Hicri 28 Şâban 1419 – Miladi
17/12/1998 Perşembe gecesi küfrün başı Amerika ve köpeği İngiltere, Irak’taki
müslümanlara karşı önceden uyarı yapmadan ani saldırılar başlattılar. Bu
saldırılarda Tomahawk Cruise füzeleri, devasa B-52 ve B-1-B tipi bombardıman
uçakları kullanıldı.
Amerika ve İngiltere başkanlarından her biri BM Özel Komisyonu
(UNESCOM) Başkanı Richard Butler’in, BM Güvenlik Konseyi’ne 16/12/1998 Çarşamba
akşamı sunduğu raporunu Irak’taki müslümanlara saldırmak için bir bahane olarak
benimsediler. Nitekim Butler, raporunda şunu zikretti:
“Irak yönetimi, (UNESCOM ile) tam bir işbirliği yapmadı ve
silahsızlanma gayretlerine yeni kayıtlar koydu. Bu durum, Komisyon’un Bağdat’ın
sakıncalı silahları yok ettiğine dair bir rapor hazırlamasını imkansız
kılmaktadır. Irak’ın tam işbirliği içinde olmayışından dolayı maalesef
Komisyon’un, Güvenlik Konseyi’nin kendisine yüklediği silahsızlandırma işlerini
ve Irak’ın sakıncalı silahlar programı ile alakalı olarak kendisinden talep ettiği
güvenceleri sunması misyonunu yerine getiremediğini söylemek zorunluğu vardır.”
Bundan önce de sayıları 92’yı bulan Nükleer Enerji Ajansı
denetçilerinin tamamının çekilmesi ve Manama’ya dönmeleri hususunda Güvenlik
Konseyi’ne başvurmadan bir karar almıştı.
Konsey’de raporun tartışılması esnasında Amerika ve İngiltere
güçleri Irak’taki müslümanlara saldırıyı başlattılar. Clinton da televizyon
ekranlarında üç hedefin gerçekleşmesi için saldırı emirleri verdiğini ilan etti.
O üç hedef de şudur: 1- Saddam’ın gücünü zayıflatmak, 2-
Komşularını tehdit gücünü etkisiz hale getirmek, 3- UNESCOM uzmanlarının
girmelerini önlediği her noktayı vurmak.
Bu askeri saldırının arkasındaki gerçek itici faktörün bilinmesi
için, ister Irak’la alakalı, ister Amerika dahilinde Clinton’un durumu ile alakalı,
ister Amerika’nın Körfez siyaseti ile alakalı olsun bu saldırı öncesi vukuu bulan
olayların bu saldırı ile bağlantılarının kurulması gerekir.
BM Özel Denetleme Komisyonu’nun (UNESCOM) Irak’la alakasına
gelince:
Bu hususta geçen günlerde çözümü imkansız büyük bir
anlaşmazlık olmadı. Baasçıların bürolarını teftiş hususundaki ihtilaf ise
böylesi büyük saldırıyı gerektirecek cinsten değildi. Nitekim daha önceleri bundan
daha büyük ihtilaflar hasıl olmuştu, fakat bu ihtilaflar böylesi askeri operasyonlara
sebep teşkil etmemişti. Nitekim Rusya Başbakanı şu açıklamayı yapmıştır:
“Bu ayın başlarında Moskova’yı ziyaret eden Butler
beraberinde Irak silahları hakkında üç dosya getirmişti. Bu ziyareti esnasında Bize
Irak’ın kendileri ile işbirliği yaptığını bildirdi.” “Bu sefer vukuu bulan
hususta Irak’ın bir suçu yoktur.”
Bu saldırının gerçek sebepleri, Butler’in raporundan çok
uzaktı. Bilakis bu rapor acele bir şekilde hazırlanıp Güvenlik Konseyi’ne
sunulmasından iki gün önce Amerikan yönetimine sunulmuştur. Dünya kamuoyu önünde
bu gerçek itici sebepleri örtmek uğruna bu rapor gerçek sebepmiş gibi gösterilmek
maksadıyla kışkırtıcı bir üslupla hazırlanmıştır.
Clinton’un ülkesi içindeki konumuna gelince:
Biliniyordu ki saldırı gününde muhakemesi için Temsilciler
Meclisi’nde oylama yapılacaktı. Askeri güçleri bir savaş hali içinde olduğu bir
vakitte başkanın zayıflatılmasının doğru olmayacağı iddiası ile oylama
neticesini etkilemek için acele bir şekilde saldırı kararını almış oldu. Bu şuna
da ilave bir husustur: Saldırı özellikle Clinton’un Nethenyahu ile dialoğunda
başarısız olmasından sonra büyük bir devlet olarak Amerika’nın heybetini koruyup
güçlendirir. Ayrıca bu saldırının başkanın muhakeme edilip azledilmesinin
istendiği, başkanlığın en zayıf konumunda iken olması bir başka ilave faktördür.
