Bismillahirrahmanirrahim
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c)’ya, Salat ve
Selam ise, Hz. Muhammed (sav)‘e, İslam’a tabi olup Raşidi
Hilafeti yeniden İslam Alemine kurmaya çalışanların ve seçkin
mü’minlerin üzerine olsun.
Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı’na
İddia makamı tarafından şahsım hakkında hazırlanan
iddianamede, yasadışı Hizb-ut Tahrir örgütüne mensup olduğum
gerekçesiyle, Terörle Mücadele Kanununa muhalefet etmekten
dolayı suçlanıyorum.
Benim Hizb-ut Tahrirli olduğum doğrudur. Böyle şerefli ve
seçkin bir partinin mensubu olmaktan da, son derece gurur ve
şeref duyuyorum. Fakat Hizb-ut Tahrir bir terör örgütü değildir,
sadece İslam ideolojisini benimseyen siyasi bir partidir.
Hizb-ut Tahrir, İslami hayatı yeniden başlatmak, müslümanları
içinde bulundukları geri kalmışlıktan, sefaletten, kafir
Avrupa ve Amerika’nın sömürgesi durumundan kurtarmak,
eskiden olduğu gibi dünyanın efendisi, dünyaya adaleti,
medeniyeti sunan, zulme uğrayan kafir de olsa onun imdadına
koşan, çağ açıp çağ kapayan, müslümanları tek bir
Raşidi Hilafet sancağı altında toplamak için çalışmaktadır.
Hizb-ut Tahrir Al-i İmran suresi 104. ayetinde yer alan,
İçinizden hayra çağıran, iyiliği emreden kötülükten
alıkoyan bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler
onlardır. emrine binaen kurulmuş siyasi bir partidir.
Allahu Teala, iyiliği emredip kötülükten men etmeyi,
yöneten ve yönetilen bütün müslümanların üzerine farz kılmıştır.
İslam dini, sadece ruhani bir din değildir. İslam dini
ibadetlerin yapılmasını emrettiği gibi, devlet yönetiminde
de İslam’ın esas alınmasını emreder.
Bunun delilleri Kur’an-ı Kerim’de mevcuttur.
Hakimiyet ancak Allah’a aittir. O size kendisinden
başkasına tapmamanızı emretti. Doğru ve sabit din budur. [Yusuf
40]
Her kim Allah’ın indirdikleri ile hükmetmezse, işte
onlar kafirlerin ta kendileridir. [Maide 44]
Allah ve Rasulü bir meselede hükmünü verdiği zaman, mü’min
bir erkek ve mü’min bir kadının artık o işi kendi
isteklerine göre, seçme hakkı yoktur. Her kim Allah’a ve
Rasulü’ne karşı gelirse, açık bir sapıklık etmiş olur.
[Ahzab 36]
Yoksa onlar, cahiliyye hükümlerini mi arıyorlar? Oysa ki;
inanan bir kavim için, Allah’tan daha güzel kim hüküm
koyabilir? [Maide 50] buyurmaktadır.
Bu delillerden de anlaşılacağı gibi, İslam dini hayatın
bütün alanını kuşatan sosyal, siyasal, ekonomik hayatı da
düzenleyen ideolojik bir dindir.
Bu dini hayatta tatbik edebilmek için, İslam ideolojisini
esas alan siyasi bir partinin kurulması da zorunludur.
İşte Hizb-ut Tahrir, insanları İslam ideolojisine davet
etmek ve bu ideolojiyi hayata hakim kılmak için kurulmuş olan
siyasi bir partidir.
Burada hayret edilecek bir durum var ki; halkının tamamına
yakını müslüman olan bu ülkede, kafir batıdan ithal edilen
demokrasi, sosyalizm, komünizm gibi ideolojilere dayalı siyasi
parti kurmak bu partilerle çalışmak, üye olmak serbest
olurken, ne yazık ki İslam ideolojisini benimseyen, İslami
hayatı yeniden başlatmak üzere kurulmuş siyasi bir parti
olan Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü ve bu partiyle çalışan
Müslümanları da birer terörist olarak topluma takdim
edilmesini, kabul edilemez bir hata olarak görüyorum.
İnsanların haysiyet ve şerefini hiçe sayarak, gecenin bir
yarısında ailemin ve çocuklarımın uyuduğu bir saatte
emniyet mensupları, uzun namlulu silahlarla evime baskın
yapmışlardır. Ailemin ve çocuklarımın psikolojisini
bozacak bir biçimde, evimin her tarafı talan edercesine
aranmıştır. Bütün bu çirkince ve zalimce bir davranışla
yakalanıp tutuklanmam ve şu an burada yargılanıyor olmam, bu
devletin gerçek yüzünü ortaya koymaktadır.
