Ana Sayfa

Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

PDF

Hizb-ut Tahrir davasından yargılanan İzzet TOKLUOĞLU’nun, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinde, 16 Ocak 2002 tarihinde yapılan duruşmada, Mahkemeye okumuş ve vermiş olduğu savunma metnidir.

Bismillahirrahmanirrahim

Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ya, Salat ve Selam ise, Hz. Muhammed (sav)‘e, İslam’a tabi olup Raşidi Hilafeti yeniden İslam Alemine kurmaya çalışanların ve seçkin mü’minlerin üzerine olsun.

Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı’na

İddia makamı tarafından şahsım hakkında hazırlanan iddianamede, yasadışı Hizb-ut Tahrir örgütüne mensup olduğum gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununa muhalefet etmekten dolayı suçlanıyorum.

Benim Hizb-ut Tahrirli olduğum doğrudur. Böyle şerefli ve seçkin bir partinin mensubu olmaktan da, son derece gurur ve şeref duyuyorum. Fakat Hizb-ut Tahrir bir terör örgütü değildir, sadece İslam ideolojisini benimseyen siyasi bir partidir.

Hizb-ut Tahrir, İslami hayatı yeniden başlatmak, müslümanları içinde bulundukları geri kalmışlıktan, sefaletten, kafir Avrupa ve Amerika’nın sömürgesi durumundan kurtarmak, eskiden olduğu gibi dünyanın efendisi, dünyaya adaleti, medeniyeti sunan, zulme uğrayan kafir de olsa onun imdadına koşan, çağ açıp çağ kapayan, müslümanları tek bir Raşidi Hilafet sancağı altında toplamak için çalışmaktadır.

Hizb-ut Tahrir Al-i İmran suresi 104. ayetinde yer alan,

İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden kötülükten alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. emrine binaen kurulmuş siyasi bir partidir.

Allahu Teala, iyiliği emredip kötülükten men etmeyi, yöneten ve yönetilen bütün müslümanların üzerine farz kılmıştır.

İslam dini, sadece ruhani bir din değildir. İslam dini ibadetlerin yapılmasını emrettiği gibi, devlet yönetiminde de İslam’ın esas alınmasını emreder.

Bunun delilleri Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur.

Hakimiyet ancak Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. Doğru ve sabit din budur. [Yusuf 40]

Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse, işte onlar kafirlerin ta kendileridir. [Maide 44]

Allah ve Rasulü bir meselede hükmünü verdiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadının artık o işi kendi isteklerine göre, seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelirse, açık bir sapıklık etmiş olur. [Ahzab 36]

Yoksa onlar, cahiliyye hükümlerini mi arıyorlar? Oysa ki; inanan bir kavim için, Allah’tan daha güzel kim hüküm koyabilir? [Maide 50] buyurmaktadır.

Bu delillerden de anlaşılacağı gibi, İslam dini hayatın bütün alanını kuşatan sosyal, siyasal, ekonomik hayatı da düzenleyen ideolojik bir dindir.

Bu dini hayatta tatbik edebilmek için, İslam ideolojisini esas alan siyasi bir partinin kurulması da zorunludur.

İşte Hizb-ut Tahrir, insanları İslam ideolojisine davet etmek ve bu ideolojiyi hayata hakim kılmak için kurulmuş olan siyasi bir partidir.

Burada hayret edilecek bir durum var ki; halkının tamamına yakını müslüman olan bu ülkede, kafir batıdan ithal edilen demokrasi, sosyalizm, komünizm gibi ideolojilere dayalı siyasi parti kurmak bu partilerle çalışmak, üye olmak serbest olurken, ne yazık ki İslam ideolojisini benimseyen, İslami hayatı yeniden başlatmak üzere kurulmuş siyasi bir parti olan Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü ve bu partiyle çalışan Müslümanları da birer terörist olarak topluma takdim edilmesini, kabul edilemez bir hata olarak görüyorum.

İnsanların haysiyet ve şerefini hiçe sayarak, gecenin bir yarısında ailemin ve çocuklarımın uyuduğu bir saatte emniyet mensupları, uzun namlulu silahlarla evime baskın yapmışlardır. Ailemin ve çocuklarımın psikolojisini bozacak bir biçimde, evimin her tarafı talan edercesine aranmıştır. Bütün bu çirkince ve zalimce bir davranışla yakalanıp tutuklanmam ve şu an burada yargılanıyor olmam, bu devletin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.

Tarih boyunca, İslam’a ve müslümanlara zulmeden Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller, Ebu Lehebler’in hepsi de yok olup gitmişlerdir.

