YUSUF (A.S.) VE KÜFÜR SİSTEMİNE KARŞI TUTUMU |
|
Efendimiz Yusuf (a.s.)’a
nisbet ettikleri konuda şöyle bir iddia ileri sürmektedirler: “Yusuf
(a.s.)’ın yaşadığı toplum cahili bir toplumdu
ve şirk akidesi egemendi. Toplumda ahlâkî bozukluk yaygınlaşmış
ve efendimiz Yusuf (a.s.) bile iğva ve zulüm
ile karşı karşıya gelmişti. Öyle ki onlar efendimizin suçsuzluğunu
gördükten sonra ona hapsi reva görmüşlerdi. Suçsuz olduğu halde
hapse giren Yusuf (a.s.), temizliği açığa
çıktıktan ve Kral tarafından rüyaları yorumlamadaki güzelliği
farkedildikten sonra ancak hapisten çıkarılmıştır.
Ardından Yusuf (a.s.)’ı kendisi için
seçmiş ve kendisine yakın kimselerden saymıştır. Bunun üzerine
Yusuf (a.s.) ondan toprak mahsulleri ile ilgili işte görevlendirmesini istemiş, Kral da onun isteğini kabul
etmiştir. Böylece Yusuf (a.s.), İsrail
oğullarının şeriatına muhalif olan cahili bir yönetimde bakanlık
görevini üstlenmiştir. Yönetim açısından Yusuf (a.s.)
(Kral’ın dinine) yani emir sultasına göre uygulama yapmıştır.
Hatta Yusuf (a.s.) kardeşini yanına
alabilmek için Yakub’un şeriatına göre hükmetme hilesine bile başvurmuştur.
Bu nedenle kardeşinin hırsızlık yaptığı intibaını uyandırmak için
bir tuzak bile hazırlamıştır. Zira Yakub (a.s.)’ın
şeriatına göre hırsızlık yapan kimse köleleştiriliyordu.
Diğer taraftan bu durumun
yalnızca efendimiz Yusuf (a.s.) ile
sınırlı olduğu da söylenemez. Zira böyle bir tahsisin yapılabilmesi
için delile ihtiyaç vardır. Çünkü kendilerinden bahsedilen
peygamberler hakkında asıl olan, onların izledikleri yola ve hidayete
uymaktır.
Yine bu durum bizden
öncekilerin şeriatından olduğu için bizi kapsam dışında
bıraktığı da söylenemez. Çünkü yönetim konusu, şeriatların
üzerinde ihtilaf ettiği konulardan olmayıp üzerinde ittifak edilen
asıl(akide)lardandır. Yusuf (a.s.) da; “Hüküm ancak Allah’ındır”
diyerek bu hususu teyid etmektedir. Buna rağmen Yusuf (a.s.)
Kral’ın yönetiminde görev almıştır.”
Yusuf (a.s.)’ı
delil olarak kullananların ileri sürdükleri iddialar bunlardır.
Yusuf suresindeki konu ile ilgili ayetler incelendiği zaman bunun bir görüş
olduğu ve küfür sisteminde yönetici olmanın caiz olduğunu ortaya
koyduğunu görür. Bu görüş aynı suredeki şu ayetlere
dayandırılmaktadır.“Kralın dinine göre onu (kardeşini)
alıkoyamazdı.”
“Beni toprak hazinelerinin üzerinde
görevlendir.”
İddia sahipleri; İslâm’ın
üzerine kurulu olduğu usulu kurallarının tamamını unutarak, bu türden
bir anlayışla taban tabana zıt olan ayetleri görmemezlikten gelerek
ve peygamberlerin ismeti meselesini kulak aradı ederek her iki ayeti
kendi düşüncelerine uygun bir şekilde yorumlamaktadırlar. Her iki
ayatle ilgili anlayışları hevalarının ürünü olmaya devam
ettikçe, Yusuf (a.s.) ile ilgili ortaya
koyacakları her şey de hevalarına göre olacaktır.
Nebiler Allah’ın
yarattıkları içerisinde en temiz ve seçkin olanlarıdır. Allah’ın
dinini yaymak için seçilmiş kimselerdir. Her yönüyle kavimlerine
örnektirler. Onlar, Allah’a kullakta, emirlerini eksiksiz bir
şekilde yerine getirme hususunda sadık ayetler (delliler)dir. Bu
nedenle yüce Allah onları günahlardan ve fitnelerden korumuş, hak
üzere onları sabitleştirmiş ve onlara yardım etmiştir. Efendimiz
Yusuf (a.s.) da bu seçkin gruba giren
kimselerdendir. Yüce Allah onu, bir başka ayette överek şöyle demiştir:
“İşte böylece Rabbin seni seçecek,
sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve senin
üzerindeki nimetini tamamlayacaktır.”
“(Yusuf)
erginlik çağına erince ona (isabetle) hükmetme (yeteneği) ve ilim
verdik. İşte muhsinleri biz böyle mükafatlandırırız.”
“İşte böylece biz, kötülük ve fuhşu ondan
uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik) Şüphesiz ki o, ihlaslı
kullarımızdandı.”
“Ve böylece
Yusuf'a orada dilediği gibi hareket etmek üzere ülke içinde yetki
verdik. Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz. Ve
muhsinlerin mükâfatını zayi etmeyiz.”