Tarih boyunca, İslam’a ve müslümanlara zulmeden
Firavunlar, Nemrutlar, Ebu Cehiller, Ebu Lehebler’in hepsi de
yok olup gitmişlerdir.
Bu ülkede de bunları aratmayacak derecede, İslam’a ve müslümanlara
zulmedilmektedir.
Halkı müslüman olan bir ülkede, müslümanların zulme
uğraması çok garip bir durumdur. Bunu bu toplum bir gün
anlayacaktır. Fakat bu zulmü, Yüce Allah ve tarih
affetmeyecektir.
Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’in Saff Suresi 9. ayette
mealen şöyle buyurmaktadır;
Onlar Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek
istiyorlar. Oysa ki Allah nurunu tamamlayacaktır, velev ki
kafirler hoşlanmasalar da. [Saff 9]
Allah (c.c) nurunu tamamlayacaktır. Fakat bunu imtihan
gereği, kullarının eliyle yapılmasını istemektedir.
Muhammed Suresi 7. ayette ise mealen;
Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardım ederseniz Allah’ta
size yardım eder ve ayaklarınızı sabitleştirir. [Muhammed
7] buyurmaktadır.
İşte benim Allah’ın bu emrine uymamdan başka bir suçumun
olmamasına rağmen, tutuklanıp ceza evine konmamı bizzat
kendim anlayamadığım gibi, nedenini soranlara da izah
edemiyorum. Çünkü ben adam öldürmedim, banka hortumlamadım,
devleti soymadım, hayali ihracat yapmadım, çete kurmadım, rüşvet
almadım ve kaçakçılık yapmadım. Gerçi bu devlet, yukarıda
saydığım suçları bile, Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamından
çıkartmıştır.
Benim sadece “Rabbim Allah’tır” dememden
dolayı, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmam ne ile
izah edilebilir? Bu kabul edilemez bir durumdur.
Halkı müslüman olan bu ülkede Masonik teşkilatların
Lions kulüpleriyle, Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın lehine
propaganda yapması, İncil dağıtması, adam kazandırması suç
olmuyor da, neden benim İslam’ın bir hayat nizamı olduğunu
söylemem suç oluyor? Avrupa Hıristiyan kulübüne girmeyi
istemek suç olmuyor da, benim Raşidi Hilafeti istemem suç
oluyor ve DGM’de yargılanıyorum.
Hizb-ut Tahrir, terör örgütüdür suçlamasına gelince;
ortada terör örgütü olduğunu gösterir, hiçbir bilgi ve
delil olmamasına rağmen, bu tamamen vehme dayalı bir iftira
ve karalamadan ve demokrasinin malum yorumundan başka bir şey
değildir.
Hizb-ut Tahrir faaliyet gösterdiği gerek Türkiye’de,
gerekse diğer müslüman ülkelerde Hizb-ut Tahrir mensupları
çok ağır işkencelere uğramışlardır. Hatta bu işkenceler
öldürme sınırına kadar varmıştır. Birçok Hizb-ut
Tahrirli Müslüman gençler şehid olmuşlardır.
Hizb-ut Tahrir bütün bunlara rağmen, kendi mensuplarına
işkence yapan, öldüren ve zindanlara atanlara karşı maddi
eylem yapmaya gücü yettiği halde, bunu yapmamıştır. Bunu
korktukları için değil, benimsedikleri metoddan dolayı
yapmamıştır.
Hizb-ut Tahrir, Rasul Sallallahu Aleyhi Vesellem’in Mekke’de
İslam risaletiyle emrolunmasından, Medine’de İslam Devleti’ni
kuruncaya kadar takip etmiş olduğu metodu, kendisine metod
olarak benimsemiştir. Rasul (sav) bizzat kendisi ve sahabeleri,
her türlü işkence, zulüm, yurtlarından çıkartılmak,
hatta öldürme gibi terörist saldırılara, terör yöntemi
ile karşılık vermemişlerdir. Şayet Rasul (sav) ve sahabesi
(ra) bunu yapsalardı, hiç şüphesiz Hizb-ut Tahrir’de bunu
çekinmeden yapardı. Ayrıca daha önce görülen Hizb-ut
Tahrir davalarında iddia makamı tarafından, İçişleri
Bakanlığı’ndan görüş istenmiş ve elinizde bulunan bilgi
notunda “Hizb-ut Tahrir’in kurulduğu günden bugüne
kadar, hiçbir maddi eylemi yoktur.” görüşü mevcuttur.
Bu kadar izah ve delilden sonra, hala “Hizb-ut Tahrir bir
terör örgütüdür” demenin bir izahı yoktur. Bu olsa olsa
malum Demokrasi’nin kendi varlığının tehlikeye düşmesiyle
yapmış olduğu yorumlardan bir tanesidir.
Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü gibi göstermek
isteyenler, kendi halkına zulmeden, bu halktan ve halkın
inancından olmayan, bu ülkenin servetinin %80’ini ve
yönetimini eline geçirmiş bulunan çok küçük bir azınlıktır.
