ilk sayfa
 
Ümmetin Bugün Müfessirlere Olan İhtiyacı (1)

Tefsir ilmi, şer'i bilgilerin en önemlilerinden sayılması nedeniyle, şer'i ilimlerin en üstün olanıdır. Bu nedenle her asırda ve her nesilde tefsir ilmine çok önem vermek gerekir. Daha önceki asırlarda var olmayan yeni yeni meseleler ortaya çıktığı için ümmet bugün de müfessirlere muhtaçtır. Bu nedenle ortaya çıkan yeni yeni meseleler, Kur'an-ı Kerim'de zikredilen genel prensiplerin kapsamı içerisine giriyorsa bunların hükmünün bilinmesi lazımdır. Veya daha sonra ortaya çıkan yeni olaylara bu cüzi hükümler uygulanabilir. Tefsir bütünlüğü içerisinde eski tefsirler metod, şekil ve sunuş bakımından bir nevi telif hükmündedirler. Eski eserlerin üslûbunda yazılmış olan bu tefsirleri, eski eserleri okumaya alışmış olan çok az sayıdaki insanların dışında bu neslin çocukları şevkle ve istekle okuyamamaktadır. Bu nedenle fikri kitapları okur gibi aydın ve derin bir fikirle Müslümanların hatta Müslüman olmayanların bile tefsir okuma arzu ve isteğini artıracak bir üslûbla yeniden tefsirlerin yazılması gerekir. Üstelik müfessirlerin Kur'an-ı Kerimi tefsir etmeye başladıkları dönem, felsefi kitapların Arapçaya tercüme edilmesinden sonraki döneme rastladığı için felsefi fikirlerden etkilenmişlerdir. Haçlı savaşlarından sonraki gerileme dönemine gelindiğinde ise Kur'an ayetleriyle alakası olmayan tefsirden sayılmayan şeylerin öğrenilmesine büyük çabalar harcanarak tefsirlerin oluşumuna yol açıldı. Üstelik tefsirler İsrailiyatla doldu. Hatta İsrailiyat, tefsir kaynaklarından üçüncü bir kaynak haline geldi. Bu nedenle Kur'an'ın, Sahabeden nakledilen tefsirden de faydalanılarak ve Kur'an-ı anlamada ictihad açısını da kullanarak sahabenin tefsir metodu üzere tefsir edilmesi gerekir. Fakat Rasulullah (s.a.v.)'den tefsir olarak nakledilenler eğer sahih ise hadisten bir parça sayılırlar. Tefsir olarak itibar edilmez. Çünkü bu durumda Kur'an gibi teşrii nass sayılır ki bu da tefsir kapsamına girmez.

Ancak müfessirlerin tefsirde kullandıkları üslûba gelince: Bu üslûb, müfessirlerin anlama gücüne bağlıdır. Çünkü tefsir üslûbu, tefsirde kullanılan şekillerden bir şekildir. Bu, bir telif çeşidi olduğu için her müfessir, tefsir yaparken düzenleme, bölümlere ayırma ve sunma açısından uygun gördüğü bir üslûbu kullanır. Bu nedenle tefsirde telif üslûbunu açıklamak doğru değildir. Fakat tefsir metodunun açıklanması gerekir. İnceleme, araştırma ve düşündükten sonra bulduğumuz tefsir metodunu, Kur'an tefsirinin bu metoda göre yapılması için burada sunacağız. Bu metod Kur'an gerçeğinin gerektirdiği bir metoddur. Biz metod ifadesini kullandık, yani devamlı olarak kararlaştırılmış bir iş ifadesini kullandık da üslûb ifadesini kullanmadık. Çünkü tefsir metodu, Kur'an-ı Kerimin işaret ettiği şer'i delillerin anlaşılmasında kullanılan ictihad metodu gibi bir metoddur. Bu nedenle tefsirin de bir metodu olması gerekir. Tefsir metodu, şer'i hüküm olmasından dolayı değil, kendisine bağlanılmasından dolayı bir metoddur. Çünkü metod hükümler cinsinden değildir. Kur'an-ı Kerim'in tefsirinde takip edilmesini uygun gördüğümüz bu metod şu şekilde özetlenebilir:

Kur'an tefsiri, Kur'an'ın cümlelerindeki kelimelerin anlamlarını ve cümle bütünlüğü içerisinde cümlelerin anlamlarını açıklamak demektir. Kur'an'ın tefsir metodunu öğreninceye kadar:

A- Kur'an vakıasının ortaya konulması ve öncelikle bütüncül bir şekilde Kur'an gerçeğini ortaya koyacak inceleme ve araştırmanın yapılması

B- Kelimeleri ve anlamları açısından bu vakıaya uyan şeylerin incelenmesi.

