ORGAN NAKLİ

Organ Nakli, bir insandan herhangi bir organının (örneğin, bir el, böbrek veya bir kalbin) bir insandan alınıp, bir başka kimseye transfer edilmesidir. Bir insandan bir veya daha fazla organın nakli konusundaki şer’i hüküm iki durumu kapsar. Bunlardan birincisi, halen yaşayan bir kimseden yapılan organ nakli; ikincisi ise, ölen bir kimseden yapılan organ naklidir.

 

(A) Yaşayan kimseden yapılan organ nakli

Bir kimsenin, kendi rızası dahilinde, yaşadığı sürece, ihtiyacı olan bir kimseye el veya böbrek gibi herhangi bir organını bağışlamasına izin verilmiştir. Bunun nedeni şudur: Kişi kendi organları üzerinde şer’i bir otoriteye sahiptir. Örneğin; eğer bir kişinin elleri başkası tarafından kırılırsa veya gözü çıkarılrsa, bunu yapan kimse diyet (kan/karşılık veya para) ödeyebilir veya madur olan kimse ellerini kıran veya gözünü çıkaran kimseyi affedebilir. Yani kişinin ellerinin kırılması veya gözlerinin çıkarılması durumunda karşı tarafı affetme veya diyeti bağışlama yetkisi vardır. Bunun anlamı şudur: Kişi diyet kabul edebilir ve diyetini ödediğinde organ sahibi olabilir. Kişinin kendi organlarına sahip olması demek, kişinin organlarını kullanma hakkı veya organları üzerinde tasarruf yetkisi vardır demektir. Bu arada bir kimse, ihtiyacı olan kimseye organlarını bağışlayabilir. Allah kısas ve diyeti affetmek için izin vermiştir.

Allahu Teala şöyle buyurdu:

Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır. [Bakara 178]

 

- Kişinin yaşadığı süre içinde organını bağışlamasının şartları:

Bir kimse hayatı boyunca yapacağı organ bağışlarında sadece kendi hayatı için tehdit unsuru olmayan veya kendisi için hayatiyet ifade etmeyen bir organını bir ihtiyaç sahibine bağışlayabilir. Vereceği organlar kendi hayatının devamı için büyük önem arzeden, akciğer, karaciğer ve kalp gibi bir organ olmamalıdır. Bu böyledir. Çünkü böyle bir organı bağışlamak kişinin ölmesine neden olacak ve o kimse kendisini katletmiş (intihar etmiş) olacaktır. Kişinin kendisini öldürmesi veya başkasının kendisini öldürmesine izin vermesi ise, caiz değildir.

Allahu Teala şöyle buyurdu:

Kendinizi öldürmeyin. [Nisa 29]

Yine şöyle buyurdu:

Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın. [İsra 33]

Bu ister bir kişinin, isterse daha fazla kişinin katli olsun farketmez.

İmam Muslim, Sabit İbn el-Dahak’tan Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Ve her kim kendisini bir şeyle (bir aletle) öldürürse, Allah o kimseyi, cehennem ateşinde o şeyle cezalandıracaktır.

İmam Buhari ve İmam Muslim, Ebu Hureyre(r.a.)’den Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: Kendisini bir dağdan atarak ölen (intihar eden) kimse, (cehennem) ateş(in)dedir.

Hatta kişiyi ölüme götürmese dahi, bir kimsenin testislerini/erbezlerini (üreme ilgili organlarını) bağışlamasına da izin verilmemiştir. Bu böyledir. Çünkü Peygamber(s.a.v.) bir kimseyi (cinsel) iktidarsız yapan erkeklik bezlerinin alınmasına (hadım olmaya - iğdiş etmeye) izin vermemiştir.

İmam Buhari rivayet etti. Abdullah İbn Mesud(r.a.) dedi ki; Biz yolculuklara (seferlere) Peygamber(s.a.v.) ile beraber giderdik ve hanımlarımızı yanımıza almazdık. Bundan dolayı biz O’na şöyle sorduk: Hadım olabilir miyiz? O(s.a.v.) bize, bunu yapmayı yasakladı.

