkomutanı General Harington'un dairesi yanındaydı,
Sultan, onların ayaklanmaları bastırmak için ordu
göndermeye müsaade etmediklerini görünce, onlardan bunu yapabilecek bir adam
göndermelerini istedi. Ve bunda şiddetle ısrar etti. Onlar da; “Biz bu
meselede tarafsızız. Türkiye'nin iç işlerine müdahaleye salahiyetimiz yoktur.
Eğer bu memleketin başında kalmak istiyorsan memleketin asayişini temin
etmekle ancak sen mükellefsin.”
dediler.
Damad Ferid Paşa İngilizlerden fayda gelmeyeceğini
anladı. Bunun üzerine Sultan hususî yollara başvurdu. Mustafa Kemal’i,
Erzurum'dan Sivas'a gelirken yakalatmak istedi. Fakat bu teşebbüsü boşa çıktı,
Zira bundan o haberdardı. İhtiyatlı hareket etti. Yolculuğa çıkacağı
zamanı değiştirdi. Toplanan kuvvetler söylenen yerde onu zamanında
bulamadılar. Zira bundan önce Sivas'a gelmişti. Bunun üzerine Sultan, en
büyük taraftarlarından olan Galip Bey'den Kürd kuvvetleriyle Sivas'a bir
sefer yapıp kongre azalarının hepsinin yakalanmasını istedi. Fakat muvaffak
olamadı.
Sivas Kongresi
Anadolu'nun her tarafından delegeler Sivas'a geldiler. 4
Ağustos 1919'da Mustafa Kemal’in başkanlığı altında Kongre toplandı.
Yalnız Kongre başkanlığı itiraz noktası oldu. Toplantıdan biraz önce
Mustafa Kemal'in en samimî arkadaşlarından Rauf Bey, Mustafa Kemal'in yanına
gelerek; “Biz Kongre Başkanlığı meselesini inceledik. Nihayet, her ne
olursa olsun bunu kabul etmemen üzerinde ittifaka vardık.”
dedi.
Kongre, Mustafa Kemal'in başkanlığında toplanınca, seçim
yapılmadan kendini Kongre Başkanı seçmekle otokratça hareket ettiğinden
dolayı itirazda bulunuldu. O da kendini müdafaa etti ve şöyle dedi: "Biz
bugün, tartışma ve çekişmeye müsamaha edecek
Meclislerde değiliz. Eğer böyle olursa İmparatorluğun yıldızı batar.
Eseri kesinlikle ortadan kaybolur.” Bu gönül alıcı
sözüyle üyeler üzerine tesir etti. Tarafları çılgınca alkışladılar.
Herkes sustu. Sonra oya baş vuruldu. Ekseriyetin Onun tarafında olduğu ilan
edildi.
Başkan seçilince bir konuşma yaparak açık bir şekilde
Sultana bağlığını belirtti. Sonra toplantılar başladı. Günlerce
gürültülü, münakaşa ve kulisli bir hava ile devam etti. İtirazlar vuku
buluyordu. Delegeler arasından biri; “Kongrede Tenfiz Komitesinin, Hükümet
olduğunu iddia etmeye hakkı yoktur. Avrupalılar, Anadolu'nun işlerine müdahale
edip her tarafını işgal ederlerse ne yapabilecekler? Memurların
aylıklarını, askerin erzak ve levazımını nereden temin
edecekler?" dedi. Bazıları ise; "Birleşik
Amerika'nın sömürgecilik gayeleri yoktur. Türkiye'yi içine düştüğü bu
tehlikeli durumdan kurtaracak yegane devlet o dur. Eğer Türkiye mahvolmayıp
yaşamak istiyorsa tek çıkar yol kendini Amerika'nın kucağına
atmasıdır." dediler. Rauf Bey, Bekir Sami Bey, Kazım Karabekir,
Rıfat, Ali Fuad ve Paşalardan üçü bu fikri destekleyip şiddetle müdafaa
ediyorlardı. Delegelerden biri; "Amerikan mandalığı istikbalimizi
elimizden almaz. Biz bununla, İngiltere'nin Türkiye'yi sömürge
ve onun kulu-kölesi yapacak sömürgeci himayesinden kurtuluruz." dedi.