Yusuf (a.s.),
en üstün bir tarzda Allah’a çağıran birisiydi. Kur’an-ı Kerim,
hapishane arkadaşlarının gördükleri rüyanını yorumunu
sordukları zaman Yusuf’un onlara şu şekilde cevap verdiğini bize bildirmektedir:
“Çeşitli tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne
karşı durulmaz bir tek Allah mı? Allah’ı bırakıp da
taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım
isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir
delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size kendisinden
başkasına ibadet etmemenizi, yalnızca O’na ibadet etmenizi emreder.
İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
Allah’a iffet bağı ile
bağlanan Yusuf (a.s.), haramdan kaçındı, Allah da kadınların ve azizin
karısının tuzağını ondan uzaklaştırdı. Bu olay Kur’an’da şöyle
anlatılmaktadır: “Ben onun nefsinden
murat almak istedim. Fakat o, (bundan) şiddetle sakındı. Andolsun,
eğer o kendisine emredeceğimi yapmazsa mutlaka zindana atılacak ve
elbette sürünenlerden olacaktır! (Yusuf:) Rabbim! Bana zindan,
bunların benden istediklerinden daha iyidir! Eğer onların hilelerini
benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden olurum! dedi. Rabbi
onun duasını kabul etti ve onların hilesini ondan uzaklaştırdı.
Çünkü O çok iyi işiten, pek iyi bilendir.”
Böylece insanlar onun
iffetli, doğru sözlü ve ihsan sahibi birisi olduğuna şehadet
ettiler. Bu nedenle hapishane arkadaşları ona şöyle dediler:
“Bunun yorumunu bize haber ver. Çünkü biz seni güzel
davrananlardan görüyoruz”Kralın gördüğü
rüya nedeniyle hapishane arkadaşlarından Yusuf’a şöyle diyordu: “(Yusuf'un
yanına gelerek dedi ki:) Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi (Rüyada
görüleni) bize yorum yap.”
Suçsuzluğunu
açığa çıkarmadan önce hapishaneden çıkmayı reddeden Yusuf’un
suçsuz olduğu kesinleştikten sonra ise kadınlar şöyle dediler: “Haşa!
Allah için, biz ondan hiçbir kötülük görmedik, dediler. Azizin karısı
da dedi ki: Şimdi gerçek ortaya çıktı. Ben onun nefsinden murat
almak istemiştim. Şüphesiz ki o doğru söyleyenlerdendir."
Yusuftan hoşlanan kral ise şöyle dedi: “Onu
bana getirin, onu kendime (özel danışman) edineyim.”
Kardeşini yanında alıkoymaya karar verdikten sonra ise kardeşleri
ona şöyle dediler: “Onun yerine bizim
birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.”
İşte böylece efendimiz Yusuf (a.s.)”ın günah
işlemekten uzak durmasının, itaatının, sabrının ve takvasının
sabitleşmesinin göstergesi olarak ayette şöyle denilmektedir:
“…(Evet) ben Yusuf'um, bu da kardeşim.
(Birbirimize kavuşmayı) Allah bize lütfetti. Çünkü kim (Allah'tan)
korkar ve sabrederse, şüphesiz Allah güzel davrananların mükâfatını
zayi etmez, dedi.”
Allah'ın kendisi için
şahitlik ettiği, karşılaştığı insanların hiçbiri tarafından
herhangi kötü bir şeyle itham edilmeyen ve kralın kanunları ile hükmettiğine
dair Kur'an'da en ufak bir işaretin dahi bulunmadığı bir kimsenin günümüzdeki
birtakım müslümanlar tarafından itham edilmesi akıllaca bir
davranış mıdır? Yusuf (a.s.)'ın
ayette de belirtildiği üzere Yusuf
yalnızca tek bir meselede hüküm vermiştir. "...Cezası,
kimin yükünde bulunursa ceza olarak ona el konulur"
Bu
hüküm de efendimiz Yukup (a.s.)'ın şeriatında
var olan bir hükümdür. Dolayısıyla Yusuf (a.s.)'ın
Allah'ın hükümlerinin dışındaki herhangi
bir hükümle hükmettiğine dair en ufak bir işaret söz konusu değildir.
Onlar şu ayeti dikkate alarak
şüpheye düşmektedirler: "...Çünkü
kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın
dilemesi müstesna..."
Ancak bu ayet
doğru bir şekilde tefsir edildiği
zaman böyle bir şüphe tamamen
ortadan kalkar.
Bu ayet hakkında şüpheye
düşen kimseler konumlarına göre ayeti tefsir ettiler. Şöyle
diyorlar:
Aradan yıllar geçtikten
sonra Yusuf (a.s.)'ın hazırladığı
organizasyona göre kendilerine yiyecek vermesi için ülkenin her tarafından
insanlar gelmeye başladılar. Çünkü kral, Yusuf (a.s.)'a
dağıtım işi ile uğraşmasını emretmişti. Kardeşleri geldiğinde
ise Yusuf (a.s.) onları tanımış kardeşleri
ise onu tanımamışlardı.Yusuf (a.s.) ise küçük kardeşine, kardeşi
olduğunu ve diğerlerinin yaptıklarından dolayı üzülmemesini
söyledi. Ardından da orada bulunanların dalgınlığından
faydalanarak kardeşinin yükünün içerisine tasın konulması
hilesini gerçekleştirdi. Sonra tası aradılar. Adamlardan birisi
tası kervan sahiplerinin çaldığını bağırmaya başladı.
