Ahmed Seyfulislâm
Demokratik parlamento
seçimlerinde bir müslümanın mevcut demokratik partileri desteklemesinin ve seçimde oy
kullanmasının anlamı ve şer'î hükmü nedir? Bu tür seçimlerde müslümanın tavrı
ne olmalıdır? Oy kullanmalı mı, kullanmamalı mı? Oyu veya faaliyeti ile bir partiyi
veya milletvekilini desteklemeli mi, desteklememeli mi? Şer'î hüküm nedir?
Evet bu sorular çok önemlidir. Çünkü müslüman
her hususta olduğu gibi bu husustaki tavrından da Allah katında sorgulanacaktır. Onun
için böylesi sorulara cevap aramadan ve şer'î hükmü bilmeden amel etmemelidir. Ancak
bu soruyu sadece tartışmak için sormamalı, bilakis o hususta Allah’ın hükmünün
ne olduğunu yani şer'î hükmün ne olduğunu gerçekten ciddi olarak hakkı tespit
etmek gayreti ile öğrenmek ve öğrendiği şer'î hükmün gereğince amel etmek için
sormalıdır. Çünkü o, Allah’ın hükmüne teslim olma bilincinde bir müslüman,
başıboş bir mahluk gibi heva ve hevesi ya da aklı ile amel etmez. Aklını vakıayı
anlayıp Allah’ın hükmünü, Allah’ın hitabını ortaya koyan şer'î delillerden
çıkartmak için kullanır. Öyle olmalıdır. Çünkü İslâmi şahsiyete sahip
olmanın temel ögesi budur.
I- PARLAMENTO SEÇİMİNİN ANLAMI
Demokratik sistemin yasama kurumu olan parlamentoya
üye seçimidir. Yani insanların toplumsal yaşantılarında, bireylerin birbirleriyle,
devletle, sosyal, ekonomi ve siyasî işlerinde uyacakları kuralları, hükümleri,
ölçüleri, emir ve yasakları, kanunları belirleyen kurumun üyelerini seçme işidir.
İslâmi açıdan bunun anlamı şirk’tir. Yani "Hüküm ancak Allah’a
aittir" hakikatına terstir. İnsanların yaşantısına hüküm koymakta, ya
Allah’ı hiçe saymak ya da O’na ortak koşmak demektir. İşte bu seçime katılmak
bir takım insanları milletvekili sıfatı ile bu şirki işlemeye itmek demektir. Bu o
kişiye yapılabilecek en büyük kötülük ve zulümdür. Zira o kişi, parlamentonun
komisyonlarına katılarak veya genel kurul oylamalarına katılarak yasama faaliyetlerine
Allah’ın hükümranlığını kabul etmeyip milletin egemenliğini esas kabul eden
mevcut anayasanın çerçevesinde katılarak şirk işlemine, cürmüne isteyerek ya da
istemeyerek ortak olur. İsteyerek ve benimseyerek katılınca şüphesiz müşrik olur.
Benimsemeyerek katılırsa en azından fasık yani günahkar olur. Yasama faaliyetlerine
katılmayıp da o faaliyetlerin yapıldığı esnada orada oturursa, pasif üyelik yaparsa
o zaman da günahkar olur. Çünkü Allah’a açıkça isyanın yapıldığı bir yerde
müslüman tepkisiz bir şekilde o cürümü işleyenlerle beraber oturup kalamaz. Zira
Allahu Teâla şöyle buyurdu:
“Ayetlerimiz hakkında (ileri geri
konuşmaya) dalanları gördüğünde onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan
uzak ol (meclislerini terket). Eğer şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (hemen
kalk) o zalimler topluluğu ile oturma." (En’am: 68)
“O, Kitapta size indirmiştik ki;
Allah’ın ayetlerini inkar edildiğini, yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz
zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın, yoksa
sizde onlardan olursunuz. Elbette Allah, münafıklar ve kafirleri cehennemde bir araya
getirecektir.” (Nisa: 140)
Görüldüğü gibi ayeti kerimelerde Allahu Teâla,
Allah’ın ayetlerinin inkar edildiği ya da alaya alındığı yani hükümlerinin hiçe
sayıldığı yerlerde tepkisizce oturup kalmayı kesinlikle nehyediyor. Çağdaş şirk
sistemlerinden biri olan demokratik sistemin yasama organı olan parlamentoda Allah’a
karşı en büyük isyan, cürüm işleniyor. “Egemenlik kayıtsız şartsız
milletindir” ilkesi ile “hüküm (egemenlik) ancak Allah’a aittir” hakikatı inkar
edilerek “millet” ilah yerine konuluyor. Böylelikle Allah ya inkar ediliyor ya da
O’na küstahça şirk koşuluyor. Küfür ve şirk elbette ki Allah katında en büyük
cürümdür, zulümdür, tağutluktur, sapıklıktır, cahiliyyedir. İşte bununla ilgili
bazı ayeti kerimeler:
“Hüküm ancak Allah’ındır. O da,
kendisinden başkasına kulluk yapmamanızı emretmiştir. İşte dosdoğru din budur.
Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf: 40)
“Aralarında Allah’ın indirdiği ile
hükmet-yönet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir
kısmından seni saptırmalarına dikkat et. Eğer (Allah’ın hükümlerinden) yüz
çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak günahlarının bir kısmını onların
başına bela etmek ister. İnsanların bir çoğu da zaten fasıktırlar (yoldan
çıkmışlardır). Yoksa onlar cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi
anlayan bir topluma göre hükmü bakımından Allah’tan daha iyi kim vardır?”
(Maide: 49-50)
"Sana indirilene ve senden önce
indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? zira onlar tağutla
(Allah’ın indirmediği sistemlerle) yönetilmek istiyorlar. Halbuki onu (tağutu) inkar
etmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa: 60)
"Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile
hükmetmezse-yönetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir." (Maide: 44)
“Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)
ile hükmetmezse-yönetmezse işte onlar zalimlerin ta kendileridir." (Maide: 45)
“Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)
ile hükmetmezse yönetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 47)
Bu ayet-i kerimelerin ışığında görüldüğü
gibi Allah’ın indirdiği ile yönetmemek, Allah’ın indirdikleri hükümlere rağmen
hükümler, yasalar ortaya koyarak insanları yönetmeye kalkmak gerçekten en büyük
isyandır, zulümdür. İşte demokratik sistemin yasama organında yapılan da budur. O
halde oraya üye olması için birisini oyla da olsa desteklemek, o kişiyi günah
işlemeye en azından zalim ve fasık olmaya itmek ve o yolda desteklemek demektir.
Halbuki bir Müslümanın takınacağı tavır, oy vermeye davet etmek ve ona koşmak
değil bilakis oy vermekten kaçmak ve sakındırmak olmalıdır. Zira Allahu Teâla
günahta değil takvada yani Allah’ın hükümlerine sarılmakta yardımlaşmayı
şöyle emrediyor:
“İyilik ve takva (Allah’ın
yasaklarından sakınıp emirlerine uyma) hususunda yardımlaşın, günah ve düşmanlık
üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun (O’nun şeriatına bağlanın). Çünkü
Allah’ın cezası çetindir.” (Maide: 2)
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “İster zalim
olsun, ister mazlum (mü’min) kardeşine yardım et. Oradan bir adam; “Ya
Rasulullah, mazlum ise ona yardım ederim, fakat zalim ise nasıl yardım edebilirim?