Kişiyi iktidarsız yapmasa dahi, testislerin bağışlanmasında aynı hükümler uygulanır. Bunun nedeni şudur: Üreme hücreleri, yani erkekler için testis, kadınlar için over; çocuğu oluşturan organları meydana getiren hücrelerdir. Yani bir kimsenin çocuğu üreme hücrelerinden gelir. Testislerde sperm üreten hücreler bulunur. Yani testisler sperm yapan fabrikalarıdır. Testisler, sperm deposudur ve hücrelerin sperm ürettiği yerdir. Testisler, ister orijinal sahibinde bulunsun isterse, başka bir kimseye transfer edilsin farketmez, bu görevlerini yerine getirirler. Sonuç olarak, çocuk testisi alan kişi vasıtasıyla meydana gelir ve testisi bağışlayan kimsenin genetik özellikleri bu şekilde çocuğa aktarılır. Çünkü çocuğu oluşturan spermleri üreten testistir. Bu arada, bu çocuklar testisleri bağışlayan kimsenin karakteristiğini miras almalarına karşın, testisi bağış alan kimsenin karakteristik özellikleri ise, çocuklara ulaşmaz. Böylece, biyolojik bakış açısı ile çocukların görünen babası testisini bağışlayan kimse olmaktadır. Bu nedenle ne testislerden birinin ne de ikisinin bağışlanmasına izin verilmemiştir. Testislerden ikisinin bağışlanması kişide, (cinsel) iktidarsızlığı yolaçar. Birinin veya ikisinin bağışlanması da akrabalık bağlarının karışmasına ve kaybolmasına neden olacaktır. İslam bunu yasaklar ve akrabalık bağlarının korunmasını emreder. Bunu yapmak, bir kimsenin babasından başkasına nispet edilmesidir ki, bu da HARAMdır.

İbn Abbas(r.a.) Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini söyledi: Her kim akrabalığını babasından başkasına nispet eder ve diğerlerinden olduğunu iddia ederse, Allah’ın, meleklerin ve tüm insanların laneti o kimsenin üzerine olur. [İbn Mace rivayet etti.]

Ebu Osman En-Nehri, Sa’d ve Ebu Bekir(r.anhum)’den, onların Allah Rasulü(s.a.v.)’den şöyle duyduklarını ve anladıklarını söylediklerini işittiğini söyledi: Her kim babası olmadığını bildiği halde, babasından başkasından olduğunu (onun soyuna mensup olduğunu) iddia eder ve böyle söylerse, o kimseye cennet haram olur. [İbn Mace rivayet etti.]

İslam aynı zamanda, herhangi bir kadının çocuğunu, babası olmadığı halde bir adamın babası olduğunu iddia etmesi veya bir adamın bile bile kendi çocuğu inkar etmesini yasaklanmıştır.

Ebu Hureyre(r.a.) Allah Rasulü(s.a.v.)’den şöyle işittiğini söyledi: Onlardan olmadığı halde bir çocuğu, başkasına ait olduğunu iddia eden bir kadın, Allah katında hiçbir şeye sahip değildir (amelleri boşa gider) ve cennete giremeyecektir. Ve kendisine bakan oğlunu inkar eden adama gelince; Allah bu adamdan uzaklaşacak ve onu ilk ve son nesli karşısında teşhir edecektir. [Ed-Darimi rivayet etti.]

 

(B) Ölüm Sonrasında Yapılan Organ Nakli

Yaşayan bir kimseden yapılan organ nakli hakkındaki hüküm ile ölü bir kimseden yapılan organ nakli hakkındaki hüküm birbirinden farklıdır. Ölüm sonrasında yapılan organ nakli hakkındaki hükme ulaşmak için ilk olarak; cesedin sahibi, cesedin kıymeti ve organ nakline olan ihtiyaç konularındaki hükümler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir.

Ölen kimsenin organları üzerindeki tasarruf hakkı kime aittir diye sorulursa, ölümünden sonra bir kimsenin vücudu/cesedi/organları üzerinde hiç kimsenin tasarruf hakkı yoktur deriz. Bundan dolayı, bir kimse öldüğünde; hayatta iken sahip olduğu ve üzerinde tasarrufu bulunan malı, vücudu veya eşi/karısı gibi şeyler, o kimsenin hükmünden, otoritesinden ve tasarrufundan çıkmış olur. Yani ölen kimse, vücudu üzerindeki kontrolünü kaybetmiştir. Bu nedenle, o kişi organlarını bağışlayamaz, bağışlanmasına izin veremez ve buna rıza gösteremez. Çünkü o, artık verilmesini istediği organların sahibi değildir. Başka bir deyişle, kişi öldükten sonra organları bağışlanamaz ve o kimse böyle bir şeyi vasiyet edemez. Kişinin vasiyetinde parasının bir kısmını bağışlamasına izin veren hükme gelince; Kişinin ölümünden sonra malı kendisinden alınmasına rağmen, o kişiye Şar’i tarafından varislerinin izni olmaksızın mirasının üçte birini bağışlamasına izin verilmiştir. O, aynı zamanda onların (varislerin) izniyle üçte birinden fazlasını da verebilir.