C- Sonra da Kur'an'la gelen konuların anlaşılması gerekir.

Kur'an gerçeğini, ona uyanları ve Kur'an'ın getirdiği konuyu bilmekle kişi, Kur'an tefsirinde takip edeceği metodu öğrenir. Böylece tefsir esnasında takip etmesi gereken güçlü bir yola ulaşır. Şimdi bu hususları detayları ile inceleyelim:

A- Kur'an Gerçeği: Kur'an Arapçadır ve Arapça sözlerden ibarettir. Arapça kelam olması itibarı ile gerçeğini anlamak gerekir. Kelimelerinin Arapça kelimeler, cümlelerinin de Arapça kelimelerden meydana gelen cümleler olarak algılanması, kavranması gerekir. Cümlelerinde var olan kelimelerin ne şekilde (icaz, istiare, kinaye vs) kullanıldığını ve cümle bütünlüğü olarak da cümlelerin ne şekilde kullanıldığı kavranmalıdır. Arapça kelimelerde ve cümlelerde Arapça kullanım şekillerinden veya cümle kuruluşları açısından Arapça şekillerden meydana geldiği iyice bilinmelidir. Üstelik Arapça'daki konuşma edebiyatı ve hitap edebiyatında var olan üstün zevke sahip Arapça metodu açısından Kur'an da var olan konuşma edebiyatı ve hitap edebiyatındaki üstün zevkin de kavranılması lazımdır. İşte bütün bunlar kavranıldığı zaman yani Arapça esasa tafsilatlı olarak tamamen vakıf olarak Kur'an vakıasını kavradığı zaman kişi tefsir yapabilir, aksi durumda ise yapamaz. Çünkü Kur'an-ı Kerimde bulunan bütün kelimeler ve ifade tarzları Arapça kelimelerdir ve Arapların aralarında konuşa geldikleri ifadelerdir. Onların kullandıkları dildir. Bundan kıl payı kadar bile fark yoktur. Bu nedenle Kur'an, ancak bu anlayışla ve bu vakıasıyla tefsir edilebilir. Bu anlayış ve yaklaşıma sahip olunmadıkça hiçbir şekilde Kur'an'ın gerçek tefsirini yapmak mümkün değildir. Bu nedenle Kur'an tefsiri, Kur'an'ın Arapça olmasından dolayı Arapça vakıasını kavrayarak Arapça nasslardan bir nass ve Arapça niteliği kavranarak yapılabilir. Zira Allahu Teâla Kitabındaki şu ayetlerde Kur'an'ın Arapça olduğunu bildirmektedir.

"Böylece biz onu Arapça Kur'an olarak indirdik" Taha: 113 "Böylece biz onu Arapça bir hüküm olarak indirdik" Ra'd: 37

Buraya kadar yaptığımız açıklamalar Kur'an gerçeğinin kavranması ve bu vakıaya/gerçeğe uyan Kur'an kelimeleri, anlamları yani lügat açısından yapılan bir açıklama idi.

B- Kur'an'ın getirdiği konu açısından açıklanmasına gelince: Kur'an'ın konusu; Allah tarafından gönderilen bir elçi aracılığı ile Allah'ın risaletinin insanoğluna ulaştırmaktır. Bu Kur'an içerisinde risaleti ilgilendiren herşey vardır. Bu hususları ana başlıkları ile şöylece özetlemek mümkündür:

a- Öğüt ve hatırlatma için; akaid, hükümler, müjde, korkutma ve kıssalar,

b- Kötülüklerden sakındırmak ve iyi amellere teşvik için; kıyamet sahneleri, cennet ve cehennemi tasvir,

c- İdrak için akli meseleler,

d- İman ve amel için aslı akla dayalı gaybi ve hissi hususlar,

e- Ve bunların dışında insanoğlu için risaletin gerektirdiği herşey vardır.