Dedi. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: Onu zulüm yapmaktan alıkoyarsın. İşte bu
ona yardımdır.” (Buhari, K. Mezalim ve’l Gasb, 2264)
II- ŞER'Î HÜKÜM VE TAVRIMIZ
Şu halde biz Müslümanların demokratik
seçimlerde tavrımız, ona katılmak değildir. Ona katılarak bazı Müslümanları
şirk, zulüm, günah çukuruna bize vekaleten itmek hiç değildir. Bu işten Allah’a
sığınmalıyız. Tavrımız, hayatımızı kokuşturan, haramlar ve münkerlerle, zulüm
ve zulümat ile, cehaletle dolduran çağdaş cahiliyye ve tağuti sistemi tüm kurumları
ile red edip hayatımızdan söküp atmak ve Allah’ın dinini hakim kılmak için
Allah’a dayanıp, Allah’ın hükümlerine sımsıkı sarılarak ihlas, sabır ve
sebatla çalışmak olmalıdır. Küfür ve ehline taviz vermemeli, hakkı izhar edip
bâtılın tepesine balyoz gibi indirmeliyiz. Hakkı anlatıp bâtılı inkar ederken
insanların zulmünden ve şerrinden hiç korkmamalıyız. Laikliğin, demokrasinin,
milliyetçiliğin, pragmatik düşüncenin, kapitalizm ve sosyalizmin küfür olduğunu,
bâtıl olduğunu; hakkın ancak Allah’ın dini İslâm olduğunu, İslâm’ın tek
doğru ve bütün dinlerin, ideolojilerin, fikirlerin, nizamların üstünde olduğunu,
insanların yaşantısına ancak onun hakim olması gerektiğini onun dışındaki bütün
din ve nizamların red olunması gerektiğini söylemek ve bunun tahakkuku için
çalışmak olmalıdır.
İşte demokratik parlamento seçimlerinin anlamı,
şer'î hükmü ve bunun karşısında müslümanın takınması gerektiği tavır budur..
Böylesi seçimlerde tavrımız ne olmalıdır diyen kimse eğer samimi ise, bu şer'î
hükmü ve tavrı alır ve gereğince amel eder. Yani “işittik, itaat ettik” der.
“İşittik, isyan ettik” diyenlerden olmaz. Allah’ın hükmü karşısında akıl,
mantık yürütmeye kalkmaz. Bilakis Nisa suresinin 65 .ayetinde belirtidiği gibi,
şer'î hükmü içinde bir sıkıntı duymaksızın alıp tam teslimiyetle uygular.
Bu hususta şer'î hükmün ve tavrın bu olduğunu
ortaya koyunca, İslâm adına hareket ettiğini söylerek müslümanların büyük bir
kısmını da etkileyen bazı şahıs ve çevreler itirazda bulunuyorlar:
III- BAZI İTİRAZLAR VE YAKLAŞIMLAR
1- Evet demokrasi küfürdür. Parlamentoya
girip onun çalışmasına katılmak da en azından haramdır. Fakat bizim orada
adamlarımız olsa, bu Müslümanların faydasına olmaz mı? Demokratik parti ile İslâm
Devleti kurulmaz, fakat o partinin parlamentoda olması hatta hükümet olması,
müslümanların İslâmi faaliyetlerine kolaylık sağlar. Yollarını açar. Onun için
müslümanların bu seçimlere katılıp İslâm’ın gelmesini isteyen şahıs ve
partileri desteklemeleri gerekir. Aksi halde müslümanların menfaatlarına karşı
çıkmış, parlamentonun tamamen İslâm düşmanlarının eline geçmesini sağlamış
olurlar.. diyorlar.
2- Biz hakkı açıkça söylersek bâtıl ehli,
laikler, Kemalistler ve onların güdümündeki subay ve generaller bizi ezerler, hapse
atarlar, işlerimizden ederler, hiç bir İslâmi faaliyete izin vermezler. Onun için biz
onların şerrinden korunabilmek maksadı ile onların aralarına girmeli ve onlardan
görünmeliyiz. Biz de demokratız, laikiz, cumhuriyetçiyiz, milliyetçiyiz demeliyiz. O
zaman onlar bize tavır almazlar. Biz de böylece daha rahat çalışarak güçleniriz.
Onun için demokratik parti kurmalı ve onu seçimlerde desteklemeliyiz. Yoksa yok
oluruz.. diyorlar.
3- Bizim öyle sert, katı, uzlaşmaz bir
görünüm ortaya koymamıza gerek yok. Çünkü hoşgurülü, yumuşak, sevgi ile muamele
her kapıyı açar. Hem biz herkesi sevmeliyiz. Tüm insanlarla ya dinde kardeşiz ya da
hilkatte kardeşiz. Müslüman olsun olmasın her insana sevgi ile muamele etmeli,
hoşgörülü, uzlaşmacı olmalıyız. O zaman onları da karşımıza almış olmayız.