Bu şer’i hüküm sadece servet hakkındadır ve vakıası mutabık olmadığından organ bağışlama konusunda delil olarak kullanılamaz. Bu durumda, kişiye ölümünden sonra malını bağışlayabilmesine izin verilmesine rağmen organlarını bağışlama izni verilmez. Allah(cc) varislere yalnızca ölen kimsenin malını verdi, vücudunu (vücudu üzerinde tasarruf hakkını) değil. Böylece varisler/mirasçılar, ölen kimsenin organlarını bağışlayamazlar. Çünkü ölen kimsenin cesedi/bedeni kendilerine ait değildir ve bu vücut üzerinde herhangi bir tasarrufları da yoktur.

Organ bağışlama izninin şartı: O şahsın bağışlayacağı organa sahip olması ve bu nakil için rızasının olmasıdır.

Ölen kimsenin varisleri, o kimsenin organlarını bağışlamak gibi bir hakka sahip olmadıklarına göre, diğer insanlar konumları ne olursa olsun, böyle bir hakka kesinlikle sahip olamazlar. Yani ne bir doktor ne de bir idareci veya halife ölen bir şahsın bir veya daha fazla organının ihtiyacı olan birisine bağışlanmasına karar veremez.

Cesedin kıymeti ve cesede zarar vermeye gelince; Allah canlı bir bedene ne değer verdiyse, cansız bir bedene de aynı değeri vermiştir. Nasıl ki, yaşayan bir kimse için bedene zarar vermek ve onun insani vasıflarını çiğnemek yasaklandıysa, ölü kimsenin cesedi için de yasaklanmıştır.

Mü’minlerin annesi Aişe(r.anha) Peygamber(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: “Ölü bir kimsenin kemiğinin kırılması, yaşıyorken kırılması gibidir” [İmam Ahmed, Ebu Davud ve İbn Hibban rivayet ettiler]

Yine İmam Ahmed, Amir İbn Hazm el-Ensari(r.a.)’den kendisini bir mezarın üzerinde otururken gören Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Mezar sahibine zarar vermeyin!

İmam Muslim ve İmam Ahmed de Ebu Hureyre(r.a.)’den Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet ettiler: Kişi için mangal kömürü yanan bir yerin üzerine oturması ve kendini yakması, bir mezar üzerine oturmasından daha iyidir.

Bu hadisler açık bir biçimde gösteriyor ki, canlı bedenin değeri neyse, cesedin değeri de odur.

Burada aynı zamanda, bir cesede zarar vermenin ve cesedin değerini çiğnemenin (bu değere önem vermemenin), canlı bedene zarar vermek ve değerini çiğnemek ile aynı şey olduğunu görmekteyiz. Bundan dolayı; yaşayan bir kimsenin karnının yarılmasına, boğazının kesilmesine ve gözlerinin çıkarılmasına izin verilmediği gibi, cansız bir cesede de bunları yapmaya izin yoktur.

Diğer taraftan hayatta olan bir kimseye sövme, dövme veya yaralama yoluyla zarar vermeye izin verilmediği gibi bir cesede de benzer şeyleri yapmaya izin yoktur. Ancak canlı bir bedene kırma, kesme veya yaralama yoluyla zarar vermek ile benzer şeyleri cesede yapmak arasında bir farklılık vardır. O da bu tür zararlar canlı bir kimseye karşı yapıldığında diyet gerektirmesi ama ceset için bu diyetin (zarar vermek yasaklandığı halde) gerekmemesidir. Bu böyledir. Çünkü Peygamber(s.a.v.), mezar kazarken bir cesedin kemiğini kıran adamı diyet ile sorumlu tutmadı (diyet ödemesini emretmedi). O(s.a.v.), ona sadece kemiği saklamasını / gömmesini emretti.

O(s.a.v.) ona dedi ki; Ölünün kemiğini kırmak, canlının kemiğini kırmak gibidir ve her ikisi de günahtır.