Amerika’nın Körfez için çizmiş olduğu siyaseti ile alakasına
gelince:
Amerika’nın bu siyaseti, 1978’de ilan edilen Carter Doktirinin
kapsamındadır. Bu Doktrine göre Körfez, Amerika’nın hayati maslahatlarından
sayılmaktadır. Bunun ilan edilmesinden beri Amerika hızlı yayılma kuvvetleri
oluşturdu. Körfez devletleri ve halkları arasında krizler ve gerginlikler oluşturmaya
başladı ki bunlar onun bölgede bulunması için güçlü bir uluslararası gerekçe
oluştursunlar. Bu siyasetin doğrultusunda, halk ayaklanması üslubu ile Şah’ı
İran’dan çıkarttı. Irak’taki Baasçıların İran’a karşı açmış oldukları
savaşı kızıştırıp ısısını artırdı. Kuveyt’in işgalini istismar edip
İkinci Körfez Savaşına liderlik etti. Irak’ı 1993-1996 yıllarında füzelerle
vurdu. Saddam’ı Körfez için korkuluk/öcü gibi kullandı. Irak üzerine cezaların
konulmasını, deneticilerin çekip gitmelerini, Körfez devletlerinin halkları arasında
sıkıntıların, belirsizliğin ve korkunun yayılmasını, bitmez tükenmez krizler
silsilesinin kaynağı olması için daima kullandı. Bu devletlerin servetlerini, onlarca
milyar Dolarlık silah satımı anlaşmaları ile gasbetmeye başladı. Öyle ki, bu
silahlar o devletlerin ordularının güçlerini kat kat aşmaktadır. Bu halkların
üzerinde despotça güvenlik anlaşmalarını zorunlu kıldı. Bu tür anlaşmaları da o
halkların yöneticileri, kendilerine bildirmeden imzaladılar. Amerika o yöneticileri,
kendi müdahalelerinin meşruluğunu onaylamaktan ve müdahalelerin faturalarını
karşılamaktan başka hakkı olmayan pîyonlar konumuna getirdi. Aynı şekilde, her hal
ve şartta Amerikan varlığının devamı için, Amerika hegemonyasının korunması
için silah depolamak ve eğitim için hızlı yayılma güçlerinin konuşlanacağı
askeri üsler inşa etti.
Amerika, Körfez için özel olarak belirlemiş olduğu planının
uygulanmasında büyük ilerlemeler kaydetti. Ancak bu planı uygulamakta henüz yalnız
kalamadı. Zira Körfez’de İngiltere, köklü bir varlığa sahiptir ki bu,
Amerika’nın nüfuzuna karşı halen bir tehlike teşkil etmektedir. Necd ve Hicaz’ın
yöneticisi (Kral Fahd) hariç, Körfez ülkelerinin yöneticileri ve emirleri halen
İngiltere’ye bağlılıklarını sürdürmektedirler. Soğuk savaş kâbusu sona
erdikten sonra İngiltere faaliyete geçti. Sovyetler Birliği’nin varlığı sona
erdikten sonra İngiltere derin nefes aldı. İngiltere, Amerika askeri operosyonlar
yaptığında onun yanında yer alırken ve siyasi çabalarında onu zahiren destekler
görünürken, aslında Amerika’yı desteklemiyor, onun bu tavrı ancak ortak kisvesinde
onunla yarışmak, mücadele etmektir. Bundan kastı ise, Amerika’nın ganimetlerle tek
başına kalma fırsatını kaçırmasını sağlamaktır. Körfez’de kendi
varlığını ve oradaki ajanlarını korumayı sağlamaktır. Böylece o ikisi
aralarında maslahatlar ve nüfuz üzerinde gizli bir çatışma yapmaktadırlar.