Onların bize düşmanlık yapmalarından, zararlarından korunmuş oluruz. İslâm’a
hizmet faaliyetlerimizi de bir yandan sürdürürüz.. diyorlar.
IV- BU YAKLAŞIMLARA
CEVAPLAR
Şimdi bu yaklaşımları mü’minler için
hidayet, nur olarak gönderilmiş olan Kur’an ve Sünnet ışığında inceleyelim.
İncelememize geçmeden önce şunu hemen belirtelim
ki bu yaklaşımların hiç birisi de İslâmi zihniyet ürünü değildir. Evet bu
yaklaşımları ortaya koyanlar her ne kadar müslüman olduğunu söyleyen ve onların
tesirinde kalan müslüman kimseler olsalar da İslâmi zihniyet ürünü değildirler.
Zira İslâmi zihniyette Allah’a kul olma bilinci esastır. Bu bilinç kişiyi sadece
Allah’a teslim olmaya, sadece O’na dayanmaya ve itimad etmeye ve sadece O’nu razı
etmeye gayret etmeye iter. Onun amellerinin ölçüsü helal-haram, sevap-günahtır. Onun
fikri ve hükmü sadece Kitap ve Sünnet’ten alınandır.
Yukarıda belirtilen yaklaşımları ortaya
koyanlar, bu yaklaşımlarını Kitap ve Sünnet’ten almayıp vakıadan almışlardır.
Kitap ve Sünnet’e başvursalardı bu yaklaşımları bulamıyacaklardı. Bilakis tam
aksi bir yaklaşım bulacaklardı. Şimdi Kitap ve Sünnet ışığında bu
yaklaşımları inceleyelim:
1- Bu yaklaşım tamamen pragmatik bir
yaklaşımdır. Yani ameli neticesinde görülen fayda ve zarara göre değerlendirme
yaklaşımı. Amellerde fayda ve zararı temel ölçü kabul etme yaklaşımı.
“Faydalı olan şey iyidir, yapılmalı, zararlı olan şey kötüdür, yapılmamalı”
anlayışı. Yani aklı iy-ikötü, hayr-şer hususunda hakem kılmaktır.
Halbuki müslüman için asıl olan Allah katındaki
iyi-kötü, hayr-şer’dir. Onu da akılla bilemeyeceğimize göre Allah’ın
indirdiğine başvurarak yani şeriatına başvurarak O’nun hayr dediğini yapmak, şerr
dediğinden kaçınmak esastır. Hayr ve şerri, iyi ve kötüyü, güzel ve çirkini
belirleyen şeriattır, akıl değil!. İşte bunun böyle olduğunu gösteren bir kaç
ayet-i kerime:
“Hoşunuza gitmediği halde savaş size
farz kılındı. Sizin hoşlanmadığınız bir şey hakkınızda hayırlı olabilir.
Sevdiğiniz bir şey de hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir."
(Bakara: 216)
Demek ki, hayr ve şerrin tayini bizim duygu ve
aklımızla değil Allah’ın ilmine terk edilmiştir. Allah’ın ilmini de Rasul’ün
getirdiğinden alabiliriz. Başka bir yerden değil.. Bunu da Allahu Teâla şöyle
emretti:
“Rasul size ne getirdi ise onu alın ve
sizi neden nehyetti ise ondan kaçının.” (Haşr: 7)
Rasul (sav) de şöyle dedi: "Bizim
dinimizde olmayan her iş reddedilir.” (Buhari, K. Buyu’; Müslim, K. Akdiyye,
3243)
Müslümanlar için menfaatın değil de sevap
ve günahın ölçü olduğunu şu ayet-i kerime açıkça ortaya koymaktadır:
Sana şaraptan ve kumardan sorarlar. De ki;
Her ikisi de büyük günah ve insanlar için bir takım faydalar vardır. Ancak her
ikisinin de günahı faydasından daha büyüktür.” (Bakara: 219)
Görüldüğü gibi Allahu Teâla bu ayet-i
kerimesinde menfaati değil günahı esas kılmıştır. Demek ki bir hususta insanlar
için bazı menfaatlar ve günah çatışabilir. O halde tavır ne olmalı? Elbette ki
günah işlemeyip menfaat terk edilmelidir. Zira bir müslüman için asıl menfaat
ahirette günah ile Rabbının huzuruna çıkmamasıdır.