Dağıtım işinde Yusuf'a yardım edenlerden birisi şöyle dedi:
"Kimin yükünde bulunursa onun cezası
nedir?"
Yusuf (a.s.)'ın kardeşleri de: "...Cezası,
kimin yükünde bulunursa ceza olarak ona el konulur"
dediler. Yani çalan kişi esir olarak alınır.
Bu uygulama Yakub (a.s.)'ın şeriatına göre yapılan bir uygulamadır. Daha
sonra kardeşinin yükünü aramaya başlamadan önce
diğerlerinin yükünü aramaya başladı, sonra da kardeşinin yükünün
içinden su kabını çıkardı. Dolayısıyla kardeşinin cezası köleleştirilmek
ve alıkonulmaktı. Tüm bu olaylardan sonra ayette Yusuf (a.s.)
için şöyle denilmektedir: “Çünkü kralın kanunlarına göre
kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi müstesna..."
Bazıları "şeriat" ve "kralın sistemi"
kelimelerini şu şekilde açıklamaktadırlar.
Mısırdaki kralın kendisine ait bir sistemi ve kanunları vardı,
efindimiz Yusuf (a.s.) da bu kralın
kanunları ve sistemi ile yönetiyordu. Ancak bu meselede kardeşini
yanında alıkoyabilmek için böyle bir tedbir düşündü. Çok güzel
bir hileye başvurarak onların ağızlarıyla neye göre ve nasıl
cezalandırılacaklarını söylettirdi. Onlara, kralın kanunlarına göre
hırsızlık yapan kimsenin cezasının ne olduğunu söylemedi. Kardeşinin
yanında kalmasını sağlamak için Yakub (a.s.)’ın
şeriatını onlara söylettirdi ve onu uyguladı.
Ayetin bu şekilde
yorumlanması, kendilerini bu türden bir anlayışa ulaştırdı.
Arap dilindeki din
kelimesinin anlamlarını saymaya kalkıştığımız zaman birden fazla
ortak anlamlar taşıdığını görürüz. Lisanu'l Arab'da şöyle
geçmektedir: Din, kahr ve itaat demektir.
ifadesi, onu zorladım o da itaat etti anlamına gelir. Din, ceza ve mükafat anlamına da
gelmektedir.
onu ödüllendirdim demektir. Din günü, ceza, mükafat günü
demektir. Din aynı zamanda hesab anlamına da gelir. Şu ayette olduğu
gibi: "Din gününün sahibi"
Din, şeriat ve otorite demektir. Şu ayette de bu anlamda
kullanılmıştır: "Fitne kalmayıncaya
ve din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşınız."
Din, boyun eğme ve kulluk demektir. El-medin, köle demektir.
El-Medine, köle edinen kadın demektir. Şu ayette de bu anlamda
kullanımıştır. Saffat-53 deki
ayette ve şu ayette de; "Siz dirilip yaptıklarınıza
karşılık görmeyecekseniz ve eğer bu sözünüzde samimi iseniz, o
çıkmak üzere olan canı geri çevirsenize."
Yani köle gibi
eli kolu bağlı olmayanlardansanız. Bunların dışında din kelimesi
daha başka anlamları da vardır.
Bu kadar çok anlamın içerisinde
yüce Allah ayette bu anlamların hangisini murad etmiştir? Bu
anlamlardan herhangi birisini seçebilmemiz için bir karineye ihtiyacımız
vardır. Bu nedenle kim, ayetin anlaşılmasında arzu ve isteğine
uygun olan bir manayı esas olarak alırsa şeriatta hevasına göre
hükmetmiş olur. Kim de şer'i
karinelere uygun ve bağlı olarak bu anlamlardan birisini seçerse
şeriata göre hükmetmiş ve
Rabbi'inin emrine bağlanmış olur. Peki hangi anlam
kastedilmektedir?
Şayet din kelimesinden
kastın şeriat/kanun olduğunu söylediğimizde şeri
karinelerin bu anlayışı engellediğini görürüz. Zira bu durumda
Yusuf (a.s.)’ın şirk koşmuş olması
söz konusudur. Şirk koşmak ise peygamberelere ve müminlere haram kılınmıştır.
Kullukta ve yasama meselesinde Allah'ı birleme esası üzere kurulu
bulunan risaletin tabiatına ter düşen bir durumdur. Çünkü yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Senden önce
hiçbir resûl göndermedik ki ona: "Benden başka İlâh yoktur;
şu halde bana kulluk edin" diye vahyetmiş olmayalım."
Yusuf (a.s.) da insanlara şöyle diyordu: “Hüküm
ancak Allah'ındır. O'na tapmanızı emretmiştir.
Bu, dosdoğru dindir, fakat insanların çoğu bilmezler."
Böyle söyleyen bir peygamberin aykırı harekette bulunması
ve birçok rabların kanunları ile hükmetmesi kesinlikle mümkün değildir.
Bu sözün bir benzerini Şuayb (a.s.) onları
çağırırken söylüyordu: "Dedi ki:
Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından (verilmiş) apaçık bir
delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir rızık vermişse buna ne
dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak size aykırı
davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek
istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız
O'na dayandım ve yalnız O'na döneceğim."