Kongre böylece Mustafa Kemal'in her mesaisine zıt bir hava
ile devam etti. Bu münakaşalardan sonra Kongre, Erzurum Kongresinin kararları
çerçevesinden çıkmayan kararlar aldı. Yalnız Kongre Azaları Mustafa
Kemal'e küskün olarak dağıldılar. Bu sırada Müttefiklere teslim olmayan
ve görevlerini onlara teslim etmeyen eski hali üzere devam eden yegane Ordunun
Komutanı olan Kazım Karabekir Paşa ona, söyle dedi: "Paşam
haberleşmelerde kendi adınızla hitap etmeniz tenkide yol açtı. Bu tehlikeli
yolda yürümenin ne neticeler doğuracağını tasavvur edebilirsiniz. Bundan
sonra komite namına konuşmanızı rica ediyorum."
Mustafa Kemal bunun için toplantıdan gayet üzgün çıktı.
Fakat toplantı esnasında temsilcileri kendilerini müdafaa etmeye teşvik
etti. Onlara, hükümetin adamı olan Galip Bey'in bazı Kürt Aşiretleriyle
Kongre üyelerini yakalamaya geldiğini bildirdi. Üyeler de doğrudan doğruya
Sarayla konuşmak istediler. Fakat saraydan müsaade edilmedi. Bunun üzerine
infiale gelip Damad Ferid Paşa'ya bir saat daha Sarayla konuşma imkanı
verilmezse Merkezi Hükümetle alakalarını katî olarak keseceklerine dair
nihaî tehdidi gönderdiler. Ve artık bundan sonra hür olarak her
istediklerini yapacaklarını bildirdiler. Ertesi günün 12 Ağustos 1919
sabahı, belirlenen süre bitti. Sarayla temsilciler arasında her türlü alaka
kesildi ve tehditlerini uygulamağa koydular.
Mustafa Kemal bunu fırsat bilerek faaliyetini artırdı.
İstanbul ile memleketin diğer taraflarının alakasını kesti. Kongrede bir
şey yapamayınca ve Anadolu'da bir hükümet teşkilini izhara cesaret
edemeyince yanındakilere, İstanbul hükümetinin değiştirilmesini istemeyi
kabul ettirmekle yetindi. Onlar da sükut ettiler. Ne tasvip ettikleri, ne de
itiraz ettikleri nakledilmemiştir. Mustafa Kemal, yardımcılarının başında
Subaylar olmadıkça Orduya hükmedemeyeceğini, Ordu tarafından desteklenmedikçe
de kendine karşı gelenleri emri altına alamayacağını gördü. Ordunun
kendisini değil, Halifeyi tuttuğunu anladı. Kongre esnasında üyeler dışarıda
ve içeride ona sarih bir şekilde hiç bir şekilde Halifeden ayrılmanın mümkün
olamayacağını bildirmişlerdi. Bunun için Damad Ferid'le değil, yalnız
Halife ile anlaşmayı kararlaştırdı.
Mustafa Kemal’in Halifeyle Diğer Aşamaya Hazırlık İçin Anlaşması
Diğer taraftan Sivas Kongresine dair haberler İstanbul'da
başka türlü duyulmuştu. Bunun Mustafa Kemal'in bir zaferi olduğu söyleniyordu.
Kongre'nin İstanbul hükümetiyle alakasını kesmesiyle bu haberler teyit
ediliyordu. Bu alakayı kesmenin sebebi, Başvekilin, temsilcilerin Sarayla
konuşmasına mani olması, Ali Galib'i Kürt Aşiretlerinin başında Kongre
üyelerini yakalamak için göndermesi olmakla beraber alakaların kesilmesi ve
kongrenin açılmasındaki başarı kongreye başka türlü bir şekil
vermişti.
Bundan başka müttefikler, yani İngilizler, İstanbul’daki
sorumlularına Mustafa Kemal ile anlaşmayı tavsiye etmişlerdi. Bu hava içinde
Mustafa Kemal’in Selanik'te çocukluğundan beri samimî arkadaşı bulunan
Abdulkerim ismindeki bir şahıs, Vahdeddin'e, “Mustafa Kemal ile arasında aracı olmaya hazır
olduğunu, Mustafa Kemal'in Halifeye ve Hilâfete sadık olduğunu, onu iknaya
hazır olduğunu" arzetti. Bu
zihni hava içinde Vahdeddin, Mustafa Kemal'in, ihtilale tamamen son vermesi
için isteklerini arz etmesini kabul etti. Abdulkerim
hemen Sivas'la bir telefon konuşması yaptı, Mustafa Kemal ile görüştü. O
da harekete son vermeyi kabul etti. Ve Damad Ferid Paşa hükümetinin değiştirilmesini,
dağıtılan Meclisin yerine yeni bir Meclis seçilmesini istedi. Sultan
Vahdeddin de bunu kabul etti.