Rasülün getirdiği metodun dışında dosdoğru bir şekilde bu hususlara vukufiyet mümkün değildir Özellikle de Allahu Teâla Kur'an'ın insanlara açıklaması için Rasüle indirildiğini bildirmektedir.

"Sana da insanlara indirileni açıklayasın diye Kur'an-ı indirdik" Nahl: 44

Rasülün metodu/yolu sünnettir. Yani Rasülden söz, fiil ve takrir şeklinde sahih olarak gelen rivayetler Rasülün sünnetini, izlediği yolu oluşturur. Bu nedenle hem Kur'an tefsirine başlamadan önce hem de tefsir esnasında mutlaka Rasülün sünnetini bilmek gereklidir. Çünkü Rasülün sünnetini bilmeden Kur'an'ın konusunu bilmek mümkün değildir. Ancak bu bilgi, sünnetin senedini bilmekten daha çok sünnetin metnini şuurlu/uyanık bir şekilde bilmeyi gerektirmektedir. Yani bu bilgi sünnetin lafızlarını ezberlemeyle sınırlı kalan bir bilgi değil, insanın davranışlarını yönlendiren mefhumlar olarak sünnetin ifade ettiği düşünceleri derinlemesine düşünme şeklinde olmalıdır. Diğer bir ifade ile çıkardığı hadisin sıhhatine güvendiği sürece, hadisin ravilerini ve senedini bilmeye veya lafızlarının ezberlenmesine önem vermemek müfessire herhangi bir zarar vermez. Müfessir için önemli olan hadisin delalet ettiği şeyleri kavramaktır. Çünkü tefsir, sünnetin kelimeleri, senedi ve ravileri ile ilgilenmeyip, sünnetin delalet ettikleri ile ilgilenir. Bu nedenle Kur'an-ı tefsir edebilmek için sünnetin çok iyi bir şekilde anlaşılması lazımdır. Buradan da açıkça görülmektedir ki Kur'an-ı tefsir edebilmek için herşeyden önce ve öncelikle detaylı bir şekilde Kur'an vakıasını, Kur'an kelimeleri ve anlamları açısından bu vakıaya uyan şeyleri incelemek, sonra da araştırılan konuyu iyice kavramak gerekir. Ve yine tefsir için genel bir kavrayışın yeterli olmayacağını, bilakis bütünsel bir şekilde olsa bile hem ufak konularda hem de daha geniş kapsamlı konularda detaylı bir kavrayışa sahip olmak zorunludur. İşte bu genel kavrayışın tasavvur edilebilmesi için Kur'an'ın kelimeleri ve cümleleri, bu kelimeleri ve cümlelerin kullanımı açısından, Arapça yönüyle hitabında ve konuşmasındaki üstün edebiyatı açısından ve de Arapların konuşmalarında bilinen Arap lügatı açısından Kur'an gerçeğini tafsilatlı olarak kavranılmasını sağlayacak keyfiyete şer'i bir bakış açısı ortaya koymak işaret etmek istiyoruz:

1- Kelimeleri açısından Kur'an vakıasına gelince: Kur'an'da, gerçek ve mecazi anlamlarda müfredatların/ kelimelerin kullanıldığına şahit olmaktayız. Bazen hem sözlük anlamının hem de mecazi anlamın bir arada kullanıldığı görülmektedir. Her bir cümlede var olan karine ile kullanılan kelimeden ne kastedildiği bilinir. Bazen kelimenin sözlük anlamı terkedilir ve mecazi anlamı kullanılır. Bu durumda ise kullanılan kelime ile sözlük anlamı kastedilmez. Bazı ifadelerde ise müfredatın sözlük anlamından mecazi bir anlama çevrildiğini gösterecek bir karinenin bulunmaması nedeniyle mecazi anlamın kullanılmayıp yalnızca sözlük anlamın kullanıldığına şahit olmaktayız. Yine bu arada Kur'an'da çeşitli ayetlerde hem sözlük anlamına hem de yeni şer'i anlamına uyan, gerçek sözlük ve mecazi anlamı dışında sözlük ve şer'i anlamlarında kullanılan müfredatlar da vardır. Hangi mananın kastedildiğini ise ayetin terkibi tayin eder. Veya yalnızca şer'i anlamında kullanılan sözlük anlamında kullanılmayan kelimeler vardır. Örneğin aşağıdaki ayette kelimesi yalnızca sözlük anlamında kullanılmıştır:

"Yine gittiler ve nihayet vardıkları kasaba halkı...." Kehf: 77 "Halkı zalim olan şu şehirden bizi kurtar" Nisa: 75

Ancak şu ayetlerde ise kelimesi mecazi anlamda kullanılmıştır.