Clinton’un Irak’taki müslümanlara askeri saldırı emrini
vermesinin sebebi, bazı noktaları araştırmak isteyen teftiş gurupları ile çıkan
ihtilaf değildir. Irak’ın komşularını Saddam’ın tehditlerinden korumak de
değildir. Sürekli söylendiği gibi biyolojik ve kimyasal silahlardan korku da
değildir. Asıl sebep sadece, Amerika’nın birinci hedeflerinden dışarı çıkmayan,
Körfez’de Amerikan varlığını güçlendirmek, oradaki hegemonyasını
sağlamlaştırmak ve orada tek başına nüfuz sağlamaktır. Onun için Clinton’un
operasyonun durdurulduğunu ilan ederken konuşmasının ilk noktasında şunu ilan etmesi
garip değildi:
"Bölgede kuvvetli askeri varlığın devamı, Irak’ın
kapsamlı yıkıcı silahları tekrar imal etmeye yönelmesi için herhangi bir
teşebbüste bulunması veya komşularını tehdit etmesi durumunda kuvvet kullanmak için
hazır konumda bulunulması gereklidir.”
İngiltere’nin saldırısına gelince; her ne kadar Amerika’nın
tabisi görünse de, onun maksadı sadece, bölgedeki varlığını korumak ve bölgede
Amerika’nın tek başına yerleşmesini önlemektir. Onun için İngiliz Başbakanı
Blair, operasyonlar durdurulduktan sonra kuvvetlerinin artırılacağını ilan etti.
Körfeze gelecek Ocak ayında yeni bombardıman uçakları göndereceğini bildirdi. “Zorunlu
olunduğunda tekrar bombardımana hazır olmak için.”
Bu ortak saldırı; bölgede tek kalmak için uğraşan Amerika ile
bölgede varlığını devam ettirmeye çalışan İngiltere arasında, Körfez’in
servetlerini çalmak için yarış, ganimetler, hegemonya ve nüfuz elde etmek için
çekişmenin göstergelerindendir. Faaliyetlerine uluslararası bir gerekçe oluşturmak
için her ikisi de aynı üslubu kullanmaktadırlar. O da, her ikisinin, komşularını
Irak tehdidine karşı korumak propagandasıdır. Her ikisi de Irak’taki Baasçıların
aptallıklarını, Körfez ülkeleri yöneticilerinin ücretlerini kullanıyorlar. Her
ikisi de onların aralarında ihtilafın derinleşmesi, fitne ateşinin tutuşturulması
ve parçalanmışlığın artması için çalışıyorlar. Körfez’de kaygan nokta
oldukça, Körfez servetini çalmak için çarpışan büyük devletler oldukça, ister
ajan-uşak hain Baasçılar Irak’ta yönetici olarak kalmaya devam etsinler, ister ise
yönetimden uzaklaştırılsınlar, ister Körfez’deki hazımsız petrol emirleri
yönetimde kalmaya devam etsinler, ister ise Amerika onları yönetimden uzaklaştırıp
başkalarını yönetime getirebilsin fark etmeksizin Körfez’de kargaşalar,
sıkıntılar, krizler birbiri ardına gelerek devam edecektir.
Ey Kerim Ümmet!
Irak yöneticileri olan hain Baasçılar, Irak’ta, İran’da ve
Körfez ülkelerindeki müslümanların evlatlarının başına bunca afet ve felaketlerin
gelmesine sebep olmuşlardır. Ümmeti zarara, hüsrana düşüren savaşlara sürükleyip
onu kafirler önünde değersiz, zelil konumlara düşürmüşlerdir. Onlar kesin olarak
biliyorlardı ki; küfrün başı Amerika ve müttefiği İngiltere, Irak halkına bir
askeri darbe vurmaya hazırlanıyordu. Fakat onlar (Baasçılar), bu darbeyi engellemek
için gerekli tedbirleri almamışlardır. Bilakis onlar ülkeyi dört komuta merkezine
bölerek yönetimdeki yerlerini iyileştirmekle meşgul olmuşlardır. Savunmasız yerleri
kafirlerin darbelerine terketmişlerdir. Buna da teknolojide geri kalmışlıklarını
bahane göstermektedirler. Sanki 30 yıldır sultayı (otoriteyi) onlar gasbetmiyorlar ve
bu süre boyunca Irak’ın milyarlarca Dolarlık serveti onların tasarrufunda
değildi?!.. Bilakis onlar, ümmeti, müslüman kardeşleri ile bölge savaşlarında
meşgul ettiler. Servetleri, kişisel çıkarları ve ümmeti zincire vurmak,
evlatlarını zelil kılmak için istihbarat ve hapishanelerin artırılması uğrunda
heder etmişlerdir.
