Tefsir ilmi, şer'i bilgilerin en
önemlilerinden sayılması nedeniyle, şer'i ilimlerin en
üstün olanıdır. Bu nedenle her asırda ve her nesilde
tefsir ilmine çok önem vermek gerekir. Daha önceki asırlarda
var olmayan yeni yeni meseleler ortaya çıktığı için
ümmet bugün de müfessirlere muhtaçtır. Bu nedenle ortaya
çıkan yeni yeni meseleler, Kur'an-ı Kerim'de zikredilen
genel prensiplerin kapsamı içerisine giriyorsa bunların hükmünün
bilinmesi lazımdır. Veya daha sonra ortaya çıkan yeni
olaylara bu cüzi hükümler uygulanabilir. Tefsir bütünlüğü
içerisinde eski tefsirler metod, şekil ve sunuş
bakımından bir nevi telif hükmündedirler. Eski eserlerin
üslûbunda yazılmış olan bu tefsirleri, eski eserleri
okumaya alışmış olan çok az sayıdaki insanların
dışında bu neslin çocukları şevkle ve istekle
okuyamamaktadır. Bu nedenle fikri kitapları okur gibi aydın
ve derin bir fikirle Müslümanların hatta Müslüman
olmayanların bile tefsir okuma arzu ve isteğini artıracak
bir üslûbla yeniden tefsirlerin yazılması gerekir.
Üstelik müfessirlerin Kur'an-ı Kerimi tefsir etmeye
başladıkları dönem, felsefi kitapların Arapçaya tercüme
edilmesinden sonraki döneme rastladığı için felsefi
fikirlerden etkilenmişlerdir. Haçlı savaşlarından sonraki
gerileme dönemine gelindiğinde ise Kur'an ayetleriyle
alakası olmayan tefsirden sayılmayan şeylerin öğrenilmesine
büyük çabalar harcanarak tefsirlerin oluşumuna yol açıldı.
Üstelik tefsirler İsrailiyatla doldu. Hatta İsrailiyat,
tefsir kaynaklarından üçüncü bir
kaynak haline geldi. Bu
nedenle Kur'an'ın, Sahabeden nakledilen tefsirden de
faydalanılarak ve Kur'an-ı anlamada ictihad açısını da
kullanarak sahabenin tefsir metodu üzere tefsir edilmesi
gerekir. Fakat Rasulullah (s.a.v.)'den tefsir olarak nakledilenler
eğer sahih ise hadisten bir parça sayılırlar. Tefsir
olarak itibar edilmez. Çünkü bu durumda Kur'an gibi teşrii
nass sayılır ki bu da tefsir kapsamına girmez.
Ancak müfessirlerin tefsirde kullandıkları
üslûba gelince: Bu üslûb, müfessirlerin anlama gücüne
bağlıdır. Çünkü tefsir üslûbu, tefsirde kullanılan
şekillerden bir şekildir. Bu, bir telif çeşidi olduğu için
her müfessir, tefsir yaparken düzenleme, bölümlere ayırma
ve sunma açısından uygun gördüğü bir üslûbu kullanır.
Bu nedenle tefsirde telif üslûbunu açıklamak doğru
değildir. Fakat tefsir metodunun açıklanması gerekir.
İnceleme, araştırma ve düşündükten sonra bulduğumuz
tefsir metodunu, Kur'an tefsirinin bu metoda göre yapılması
için burada sunacağız. Bu metod Kur'an gerçeğinin
gerektirdiği bir metoddur. Biz metod ifadesini kullandık,
yani devamlı olarak kararlaştırılmış bir iş ifadesini
kullandık da üslûb ifadesini kullanmadık. Çünkü tefsir
metodu, Kur'an-ı Kerimin işaret ettiği şer'i delillerin
anlaşılmasında kullanılan ictihad metodu gibi bir
metoddur. Bu nedenle tefsirin de bir metodu olması gerekir.