"Bulunduğumuz karye'ye (kasaba halkına) sor" Yusuf: 82 Kasabaya soru sorulamaz. Soru ancak kasaba halkına sorulabilir. Burada mecazi bir anlam vardır. Şu ayetteki "karye" kelimesinden kasıt da kasaba halkıdır.

"Rabbinin ve O'nun peygamberlerinin emrinden uzaklaşıp azmış nice kasaba (halkı) vardır" Talak: 8

"Veya herhangi biriniz aşağı (hela/ayak yolun)dan gelirse" Nisa: 43 ayetinde geçen kelimesi de mecazi anlamda kullanılan bir kelimedir. Çünkü kelimesi Arap lügatında alçak bir yer anlamına gelmektedir. Ayette ise kaza-i hacet anlamında mecazi olarak kullanılmıştır. Çünkü ihtiyacını gidermek isteyen kimse alçak bir yere gider. Böylece ayetlerde kullanılan kelimelerin mecazi anlamları ağırlık kazanmış ve sözlük anlamları unutulmuştur. Ancak; "Aralarında adaletle hükmet" Maide: 42 ayeti ve; "Tartıyı doğru yapın" Rahman: 9 ayetlerinde geçen kelimesi ise sözlük anlamında kullanılmıştır, başka bir anlamı ifade etmez.

"Elbiseni temizle" Müddessir: 4 ayetinde de sözlük anlamı kullanılmıştır. Bu anlam, elbiseyi pislikten temizlemektir. Çünkü kelimesi sözlükte pis/pisliğin zıddı temizlik anlamına gelmektedir. Bir şeyi su ile temizlemek onu yıkamak demektir. kelimeleri pisliklerden temizlenmek demektir. Yine Allahu Teâla'nın; "Eğer cünup iseniz hemen temizleniniz" Maide: 6 ayeti ile; "Ona arınmış olanlardan başkası dokunamaz" Vakıa: 79 ayetinden sözlük anlamı olarak necaseti gidermek gibi bir anlam çıkarmak mümkün değildir. Çünkü mü'min necis değildir. Dolayısıyla burada sözlük anlamını kullanmak mümkün olmayacağına göre geride sadece abdestsizliği giderme anlamı kalır. Ayette geçen "temizlenin" kelimesi, abdestsizliği giderin, "arınmış/temizlenmiş" kelimesi ise abdestli olanlar anlamına gelmektedir. Çünkü "taharet" kelimesi şer'an hem büyük hem de küçük pislikten kurtulmak anlamına gelmektedir. Rasulullah (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır:

"Temizlik, (abdest) olmadan Allahu Teâla namazı kabul etmez" Kaynak Allahu Teâla'nın: "O yasaklayanı gördün mü? Bir kulu namaz kılarken" Alak: 9-10 ayetinde geçen kelimesi şer'i anlamda kullanılmış bir kelimedir. Ancak; "Peygamberi överler (dua ederler)" Ahzab: 56 ayetindeki kelimesinden kasıt ise sözlük anlamı olan duadır. Yine; "Namazı eda ettiğinizde" Cuma: 10 ayeti ile; "Ey oğulcuğum namazını kıl" Lokman: 17 ayetlerinde ve içerisinde lafzının geçtiği Kur'an'daki bütün ayetlerde bu kelime ancak şer'i anlamında kullanılmıştır. Bu ise namaz kılmayı ifade eder. Bu açıklamalar Kur'an'da geçen (kelimeler) müfredatlar açısından yapılan izahatlardı.