Bu ayetin tefsirinde Kurtubi şöyle demektedir: "Size yasakladığım
bir şeyi ben yapamam. Size yapmanızı emrettiğimi bir şeyi
ben terk edemem.”
Din kelimesinden kastın
kulluk olduğunu söylersek, kardeşi kul yani köle olmuş olur
ki bu anlam ayetin öncesinde Yusuf'un kardeşlerinin
söylediği “hırsızlık yapan köleleştirilir” ifardesi ile
tamamen uyumlu olur. Bu durumda ayetin anlamı şöyle olur: Allah’ın
dilemesinin dışında Kralın köleleştirme ve mülk edinme kurallarına
göre kardeşini yanında alkoyamazdı. Doğruya en yakın anlam budur.
Bu türden bir anlayışı engelleyecek bir karine de yoktur. Zira bu
anlayış, hem ayetin öncesi ile
tamamen uyumlu bir anlayıştır hem de yüce Allah'ın Yusuf (a.s.)’ı,
"muhsin", "muhlis" ve "insanların şahit
olduğu” şeklindeki nitelemesi ile
uyumlu bir anlayıştır.
Yusuf (a.s.)'ın
Mısır Kralına söylediği şu ayet-i kerimemin tefsirine gelelim:
"Dedi ki; toprak
mahsullerinin depoları üzerine beni memur et. Muhakkak ki ben, bilen
bir koruyucuyum."
Bu ayetten Yusuf (a.s.)'ın
Kraldan hazine veya maliye bakanlığı talep ettiğine dair bir anlam
çıkartıyorlar. Bu bakanlığı yürütürken Yakup (a.s.)'ın
şeriatını uygulamayıp adaletsizlik üzerine kurulu olan Kralın
sistemini tatbik ettiğini iddia ediyorlar. Ayeti bu şekilde tefsir
etmek, büyük bir haksızlık ve insafsızlık olduğu gibi aynı
zamanda da hak yolun dışına çıkmak demektir. Bu konuyu apaçık
şekilde ortaya koymak için bazı noktalar üzerinde durmak lazım:
1. Nokta.
O dönemde yönetimin krallık olduğu açıklanıyor. Tarih boyunca
krallık sistemi iki şekilde uygulanmıştır:
A- Mutlak
Krallık Sistemi. Bu sistemde kral kendi
emrine göre insanları yönetirdi. Yalnızca kendi görüşü
geçerliydi. İnsanlar onun kararına asla itiraz edemezlerdi. Yasama, yürütme
ve yargı organları kralın elindeydi.
İstediği adamı tayin edip azlediyordu. Yardımcılarını seçerken,
ya kendisine dost olanları ya dalkavukluk yapanları ya da parlak görüşlere
sahip olduklarını ve idareciliği iyi yaptıklarını gösteren
kimselerden seçiyordu. Bu adamlar kendisine samimiyet, dostluk
ve tam itaat gösteriyorlardı. Böylece kral, onlara
güvenip onların insanlara karşı diledikleri gibi hareket etmelerine
izin veriyordu. Onlar ise kendi görüşleri ve arzularına göre
insanlara egemen oluyorlardı. Başka ifadeyle, kralın küçültülmüş
sureti oluyorlardı.
B- Kayıtlı
Krallık Sistemi. Bu sistemde kral bir
semboldür. Gerçek yönetici değildir. kralın elinden mutlak yetkiler
alınarak egemenlik anayasaya ve kanuna verilir. Kralın yerine
kanunları çıkartmak üzere yasama organı, yürütme görevini
gerçekleştirmek üzere yürütme organı ve yargı görevini
yürütmek üzere de yargı organları oluşturulur. Bu şekil gecikmeli
olarak demokrasi düşüncesi yayıldıktan sonra benimsendi. Bu nedenle
kayıtlı krallık sistemi olarak adlandırıldı. Peki, Yusuf (a.s.)
döneminde, Mısır'da bu iki krallık şeklinden
hangisi mevcuttu?
Buna cevap olarak deriz ki;
Yusuf (a.s.) döneminde Mısır Kralının bir
anayasa ve kanuna bağlı olduğu düşünülemez. Ayette geçen
"Kralın dini" ifadesi "Kralın kanunu" anlamına
gelmemektedir. Yusuf (a.s.) zamanındaki
krallık sistemi, bugünkü sistemlerdeki yöneticilerin davranışlarıyla
kıyaslanamaz. Böyle bir kıyas yanlıştır.
2. Nokta. Yusuf (a.s.)'ın
toprak mahsullerinin depoları üzerine memur olmayı istemesi ve kralın onun talebini gerçekleştirmesi, yönetimle ve iktidarla ilgili
değildir. Kur'an'ın bahsettiği konu, kralın gördüğü rüya ile sınırlıdır.