Tefsir metodu, şer'i hüküm olmasından dolayı değil,
kendisine bağlanılmasından dolayı bir metoddur. Çünkü
metod hükümler cinsinden değildir. Kur'an-ı Kerim'in
tefsirinde takip edilmesini uygun gördüğümüz bu metod şu
şekilde özetlenebilir:
Kur'an tefsiri, Kur'an'ın cümlelerindeki
kelimelerin anlamlarını ve cümle bütünlüğü içerisinde
cümlelerin anlamlarını açıklamak demektir. Kur'an'ın
tefsir metodunu öğreninceye kadar:
A-
Kur'an vakıasının ortaya konulması ve öncelikle
bütüncül bir şekilde Kur'an gerçeğini ortaya koyacak
inceleme ve araştırmanın yapılması
B-
Kelimeleri ve anlamları açısından bu vakıaya uyan
şeylerin incelenmesi.
C-
Sonra da Kur'an'la gelen konuların anlaşılması gerekir.
Kur'an gerçeğini, ona uyanları ve
Kur'an'ın getirdiği konuyu bilmekle kişi, Kur'an tefsirinde
takip edeceği metodu öğrenir. Böylece tefsir esnasında
takip etmesi gereken güçlü bir yola ulaşır. Şimdi bu
hususları detayları ile inceleyelim:
A- Kur'an
Gerçeği: Kur'an
Arapçadır ve Arapça sözlerden ibarettir. Arapça kelam
olması itibarı ile gerçeğini anlamak gerekir.
Kelimelerinin Arapça kelimeler, cümlelerinin de Arapça
kelimelerden meydana gelen cümleler olarak algılanması,
kavranması gerekir. Cümlelerinde var
olan kelimelerin ne şekilde
(icaz, istiare, kinaye vs) kullanıldığını ve cümle
bütünlüğü olarak da cümlelerin ne şekilde
kullanıldığı kavranmalıdır. Arapça kelimelerde ve
cümlelerde Arapça kullanım şekillerinden veya cümle
kuruluşları açısından Arapça şekillerden meydana
geldiği iyice bilinmelidir. Üstelik Arapça'daki konuşma
edebiyatı ve hitap edebiyatında var olan üstün zevke sahip
Arapça metodu açısından Kur'an da var olan konuşma
edebiyatı ve hitap edebiyatındaki üstün zevkin de kavranılması
lazımdır. İşte bütün bunlar kavranıldığı zaman yani
Arapça esasa tafsilatlı olarak tamamen vakıf olarak Kur'an
vakıasını kavradığı zaman kişi tefsir yapabilir, aksi
durumda ise yapamaz. Çünkü Kur'an-ı Kerimde bulunan bütün
kelimeler ve ifade tarzları Arapça kelimelerdir ve Arapların
aralarında konuşa geldikleri ifadelerdir. Onların
kullandıkları dildir. Bundan kıl payı kadar bile fark
yoktur. Bu nedenle Kur'an, ancak bu anlayışla ve bu
vakıasıyla tefsir edilebilir. Bu anlayış ve yaklaşıma
sahip olunmadıkça hiçbir şekilde Kur'an'ın gerçek
tefsirini yapmak mümkün değildir. Bu nedenle Kur'an
tefsiri, Kur'an'ın Arapça olmasından dolayı Arapça vakıasını
kavrayarak Arapça nasslardan bir nass ve Arapça niteliği
kavranarak yapılabilir. Zira Allahu Teâla Kitabındaki şu
ayetlerde Kur'an'ın Arapça olduğunu bildirmektedir.
"Böylece biz onu Arapça Kur'an
olarak indirdik" "Böylece
biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik"
Buraya kadar yaptığımız açıklamalar
Kur'an gerçeğinin kavranması ve bu vakıaya/gerçeğe uyan
Kur'an kelimeleri, anlamları yani lügat açısından
yapılan bir açıklama idi.
B- Kur'an'ın
getirdiği konu açısından açıklanmasına gelince:
Kur'an'ın konusu; Allah tarafından gönderilen bir elçi
aracılığı ile Allah'ın risaletinin insanoğluna
ulaştırmaktır. Bu Kur'an içerisinde risaleti ilgilendiren
herşey vardır. Bu hususları ana başlıkları ile şöylece
özetlemek mümkündür:
a-
Öğüt ve hatırlatma için; akaid, hükümler, müjde,
korkutma ve kıssalar,
b- Kötülüklerden
sakındırmak ve iyi amellere teşvik için; kıyamet
sahneleri, cennet ve cehennemi tasvir,
c-
İdrak için akli meseleler,
d-
İman ve amel için aslı akla dayalı gaybi ve hissi
hususlar,
e-
Ve bunların dışında insanoğlu için risaletin gerektirdiği
herşey vardır.