2 Ekim 1919 gecesinde vukuu bulan bu telefon görüşmelerinden
üç gün sonra Damad Ferid hükümeti istifa etti. Açık bir şekilde
emellerinin boşa çıktığını, zira İngilizler'in kendisini
desteklemediklerini söylüyordu. Ondan sonra hükümeti, Harbiye Nazırı Ali
Rıza Paşa kurdu. Bu değişiklik Mustafa Kemal'in bir zaferi sayıldı.
Akabinde bir beyanname yayınlayarak vatandaşları temsil
eden "Tenfiz Komitesi"ne Ali Rıza Paşa hükümetini desteklediğini,
her şeyde ona yardımcı olduğunu millete bildirdi. Sultana, Damad Ferid hükümetini
azlettiğinden dolayı teşekkür etti.
Yalnız Sultan bu bildiriye razı olmadığını, onun millet
namına konuşmasını kötü karşıladığını belirtti. Az kalsın ihtilal
yeniden alevleniyordu. Lakin Mustafa Kemal hiddete gelenleri bir şey yapmaktan
menetti. "Sivas Komitesi" ikinci defa hükümete karşı bir tavır
takınmamayı kararlaştırdı. Komutanların çoğu geniş nefes aldılar. Zira
ezici çoğunluk ihtilalin yenilenmesini istemiyorlardı. Herkes Halifeye
sadakatte ittifak ediyordu.
Mustafa Kemal ise, komiteyi dağıtmayı oyalıyordu. Zira
onun maksadı, Cumhuriyet kurup Saltanatı ve Hilâfet’i kaldırmaktı. Bu
devrede başarılı olamadı. Başka bir teşebbüse girişmek için elbette bir
silah olarak komitenin bulunması gerekiyordu. Komitenin feshi zamanını
geciktirmek için her türlü mazeret ve vasıtaya baş vuruyordu. Yalnız onun
feshedilmemesi taraftarı olduğunu söylemiyor, aksine kendisinin de aynı
kanaatte olduğunu bildiriyor. Fakat meseleyi oyalıyordu. Bu oyalama,
yanındakilerden bir çoğunun canını sıktı. Çokları açık bir dille
"milletin hükümete rıza göstermesinden sonra komitenin kalmasına artık lüzum
olmadığını" belirtiler. Hatta Mustafa Kemal'i destekleyenlerden bir kısmı
da aynı fikirdeydiler. Onun yakın arkadaşlarından Mareşal İzzet ve
bazıları delillerini göstererek ve durumun tehlikeli olduğunu belirterek iç
çekişmeye son verilmesini istediler. Onlar, komitenin kalması demek, aradaki
anlaşmazlığın kalması demek olduğu kanaatindeydiler. Mustafa Kemal, yeni hükümetin
“Milletin güvenine layık olduğunu ispat etmesi lazım. Bu da, hükümetin
icraatını göstermesinden, hakikaten işlerinde samimî olduğunu ispat
etmesinden bir müddet sonra mümkündür” diye cevap veriyordu. Ve
kendisinin, mebusların ekseriyetinin vatanperver insanlardan meydana gelmesi için
halihazırda yalnız yeni seçim hareketlerini hazırlamakla meşgul olduğunu
ilave ediyordu.
İşte bu, Mustafa Kemal'in harekatının birinci
aşamasıdır. Bu vakalar gösteriyor ki onu öne süren ve himaye edenler
İngilizlerdi.
İngilizlerin Samsun'u işgale teşebbüs edipte sonra oradan
çekilmeleri senaryosu, halkı Mustafa Kemal'in etrafında toplamak için
düzenlenmişti. Aksi takdirde İngilizler devletin göğsünde çöreklenmiş,
alınması en güç olan merkezlerini işgal edip her tarafını istila
etmişlerken Samsun'u işgal edemeyecekler miydi? Sonra İngilizlerin Samsun'u
işgal edeceklerini Mustafa Kemal'e kim haber verdi de Rıfat Paşayı buranın
müdafaasına gönderdi?! Ve İngilizler Samsun gibi bir şehri fiilen işgale
karar verince Rıfat Paşanın yanındaki yüz adam onlara karşı şehri müdafaaya
kafi mi idi?! Dahası var: Samsun şehri hakikaten bu kuvvetler sayesinde mi
işgalden kurtulmuştu ki gönderdiği kuvvetlerle Mustafa Kemal'in Samsun'u
İngiliz işgalinden kurtardığına dair geniş bir propaganda yapılsın?