İşte bu küçük azınlık elinde tuttuğu servet ve
iktidar gücünü kullanarak %95’lik halk kesimine, kendi
inanç ve ideolojilerini yıllardır, dipçik zoruyla
dayatmaktadırlar.
Halkı müslüman olan bu ülkede, sadece Allah’ın emri
olduğu için başını örttüklerinden dolayı, en tabii
hakları olan okuma haklarını ellerinden almaktadırlar.
Kendi halkına 160 milyon lira asgari ücreti reva gören,
halkından ve esnafından topladığı vergileri üç beş
hortumcuya kredi olarak verenler, işte bu iktidar sahipleridir.
İşte bu azınlık, kendi ideoloji ve fikirlerine güvenmediği
için, karşılarına çıkan İslam’ın yüksek fikir ve
evrensel ideolojisi karşısında aciz kaldıkları için,
Hizb-ut Tahrir’i bir terör örgütü ve Hizb-ut Tahrir’in
fikir ve görüşlerini benimseyen Müslümanları da birer terörist
olarak topluma tanıtma gayretine girmişlerdir.
Bunlar şayet fikir ve ideolojilerine güveniyorlarsa, o
zaman siyasi mücadele yapan Müslümanların fikirlerine pranga
vurmasınlar, fikrinden dolayı insanları tutuklamasınlar. Hem
“demokraside düşünce ve fikir hürriyeti vardır”
diyorlar, hem de fikri ve siyasi mücadele yapan mü’minleri
de terörist diyerek topluma tanıtıyorlar. İşte bu
demokrasinin koskoca bir ayıbı ve yalanıdır.
Sonuç olarak şunu demek istiyorum: İslam’ın ne kadar mükemmel
bir din, aynı zamanda da hayatın her alanını kuşatan, her
problemine çözüm getirmiş bir ideoloji olduğunu tespit
ettim.
Ülkemizde uygulanan laikliğe dayalı demokrasinin ise,
Batıdan ithal edilmiş bir nizam olduğunu ve bunun akidesinin
ise, dini hayattan uzaklaştıran ve “kanunların temeli hiçbir
dini esasa dayandırılamaz” ilkesini benimsemiş olduğunu da
tespit ettim.
Yıllardır demokrasinin, laikliğin İslam’dan olduğu
gibi sözlerle bu halk aldatılmıştır. Demokrasiyi seçim
yapmak gibi göstererek, demokrasinin gerçek yüzü saklanmıştır.
Seçim bir üsluptur, demokraside kullanıldığı gibi komünizmde
ve İslam’da da kullanılabilir.
Demokraside bazen seçim işlerine gelmezse, bir darbeyle seçimi
bile iptal edebilirler. Örnek Cezayir’de olduğu gibi,
tamamen insanların yorumuna bağlıdır.
Demokrasi ile İslam birbirine o kadar zıttır ki;
elektriğin eksi ve artı kutupları kadar zıttırlar.
Demokrasinin akidesi dini hayattan ayırma ilkesine dayanır,
demokrasinin kanunları yapılırken, hiçbir kanunun temeli
dini esasa dayanamaz. Çünkü laikliğe aykırıdır. Din
devlete müdahale edemez. İslam’da ise, hiçbir kanun insan
kaynaklı olamaz. Kanunların temeli vahye dayanmalıdır.
İşte ikisi arasındaki fikirler çok açık ve belirgin biçimde,
birbirinden ayrı birer dinlerdir.
Cenabı Hak (c.c) Kur’an-ı Kerim’in Al-i İmran Suresi
85. ayetinde mealen,
Kim İslam’dan gayri bir din bir yol ararsa ondan, asla
kabul edilmeyecek ve Ahiret’te de hüsrana uğrayanlar onlar
olacaktır. [Al-i İmran 85] buyurmaktadır.
İşte benim bu tespitimden sonra Allah’ın bu emrine
uyarak, İslam’la yönetecek olan Raşidi Hilafet Devleti’ni
kurmak üzere çalışan, İslam Ümmeti’nin hayırlı partisi
Hizb-ut Tahrir’le isteyerek çalışmaya karar verdim.
Ben suçlu değilim. Doğru bir yol üzere olduğuma
inanıyorum. Asıl suçlu olanlar, İslam’a ve Müslümanlara
düşmanlık edenlerdir.
Sözlerimi, Allah (c.c)’nin şu sözüyle bitirmek
istiyorum. Tevbe Suresi 129. ayette şöyle buyuruyor:
Eğer yüz çevirirlerse, De ki; Allah bana yeter. Ondan başka
ilah yoktur. Ben sadece ona dayanıp, ona güveniyorum. O yüce
arşın sahibidir. [Tevbe 129]
|