2- Cümleleri açısından ise durum şudur: Bilindiği üzere Arapça, çeşitli anlamlara delalet eden kelimelerden meydana gelmektedir. İster cümledeki ferdi anlamları açısından olsun ister topluca cümle anlamı açısından olsun cümlelerde var olan bu kelimeleri incelediğimiz zaman bunların tamamının iki halden meydana geldiği görülür.

a- Mutlak anlamlara delalet eden mutlak ibareler ve lafızlar olması yönünden ona bakmak ki bu da asli anlamlara delalet etmesi demektir.

b- Mutlak ibarelere ve lafızlara yardımcı olan anlamlara delalet eden ibareler ve lafızlar olması yönünden bakmak ki bunlarda başkasına tabi olan delaletlerdir.

Birinci gruptakiler, mutlak anlamlara delalet eden mutlak ibarelerden ve lafızlardan meydana gelen terkiplerdir. Müfredatlar açısından lügatta, ayn, kader, ruh ve buna benzer kelimeler gibi ortak anlamları olan müfredatlar gibi eşanlamlı müfredatlar vardır. Hayz için kullanılan fakat temizlik anlamına gelen kelimesi gibi zıd anlamlar içeren kelimeler de vardır. Aynı şekilde destekleme ve yardım anlamlarında kullanılan kelimesi kınama ve cezalandırma vb anlamlara da gelmektedir. Bu nedenle cümle içerisinde geçen kelimenin bu anlamlardan hangi anlama geldiğini bilmek için cümleyi anlamak gerekir. Sadece sözlüklere müracaat etmekle kelimenin anlamını kavramak mümkün değildir. Bilakis bu kelimenin içerisinde geçtiği cümleyi çok iyi bir şekilde anlamak lazımdır. Çünkü bir kelimeden kastedilen manayı belirleyen şey, cümledir. Kelimeler için geçerli olan durum cümleler için de geçerlidir. Çünkü cümleler, içerisinde bulunan lafızlar nedeniyle mutlak anlamlara delalet eden mutlak ifade tarzlarıdır. Bunlar kelimelerin asli manalarıdır. Bu manalardan başka anlamlara delalet edecek karineler bulunmadıkça asli anlamlar esastır. Bu konuda Kur'an'da birçok örnek bulunduğu için burada yeniden örnekler vermeye gerek yoktur.

İkinci kısma gelince: Bunlar, mutlak ibarelere ve lafızlara yardımcı anlamlara delalet eden ibareler ve lafızlardır. Zira cümlede var olan her haberin cümlede neyi kastettiğinin açıklanması gerekir. Cümle, haber verenin ve kendisinden haber verilenin ve bizzat haberin durumunu ifade edecek şekilde kurulur. Cümlenin ifade ettiği mana, izah, ihfa, icaz, itnab vb üslûb çeşitleri gözönünde bulundurularak fark edilir. Örneğin kendisinden haber (özneye) verilene değil de habere önem verildiğinde denir. Eğer önemli olan özne ise, yani kendisinden haber verilen ise denir. Bir soruyu cevaplandırmada veya sorunun cevabı olması durumunda ise denir. İnkari bir cevapta ise Zeydin kalkmasını beklemekte olan bir kimseye haber vermede ise denir. Bunlar gibi Arapça nasslara dikkat etmek gerekir. Kur'an-ı Kerim bu iki hususu bünyesinde toplamaktadır. Kur'an'da bir taraftan mutlak anlamlara delalet eden mutlak ibareler ve lafızlar yer alırken aynı zamanda mutlak anlamlara yardımcı olan manalara delalet eden mukayyed ibareler ve lafızlar da yer almaktadır. Bu üslûblar çeşitli belağat şekilleriyle kendini göstermektedir. Kur'an'daki bir surede veya çeşitli surelerde tekrar eden ayetler ve ayetin bölümleri yardımcı anlamların en belirgin olanlarıdır Kur'an'da tekrarlanan nasslar ve cümleler de böyledir. Tekid çeşitlerinden bir çeşidin kullanılması veya cümlenin geliş ve gidiş çeşitlerinden biri olması ve olumsuzluk ifade eden soru üslûblarından olmak üzere ve daha başka sebeplerle Kur'an'da haberin mübtedadan önce geldiği ifadeler anlam çeşitlerinin en üstün olanlarını içermektedir. Bir ayetin veya ayette bir parçanın, cümlenin veya bir kıssanın bir bölümünün bazı sûrelerde belli bir şekilde ifade edilirken bir başka sûrede daha farklı bir şekilde ifade edildiğini, bir başka yerde ise üçüncü bir şekilde ifade edildiği görülmektedir. Haberin mübtedadan önce gelmesi, haberin te'kidi, normal olarak zikredilmesi gereken bir cümlenin bir kısmını zikredilerek diğer bir kısmının zikredilmemesi gibi asıl konumundan farklı bir şekilde kullanılan ifade tarzlarına Kur'an'da ancak, ayette var olan ibarelerin ve lafızların içerdiği mutlak anlamlara hizmet eden anlamları var etmek için rastlamak mümkündür. Böylesi durumların dışında ise asli konumunun dışında kullanılan ibarelere rastlanmaz.