Bunların hepsi insanlarda, onun İngilizlere ve Müttefiklere aleyhtar olduğunu,
onların hepsini memleketten çıkarmak istediğine dair kanaat sahibi yapmak için
uydurulmuş birer senaryo değil mi idi?
Yunanlılarla çatışmalar niçin vukuu buldu? Yunan Komutanının
hükümetinden aldığı talimat, İzmir'den dışarı saldırmaması üzerine
olmasına rağmen, bu talimat tanınmayarak niçin İzmir’in havalisindeki
toprakların işgaline kalkışıldı? Bunu kendi isteğiyle mi, yoksa Müttefik
Kuvvetleri Komutanından aldığı talimat üzerine mi yaptı? Bütün bunlar
nasıl vukuu buldu? Hepsi de dağlarda bölükler meydana getirerek Yunanlılara
ve işgal kuvvetlerine karşı harekete geçen silahlılara ayaklanma şekli
verebilmek ve müttefiklere karşı çatışmaya girişmek için halkı Mustafa
Kemal’in bayrağı altında toplamak için değil mi idi? Bu, ihtilali
tutuşturmak ve ileri sürmek için değil mi idi?
Her ne kadar İngiltere, dolambaçlı yollara başvurarak;
ihtilali harekete geçirmeyi ve alevlendirmeyi gözlerden gizlemeye muvaffak
olduysa da, Halifenin karışıklıklara son vermesi için orduyu hazırlama
girişiminin engellenmesi, ihtilali açıktan himaye etmek değil midir? 1919
senesi yazında bu harekatın önüne geçmek mümkündü. Sultan
kuvvet hazırlamaya başlayınca müttefikler ona engel olmuştu, yani İngilizler;
"ateşkesin askerlerin terhis edilmesini gösteren
maddesine" aykırı olduğunu söyleyerek Halifeyi bundan menettiler. Halife bu
karışıkları bastırmak için kuvvet hazırlamaktan niçin engellendi.
Halbuki ateşkes şartları arasında askerin, silahtan tecrid edileceğine veya
terhis edileceğine veya askerî malzemelerin müttefiklere verileceğine dair
hiç bir şart yoktu. Yalnız şöyle bir madde vardı: "Memleketin
hudutlarını ve dahilî asayişini koruyacak ve hudutları muhafaza edecek
zaruri kıtalar hariç, mümkün olan en kısa zamanda Türk Ordusu dağıtılacak."
Onların, "harekatı bastırmak için kuvvet toplamak, anlaşma şartlarına
aykırıdır" diye ileri sürdükleri iddia nereden çıkıyor?!
Üstelik 1919 senesinin Mayıs ayının başlarında Şark
Vilayetlerinde huzursuzluk olduğu şayiası çıkaran ve bunu bastırmak için
Padişahın bir komutan göndermesini isteyen ve bu hususta Mustafa Kemal’i
önerenler de onlardı. Dünya gazetelerinde ve ajanslarında ilan edilen
ihtilali yok edecek kuvvetin, Halife tarafından hazırlanmasını
engellemelerine rağmen kendilerinin çıkardıkları hareketleri yok etmek için
bir kuvvetin gönderilmesini mi teklif ediyorlar? Sonra Halife, işgal etmiş
kuvvetler olmaları dolayısıyla, hareketi bastırmaları veya bunun için
kendisine kuvvet hazırlamaya müsaade
etmelerini isteyince; “Biz tarafsızız.”
dediler. Bu ne biçim bir tarafsızlık ki, görünüşte kendilerine karşı ve
Müttefiklerinden biri olan Yunanlılarla mücadele eden bir hareketi bastırmaktan
Halifeyi alıkoyuyorlar?!.. Bu tabiî mi, yoksa hakikatte hareketi desteklemek
ve korumak mı? Emniyeti korumak için ateşkes şartlarının metni, zaruri
birlikler bulundurmayı müstesna tutmuşken; Sultanın ihtilali bastırmak için
kuvvet hazırlamasına, müttefiklerin, yani İngilizlerin mani olması şüphesiz
ki, ihtilali himaye etmek ve onu yok etmeğe çalışan Halifenin elini kolunu
bağlamak, demektir.