Bu ise buğday mahsulleri, verimli ve verimsiz seneler ve bu durumlarda
neyin yapılması konusudur. Yusuf (a.s.); ekinleri depolama,
verimli ve verimsiz senelerde bunun
dağıtılmasında denge kurma konularının planlaması işinin
kendisine havale edilmesini istedi. Görevinde aşırılığa
gitmeyeceğini ve ihanette bulunmayacağını açıkladı. Bu zor görevi
ancak Yusuf (a.s.) gibi güçlü, emin, koruyucu ve bilgi sahibi
bir kimse üstlenebilirdi. Hatta Yusuf (a.s.)'in
kardeşleriyle arasında cereyan eden olay da yalnızca bu konu ile
sınırlıdır. Durum bu olduğuna göre bizim konuyu bu çerçevenin dışına
çıkartmamız, Yusuf (a.s.)'ın görev sahasını
kafamıza göre genişletmemiz doğru değildir. Yusuf (a.s.)'ın
görevi, paraları tahsil etmek ve bunları kralın adamlarına,
memurlarına, ailesine, askerlerine ve halka dağıtmak idi"
şeklinde bir ifade kullanma hakkına sahip değiliz. Tüm bu işlerin
Yakup (a.s.)'ın şeriatına göre değil kralın sistemine göre yapılması kaçınılmazdır. Bu türden
şeyleri iddia edebilmek için delile sahip olmayı gerektirir.
3. Nokta.
Kralın, Yusuf (a.s.)'ın uyanıklığını,
aklının büyüklüğünü ve samimiyetini görmesi nedeniyle yanına
yaklaştırdığı, rüyayı gördüğü günden beri zihnini meşgul
eden konunun idaresini, yetkisini ona verdiği ayetlerden
anlaşılmaktadır. Bir başkasının konuya müdahale etmemesi için de
ona tam yetki vermiş olması da kaçınılmaz bir durumdur.
4. Nokta. Yusuf
(a.s.) sadece kralın rüyasını yorumlamakla
kalmamış aynı zamanda ona çözüm ve uygun tedbirleri de göstermiştir.
Bu hareket, Yusuf (a.s.)'ın toprak mahsulleri
depoları üzerine memur olma talebinde kralın güvenini kazanmasına
ve bu hususla ilgili tam yetki almasına sebep oldu. kral "Bende
bir nizam veya belli kanunlar var, bunlara göre işleri yürütmen
gerekir" diye Yusuf (a.s.)'a söylemedi. Sadece, Yusuf
(a.s.)'ın rüyayı tefsir etmesine ve çözüm
getirmesine rıza gösterdi. Bunun akabinde, toprak mahsullerinin
depolanması ve dağıtılması işlerini Yusuf (a.s.) üstlendi.
5. Nokta.
Kıtlık seneleri gelince, insanlar kendilerini açlıktan kurtarmak için
Yusuf (a.s.)'a sığınmaya başladılar.
Nitekim gidip gelenler, onun adaletinden ve düzenleyiciliğinden söz
etmeye başladılar. Bu durum Yusuf (a.s.)'ın
kral katındaki değerini daha da artırdı onu krala daha
yaklaştırdı. Belki de bu sebepten dolayı daha üst bir mevkiye,
"aziz" makamına yükseldi. Kardeşlerinin onu tanımadan ona;
"Ey aziz!" şeklinde hitap etmeleri
de bu noktayı vurgulamaktadır. Ebeveyninin Mısır’a
gelmelerinden sonra Rabbine: "Rabbım bana mülkten
verdin..." şeklinde dua etti. Ardından
gelen ayette ise şu ifade yer aldı: "Ebeveynini tahta
oturttu." Bu ayetler, sonunda yönetim işinin
Yusuf (a.s.)'ın elinde geçtiği anlamını
vurgulamaktadır.
6. Nokta. Kur'an'ın
bildirdiğine göre Yusuf (a.s.), kardeşinin
hırsızlıktan dolayı köle olarak alıkonulması konusunda Yakup (a.s.)'ın
şeriatına göre hükmetmiştir. Kralın özel ve sabit kanunu vardıysa,
Yusuf (a.s.) bu kanuna muhalefet edince niye
cezalandırılmadı?!
7. Nokta. Yusuf (a.s.)'ın
şer'î hükme muhalefet edeceği düşünülemez. Çünkü o, bir
peygamberdir. Her peygamber masumdur, günah işlemez. Allah onun,
ihsan, takva ve ihlas sahibi olduğunu nitelemiştir. Nitekim kendisi
hapishaneye girmeyi günah işlemeye tercih etmiştir. Hapishanedeyken
davayı yüklenmeye başlamıştır. Suçsuzluğu herkes tarafından açığa
çıkmadan, hapishaneden çıkmayı reddetmiştir. İffeti ve her türlü
kötülükten uzak oluşu ile kafir toplumun beğenisini kazanmıştır.
Aziz'in karısı, bulunduğu şehrin kadınları, hapis arkadaşları,
kral ve tanımadan önce kardeşleri tarafından hep takdir edilmiştir.
Bunlara ilave olarak, kral müslüman
oldu mu yoksa kafir olarak mı kaldı? Yusuf'a krallık ne zaman geçti?
Kral öldükten sonra mı yoksa kral istifa edip Yusuf (a.s.)
onun yerine mi geçti? Azizin ölümü veya azledilmesi ile mi Aziz
oldu? gibi soruları çoğaltmak mümkündür. Bu türden sorulara cevap
olabilecek: "Kralın dinine göre kardeşini köleleştirmezdi."
"Toprak mahsullerinin
depoları üzerine memur kıl"
ayetleri,
hangi şekilde tefsir edilirse edilsin, varılacak sonuç zanni bir
sonuç olacaktır. Zira Kur'an bunlarla ilgili kesin bir bilgi
vermemektedir. Çünkü Yusuf (a.s.)'ın metodu ve
şeriatı bizim için metot ve şeriat değildir. Allah, bizi buna
bağlı kılmamaktadır.