İhtiyacı olan bir kimseye, ölü bir kimseden gözlerinin çıkarılması, vücudunun kesilerek akciğer, karaciğer, kalp ve böbrek gibi bir organının verilmesi, cesede zarar vermek, vücut yapısını bozmaktır ki İslam bunu Haram kılmıştır.

İmam Buhari, Abdullah İbn Zaid el-Ensari(r.a.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Allah’ın Rasulü(s.a.v.), yağmalamayı ve (cesedin) biçimini bozmayı yasakladı.

İmam Ahmed, İbn Mace ve Nesai, Saffan b. Assal(r.a.)’in kendisini bir sefere gönderirken Allah Rasulü(s.a.v.)’in şöyle dediğini rivayet etti: Allah’ın rızası için ve Allah’ın adıyla git! Allah’a iman etmeyen (kafirlerle) savaş! (cesetlere) Zarar verme, ihanet etme ve çocukları öldürme!

Ölüyü yaralama ve cesedin kıymeti ile ilgili hükümlerin açıklanmasıyla, net bir şekilde ortaya çıkmıştır ki; ölü bir kimsenin vücudunu keserek açmak ve organlarından birini alıp başka birisine vermek, kesin olarak yasaklanmıştır. Bunu yapmak, cesedin kıymetini çiğnemek olarak düşünülür. Bu onu yaralamak ve biçimini bozmaktır. Cesedin kıymetini çiğnemek, ona zarar vermek ve onun biçimini bozmak ise, Şeri’at tarafından kesin olarak Haram kılınmıştır.

 

RUHSAT MESELESİ

Ruhsat durumu, çok şiddetli ihtiyaç anında Allah’ın kişiye bazı hususlarda izin verdiği durumdur. Çünkü o kimsenin herhangi bir yiyeceği yoktur ve hayatı tehlike altındadır. Bu nedenle o kişiye bulabildiği herhangi bir yiyeceği -ölü eti, kan, domuz eti veya Allah’ın haram kıldığı başka bir şey dahi olsa- hayatta kalabilmesi için (en fazla hayatta kalmasına yetecek kadar) yemesine izin verilmiştir.

Peki, çok şiddetli ihtiyaç sahibi olan ve hayatta kalması yapılacak olan organ nakline bağlı bir kimseye, ölen bir kimseden (cesetten) organ nakli yapılabilir mi? Bu soruya cevap vermek için, bunun ruhsat ile ilgili olup olmadığını ve bu konudaki hükmü bilmeye ihtiyacımız vardır ki, ölen kimsenin organlarının ihtiyaç sahibi olan kimseye transferi hakkındaki hükme de ulaşabilelim.

Ruhsat ile ilgili hükmü hatırlayalım: “Çok şiddetli ihtiyaç durumunda Allah’ın kişiye bazı hususlarda izin verdiği durumdur. Çünkü o kimsenin herhangi bir yiyeceği yoktur ve hayatı tehlike altındadır. Bu nedenle o kişiye bulabildiği herhangi bir yiyeceği -ölü eti, kan, domuz eti veya Allah’ın haram kıldığı başka bir şey dahi olsa- hayatta kalabilmesi için (en fazla hayatta kalmasına yetecek kadar) yemesine izin verilmiştir.” O kimseye hayatta kalması için ölü eti, kan, domuz eti ve Allah’ın haram kıldığı diğer yiyecekleri yemesine izin verilmiştir.

Allah Azze ve Celle şöyle dedi:

Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir. [BAKARA 173]

Bundan dolayı ihtiyacı bulunan kişiye bulabildiği herhangi bir yiyeceği Allah’ın haram kıldığı bir şey dahi olsa hayatta kalabilmesi için, en fazla hayatta kalmasına yetecek kadar yemesine izin verilmiştir. Eğer o, yasaklanmış (haram kılınmış) yiyeceği yemezse, günahkar olur ve o kimse kendini öldürmüş (intihar etmiş) sayılır.

Allahu Teala şöyle buyurdu:

Kendinizi öldürmeyin! [Nisa 29]

Bahsedilen ruhsat hükmüne dayanarak, kıyas kuralları çerçevesinde; bu hüküm, ihtiyacı olan kişinin hayatta kalması için ölü kimseden yapılan organ tranferi konusunda kullanılabilir mi? Cevap için dikkatli bir araştırmaya ihtiyaç vardır.