Şimdi bunu demokratik parlamento seçimlerine
indirirsek; demokratik parlamentoya girmekte bazı menfaatlar olabilir. En azından öyle
zannedilebilir. Fakat orada bulunmakta günah da vardır. Bunu yukarıda izah ettik.
Şimdi ne yapılmalı? O günahı işleyerek o menfaatları elde etmeye mi
çalışılmalı? Yoksa günah işlemeyip o menfaatlardan vaz mı geçmeli? İşte bununla
imtihan oluyoruz.. Elbette ki günah işleyerek o menfaatleri elde etmeye
çalışmamalıyız. O menfaatlar uğruna kendimizi bile bile ateşe atmamalıyız. Aksi
halde hem dünyada hem ahirette Allah’ın yardımından yoksun kalırız da perişan ve
hüsran oluruz.
“Allah size yardım ederse, artık size
üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi (yardımsız) bırakıverirse, O’ndan
sonra size kim yardım eder? Mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmalıdırlar.”
(Âl-i İmran: 160)
2- Onların şerrinden emin olmamız için
onlardan görünmeliyiz, diye özetlenebilecek olan bu yaklaşımı Allah, kendisine
güvensizlik ve kalbde hastalık olarak vasfetti. Hiç tasvip etmediğini de şöyle
bildirdi:
“Ey iman edenler! Yahudileri ve
hıristiyanları veli (dost ve yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin
velisidirler. İçinizden onları veli edinenler, onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler
topluluğuna yol göstermez.
Kalblerinde hastalık bulunanların
‘Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz’ diyerek onların arasına
koştuklarını görürsün. Dikkat edilsin ki, Allah bir fetih yahut katından bir
emir/azab getirecek de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olacaklar. (O
zaman) iman edenler; ‘Bunlar mı bütün güçleriyle sizinle beraber olduklarına yemin
edenler?’ diyeceklerdir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir de hüsrana
uğramışlardır.” (Maide: 51-53)
Görüldüğü gibi Rabbımız
Allahu Teâla, iman edenlerin dikkatini çekerek kafirleri dost ve yardımcı edinmemeye
davet ediyor. Yahudi ve hıristiyanları zikretmesi cüzü zikredip küllü
kastetmektendir. Yani bütün kafirleri kapsar. Onları veli (dost ve yardımcı) edinmek
onların istediği çizgide olmak demektir, onlara tâbi olmak demektir. Çünkü Allah,
onları veli edinenleri onlardan saydı. Yani onlar gibi oldu. Onlar gibi
davranıyor, onların çizgisinde bulunuyor saydı. Ki bu, elbette zulümdür. Bu zulüm
üzerinde inatla ısrar edenleri de kendi hallerine terk etmekle tehdit etti.
Bu ayetin mefhumunu günümüze indirirsek; iman
ettiğini söyleyen bir kimse, ben demokratım, milliyetçiyim, laikim, cumhuriyetçiyim,
Atatürk de bizden olurdu gibi laflar ve yaklaşımlarla demokrat, laik, cumhuriyetçi,
milliyetçi, Kemalist kafirlerin çizgisinde olduğu görüntüsü vermeye
çalışmamalıdır. Aksi halde Allah onu da onlardan sayar da o kişi zalimlerden olur..