Bu açıklamalar; ister cümlelerde kullanılan kelimelere bakış açısından olsun isterse genel olarak cümleler yönünden olsun, belirli anlamlara delalet eden kelimelerin Arap lügatındaki kelamı tesis etmesi yönünden ve belirli anlamlara delalet eden lafızların Kur'an'daki kelamı tesis etmesi yönünden yapılan açıklamalardı.

3- Ancak cümlelerdeki kelimelerin kullanım şekli veya cümlelerin kullanımı açısından meselenin ele alınmasına gelince: Muhakkak ki Kur'an bu konuda dilleri üzere Kur'an'ın indiği Arapların alışageldiği üslûblar içerisinde inmiştir. Araplar için Kur'an mucize olmakla beraber, Kur'an'da sözün kullanım şekli açısından Arapların kullanageldikleri örfün dışında bir değişiklik yoktur. Bu yönüyle Kur'an, Arapların alışageldikleri durumun aynıdır. Arapların alışageldikleri duruma dönüldüğünde, cümlelerin anlamlarını korumak hedeflendiğinde kesinlikle kelimelere olduğu gibi bağlı kalmaya önem vermedikleri, görülmektedir. Yeter ki anlatılmak istenen mana korunabilsin. Bununla birlikte, belirli kelimelerin kullanıldığında en ince ve en mükemmel anlamın yerine getirileceği sözkonusu olduğunda ise hedeflenen anlamları gerçekleştirmek için en ince ve uygun anlamları ifade eden lafızlarda değişiklik yapmayı da doğru bulmamaktadırlar. Onlara göre bu iki durumdan biri mutlak olarak bağlayıcı değildir. Bilakis bazen lafızlara bakmadan yalnızca anlamlar cümlelere yüklenirken bazen da anlamlar cümledeki lafızlara yüklenir. Araplar, hedeflenen anlam doğru ifade ediliyorsa birbirine yakın kelimelerle veya eşanlamlı kelimelerle anlamı ifade ederlerdi. İbni Cünni, İsa b. Ömer'den şunu rivayet eder: Zerrumme'nin şu şiiri söylediğini işittim:

"Dedim ki: kelimesini kullanarak bir şiir söyledin. Dedi ki: ve aynı anlama gelen kelimelerdir. Yani her ikisi de kuru anlamına gelmektedir. Ahmed b. Yahya'dan dedi ki: İbnü'l Arabi bana şöyle bir şiir söyledi:

Dar bir yerde gecelemek istemem

Ancak şiddetli bir korku anında orada kendimi güvende hissederim.

Bunun üzerine Ahmed b. Yahya'nın arkadaşlarından yaşlı birisi ona: "Sen daha önce bize bu şiiri şeklinde değil de şekilde okumuştun" der. Bunun üzerine ibnü'l Arabi: Hayret! Bu kadar zamandan beri bizimle arkadaşlık yaptığın halde kelimesi ile kelimesinin aynı anlama geldiğini bilmiyorsun. Buna benzer uygulama Kur'an-ı Kerim'de de vardır. Birbirine eş anlamlı olan veya birbirine yakın kelimelerin kullanılması ile anlamlar zenginleştirilmiştir. Nitekim Kur'an kıraatlarında Fatiha suresindeki ayeti şeklinde; ayeti şeklinde; ayeti şeklinde ve daha bir çok ayet kıraat kurallarına göre farklı şekillerde okunmaktadır.

bu bölümün devamı >>

 

Kitabın ilk sayfasına dönüş Kitabı bilgisayarınıza yükleyebilirsiniz Bu sayfayı birine gönderebilirsiniz Anasayfa ve diğer kitaplar için