(Mümtehine
6)
Allah (cc) burada o günkü şerefli insanların karşılaştığı
dirençlerini kavramamız açısından bir numune olarak göstermektedir.
İslâm dinini kabul edip, İslâm otoritesini, İslâm yönetimini
kurmak, İslâm Şeriatını tatbik sahasına koymak ve İslâm'ı tüm hayat kesitlerinde
yaşamak isteyen samimi Müslümanlar (dava adamları), İslâm dininin tümünü, İslâm
yönetimini ve İslâm Şeriatının uygulanmasını kabul etmeyenlere, bunlar
kendilerinin akrabalarından da olsalar onlara; Mümtehine 4. ayetinde geçen vakıayı
hatırlatarak tavrımızı göstermemiz gerekir. Müslüman bugün İslâm'a, inananlara
karşı çıkan ve İslâm hayatını yaşamayı engelleyen, kavim ve kabilelerine
"Biz sizden, sizin siyasî ve idari her türlü tutum ve davranışlarınızdan,
sizinle bir araya gelip bir meclis oluşturup, iş birliği, fikir birliği yapmaktan
tamamen uzağız. Biz sizin Allah’tan başka tapındığınız tağutlardan, putlardan
ve heykellerden tamamen uzağız demelidir.
O, örnek müminler, kesin tavırlarını ortaya koyarak inkârcılara:
"Ey inkârcılar siz bu halinizde olduğunuz sürece sizi inkâr ediyor
ve reddediyoruz. Siz bir olan Allah (cc)'a tam manasıyla inanıncaya kadar, sizinle bizim
aramızda ebedî düşmanlık belirmiştir" diyerek her yönüyle
onlardan kesin çizgilerle ayrı olduklarını ortaya koyuyorlardı.
Ayrıca İslâm düşmanlarının her çeşit yardım ve desteklerini
reddederek, Kadirî Mutlak olan Allah (cc)'ya yönelerek, her türlü yardımı, desteği
ve güvenceyi Allah (cc)'dan isteyerek, bekleyerek şöyle diyorlardı: "Ey
Rabbımız sana güvendik, sana dayandık ve yalnız sana yöneldik. Çünkü bizim nihai
dönüşümüz ancak sanadır" diyorlardı.
“(Kafir olarak
ölüp)cehennem ehli oldukları onlarla açıkca belli olduktan sonra, akrabası dahi
olsalar,(Allah’a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de
inanlara.” (Tevbe 113)
Müminlere yaraşan ve yakışan böyle kimseler lehinde dua etmek
değil, böyle kimseler, müminlerin akrabaları da olsalar onlara Resullerin ve inanarak
onlarla beraber olanların dedikleri gibi demelidirler. Yani İslâm Nizamını (İslâm
Şeriatını), İslâm’î yönetimi, İslâm ahkâmını tatbikat sahasına koyacak ve
uygulayacak olan Hilâfet Devletini inkâr edip kabul etmeyenler; gerçek inanmış samimi
Müslümanların (İslâm dava adamlarının) yakın akrabaları da olsalar onlara;
Resuller ve Resullerle beraber olanların dedikleri gibi şöyle demelidirler: "Biz
sizden, sizin akidenizden, sizin hayat ve yayış tarzınızdan ve her türlü tutum
davranışlarınızdan biz sizinle, sizin inancınıza göre idare ve yönetim
meclislerinde bir araya gelip, kesinlikle iş birliği yapmayız ve biz sizden uzağız.
Biz sizin taptıklarınızdan, tağutlardan, putlardan, heykellerden, bunlara
tapınmaktan, bunlara ibadet etmekten, bunları tâzim ve takdis etmekten, bunlara
sığınmaktan, bunlara saygı göstermekten tamamen uzağız."
Ashab-ı Kiram gibi kesin tavır koyup, inkârcılara "biz sizi
inkâr ediyor ve reddediyoruz. Siz bir olan Allah (cc)'ya tam manasıyla inanıncaya
kadar, bizimle sizin aranızda ebedi düşmanlık ve öfke belirmiş ve baş
göstermiştir." Dememiz kesin nasla sabittir.
İnanmış İslâm davasına gönül vermiş dava adamları; İslâm
Şeriatını kabul etmeyen inkârcılara açıkça şunu da demelidirler: "Sizin
bu halinizle siz batılı destekleyip, hakka karşı çıkmanızla, asla size güvenmiyor
ve sizden uzağız. Biz yalnız bir olan Allah (cc)'ya sığınıyoruz. Bizim münimiz ve
koruyucumuz O’ dur" diyerek, İslâm'da hükmetme nizamını ve İslâm
Şeriatını inkâr edenlere karşı kesin çizgilerle ayrı olduklarını belirterek,
siyasî konularda bütünüyle tamamen ayrı durmalıdırlar. Aksi halde istenilen hedefe
ulaşmak imkânsızdır.
Allah (cc)'nun kasemle (yeminle) "And olsun ki onlarda sizin
için güzel örnek vardır" buyruğundaki güzel örnek, siyasî, yönetim
ve hükmetme konularında müminlerin inkârcılardan ayrı durmaları olduğu
anlaşılıyor. Zira kendilerini örnek alacağımız Resulullah (sav) ve Ashab-ı Kiram,
siyasette, yönetimde ve hükmetmede hiç bir zaman, hiç bir yerde (ne Mekke'de ne de
Medine'de) inkârcılarla bir araya gelip aynı meclisin üyeliğini yaparak, ne koalisyon
kurarak, ne hükümet (iktidar) olarak ne de muhalefet olarak aynı mecliste iş birliği
yaparak, aynı mecliste devletin yönetim ve idari işlerinin yürütücülüğünü
yapmamışlardır.