Biz de başkaları gibi zannî
açıklama ve tefsir yapıyoruz. Fakat açıklamamız ve tefsirimiz
peygamberlerin takvalı ve sadık mü'min olma vasıflarıyla
bağdaşır. Yorumlardımız; dinin usullerine göre masum olan
Nebilerin sıfatlarıyla çelişmez. Diğer tefsirler ve açıklamalar,
Yusuf (a.s.)'ın kesin manayla geçen
sözüyle çelişir. Şirk akidesini reddettiği gibi, bu akideye göre
muhakeme olunmayı da reddetti. Sadece Allah'ın hükmü ile muhakeme
olunmaya davet etti.
Biz, Yusuf (a.s.)'ın
durumunu izah ederken küfür rejimlerine katılmanın caiz olmadığı
görüşünü desteklemek için çalışmıyoruz. Çünkü küfür
rejimlerine katılmanın caiz olmadığı zannî
değil kesindir. Küfrü uygulamayı yasaklayan ayetlerin manaları da
kesindir.
Bir kişi şöyle diyebilir: “Yusuf
(a.s.) Kralın nizamına göre işleri yürütürken
bu işi Allah'ın izniyle yapıyordu. Bu nedenle Rabbına muhalefet
etmiyordu." Bu iddiaya şöyle cevap
verilir: Allah'ın verdiği bu izin; ya yalnızca Yusuf (a.s.)'a
ait özeldir ya da herkes için geneldir. Başka ifadeyle o dönemde
küfür kanunlarıyla hükmetmek caizdi.
İzin özel olursa ona uymamız
caiz değildir. Zira verilen izin peygambere
has özel bir izin olup başkalarının onu uygulamaları yasaktır.
Genel izin olursa; o zaman
bizden öncekilerin şeriatları olur ki bu durum onlar için meşru
idi. Peki eski şeriatlar bizim için şeriat olmaz mı? Usulu fıkıh
alimlerinin bir kısmı şu kaideyi tesbit etmişlerdir: "Eski
şeriatlar bizim için şeriat değildir." Bu konuda Kur'an'da
pek çok kesin deliller vardır. Bir kısım kesin deliller, eski
şeriatların tümünün neshedildiğini gösteriyor. Bir kısmı da
bunu pekiştirmek için furuatla ilgili hükümlerin neshedildiğini gösteriyor.
Bu kaideyi benimsediğimiz zaman Yusuf (a.s.)
veya eski peygamberlerin şeriatlarının birer delil olarak gösterilmesi
caiz olmaz.
Bir takım usulu fıkıh
alimleri şöyle bir kaide tesbit etmişlerdir: "Eski şeriatlar
neshedilmedikçe bizim için de şeriattır." Bazı delillerden
bu kaideyi çıkarttılar ve şöyle dediler: "Eski
şeriatların değeri yoksa niye Kur'an'da bize anlatılıyor?!"
Bu alimler Muhammed (s.a.v.)'in şeriatının, eski
şeriatların tümünü bir defada neshettiğini söylemiyorlar. Geçmiş
peygamberlerin şeriatlarından Kur'an'ın (veya sünnetin) bize anlattıkları
bizim için de şeriattır. Ancak neshedilip yeni hüküm bize
gösterilirse o zaman o hüküm neshedilmiş olur.
Bu kaideyi Yusuf (a.s.)'ın
durumuna uygularsak, nasıl bir neticeye varırız? Bizim
şeriatımızda Allah'ın indirdikleriyle hükmetmemeyi haram kılan
deliller geçmedi mi? Muhammed (s.a.v.)'in
şeriatında ve Kur'an'da Muhammed (s.a.v.)'in
şeriatından kıl payı kadar uzaklaşmaktan sakındıran nasslar geçmedi
mi?
Evet, Muhammed (s.a.v.)'in
şeriatı, İslâm Şeriatının dışındaki kanunlarla yönetilmeyi
yasaklamaktadır. Küfür ve cahiliye hükümlerinden herhangi bir
hükmün alınması kesinlikle haramdır. Yusuf (a.s.)'ın
şeriatında küfür hükümleriyle amel etmek caiz olduğu iddia
edilirse, yukarıdaki kaideye göre Yusuf (a.s.)'ın
tutumunu Kur'an'ın kesin manayla geçen ayetlerle nesh ettiğini söyleriz.
8. Nokta.
Allah'ın indirdiğiyle hükmetmek akide kapsamına giren
konulardandır, şer’i hükümler kapsamına girmez sözü yerinde
söylenmemiş bir sözdür. Çünkü inançların yeri kalptir. Şer'i hükümler
ise fiillerle alakalıdır. Akide, şerî hükümlerin temelini oluşturur.
Fakat şer’i hükümler, imanın meyvesidir.
Kulların fiilleriyle ilgili
şer’i hükmün iki boyutu vardır:
Birincisi; İkrar
edilmesi vacip olan itikatla ilgili teorik boyut:
Bu boyutu ile şer’i hüküm,
akide ile alakalıdır. Eğer şer’i hükmün delili ve delâleti
kesin ise onun varlığına inanmak gerekir. Onu inkâr etmek
küfürdür.