Bu ülkede de bunları aratmayacak derecede, İslam’a ve müslümanlara zulmedilmektedir.

Halkı müslüman olan bir ülkede, müslümanların zulme uğraması çok garip bir durumdur. Bunu bu toplum bir gün anlayacaktır. Fakat bu zulmü, Yüce Allah ve tarih affetmeyecektir.

Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’in Saff Suresi 9. ayette mealen şöyle buyurmaktadır;

Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa ki Allah nurunu tamamlayacaktır, velev ki kafirler hoşlanmasalar da. [Saff 9]

Allah (c.c) nurunu tamamlayacaktır. Fakat bunu imtihan gereği, kullarının eliyle yapılmasını istemektedir. Muhammed Suresi 7. ayette ise mealen;

Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah’ta size yardım eder ve ayaklarınızı sabitleştirir. [Muhammed 7] buyurmaktadır.

İşte benim Allah’ın bu emrine uymamdan başka bir suçumun olmamasına rağmen, tutuklanıp ceza evine konmamı bizzat kendim anlayamadığım gibi, nedenini soranlara da izah edemiyorum. Çünkü ben adam öldürmedim, banka hortumlamadım, devleti soymadım, hayali ihracat yapmadım, çete kurmadım, rüşvet almadım ve kaçakçılık yapmadım. Gerçi bu devlet, yukarıda saydığım suçları bile, Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamından çıkartmıştır.

Benim sadece “Rabbim Allah’tır” dememden dolayı, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmam ne ile izah edilebilir? Bu kabul edilemez bir durumdur.

Halkı müslüman olan bu ülkede Masonik teşkilatların Lions kulüpleriyle, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın lehine propaganda yapması, İncil dağıtması, adam kazandırması suç olmuyor da, neden benim İslam’ın bir hayat nizamı olduğunu söylemem suç oluyor? Avrupa Hıristiyan kulübüne girmeyi istemek suç olmuyor da, benim Raşidi Hilafeti istemem suç oluyor ve DGM’de yargılanıyorum.

Hizb-ut Tahrir, terör örgütüdür suçlamasına gelince; ortada terör örgütü olduğunu gösterir, hiçbir bilgi ve delil olmamasına rağmen, bu tamamen vehme dayalı bir iftira ve karalamadan ve demokrasinin malum yorumundan başka bir şey değildir.

Hizb-ut Tahrir faaliyet gösterdiği gerek Türkiye’de, gerekse diğer müslüman ülkelerde Hizb-ut Tahrir mensupları çok ağır işkencelere uğramışlardır. Hatta bu işkenceler öldürme sınırına kadar varmıştır. Birçok Hizb-ut Tahrirli Müslüman gençler şehid olmuşlardır.

Hizb-ut Tahrir bütün bunlara rağmen, kendi mensuplarına işkence yapan, öldüren ve zindanlara atanlara karşı maddi eylem yapmaya gücü yettiği halde, bunu yapmamıştır. Bunu korktukları için değil, benimsedikleri metoddan dolayı yapmamıştır.

Hizb-ut Tahrir, Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Mekke’de İslam risaletiyle emrolunmasından, Medine’de İslam Devleti’ni kuruncaya kadar takip etmiş olduğu metodu, kendisine metod olarak benimsemiştir. Rasul (sav) bizzat kendisi ve sahabeleri, her türlü işkence, zulüm, yurtlarından çıkartılmak, hatta öldürme gibi terörist saldırılara, terör yöntemi ile karşılık vermemişlerdir. Şayet Rasul (sav) ve sahabesi (ra) bunu yapsalardı, hiç şüphesiz Hizb-ut Tahrir’de bunu çekinmeden yapardı. Ayrıca daha önce görülen Hizb-ut Tahrir davalarında iddia makamı tarafından, İçişleri Bakanlığı’ndan görüş istenmiş ve elinizde bulunan bilgi notunda “Hizb-ut Tahrir’in kurulduğu günden bugüne kadar, hiçbir maddi eylemi yoktur.” görüşü mevcuttur.

Bu kadar izah ve delilden sonra, hala “Hizb-ut Tahrir bir terör örgütüdür” demenin bir izahı yoktur. Bu olsa olsa malum Demokrasi’nin kendi varlığının tehlikeye düşmesiyle yapmış olduğu yorumlardan bir tanesidir.

Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü gibi göstermek isteyenler, kendi halkına zulmeden, bu halktan ve halkın inancından olmayan, bu ülkenin servetinin %80’ini ve yönetimini eline geçirmiş bulunan çok küçük bir azınlıktır.