Rasülün getirdiği metodun dışında
dosdoğru bir şekilde bu hususlara vukufiyet mümkün değildir
Özellikle de Allahu Teâla Kur'an'ın insanlara açıklaması
için Rasüle indirildiğini bildirmektedir.
"Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye
Kur'an-ı indirdik"
Rasülün metodu/yolu sünnettir. Yani
Rasülden söz, fiil ve takrir şeklinde sahih olarak gelen
rivayetler Rasülün sünnetini, izlediği yolu oluşturur. Bu
nedenle hem Kur'an tefsirine başlamadan önce hem de tefsir
esnasında mutlaka Rasülün sünnetini bilmek gereklidir.
Çünkü Rasülün sünnetini bilmeden Kur'an'ın konusunu
bilmek mümkün değildir. Ancak bu bilgi, sünnetin senedini
bilmekten daha çok sünnetin metnini şuurlu/uyanık bir
şekilde bilmeyi gerektirmektedir. Yani bu bilgi sünnetin lafızlarını
ezberlemeyle sınırlı kalan bir bilgi değil, insanın
davranışlarını yönlendiren mefhumlar olarak sünnetin
ifade ettiği düşünceleri derinlemesine düşünme
şeklinde olmalıdır. Diğer bir ifade ile çıkardığı
hadisin sıhhatine güvendiği sürece, hadisin ravilerini ve
senedini bilmeye veya lafızlarının ezberlenmesine önem
vermemek müfessire herhangi bir zarar vermez. Müfessir için
önemli olan hadisin delalet ettiği şeyleri kavramaktır.
Çünkü tefsir, sünnetin kelimeleri, senedi ve ravileri ile
ilgilenmeyip, sünnetin delalet ettikleri ile ilgilenir. Bu
nedenle Kur'an-ı tefsir edebilmek için sünnetin çok iyi
bir şekilde anlaşılması lazımdır. Buradan da açıkça
görülmektedir ki Kur'an-ı tefsir edebilmek
için herşeyden önce ve öncelikle detaylı bir şekilde
Kur'an vakıasını, Kur'an kelimeleri ve anlamları açısından
bu vakıaya uyan şeyleri incelemek, sonra da araştırılan
konuyu iyice kavramak gerekir. Ve yine tefsir için genel bir
kavrayışın yeterli olmayacağını, bilakis bütünsel bir
şekilde olsa bile hem ufak konularda hem de daha geniş
kapsamlı konularda detaylı bir kavrayışa sahip olmak
zorunludur. İşte bu genel kavrayışın tasavvur
edilebilmesi için Kur'an'ın kelimeleri ve cümleleri, bu
kelimeleri ve cümlelerin
kullanımı açısından, Arapça yönüyle hitabında ve
konuşmasındaki üstün edebiyatı açısından ve de
Arapların konuşmalarında bilinen Arap lügatı açısından
Kur'an gerçeğini tafsilatlı olarak kavranılmasını
sağlayacak keyfiyete şer'i bir bakış açısı ortaya
koymak işaret etmek istiyoruz:
1-
Kelimeleri açısından Kur'an vakıasına gelince: Kur'an'da,
gerçek ve mecazi anlamlarda müfredatların/ kelimelerin
kullanıldığına şahit olmaktayız. Bazen hem sözlük
anlamının hem de mecazi anlamın bir arada kullanıldığı
görülmektedir. Her bir cümlede var olan karine ile kullanılan
kelimeden ne kastedildiği bilinir. Bazen kelimenin sözlük
anlamı terkedilir ve mecazi anlamı kullanılır. Bu durumda
ise kullanılan kelime ile sözlük anlamı kastedilmez. Bazı
ifadelerde ise müfredatın sözlük anlamından mecazi bir
anlama çevrildiğini gösterecek bir karinenin bulunmaması
nedeniyle mecazi anlamın kullanılmayıp yalnızca sözlük
anlamın kullanıldığına şahit olmaktayız. Yine bu arada
Kur'an'da çeşitli ayetlerde hem sözlük anlamına hem de
yeni şer'i anlamına uyan, gerçek sözlük ve mecazi anlamı
dışında sözlük ve şer'i anlamlarında kullanılan müfredatlar
da vardır. Hangi mananın kastedildiğini ise ayetin terkibi
tayin eder. Veya yalnızca şer'i anlamında kullanılan sözlük
anlamında kullanılmayan kelimeler vardır. Örneğin
aşağıdaki ayette kelimesi yalnızca sözlük anlamında kullanılmıştır:
"Yine gittiler ve nihayet vardıkları kasaba
halkı...." "Halkı zalim
olan şu şehirden bizi kurtar"
Ancak şu ayetlerde ise
kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır.