İkincisi; şer’i hükmün
uygulanması ile ilgili pratik boyut:
Eğer şer’i hükmün
delili kesin değilse veya delâleti kesin değilse, zannî ise onu
inkâr etmek (hüküm olarak) küfür değildir, haramdır, bir
masiyettir.
Namaz farzdır. Farz olarak
onu kabul etmek vaciptir. Namazı farz olarak kabul etmemek kişiyi küfre
götürür.
Namaz farz olup, farz olarak
kılınması gereklidir. Farz olarak namazı kılmamak kişiyi günahkâr
yapar.
İçki içmenin haram olduğuna
dair kesin delil ve delâlet vardır. Bunun haram olduğuna inanmak
akideden bir parçadır. Onun mübah olduğunu saymak
küfürdür. Fakat bir kişi haram olduğuna inandığı halde bunu içerse
günahkâr olur, fasık olur.
Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek
de farzdır. Hakkındaki kati nassdan dolayı bunun farz olduğuna
inanmak imandandır. Onu uygulamak Allah'a itaat, uygulamamak ise
Allah'a isyan demektir. Buna göre Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin
farz olduğuna inanmadığından dolayı uygulamayan bir kimse tekfir
edilir. Yani kafir olur. Fakat Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin
farz olduğuna inandığı halde bu farzı yerine getirmezse isyankâr,
fasık olur. Bu nedenle Allah'ın indirdikleriyle hükmetmek, üzerinde
ittifak edilen dinin temellerindendir sözü yukarıda söylediğimiz
birinci boyutla, akide ile alakalı bir sözdür, ki bu söz doğrudur.
İkinci açıdan ise pratikle yani şeriatla ve tatbikatıyla
alakalıdır. Akide kapsamına değil şer’i hükümler kapsamına
girmektedir. Bu yönüyle Allah'ın indirdikleri ile hükmetmek: Bizden
öncekilerin şeriatı bizim için de şeriat mıdır yoksa sadece onlar
için mi şeriattır? kuralının kapsamına giren bir
konudur.
Bu açıdan, Yusuf (a.s.)'ın
küfür yönetimine ortak olmadığını ve konunun böyle tefsir
edilmesinin caiz olmadığını ispatlamıştık. Fakat ilim sahibi
olduklarını iddia eden bazı kimselerin kullandıkları kaideler kendi
aleyhlerine bir delildir. Zira bizden önceki şeriatlar kaidesi
hakkında alimlerin iki görüşü vardır: Birinci görüşe göre
bizden öncekilerin şeriatı bizim için şeriat sayılmaz. Cahiliye yönetimlerine
katılmanın caiz olduğuna dair anlayışları bu görüşe göre
reddedilmektedir. İkinci görüş ise; neshedilmediği müddetçe
bizden öncekilerin şeriatı bizim için de şeriattır, görüşüdür.
Bir çok ayet, Allah'ın indirdiklerini uygulama metodunu çizen
Rasulullah (s.a.v.)'in durumu, akide ve yönetim usulu ile ilgili
delillerin tamamı küfür ile yönetmenin caiz olmadığını
göstermektedir. Hatta İslâm'ın küllî nassları bu anlayışı
tamamen reddetmektedir. Eski peygamberlerin şeriatında küfür
sistemine katılmak caiz olsa bile, bizim şeriatımız bunu
yasaklamakta, kesin şekilde haram kılmaktadır.
Peygamberlerin hayatları ve
getirdikleri hidayetlerle ilgili Kur'an'da ve Sünnette geçen
haberlerden maksat, bunları örnek edinmektir, sözü açıklanmaya
muhtaç bir sözdür.
Bütün peygamberler akide
konusunda ortaktırlar. Hepsi tek yaratıcı ve emir sahibi olan
Allah'a iman etmeye, meleklere, kitaplara, rasullere
ve kıyamet gününe iman etmeye davet ettiler. Allahu Teâla şöyle
buyurmaktadır:
"Senden önce
gönderdiğimiz her Rasule; benden başka ilah yoktur ve ancak bana
kulluk edin diye vahyettik."
Bütün peygamberler, tebliğde,
bunun yükümlülüklerini taşımada, zorluklarına katlanmada,
Allah'ın emri üzerine sabretme ve onun uğrunda fedakârlık gösterme
konusunda ortaktırlar. Allahu Teâla şöyle buyurdu:
"Senden öncede birçok peygamber
yalanlandı. Bu Rasuller, bu yalanlanmaya karşı ve çektikleri eziyete
karşı, zaferimiz kendilerine yetişinceye kadar sabrettiler. Allah'ın
sözlerini hiç bir kimse değiştiremez. Nitekim sana Rasullerle
ilgili bir takım haberler verildi."
Yine şöyle buyurdu :
"Sana söylenen şeyler
ancak senden önceki Rasullere söylenenlerdir."
Kavimlerinin Allah'ın emrine
bağlanmalarında ve itaata davette bütün peygamberler ortaktırlar.
Allahu Teâla şöyle buyurdu:
"Herhangi bir Rasulü
gönderdiğimiz zaman ancak Allah'ın izniyle itaat edilsin diye."
Rasuller, kendi kavimleri
tarafından yalanlanma ve davetleriyle alay edilme işinde de
ortaktırlar. Allahu Teâla şöyle buyurdu:
"Şu kullara yazık!