İşte bu küçük azınlık elinde tuttuğu servet ve iktidar gücünü kullanarak %95’lik halk kesimine, kendi inanç ve ideolojilerini yıllardır, dipçik zoruyla dayatmaktadırlar.

Halkı müslüman olan bu ülkede, sadece Allah’ın emri olduğu için başını örttüklerinden dolayı, en tabii hakları olan okuma haklarını ellerinden almaktadırlar.

Kendi halkına 160 milyon lira asgari ücreti reva gören, halkından ve esnafından topladığı vergileri üç beş hortumcuya kredi olarak verenler, işte bu iktidar sahipleridir.

İşte bu azınlık, kendi ideoloji ve fikirlerine güvenmediği için, karşılarına çıkan İslam’ın yüksek fikir ve evrensel ideolojisi karşısında aciz kaldıkları için, Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü ve Hizb-ut Tahrir’in fikir ve görüşlerini benimseyen Müslümanları da birer terörist olarak topluma tanıtma gayretine girmişlerdir.

Bunlar şayet fikir ve ideolojilerine güveniyorlarsa, o zaman siyasi mücadele yapan Müslümanların fikirlerine pranga vurmasınlar, fikrinden dolayı insanları tutuklamasınlar. Hem “demokraside düşünce ve fikir hürriyeti vardır” diyorlar, hem de fikri ve siyasi mücadele yapan mü’minleri de terörist diyerek topluma tanıtıyorlar. İşte bu demokrasinin koskoca bir ayıbı ve yalanıdır.

Sonuç olarak şunu demek istiyorum: İslam’ın ne kadar mükemmel bir din, aynı zamanda da hayatın her alanını kuşatan, her problemine çözüm getirmiş bir ideoloji olduğunu tespit ettim.

Ülkemizde uygulanan laikliğe dayalı demokrasinin ise, Batıdan ithal edilmiş bir nizam olduğunu ve bunun akidesinin ise, dini hayattan uzaklaştıran ve “kanunların temeli hiçbir dini esasa dayandırılamaz” ilkesini benimsemiş olduğunu da tespit ettim.

Yıllardır demokrasinin, laikliğin İslam’dan olduğu gibi sözlerle bu halk aldatılmıştır. Demokrasiyi seçim yapmak gibi göstererek, demokrasinin gerçek yüzü saklanmıştır. Seçim bir üsluptur, demokraside kullanıldığı gibi komünizmde ve İslam’da da kullanılabilir.

Demokraside bazen seçim işlerine gelmezse, bir darbeyle seçimi bile iptal edebilirler. Örnek Cezayir’de olduğu gibi, tamamen insanların yorumuna bağlıdır.

Demokrasi ile İslam birbirine o kadar zıttır ki; elektriğin eksi ve artı kutupları kadar zıttırlar. Demokrasinin akidesi dini hayattan ayırma ilkesine dayanır, demokrasinin kanunları yapılırken, hiçbir kanunun temeli dini esasa dayanamaz. Çünkü laikliğe aykırıdır. Din devlete müdahale edemez. İslam’da ise, hiçbir kanun insan kaynaklı olamaz. Kanunların temeli vahye dayanmalıdır.

İşte ikisi arasındaki fikirler çok açık ve belirgin biçimde, birbirinden ayrı birer dinlerdir.

Cenabı Hak (c.c) Kur’an-ı Kerim’in Al-i İmran Suresi 85. ayetinde mealen,

Kim İslam’dan gayri bir din bir yol ararsa ondan, asla kabul edilmeyecek ve Ahiret’te de hüsrana uğrayanlar onlar olacaktır. [Al-i İmran 85] buyurmaktadır.

İşte benim bu tespitimden sonra Allah’ın bu emrine uyarak, İslam’la yönetecek olan Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak üzere çalışan, İslam Ümmeti’nin hayırlı partisi Hizb-ut Tahrir’le isteyerek çalışmaya karar verdim.

Ben suçlu değilim. Doğru bir yol üzere olduğuma inanıyorum. Asıl suçlu olanlar, İslam’a ve Müslümanlara düşmanlık edenlerdir.

Sözlerimi, Allah (c.c)’nin şu sözüyle bitirmek istiyorum. Tevbe Suresi 129. ayette şöyle buyuruyor:

Eğer yüz çevirirlerse, De ki; Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben sadece ona dayanıp, ona güveniyorum. O yüce arşın sahibidir. [Tevbe 129]

***

Bu sayfayı birine göndermek için tıklatınız

Yukarı