Bu meselede kıyas hükümlerinin tatbik edilebilmesi için, her iki meselenin illetinin aynı olması gerekir. Kıyas yapılacak olan konu (Makis) yani burada organ nakli meselesi ve kendisiyle kıyas yapılacak olan konu (Makis Aleyhi) yani burada açlık nedeniyle ölüm tehlikesi bulunan kimseye haram yiyecekler yemesine ilişkin verilen ruhsat meselesinin illetleri ortak olmalıdır. Bu ise, ya Ayn (asıl-esas) ya da Cins (asıldan gelen) olmalıdır.

Bu böyledir. Çünkü kıyas, orijinal (asli) durumun illetini kullanarak, asli durumdan asli durum ile bağlantılı bir diğer durum hakkındaki hükme ulaşmaktır. Dğer bir tarif ise şöyledir: Hakkında nass bulunan bir meselenin hükmünü, bu hükme esas teşkil eden aralarındaki ortak bir illet sebebiyle hakkında nass bulunmayan meseleye uygulamaktır. Eğer kıyasa konu olan meselenin illeti kendisiyle kıyas yapılacak olan asli meselenin illeti ile uyuşmuyorsa, bu durumda asli meselenin illeti bu konuda yer almayacaktır ve dolayısıyla asli meselenin hükmü, bu konunun hükmü olmayacaktır.

Organ nakli konusu ile ilgili iki durum vardır. Bunlardan ilki, hayatta kalmayı sağlayan kalp, akciğer, tek böbrek gibi hayati organların nakli. İkincisi ise, zorunlu olmayan el, ayak ve burun gibi organların nakli. Zorunlu olmayan yani olmadıklarında da hayatın devam edeceği (kişinin hayatta kalabileceği) el, göz ve kulak gibi organlar için gerekli olan illet, burada mevcut değildir. Bu yüzden, ruhsata ait hüküm burada kesinlikle tatbik edilemez. Bundan dolayı, bir gözü, eli, böbreği veya bacağı sağlam olan bir kimseye, ölü bir kimseden bir göz veya ikinci böbrek gibi bir organın nakline izin verilmemiştir.

Hayati (kişinin yaşamını sürdürmesini sağlayan) organların nakli hususunda ise, çok iyi bilinmesi gereken iki durum vardır:

İlk durum; hayatın korunması konusundaki illet, ihtiyaç halinde haram kılınan yiyecekler konusundaki gibi, kesin olarak yoktur. İhtiyaç halinde haram kılınan yiyeceklerin yenmesinde kesinlikle hayatın korunması (hayatta kalma) vardır. Diğer taraftan; kalp, karaciğer, akciğer veya böbrek gibi bir organın bir şahsa nakli, o şahsın hayatını kesin olarak korumaya yetmeyebilir. Yani o kişi hayatta kalabilir de, ölebilir de. Hayatı korunabilir de korunmayabilir de. Bunu destekleyen, organ nakli sırasında ortaya çıkan durumlara (tıbbi hatalar, kan uyuşmazlığı, sakatlanma gibi) bir çok örnek vardır. Bu nedenle burada, illet tamamlanmamıştır.

İkinci durum ise, Kıyas için gerekli bir diğer husus ile ilgilidir. Fer’i (hükmü aranan) mesele, kıyasa konu olan illetin sonuçlarına ters düşecek herhangi bir engele sahip olmamalıdır. Bu organ nakli meselesinde ise, kıyasa konu olan illetin sonuçlarına ters düşen belirgin bir engel bulunmaktadır. Bu engel; cesede kırmak, kesmek veya yaralamak gibi herhangi bir yolla zarar vermenin haram kılınmış olmasıdır. Daha önemli olan ve ağır basan bu engel; bu illetin kullanılmasını ve organ nakline izin verilmesini engellemektedir.

Bu iki durum göz önünde bulundurularak; ihtiyaç sahibi olan ve hayatının korunması ancak yapılacak olan organ nakline bağlı olan bir kimseye, ki bu kimse ister bir Müslüman, bir Zımmi (İslam Devletinin Tebası olan kafirler - gayri müslimler), bir Mu’ahid (İslam Devleti ile anlaşmalı olan bir devletin tebası olan kimseler), bir Müste’min (İslam Devleti’ne ancak bir izin ile girebilenler) veya isterse başka bir kimse olsun farketmez, ölü bir kimseden kesinlikle organ nakli yapılamaz.