CEMAAT KÜLTÜRÜ


Ümmetin durumu değişime muhtaç olduğu için, İslâm ideolojisi üzerine kurulu olan siyasî bir kitle yoluyla siyasî şekilde değiştirme hareketinin yapılması gerekli olmuştur. Bundan dolayı kitlenin sıfatlarını, özelliklerini, kendisini meydana getiren ve yaşatan hususları bahseden bir inceleme yapmak lazımdır. Geçmişte kurulan kitlelerin başarısızlıklarını ve sebeplerini inceleyip telafi ederek bu incelemeyi tamamlamak lazımdır. Nitekim kitleleşme açısından üslüplarla ilgili hükümler, çalışma için en uygun ve iyi olanının belirlemesi için Müslümanlara bırakılmıştır. Bu konu ise, hizbî kültürün maddelerinden bir madde olmaktadır.

- Fikirleri, duyguları ve nizamları karışık olan bir toplumda yaşayan Müslümanların fikirlerinin, duygularının ve sistemlerinin birbiri ile uyumlu olması için, İslâm Devleti kurmak için yapılan çalışmada toplumun karşılaşacağı durumları, toplumun durumunu, toplumu oluşturan ve etkileyen faktörleri ve toplumun nasıl değiştirileceği konularına da değinmek gereklidir.

- Ferdin vakıası toplumun vakıasından farklı olunca, buna bağlı olarak ferdin dinamikleri de toplumun dinamiklerinden farklı olmaktadır. Dolayısıyla fertle ilgili şer’i hükümler toplumla ilgili şer’i hükümlerden farklı olmaktadır.

- Cemaatın işi, toplumu değiştirmekle ilgili olunca, toplumun değiştirilmesi ile ilgili detaylı fikirlerin ve bu vakıayı tedavi edecek şer’i hükümlerin benimsenmesi de gereklidir. Böylece fertlerin ve tüm insanların amelleri ile ilgili her şeyi -ister terki caiz olmayan İslâmi bir toplumun tesis edilmesi gibi farzı kifaye olan bir hüküm olsun isterse fertle ilgili şer’i hüküm olsun- bu esas üzerine şekillendirsinler. Nitekim cemaat bu fertleri günlük hayatlarında; muamelât (insanlar arasında ilişkiler), ibadet ve ahlâkla ilgili hükümleri benimsemelerinin vucubuna davet ettiği zaman onlar buna icabet etsinler.

- Bugünkü Müslümanlar akıllarını kullanırken Batıdan etkilenince, maslahatlarında veya menfaatlarında arzularına uyunca akıl konusuna ve unsurlarına değinmek kaçınılmaz hale geldi. Bu çerçevede aklın sınırını, akide, şer’i hükümler ve fikirler konusunda aklın nasıl kullanılacağının açıklanması gerekti.

- Yapılması gereken çalışma, Allah’ın indirdikleriyle hükmü ikâme etmeye ve Daru'l İslâm’ı kurmaya yönelik olunca Rasulullah (s.a.v.)'in Mekke’deki hareketini ve Medine’de İslâm davetini tesis ettiren amellerini bilmeyi ve buna uymayı gerekli kılmıştır. Ayrıca çalışmanın seyri, metodun hükümleri ile vesile ve üslupların hükümleri arasındaki farkı idrak etmek lazımdır ki, Rasul’ün ameline dakik şekilde uyulsun.

- Yine yapılması gereken çalışma, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi tesis etmeye ve kurulu olan nizamları değiştirmeye yönelik çalışma olunca, yöneticilerin faaliyet ve icraatlarını siyasî yönden izlemek, onların gerçeklerini öğrenmek, bağlılıklarını bilmek, onların davranışlarına tahakküm eden büyük devletlerin siyasetlerini idrak edip planlarını ortaya çıkartıp teşhir etmek de gerekmektedir.

- Müslümanların memleketleri, küfür nizamlarına, Batı hadaratına (hayat hakkında mefhumlarına), onların fikrî, sosyal, iktisadî ve siyasî sistemlerine boyun eğdiği için İslâm Devletini kurmaya yönelik çalışmanın seyri diğer ideolojileri, inançları, bunlar üzerine dayalı fikirleri ve bunlardan fışkıran nizam ve sistemleri eleştirmeyi gerektirmektedir.