"Bulunduğumuz karye'ye (kasaba halkına) sor"
Kasabaya soru
sorulamaz. Soru ancak kasaba halkına sorulabilir. Burada
mecazi bir anlam vardır. Şu ayetteki "karye"
kelimesinden kasıt da kasaba halkıdır.
"Rabbinin ve O'nun peygamberlerinin emrinden uzaklaşıp
azmış nice kasaba (halkı) vardır"
"Veya
herhangi biriniz aşağı (hela/ayak yolun)dan gelirse"
ayetinde geçen kelimesi de mecazi anlamda kullanılan bir kelimedir. Çünkü
kelimesi Arap lügatında alçak bir yer anlamına
gelmektedir. Ayette ise kaza-i hacet anlamında mecazi olarak
kullanılmıştır. Çünkü ihtiyacını gidermek isteyen
kimse alçak bir yere gider. Böylece ayetlerde kullanılan
kelimelerin mecazi anlamları ağırlık kazanmış ve sözlük
anlamları unutulmuştur. Ancak;
"Aralarında adaletle hükmet"
ayeti ve; "Tartıyı doğru yapın"
ayetlerinde
geçen kelimesi ise sözlük anlamında kullanılmıştır, başka
bir anlamı ifade etmez.
"Elbiseni temizle" ayetinde
de sözlük anlamı kullanılmıştır. Bu anlam, elbiseyi
pislikten temizlemektir. Çünkü
kelimesi sözlükte pis/pisliğin zıddı temizlik anlamına
gelmektedir. Bir şeyi su ile temizlemek onu yıkamak
demektir. kelimeleri pisliklerden temizlenmek
demektir. Yine Allahu Teâla'nın;
"Eğer cünup iseniz hemen temizleniniz"
ayeti ile;
"Ona arınmış olanlardan başkası dokunamaz"
ayetinden sözlük
anlamı olarak necaseti gidermek gibi bir anlam çıkarmak mümkün
değildir. Çünkü mü'min necis değildir. Dolayısıyla
burada sözlük anlamını kullanmak mümkün olmayacağına göre
geride sadece abdestsizliği giderme anlamı kalır. Ayette geçen
"temizlenin" kelimesi, abdestsizliği giderin,
"arınmış/temizlenmiş" kelimesi ise abdestli
olanlar anlamına gelmektedir. Çünkü "taharet"
kelimesi şer'an hem büyük hem de küçük pislikten
kurtulmak anlamına gelmektedir. Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde
şöyle buyurmaktadır:
"Temizlik, (abdest) olmadan Allahu Teâla namazı kabul
etmez"
Allahu
Teâla'nın:
"O yasaklayanı gördün mü? Bir kulu namaz kılarken"
ayetinde geçen kelimesi şer'i anlamda kullanılmış bir kelimedir. Ancak; "Peygamberi överler (dua
ederler)"
ayetindeki kelimesinden kasıt ise sözlük anlamı olan duadır. Yine;
"Namazı eda ettiğinizde"
ayeti ile;
"Ey oğulcuğum namazını kıl"
ayetlerinde ve içerisinde
lafzının geçtiği Kur'an'daki bütün ayetlerde bu kelime
ancak şer'i anlamında kullanılmıştır. Bu ise namaz
kılmayı ifade eder. Bu açıklamalar Kur'an'da geçen
(kelimeler) müfredatlar açısından yapılan izahatlardı.
2-
Cümleleri açısından ise durum şudur: Bilindiği üzere
Arapça, çeşitli anlamlara delalet eden kelimelerden meydana
gelmektedir. İster cümledeki ferdi anlamları açısından
olsun ister topluca cümle anlamı açısından olsun cümlelerde
var olan bu kelimeleri incelediğimiz zaman bunların
tamamının iki halden meydana geldiği görülür.
a-
Mutlak anlamlara delalet eden mutlak ibareler ve lafızlar
olması yönünden ona bakmak ki bu da asli anlamlara delalet
etmesi demektir.
b- Mutlak
ibarelere ve lafızlara
yardımcı olan anlamlara delalet eden ibareler ve lafızlar
olması yönünden bakmak ki bunlarda başkasına tabi olan
delaletlerdir.