Bir takım kimseler Resulullah (sav)'in Medine'de, yahudilerle
koalisyon kurup, iş birliği yapıp, ortaklaşa devletin işlerini yürüttüklerini
yazıyorlar ve söylüyorlar.
"Medine Vesikası"nı çarpıtarak yazılar yazanlar
kesinlikle demokrat kimselerdir. Bunlar Resulullah (sav)'i de kendileri gibi demokrat bir
insan olduğunu göstermeye çalışan satılmış kimselerdir. Bunlar böyle demeleriyle
Resulullah (sav)'e iftira ettikleri gibi, inkârcılarla iş birliği yapıp demokrasiyle
devlet ve yönetim işlerinin yapılmasının caiz olduğunu ortaya koymaya çalışan
kimselerdir.
Siyasette, yönetimde ve hükmetmede, İslâm Şeriatını kabul
etmeyenlerle iş birliği yapmak, Allah (cc)'nun indirdikleriyle hükmetmemek demektir ki;
kesinlikle böyle bir şey olamaz ve olmamıştır. Ne Resulullah (sav) böyle bir şey
yapmıştır, ne Ashab-ı Kiram ne de gerçek inanan Müslümanlar.
Allah (cc)'nın Resulullah (sav)'in ve Müslümanların düşmanları;
Resulullah (sav) ve Ashab-ı Kiramın Medine'de kurdukları İslâm Devletini, hem
Müslüman olduğunu ve hem de demokrasiye inandığını söyleyen kimselerin elleriyle
yıkanlardır.
Bugün ise ikili oynayarak İslâm düşmanlığı yapanlar; hem
Müslüman olduğunu söyleyip hem de demokrasiyle yönetim yapılır, hükmedilir,
diyenler, Hilâfet Devletinin, İslâm Şeriatının düşmanlarıyla koalisyon kurulur
diyenler, dinde diyalog kurup papalar, papazlar ve hahamlarla görüşüp işbirliği
yapanlar, İslâm Şeriatını, İslâm devletini inkâr eden, yönetici ve idarecilerle
görüşüp, onlara karşı yüz suyu döküp, dalkavukluk yapanlar, öbür taraftan bir
takım kuruluşların başına geçip milyonlarca Müslümanları kendi inançları
doğrultusunda arkalarından sürükleyenler, yeniden Raşidî Hilâfet Devleti'nin
gelmesine engel olanlar işte bunlardır İslâm düşmanları. Çünkü bunlar, Allah
(cc)'nun buyurduğu şekilde Resulullah (sav)'i ve onunla beraber olanları örnek
almıyorlar. Bunlar emperyalist kapitalistlerle siyaset gütmekte, yönetim yapmakta ve
hükümleri tatbik etmekte beraber oluyor, işbirliği yapıyorlar. Hatta beraber olup
işbirliği yapmak şöyle dursun, bu üçünde de siyaset gütmekte, yönetim yapmakta ve
uygulanan hükümlerin tümünde kapitalist akîdesinden fışkıran, kaynaklanan
nizamlara göre yaşayışlarını sürdürüyorlar. Hem de bunu kendi irade ve
istekleriyle yapıyorlar. Bunları kendi iradeleriyle yaptıklarının delili bütün
fiiliyat ve düşünceleridir.
Papa ve papazlarla görüşüp dinde diyalog kurmaları, kapitalist
meclislerin birer yürütücü üyeleri olmaları, kapitalist idarelerinde valilik ve
kaymakamlık yapmaları ve yine kapitalist idarelerinde hakimlik yapıp, kapitalist
kanunlarına göre hüküm vermeleri kendi iradeleriyledir. Başkalarının zoraki
yaptırımlarıyla değildir. Bu yaptıklarının hiç biri de İslâm Şeriatından
değildir.
Örnek alma konusunda Ayeti Kerime ve Resulullah'ın hayatı ile ilgili
yapılan izahattan anlaşılıyor ki; Siyaset gütmede, yönetimde, hükmetmede ve
hükümleri tatbik etmede; İslâm siyasetini, İslâm yönetimini ve İslâm
Şeriatının hükümlerini kabul etmeyenlerden, her yönüyle tamamen ayrı durmak
gerekmektedir. Müslümanlar bu üç konuda inkârcılardan ayrı durmadıkça ve ayrı
çalışma yapmadıkça İslâm Devleti kurma hakkına sahip değillerdir. Ve bu konuda
İslâm’î şekli inkâr edenlerle beraber çalıştıkları sürece İslâm Devleti
(Raşid-î Hilâfet Devleti) kurmaları da imkansızdır.
İslâm Devletini, kabul etmeyenlerden her yönüyle ayrı duran ve
ayrı çalışan samimi Müslümanlar kurarlar ve kuracaklardır inşaallah, İslâm
Devleti olmadığı günümüzde tekrar yeniden Raşidî Hilâfet Devletini kurmak
mükellef olan her Müslüman
üzerine farz-ı ayndır.Bu farzı eda etmek isteyen Müslüman
Resulullah (sav)'i ve Ashab-ı Kiramı örnek alarak bu konularda inkârcılardan ayrı
durmalıdırlar. Aksi halde bu farzı eda etmiş olamazlar.