Bir müslüman onların çizgisinde olamaz. Onların çizgisinde olmadıkça onları razı
edemez. Onları razı edecek olursa Allah’ı razı edemez. Bunun böyle olduğunu bir
başka ayette de bildirmiştir. (Bakara-120)
Maide suresinin 52.ayetinde Allah onlardan görünme
gayreti ile onların arasına koşuşmayı “hastalıklı kalp” olarak vasfedip kesin
ve de çok sert bir şekilde zemmetti. “Demokrasi, laiklik, vatancılık,
milliyetçilik, cumhuriyetçilik, Kemalizm” gibi çağdaş putlara yapılan övgülere
katılmak, onların korosu içerisine girmek ve o koroya katılmaya koşuşturmak,
çağdaş puthanelerden anıtkabire ve parlamentoya koşuşturmak, işte bu zemmin
kapsamındadır. Allahu Teâla onların bu işi yaparken gösterdikleri mazereti de yani
“başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" bahanesini de kesinlikle
reddediyor. “Bizi hapse atarlar, işimizden ederler, asarlar, keserler, onun için
onlardan görünüyoruz. Onun için demokrat, laik, milliyetçi, vatancı, cumhuriyetçi,
Kemalist gözüküyoruz” bahanesini de reddediyor. Ve bu tutum içinde olanları tahdit
ediyor Allah’ın fethi ya da azabı ile tehdit ediyor. Allah’ın fethi geldiğinde
mü’minler onları bu tutumlarından dolayı cezalandırırlar. Onun için pişman
olurlar, ya da Allah’ın azabı gelir onun için de pişman olurlar. Böylesi bâtıl,
geçersiz mazeretler ile çağdaş demokratik sistemin yasama organına koşuşturmakla bu
uğurda mallarını, vakitlerini harcayan kimseler sevap ummalarına rağmen şer'î
hükme bağlanmamaktan dolayı amellerinin boşa çıkmasından ve böylelikle hüsrana
uğramaktan korksunlar. Çünkü Maide suresinin 53. ayetinde bu tehdit vardır.
Biz bu yaklaşımın yanlışlığını da bu ayet-i
kerimelerin ışığında göstermek istedik.
3- Kafirlere, zalimlere hümanist duygularla
yumuşak, hoşgörülü, uzlaşmacı ve sevgiyle muamele yaklaşımına gelince bunu da
Allahu Teâla kesinlikle reddediyor.
“O halde (hakikatı) yalanlayanlara tâbi
olma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak
davransınlar." (Kalem: 8-9)
Görüldüğü gibi ayet-i kerimede Allahu Teâla
Rasulü’nün şahsında onun ümmetine kafirlere karşı tavizkâr tavır almayı
yasaklıyor.
Allahu Teâla kafirlerin içyüzünü bize apaçık
bildirerek onlara karşı takınmamız gereken tavrı şöyle açıklıyor:
“Ey iman edenler! Kendi
dışınızdakileri (kafirleri) sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten
geri kalmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isteyip dururlar. Gerçekten, kin ve
düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerden) belli olmuştur. İçlerinde
sakladıkları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız,
herhalde ayetlerimizi size açıklamış oluruz."
İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi
sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütünüyle Kitab’a inanırsınız.
Onlar ise, sizinle karşılaştıklarında inandık derler. Kendi başlarına
kaldıklarında da size olan kinlerinden dolayı parmaklarını ısırırlar. Kininizle
geberin! deyiver.
Size bir iyilik hafifçe
dokunursa, bu onları tasalandırır. Başınıza bir musibet gelirse, buna da sevinirler.
Eğer sabreder ve Allah’tan korkarsanız, onların hilesi size hiçbir zarar vermez.
Şüphesiz Allah, onların yaptıklarını çepeçevre
kuşatmıştır."
(Âl-i
İmran: 118-120)
İşte bu ayet-i kerimelerle Allahu
Teâla kafirlerin içyüzünü bize böylece apaçık bir şekilde beyan ediyor. Bu
hakikatları bildikten sonra biz müslümanların onlara karşı tavrı elbette hoşgörü
sevgi değil de nefret ve düşman tavrı olmalıdır. Onlara sevgi gösterileri hem
boşunadır hem de
Allahu
Teâla’nın tasvip etmediği bir tavır olur.
Onlar bizim hakkımızda hiç hayır ve iyilik
istemediklerine göre “gelin demokratik arenaya girin, demokratik mücadele ile
istediklerinizi elde edin" diyorlarsa bilelim ki bu bizim hayrımıza değildir.
Eğer aklediyorsak onların bu davetlerine icabet etmeyiz.. Eğer icabet ediyorsak çok
aptalca, akılsızca bir iş yapıyoruz. Allah’ın sözüne kulak asmıyoruz demektir.