Birinci gruptakiler, mutlak anlamlara
delalet eden mutlak
ibarelerden ve lafızlardan meydana gelen terkiplerdir. Müfredatlar
açısından lügatta, ayn,
kader,
ruh ve buna benzer kelimeler gibi ortak anlamları olan müfredatlar
gibi eşanlamlı müfredatlar vardır. Hayz için kullanılan
fakat temizlik anlamına gelen
kelimesi gibi zıd
anlamlar içeren kelimeler de vardır. Aynı şekilde
destekleme ve yardım anlamlarında kullanılan kelimesi
kınama ve cezalandırma vb anlamlara da gelmektedir. Bu
nedenle cümle içerisinde geçen kelimenin bu anlamlardan
hangi anlama geldiğini bilmek için
cümleyi anlamak gerekir. Sadece sözlüklere müracaat
etmekle kelimenin anlamını kavramak mümkün değildir.
Bilakis bu kelimenin içerisinde geçtiği cümleyi çok iyi
bir şekilde anlamak lazımdır. Çünkü bir kelimeden
kastedilen manayı belirleyen şey, cümledir. Kelimeler için
geçerli olan durum cümleler için de geçerlidir. Çünkü
cümleler, içerisinde bulunan lafızlar nedeniyle mutlak
anlamlara delalet eden mutlak ifade tarzlarıdır. Bunlar
kelimelerin asli manalarıdır. Bu manalardan başka anlamlara
delalet edecek karineler bulunmadıkça
asli anlamlar esastır. Bu konuda Kur'an'da birçok örnek
bulunduğu için burada yeniden
örnekler vermeye gerek yoktur.
İkinci kısma gelince: Bunlar, mutlak
ibarelere ve lafızlara yardımcı anlamlara delalet eden
ibareler ve lafızlardır. Zira cümlede var olan her haberin
cümlede neyi kastettiğinin açıklanması gerekir. Cümle,
haber verenin ve kendisinden haber verilenin ve bizzat haberin
durumunu ifade edecek şekilde kurulur. Cümlenin ifade ettiği
mana, izah, ihfa, icaz, itnab vb üslûb çeşitleri gözönünde
bulundurularak fark edilir. Örneğin kendisinden haber (özneye)
verilene değil de habere önem verildiğinde
denir. Eğer
önemli olan özne ise, yani kendisinden haber verilen ise
denir.
Bir soruyu cevaplandırmada veya sorunun cevabı olması
durumunda ise denir.
İnkari bir cevapta ise Zeydin kalkmasını beklemekte olan bir kimseye haber vermede
ise denir. Bunlar gibi Arapça nasslara dikkat etmek gerekir.
Kur'an-ı Kerim bu iki hususu bünyesinde toplamaktadır.
Kur'an'da bir taraftan mutlak anlamlara delalet eden mutlak
ibareler ve lafızlar yer alırken aynı zamanda mutlak
anlamlara yardımcı olan manalara delalet eden mukayyed
ibareler ve lafızlar da yer almaktadır. Bu üslûblar çeşitli
belağat şekilleriyle kendini göstermektedir. Kur'an'daki
bir surede veya çeşitli surelerde tekrar eden ayetler ve
ayetin bölümleri yardımcı anlamların en belirgin
olanlarıdır Kur'an'da tekrarlanan nasslar ve cümleler de
böyledir. Tekid çeşitlerinden bir çeşidin kullanılması
veya cümlenin geliş ve gidiş çeşitlerinden biri olması
ve olumsuzluk ifade eden soru üslûblarından olmak üzere ve
daha başka sebeplerle Kur'an'da haberin mübtedadan önce
geldiği ifadeler anlam çeşitlerinin en üstün olanlarını
içermektedir. Bir ayetin veya ayette bir parçanın, cümlenin
veya bir kıssanın bir bölümünün bazı sûrelerde belli
bir şekilde ifade edilirken bir başka sûrede daha farklı
bir şekilde ifade edildiğini, bir başka yerde ise
üçüncü bir şekilde ifade edildiği görülmektedir.