- Şer'i gaye, İslâm’ı tatbik etmek ve onu dünyaya bir mesaj olarak götürmek olunca, İslâm yönetimine, devletine ve devlet yapısına, şekline, rükunlarına, organlarına, mekanizmasına, anayasasına ve uygulanacaklar hakkında genel düşünceye değinmek de gereklidir. Yine mevcut olan yönetim şekillerine değinmek gereklidir ki bunları bilip İslâm yönetim şeklinin bunlardan farklı olduğu idrak edilsin ve bu yönetimlerin tesiri altında kalınmasın. Ayrıca devletin üzerine kurulduğu temellere değinmek lazımdır.

İşte bu şekilde cemaat, kendi çalışması ve daveti için lazım olan kültürünü tespit etmeye ve belirginleştirmeye çalışır. Öyle bir kültür gereklidir ki Müslümanları ve gayri Müslimleri olan tebaalarını İslâm ile yönetecek Hilâfet Devleti’ni kurmak yoluyla İslâmî hayatı yeniden başlatmayı, dava ve cihad yoluyla dışarıda risaleti yaymayı sağlayacak seviyede olsunlar.

 

Akidenin Önemi

 

İslâm akidesi, partinin veya cemaatın çalışmasını harekete geçiren unsur olduğuna ve hedefinin de Allah’ın indirdikleriyle hükmetmek olduğuna göre, cemaatın benimseyeceği kültürün sağlam şekilde akidesiyle bağlanması gereklidir. Böyle olunca davayı yüklenenler sorumluluk ihsasına sahip olurlar, davaya önem verirler, ciddî ve fedakâr olurlar, coşkulu ve heyecanlı olurlar. Aynı anda yolun zorluklarına ve meşakkatlarına tahammül ederler. Bundan dolayı davayı taşıyanlar insanlardan bir teşekkür beklemezler. Ancak gelecek şiddetli bir günün akıbetinden sakınarak Rablarından korkarlar. Bu nedenle dünya nimetlerinden mahrum olsalar ve geçici hayatın meşakkatını çekseler dahi rahat olurlar. Çünkü gayesi Allah’ın rızasını kazanmak, Ahiretin nimetini ve saadetini elde etmektir. Nitekim akide, kültürün temeli olarak ittihaz edilince, insanların (toplumun) değiştirilmesinde de İslâm akidesi esas olarak alınır. Müslümanların çektikleri zulümden nefret etmek veya cahillikten kurtulmak veyahut durumları düzeltmeyi temel olarak seçmez. Zira Müslümanın davayı diğer Müslümanlara ve insanlara götürmesinde etken faktör imanla ilgili düşüncelerdir. Temelde İslâm’ın metodu da budur.

Üstelik bu kültürle beraber değiştirme kültürü için esas olarak ittihaz edilen iman fikirleri, bu gayeyi gerçekleştirecek şekilde verilmelidir.

Akide, bu gayeyi gerçekleştirmeye yardımcı olacak bir şekilde verilmelidir.

Benimsenen şer’i hükümler verilirken hedeflenen gaye bariz şekilde gösterilmelidir.

Aynı şekilde vakıa incelenirken, bu gayeyi gerçekleştirmeye yardımcı olacak şekilde ele alınmalıdır.

Özetle; parti kültürü, İslâm akidesine bağlı olmalı, şer’i delilleri göstermeli ve şer’i gayeyi gerçekleştirecek açıdan verilmelidir. Bu gaye, İslâm Devleti’ni kurmak yoluyla, yani Allah’ın hâkimiyetini tahakkuk ettirerek pratik şekilde Allah’a kulluk etmeyi meydana getirmektir. İşte bu cemaatın gençleri bu tarzda yetiştirilmelidir.

İslâm akidesinin vücuddaki baş ve organlar için bir kalp konumunda bulunduğuna, her konunun maliki ve her şeyin temeli olduğuna göre, bu akide şu şekilde verilmelidir:

1- Kullukta ve teşride Allah'ı "bir"leyecek bir şekilde verilmelidir. Bu hakka Allah'tan başka kimse sahip olmamalıdır. Tek Rab ve tek yaratıcı O'dur. Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan ve teşrî eden (yasa gösteren) yalnız kendisidir. İşlerin tedbiri yalnız kendisine aittir. İnsan kendi fıtratında ve tabiatında aciz, eksik, muhtaç ve sınırlı olduğunu hissettiğine göre doğru yolu bulmak ve karanlıktan kurtulup nur ve aydınlığa gelmek için bu ilaha sığınır. Nitekim Allahu Teâla, kendi kullarından bir Rasul seçti ve buna indirdiği risaletiyle, selâmet yollarına, rızasına uyan insanları hidayete erdirdi. Bize Rasulün Rabbinden getirip tebliğ ettiğine tabi olmamızı talep etti. Bu Rasul ise masumdur. Kendisine bütün insanlara hidayet, nur, rahmet, öğüt ve kalplerde olanlara şifa olan Kur’an, bir risalet olarak indirilmiştir. Eğer insanlar iman edip itaat ederlerse Allah kendilerine daimi nimetlerini hazırlamayı, isyan edip reddederlerse kendilerine cehennemi vaad etmiştir. Zira insan, Rasulullah (s.a.v.)'in Rabbinden getirdiği risalet gereğince yalnız Allah’a kulluk etmek için yaratılmıştır.

2- Müslümanlar İslâm’ın, iman ile insan vakıasını; mutlak yaratıcı olan Allah'a imandan ibaret olan hayat öncesiyle, ölmek ve dirilmek, hesap, sevap ve cezanın söz konusu olduğu hayat sonrasına iman etme ile bağlantı kurduğunu bilmeleri gerekmektedir. Akide; hayat, hayat öncesi ve sonrası arasında bağlantı kurularak açıklanmalıdır. Kim bu bağlantıları koparırsa, hayatı, öncesini ve sonrasını birbirinden ayırırsa sözü kesin bir delile dayalı olmadığı gibi sözü de küfür sayılır.

3- Bu akide, kendisiyle ümmeti diriltecek ve dünyaya İslâm’ı bir risalet olarak götürmeye sevk edecek şekilde verilmelidir.

4- Müslümanlar çağdaş küfür fikirlerine karşı kendi fikirlerinin doğruluklarından emin olmalıdır. Bu çerçevede, kapitalist, milliyetçi, vatancı ve diğer çağdaş fikirlerinin batıllığı ve sahteliği gösterilmelidir. İslâm ile diğer fikirler arasında mukayese yapılarak İslâm dışındaki bütün fikirlerin, bu fikirler üzerine kurulu bütün kuruluş ve toplulukların batıl ve sahte olduğu sonucuna ulaşılmalıdır. Ardından yalnızca İslâm’ın hak ve doğru olduğu, hem akide hem de sistem yönüyle tüm dünyayı ıslah edebilecek güçte olduğu ve tüm bunların ancak İslâm Devleti'nin kurulması ile temsil deleceği açıklanmalıdır. Ayrıca İslâm’a dayalı cemaat, sömürgeci kâfirlerin Müslümanların zihinlerine soktukları; “düşünce ve kültür özgürlüğü”, “Kaysere ait olanı kaysere ver, Allah’a ait olanı Allah’a ver”, “vatanım daima hak üzerindedir”, “zalim de olsa mazlum da kardeşine yardım et” gibi tüm cahili mefhumları, sahte iddiaları ve tabirleri, parıltısı gözleri kamaştıran sahte sloganları ve propagandaları boşa çıkarmak için çalışır. İslâm cemaatı bu ve buna benzer mefhumlarla savaşacağı gibi; “Şeriatı geliştirmek gerekir”, “Şeriatı kanunlaştırmak lazımdır”, “çağın ihtiyaçlarını karşılamak için şeriatın elastiki olması lazımdır”, Dini hayattan ayırmak”, “dinde siyaset yoktur”, “zaman ve mekân değişimiyle hükümlerin değişmesi inkâr edilmez” gibi batı kavramlarını ve bunların etkilerinin Müslümanların zihinlerinden ve hayatlarından uzaklaştırmak için de çalışmalıdır. Cemaat, bütün bu batıl sloganları düşürmeye çalışırken La İlahe İllallah Muhammedün Rasulullah’a dayalı ve ondan fışkıran fikirleri yerleştirmek ve yaymak için çalışmalıdır.

“La İlahe İllallah Muhammedün Rasulullah” Kelime-i Tevhidi'nin manasına ve mefhumuna ilmen ve amelen ters düşen her şey terk edilmedikçe ve bunun dışındaki her iman bırakılmadıkça Kelime-i Tevhid nefislerde netleşmeyeceği, safiyet kazanmayacağı şeriatça bilinen bir husustur. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Kim tağutu inkâr ederse ve Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam bir ipe sarılmış olur.”