Bütün bunlara rağmen ihtilal, Sultana karşı bir hükümet
kurmaktaki gayesinde muvaffak olamadı. Onunla görüşmelere başlayıp emrine
girmeye mecbur oldu. Lakin halkı müttefiklere karşı harekete geçirme işinde,
İngilizlerin Samsun’u işgal etmelerine mani olduklarını göstermeleriyle
de, Yunanlılarla çatışmalarında işgale karşı koyma fikri meydana
getirmek ve bu harekatın başkanlığını Mustafa Kemal'e vermekte muvaffak
oldular.
Mustafa Kemal’in İnsanları
Ülkenin Kurtarılması Düşüncesi Etrafında Toplamadaki Başarısı
Dolayısıyla Mustafa Kemal, muzaffer sayıldı. Zira o,
herkesin inandığı ve benimsediği gibi Müttefikleri memleketten çıkarmak
ve onları işgal kabusundan memleketi kurtarmak gayesiyle, insanları
etrafında toplayabilmişti. Halk arasında böylece işgale direniş/karşı
koyma fikrini ve ona karşı tedbirler alınabileceği inancını yaymağa
muvaffak oldu. Halkın ümit kaynağı haline geldi. Her ne kadar Mustafa
Kemal'in, Halifeye karşı yöneltilen niyetleri hususunda şüpheleri bulunsa
da, ordunun subaylarının takdirini kazandı. Zira Halife aleyhine yöneltilen
her fikir mukaddesata yöneltilen bir fikir olarak görüyordu. Çünkü
Halifelik mukaddes şeylerden sayılıyordu. Ahali, halifeliğin mukaddes
merkezinin korunabilmesi ve düşmanları yurttan kovabilmek için Mustafa
Kemal'in Halife ile anlaşmasını istiyorlardı. Özellikle, İngilizlerin
Samsun’u işgaline mani olması ve Yunanlılarla harbe girmesiyle, Müttefik
Kuvvetlere karşı direnişin mümkün olduğunu görmüşler, bu emele
yapışarak, Mustafa Kemal’i bu hareketin kahramanı olarak tanımışlar.
Halife'de de bunları yapabilecek imkanlar olmadığını görmüşlerdi.
Bunun neticesi bakışlar Mustafa Kemal’e çevrilmişti.
Zira insanların çoğunluğu siyasî hareketleri ve gayelerini anlayamazlar.
Çünkü bu hareketler girift ve basit insanlar tarafından da anlaşılması güç
meselelerdir. Siyasî işlerle uğraşmamış subaylar da aynı durumdalardı.
Bu nedenle, bu İngiliz oyunlarını anlayamadılar. Keza onlar devletlerarası
münasebetleri bilmiyorlar, harp ganimetleri ister mağlup olan devlete verilsin
veya onun elinde kalsın, fakat İngilizlerin kendi müttefiklerini, bu
ganimetlerden mahrum etmekte hırslı olduklarını, hatta İngilizlerin ağır
basması ve Birinci Devlet olmakta devam etmesi hedeflerini
değerlendiremiyorlardı. Ve yine İtalya'nın veya Fransa'nın Türkiye kıyılarında
bir bölgeyi işgal etmesinin, İngilizlerin Doğu’daki ve Akdeniz’deki nüfuzlarını
tehlikeye düşüreceğini bilmiyorlardı. Bunun için İngilizler onların bir
şey almasına imkan vermedi. Üstelik onlar İngiltere'nin Fransız'ları,
İtalyanları kuvvet yoluyla ve açıktan açığa değil, başkalarını
kışkırtarak, manevralar yaparak ve devletleri birbirine tutuşturarak kovmak
istediğinin farkında değildiler.
Şu ana kadar, Müslümanlardan her hangi biri, Hilâfet’in devamında, bütün
devletler nezdinde, hususiyetle İngilizlerde, devamlı surette korku
oluşturduğunu idrak edemiyordu. Buna ilaveten İngilizlerin Mustafa Kemal
ihtilaliyle, Müslümanların elleriyle Hilâfet’i ilga etmek için oynadıkları
çirkin manevraları da idrak edemiyorlardı. Bu sebepten işgal kuvvetlerine
karşı direnmek, karşı koymak için Mustafa Kemal, Türkiye'nin liderliğini
ele aldı. Böylece birinci aşamada başarılı oldu.
|