Haberin mübtedadan önce gelmesi, haberin te'kidi, normal
olarak zikredilmesi gereken bir cümlenin bir kısmını
zikredilerek diğer bir kısmının zikredilmemesi gibi asıl
konumundan farklı bir şekilde kullanılan ifade tarzlarına
Kur'an'da ancak, ayette var olan
ibarelerin ve lafızların
içerdiği mutlak anlamlara hizmet eden anlamları var etmek için
rastlamak mümkündür. Böylesi durumların dışında ise
asli konumunun dışında kullanılan ibarelere rastlanmaz.
Bu açıklamalar; ister cümlelerde kullanılan
kelimelere bakış açısından olsun isterse genel olarak
cümleler yönünden
olsun, belirli anlamlara delalet eden kelimelerin Arap lügatındaki
kelamı tesis etmesi yönünden ve belirli anlamlara delalet
eden lafızların Kur'an'daki kelamı tesis etmesi yönünden
yapılan açıklamalardı.
3-
Ancak cümlelerdeki kelimelerin kullanım şekli veya cümlelerin
kullanımı açısından meselenin ele alınmasına gelince:
Muhakkak ki Kur'an bu konuda dilleri üzere Kur'an'ın indiği
Arapların alışageldiği üslûblar içerisinde inmiştir.
Araplar için Kur'an mucize olmakla beraber, Kur'an'da sözün
kullanım şekli açısından Arapların kullanageldikleri
örfün dışında bir değişiklik yoktur. Bu yönüyle
Kur'an, Arapların alışageldikleri durumun aynıdır.
Arapların alışageldikleri duruma dönüldüğünde,
cümlelerin anlamlarını korumak hedeflendiğinde kesinlikle
kelimelere olduğu gibi bağlı kalmaya önem vermedikleri,
görülmektedir. Yeter ki anlatılmak istenen mana
korunabilsin. Bununla birlikte, belirli kelimelerin
kullanıldığında en ince ve en mükemmel anlamın yerine
getirileceği sözkonusu olduğunda ise hedeflenen anlamları
gerçekleştirmek için en ince ve uygun anlamları ifade eden
lafızlarda değişiklik yapmayı da doğru bulmamaktadırlar.
Onlara göre bu iki durumdan biri mutlak olarak bağlayıcı
değildir. Bilakis bazen lafızlara bakmadan yalnızca
anlamlar cümlelere yüklenirken bazen da anlamlar cümledeki
lafızlara yüklenir. Araplar, hedeflenen anlam doğru ifade
ediliyorsa birbirine yakın kelimelerle veya eşanlamlı
kelimelerle anlamı ifade ederlerdi. İbni Cünni, İsa b.
Ömer'den şunu rivayet eder: Zerrumme'nin şu şiiri söylediğini
işittim:

"Dedim ki: kelimesini kullanarak bir şiir söyledin. Dedi ki:
ve
aynı
anlama gelen kelimelerdir. Yani her ikisi de kuru anlamına
gelmektedir. Ahmed b. Yahya'dan dedi ki: İbnü'l Arabi bana
şöyle bir şiir söyledi:

Dar bir yerde gecelemek istemem
Ancak şiddetli bir korku anında orada
kendimi güvende hissederim.
Bunun üzerine Ahmed b. Yahya'nın
arkadaşlarından yaşlı birisi ona: "Sen daha önce
bize bu şiiri şeklinde değil de
şekilde
okumuştun" der. Bunun üzerine
ibnü'l Arabi: Hayret! Bu kadar zamandan beri
bizimle arkadaşlık yaptığın halde
kelimesi ile kelimesinin aynı anlama geldiğini bilmiyorsun. Buna benzer
uygulama Kur'an-ı Kerim'de de vardır. Birbirine eş anlamlı
olan veya birbirine yakın kelimelerin kullanılması ile
anlamlar zenginleştirilmiştir. Nitekim Kur'an
kıraatlarında Fatiha suresindeki
ayeti şeklinde;
ayeti
şeklinde; ayeti
şeklinde ve daha bir çok ayet kıraat kurallarına göre
farklı şekillerde okunmaktadır.
bu
bölümün devamı >>
|