Kendilerine hiç bir resul gelmedi ki onunla alay etmemiş
olsunlar."
"Kâfirler, Rasullerine
şöyle dediler; Sizi topraklarımızdan çıkartacağız ya da
milletimize tekrar döndüreceğiz. Rableri kendilerine (Rasullere)
vahyetti ki, zalimleri helâk edeceğiz, onlar yerine o topraklar
üzerine sizi yerleştireceğiz. İşte bu ödül, kim Benim makamımdan
(yüceliğimden) ve Benim tehditlerimden korkarsa onlar içindir."
Sonunda Allah'ın zaferi ve
iyi neticeyi kendilerine sağlayacağı konusunda da peygamberler
ortaktırlar. Allahu Teâla şöyle buyurdu:
"Ne zaman Rasuller
insanların inanacaklarından ümitleri kalmayınca ve artık tekzip
edildikleri zannına kapılınca, zaferimiz onlara yetişir. Ayrıca
istediğimizi kurtarırız. Bizim şiddetimizi günahkârlar üzerinden
kimse uzaklaştıramaz."
Böylece peygamberler,
davetle ilgili bir çok hususta ortaktırlar. Yukarıda bir kısmını gösterdik.
Bunları bilmemiz, ibret ve ders almamız, onların kıssalarından
istifade edip imanımıza sebatlık katmamız, azim ve
kararlılığımızı takviye etmemiz ve sabrımızı artırmamız, ilim
sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah'ın gösterdiği davet
metoduna bağlanmada ve akibetinde davet zincirinin aynı olduğundan
kesinlikle emin olmamız için Allahu Teâla bunları bize gösterdi.
Bir takım ayetler ise, Müslümana davet yolunu aydınlatmak, bu
davetlere karşı insanların tutumlarını ve tabiatlarını anlatmak,
iman ile küfür arasındaki düşmanlığın yerleştiğini, kesinlikle
durmayacağını ve daima çatışmanın var olduğunu göstermek,
Allah'a bağlılığını ve şirkten uzak olunduğunu ilân etmenin
gerekliliğini duyurmak, ancak imtihan ederek insanların imanlarının
ortaya çıkarıldığını ve kararlılığı belirlediğini göstermek
için indirildi.
Peygamberler şeriatlarıyla
ilgili değil tutumlarıyla ilgili konularda örnek edinilirler.
Çünkü Allahu Teâla her peygamber ve ümmeti için ayrı nizam göstermiştir.
Şöyle buyurmuştur:
"Sizden her biriniz
(peygamberler ve ümmeti) için bir şeriat ve bir metot göstermiştik."
Her peygamber sadece kendi
kavmine gönderilmiştir. Fakat Muhammed (s.a.v.)
bütün insanlara gönderilmiştir. Onun risaleti sondur. Allah
(C.C.), diğer din sahiplerinden kendi dinlerinden
vazgeçip Muhammed (s.a.v.)’in risaletine tabi olmalarını
istemiştir. Şöyle buyurmuştur :
"Şüphesiz Allah
indinde din yalnız İslâm'dır."
"İslâm dışında
başka din edinenler, kendilerinden bu din kabul
edilmez. Onlar ahirette hüsrana uğrayanlardan olur."
"Sana hak
olarak
bu Kitabı (Kur'an'ı) indirdik ki, eski kitapları tasdik etsin ve
onlara egemen olsun."
Üstelik Muhammed (s.a.v.)
Efendimize indirilen risaletin tabiatı, diğer risaletlerin
tabiatlarından farklıdır. Muhammed (s.a.v.)'in
risaleti son ve kapsamlıdır. İslâm Devleti, onun metodudur. Bu
devlet, bu risalette önemli bir yer işgal etmektedir. Çünkü İslâm
Devleti, İslâm'ı korumanın, uygulamanın ve yaymanın şer’i
metodudur. Lakin diğer peygamberlerin risaletleri belli kavimlere
özeldir, kendi halklarına yöneliktir. Bunun manası; bu risaletler
belli zaman ve mekan için sınırlıdır. İslâm risaleti ise, her
zaman ve her mekan için geçerli ve elverişlidir. Bu farklılıktan
dolayı İslâm, diğer dinlerle mukayese edilemez. Bu nedenle müslümanlar
sadece İslâm risaletiyle kayıtlıdırlar. Özellikle İslâm ahkâmı
bu dinin tabiatına göre birbirine uygundur. Misal olarak; İsa (a.s.)'ın
risaletini ele alalım. Bu Muhammed (s.a.v.)'in
risaletiyle apaçık şekilde farklıdır. İsa (a.s.)'ın
risaleti, ruhî ve ahlakidir. Bir devlet kurmakla ilgili davet yoktur.
Ayrıca İsrail oğullarına hastır. Öyleyse bu iki şeriatın ahkâmı
nasıl birbirine benzer?
Dinin kolay şekilde
anlaşılan bir konusunu incelemek için bu kadar kadar vaktimizi aldığı
için üzülüyoruz. İşte bu, bugünkü davetçilerin hangi seviyeye
düştüklerine delâlet ediyor. Son olarak Kur'anı Kerim'in Muhammed (s.a.v.)’e
hitap ettiğinden başka şey söylemiyoruz:
"De ki; Benim yolum
budur. Ben ve benimle beraber olanlar Allah'a basiretle davet
ediyorum."
|