Nefiste küfrün veya şirkin herhangi bir izi ve eseri kalmaması için ayette Allahu Teâla, tağutu inkâr edip reddetmeyi ön plana çıkarmaktadır. Küfrü inkardan, tağutu reddettikten sonra ise iman gelmektedir. İşte sağlam bir kulpa yapışan kimsenin durumu budur. Nitekim Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır:

“Kesin olarak bil ki, Allah’tan başka tapınılan yoktur.”

İnsan araştırdıktan ve düşündükten sonra Allah'tan başka ilah olmadığına ve tapınmaya müstahak olanın yalnızca Allah olduğu sonucuna varır. İşte "Allah'tan başka ilah yoktur" ifadesi, Allah'ın uluhiyyetinin isbatıdır. Diğerlerinin uluhiyetini reddettiği gibi Allah’ın uluhiyetini ispatlamaktadır. Bu ise, ispatların en kuvvetlisidir. Ayrıca sınırlandırmayı ifade etmektedir. Buna binaen sosyalist, milliyetçi, vatancı, laik, demokratik ve diğer fikirler inkâr edilip reddedilir. Bunlar doğru olmadığı gibi kurtarıcı da değildir. Daha doğrusu batıl ve bozuktur. İnsanı mutlu etmez, bedbaht eder. Allah’ın dini ve şeriatından başka nur, aydınlık, şifa ve hidayet yoktur.

Cemaat elemanlarında İslâmî şahsiyetleri oluşturmaya çalışır. Doğru İslâmî ölçüleri onlara vererek şeriata bağlanmayı onlara sevdirir ve buna aykırı her husustan onları nefret ettirir. Şeriatla muhakeme olunmayı sevdirir, başka şeyle muhakeme olunmayı onlara nefret ettirir. Böylece zihniyetleri şeriatın ölçü ve fikirleriyle kayıtlı ve mazbut hale gelir, meyil ve eğilimleri de İslâm’ın yönelttiği tarafa yönelir ve İslâm’ın reddettiğini reddeder. Ancak şeriatın kabul ettiği şeyi kabul eder ve ona rıza gösterir. Reddettiği her şeye hoşnutsuzluk gösterip karşı gelir.

Cemaat, yoğun çabalarla gençlerinde bu kültürü yerleştirmeye çalışır. Bu yolla liderlik ve dava işlerini üstlenmeleri için gençlerini hazırlar. Gençler bu kültürü edindikten sonra hemen meydanlara inip insanlara kabul ettirmeye çalışırlar. Vakıayı kavramada aklın sınırları içerisinde hareket eder. Akla dayanan fikri ameliyeyi gençlerine öğreterek aklın tarifini öğrenmelerini veya aklın sınırlarını kavramalarını sağlar. Bu şekilde cemaat, gençlerinin olaylara ve sorunlara karşı nasıl davranacaklarını belirler. Şer'i hükümler için lazım olan vakıa ile ilgili aklî tariflerin cümlesine nasıl vardığını da anlatır. Bu tarifler menata benzer. Menat, vakıanın gerçeğidir. Bir şer'î hüküm uygulanmak istenince önce bunun menatını anlamak gerekir. Yani vakıanın gerçeğini kavramak lazımdır ki, hüküm delâlet ettiği vakıasına uysun. Akıl, uzvî ihtiyaçlar, içgüdüler, kalkınma, toplum, hadarat, medeniyet ve benzeri kelimelerin ne anlama geldiğini tarif etmek gerekir. Çünkü bunların ne oldukları anlaşılınca onlarla ilgili şer’i hükümler de anlaşılır.

Cemaat, şer’i hükümleri şer’i delillerden çıkartarak tespit eder. Vakıayı tedavi etmek ve problemleri çözmek için şer’i delillerden hüküm istinbat eder. Bunu yapabilmek için ise şer’i nassları ve delilleri anlamaya imkân veren bütün ilimleri benimsemeye muhtaçtır. Bunu başardığı zaman ilgili konu hakkındaki Allah'ın hükmünü öğrenebilir. Cemaat, kendi gençleri ve Müslümanlar önünde bu istidlâlı (delilden hüküm çıkartma operasyonu) yapmalıdır ki onlar da bunu öğrensinler. Şeriatı anlamada ve hükümlerini istinbat etmede İslâm’ın metodu nefislerinde yerleşsin.