Amerika ve İngiltere’nin başlatmış oldukları saldırının,
Necd’de (Suudi Arabistan’da) Harc üssünden, Kuveyt’teki Ali El-Salim üssünden,
Bahreyn’den, Doha’dan, Umman’dan ve Körfez devletlerinin bölge sularındaki deniz
filolarından, donanmalarından başladığı açığa çıkmıştır. Körfez devletleri
emirleri ve yöneticilerinin kafirlere açtıkları üslerden devam etmiştir. Bu da
karanlıklarda, ümmetin haberi olmadan en azından “istişare meclisi” ya da
“ümmet meclisi” dedikleri meclislere göstermeksizin gizlice imzaladıkları gizli
güvenlik anlaşmaları gereği olmuştur. O emir ve yöneticiler bu anlaşmalarla o
kafirlere ülkelerinde askeri varlık bulundurma, askeri tatbikat ve eğitim çalışması
yapma ve askeri operasyonlara geçebilme hakkı vermişlerdir. Nitekim Beyazsaray resmi
sözcüsü şu açıklamayı yapmıştır:
“Bölge ülkelerinin desteği ve bir ay önce Doha Bildirisi’nde
açığa çıkıp Körfez İşbirliği Meclisi Bildirisinde tekrar te’kid edilen
diplomatik gayret ve ruh olmasaydı bu operasyon mümkün olmazdı.” “Amerika Başkan
Yardımcısı Al Goor, 18/12/1998 Cuma akşamı Birleşik Arap Emirlikleri Devleti
Başkanı Şeyh Zâyid ve Suud Veliahdi Abdullah b. Abdulaziz ile telefon görüşmesi
yaptı. Suudi Arabistan Krallığı’nın sunduğu güçlü destek için veliahta
teşekkür etti.”
Topraklarından düşmanca saldırıların başladığı yöneticiler,
Irak halkına karşı sergilenen bu düşmanlıkta Amerika ve İngiltere’nin
ortaklarıdırlar. Arab ülkeleri ve İslâm ülkelerindeki diğer yöneticilerden bu
düşmanca saldırılar karşısında susanlar, boş açıklamalar ile ya da okul
talebeleri tarafından tartışma ve gösterilerin yapılmasına müsaade ederek
halkların öfkelerini söndürme gayretine düşenler de ihmalkârlıklarından dolayı o
saldırılara ortaktırlar.
Müslümanların başlarındaki yöneticilerin en azından yapmaları
gereken husus, Amerika’ya, İngiltere’ye ve onları desteklediklerini ilan edenlere
harbi düşman muamelesi yapmalarıdır. Bu ise; ilişkileri kesmek, elçilikleri
kapatmak, onların maslahatlarına olan muamelatı, ticareti durdurmak, tebasından
kişileri sınır dışı etmek, mal varlıklarını dondurmaktır. Müslümanların
başındaki yöneticilerin yapmaları gereken daha önemli bir husus ise, her türlü
askeri ve siyasi ittifakı ilga etmeleri, her askeri kuvveti sınır dışı etmeleri ve
her askeri üssü kapatmalarıdır. Düşman devletlerden her birine deniz, kara, hava
yollarını tamamen kapatmalarıdır. Bu düşman devletlerin hepsinin İslâm
beldelerindeki nüfuz ya da ajan ya da casuslarının tamamını kökünden söküp
atmalarıdır.
Bu, müslümanları yöneten hain uşak ve ajan yöneticilerin desise
ve entrikalarından bir katredir. İşte şimdi, ümmetin evlatlarından ve liderlerinden
samimi olanların ümmetin bataklıklarda kirletilen şeref ve onurunun intikamını
almaları için harekete geçme zamanı gelmiştir. İslâm halklarının,
yöneticilerinin zilletten zevk alan uşak ve ajan olduklarını bilmeleri zamanı
gelmiştir. Artık o halkların o yöneticileri defetmeleri, ülkelerini onların rezalet
ve ihanetlerinden temizlemeleri için rollerini üstlenmeleri zamanı gelmiştir.
Karargahlarda, kışlalarda yatan şu ordularında zulüm, azgınlık tahtlarını
darmadağın edip, İslâm topraklarını hain yöneticilerin zulmünden ve mücrim
kafirlerin pisliklerinden kurtarıp korumaları zamanı gelmiştir!!
Allahu Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli (dost ve
yardımcı) edinmeyin. Zira onlar birbirlerinin velisidirler (birbirlerinin tarafını
tutarlar). İçinizden kim onları veli edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Allah,
zalimler topluluğuna yol göstermez.” (Maide: 51)
H. 3 Ramazan 1419
Hizb-üt Tahrir M. 21/12/1998