Onların bize karşı kurdukları hile, tuzak ve
düşmanlıklarından kurtulmanın yolu, onlara sevgi gösterilerinde bulunmak ve onlardan
görünme gayreti içine düşmek onların arasında koşuşturmak değil sadece ve sadece
Allah’ın şeriatına bağlanmaktır. Bunu Allah (cc) şöyle bildirdi:
“Eğer sabreder ve Allah’tan
korkarsanız, onların hilesi size hiç bir zarar vermez. Şüphesiz Allah onların
yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Âl-i İmran: 120)
Demek ki “şer'î hükümlere göre davranırsak
kafirler bizi yok ederler” düşüncesi bu ayet-i kerimenin mefhumuna tamamen ters
düşer. İlmiyle herşeyi çepeçevre kuşatan Allah’tan daha iyi kim bilebilir ki. O,
siz şeriata bağlanıp sabırlı olun, onların hile ve tuzakları size bir zarar
veremez, diyorsa müslümana düşen, Rabbının bu sözüne güvenip teslim olmaktır.
Bunun dışındaki bütün tavır ve yaklaşımlar kesinlikle gayri İslâmidir.
Bu izahatlarla demokratik
seçimlerde müslümanın tavrı ne olmalı sorusuna
cevap vermeye
çalıştık.
Bazı kimseler bu izahatları da,
nasihatları da işittiği halde şöyle bir itirazla yine de o yanlış, bâtıl
tutumlarında ısrar ediyorlar.
“Efendim, bu kadar âlimlerimiz var, onlar bunu
bilmiyorlar mı? O kadar âlim bizim bu demokratik parlamento seçimlerine katılmamıza
bir şey demiyor, hatta davet ediyorlar. Onun için biz de onlara tâbi oluyoruz”
diyorlar.
Bu yaklaşımda onlara kardeşlik duyguları içinde
sesleniyoruz.
Ey kardeşlerimiz! Aklınızı başınıza
alın. Biz müslümanlar âlimlerimizi sever, sayarız, fakat rabler ittihaz etmeyiz. O
halde âlimleri rabler ittihaz eden yahudi ve hıristiyanlar gibi olmayınız!..
Yukarıdaki ayetler ve hadisler ışığında bu meseleyle ilgili Allah’ın hükmü
gayet açıkken hiç bir âlimin ters bir fetva verme yetkisi yoktur. Fetva vermeye
kalkarlarsa, o ancak heva ve hevesinden bir fetva olur ki bu red olunur.. Ona râğmen biz
o âlimlerimize tabi oluruz diyenler ve onlara tabi olanlar, Ahirette Allah’ın
huzurunda hüsrana uğrayacaklarını Allahu Teâla ayet-i kerimesi ile şimdi den şöyle
bildirdi:
“Yüzleri ateşte evrilip çevrildiği gün, eyvah bize!
Keşke Allah’a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik! derler. Ey Rabbimiz! Biz
efendilerimize ve büyüklerimize, liderlerimize uyduk da onlar bizi yoldan saptırdılar.
Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver, onları büyük bir lânetle rahmetinden kov
derler." (Ahzab: 66-68)
Evet şer'î hüküm ortada iken biz
hocalarımızın, üstadlarımızın, efendilerimizin yolunda gideceğiz diyenler bu
ayetlerle muhatap olurlar.
Sözün özü, biz müslümanlara düşen;
çağdaş şirk, tağuti, cahiliyye sistemi olan demokratik sistemin seçim arenalarında
ömür tüketmek değil de, o pis sistemi şer'î hükümlerle bağlanarak ve Allah’a
dayanarak söküp atmak için çalışmak ve onun yerine dünya ve ahirette aziz ve de
mesud kılacak olan, İslâmî hayatı tekrar hakim kılıp İslâm’ı aleme nur ve
hidayet olarak tatbik ve cihad ile taşıyacak olan Raşidî Hilâfet Devleti’ni kurmak
için ihlasla çalışmaktır. O zaman Allah yar ve yardımcımızdır.
* * * * * |