Cemaat, benimsediği kültürün gençlere verilmesindeki maksatın, onu amele dönüştürmek ve uygulamak olduğunu göstermelidir. Bu kültürün, ilim sahibi olmak veya bilgileri geliştirmek, artırmak için olmadığını anlatmalıdır. Ancak bu kültür, fikrî çatışma ve siyasî mücadele yapmak için edinilir diye belirtmelidir. Ayrıca ümmeti temsil edecek bu varlığı kurmak için ümmete bu kültürü fikrî liderlik olarak göstermek amacıyla edindirdiğini pekiştirmelidir.

Cemaat bu kültürü gençlerine açıklarken bunları pratik ve dakik bir şekilde aktarmaya aşırı derecede özen göstermelidir. Söylediği ile yaptığının birbirinden farklı olmamasına dikkat etmelidir. Hakkı bilir ama tersini yaparsa Allah nezdinde en çirkin hareketi yapmış sayılır.

İşte cemaat, bu kültürü benimsemeli. Gençlerini bu kültürü esas alarak yetiştirmeli ve kalplerinde onu yerleştirmelidir. Genel bir şuurdan kaynaklanan fikir hakkında kamu oyu oluşturacak şekilde temel İslâmi düşüncelerle ümmete ulaşmalıdır. Yalnız Allah'ın şeriatının hakim olması için tek bu hedef üzerine ümmeti birleştirecek şekilde akideye ait düşünceleri ve temel şer’i hükümleri ümmete kabul ettirmelidir. Böylece uzun zamandan beri ümmetin yitirdiğinin tekrar kazandırılması için başlangıcı oluşturan doğru yöneliş ve eğilimler yeniden saplanmış olur..

Yasama ve kulluk etme konusunda Allah'ı "bir"lemeye götürecek düşünceleri anlatmak, ittiba konusunda yalnız Allah Rasulü (s.a.v.)'i kabul etmek, insanları cennete teşvik etmek ve cehennemle korkutmak, İslâm’ın birçok farzları ile ilgili olduğu için İslâm Devleti’ni kurmaya çalışmanın İslâm’ın en önemli farzlarından olduğunu anlatmak, bu temel fikir ve şer’i hükümlerin örneklerindendir. Yine İslâm ümmetinin tek ümmet olduğu, sistemlerin ve ırk farklılığının Müslümanları birbirinden uzaklaştıramayacağını, Müslümanların kardeş olduklarını, vatancılık ve milliyetçilik düşüncelerinin aralarında sağlam bir bağ oluşturamayacağı gibi konuların anlatılması da bu temel fikir ve şer’i hükümlerin örneklerindendir. Müslümanların Allah’ın şeriatından uzaklaşmaları Müslümanlara ancak zilleti ve zayıflığı miras bırakmıştır. Bu nedenle Müslümanlar Allah’ın şeriatına bağlanmalıdırlar. Delilini bilmeden bir işi yapmaya kalkışmamalıdırlar.

Bu ve buna benzer fikirler, İslâm ümmetinin yetişmesi ve olgunlaşması için verimli ve elverişli toprağı hazırlar.

Yukarıda gösterdiğimiz hususlar, cemaatın kültürüne dahil olmalıdır. Derdimiz, ışığı altında cemaatın oluşturulacağı bu kültürü tespit etmeye ulaştıracak şeriatın emrettiği doğru metodu meydana çıkarmalıdır.

Bu şekilde cemaatta, fikri ve siyasi mücadeleyi yapacak, omuzlarında bu işi taşıyacak ve ümmette cemaat tarafından kabul gören düşünceler çerçevesinde kamuoyu oluşturacak, cemaat için lazım olan hükümlerden, görüşlerden ve fikirlerden müteşekkil büyük bir taife meydana gelir.

İşte cemaatın içinden çıkmaması gereken çerçeve budur. Bunun tespitinde ve sınırlandırılmasında muvaffak olursa, bazı ferî hükümlerde ictihad neticesinde hata etse, başkaları kendisine muhalefet etse veya kendisi diğerlerine muhalefet etse dahi kendisine pek zarar gelmez.

Böylece cemaatın yeryüzünde Allah’ın şeriatını hâkim kılmak ve bütün dünyada O’nun davetini yaymak şeklinde temsil edilen gayeye ulaşmak için muhtaç olduğu kültür bulunmuş olur. Muvaffakiyet yalnız Allah’tandır.