ÖZBEKİSTAN’DA ALTI BOMBA PATLADI
16-2-1999 da Başkent Taşkent'de altı patlama
meydana geldi. 15 kişi öldü ve onlarca kişi yaralandı. Özbekistan Başkanı Kerimov,
bu patlamanın sorumluluğunu fundamantalistlere ve Hizbullah’a üstletti. Özbekistan
Hükümeti bu patlamaların Kerimov’u hedef edindiği ve orada darbe teşebbüsü
olduğunu bildirdi. Bunun akabinde İsrail Ticaret ve Sanayi Bakanı hemen Kerimov’u
telefonla aradı, başsağlığı diledi ve bu patlamaların sorumlusunun Hizbullah
olduğunu açıkladı. Ancak Al-Hayat gazetesi 20-2-99 da orada Hizbullah’ın
bulunmadığını yalnız Hizb-üt Tahrir’in var olduğunu yazdı. Ancak, Hizb-üt
Tahrir silahlı eylemler düzenlemez. Öte yandan Özbekistan rejimi adlandırılan
fundamantalizmle savaşmak için İsrail’le sağlam ilişki kurdu. “Sahnut” adlı
yahudi ajansı Taşkentte gözle görülür faaliyet yapmaktadır. Ayrıca, Özbekistan
orta asya’ya İslam’i fundamantalizmin yayılmasına karşı gelebilmek için Rusya ve
Tacikistan’la anlaşmalar yaptı. Zira, Kerimov İslami hareketlerin en şiddetli
düşmanlarındandır.
İHVANİ MÜSLİMİN
YENİ ÜRDÜN KRALINA VE REJİMİNE OLAN BAĞLILIKLARINI PEKİŞTİRİYOR
Ürdün’de İhvani Müslimin (Müslüman
kardeşler)’in genel başkanı Abdulmecid Ezzüneyket Ürdün’ün “Ar-Ray”
gazetesine şöyle açıklama yaptı: “Rahmetli yüce kral Hüseyin’in cemaatımızla
ilişkisi yalnız kişisel değil, bundan ziyade asıl sabit stratejik ilişkidir.
Rahmetli yüce kralın İhvanı Müslimin cemaatına bakışı bu cemaatın yüce krala ve
ailesine bakışına dayalıdır.” Bu cemaatın lideri şöyle devam etti. “
İslam’i hareketi ve vatan çıkarlarını ilgilendiren meseleleri öne sürmek üzere
yüce kral Abdullah’la görüşmek için cemaat talebte bulundu.” Şöyle dedi “
Rahmetli yüce kral hikmet ve pek ustalık sahibi idi. Cemaatın siyasetiyle karşılaşma
konusunda göğsü geniş idi, bunları güzel şekilde anlayıp onlara anlayışlı idi.
İhvan hakkında hüsnü zan besliyor ve bize karşı tutumu pek güzeldi . Bunları hep
hatırlayacağız.” “ İslam’i hareketin ilk hedefi Ürdün’ün istikrarı ve
emniyetini korumaktır. Nitekim, hep milli birliği bizi düşündürür. Ayrıca, temel
hürriyetler, milli birliğin unsurlarını güçlendirir. Bunun yanısıra, siyasi alanda
cemaatımızın ilk hedefi siyasi partilerin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının
röllerini canlandırmaktır. Biz İslam’i hareket olarak demokratik, barışcı
vesilelerle islahat yapmaya inanıyoruz.” Öteyandan, bu yeni kral İsrail ile Filistin
Kurtuluş Örgütü arasındaki ilişki ile ilgili Master diploması hazırlamıştır.
Master diplomasının tezinde, 1968 ile 1970 seneleri arasında İsrail Filistin Kurtuluş
Örgütüne karşı düzenli operasyonlar ve saldırıların meşru olduğunu
yazmıştır. O dönemde bu örgüt Ürdün’de konaklıyordu. Bu yeni kral Amerika’da
iken Georgtown üniversitesinde yahudi Alon Benkas’ın derslerine katılıyordu. Bu
yahudi öğretmen şimdi yahudi işci partisinin liderinin danışmanı olarak
çalışmaktadır. Kral Hüseyin ölünce bu öğretmen o liderle beraber bu kralın
cenazesine katıldı.
İşte bu yeni kral, babası gibi yahudilere pek
bağlıdır ve onların hizmetkarıdır. Peki bu İhvan nasıl bu krala babasına
gösterdikleri sevgi ve bağlılığı buna da gösteriyorlar? Nasıl İslam’i hareket
olduklarını iddia ediyorlar? Oysa kendilerinin vatancı, kralcı, demokrat olduklarını
gösteriyorlar. Bunların İslam’la alakaları ne kadar acaba? Sırf isim ile mi
İslam’la alakaları var?
HİZBULLAH’IN
HAFIZ ESADLA ALAKASI
Lübnan’daki Hizbullah’ın Genel sekreteri Hasan
Nasvallah Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esad’a desteğini bir konuşmasında defalarca
gösterdi. Bu genel sekreter, 15-2-1999 tarihinde bir konferansda Hafız Esad’ın
cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılmasını desteklemek amacıyla konuşma yaptı. Bu
konuşmalardan bazı kesitler şunlardır: Teslimiyetçilerin hareketi Esad’ ın yüksek
surları önünde durdu. (onu geçemediler) “Başkan Esad’ın liderliğini temsil eden
olağan üstü nimetinden Lübnan’lılar faydalanmaya çalışsınlar” “Herkes
Şam’a gelirken Esad’ın müstahkem evinde nasıl bölge ile ilgili kararlar
çıkartılıyor diye görsün” “Arap Ümmetine ve Lübnan’ın bu tarihi ve ender
lider olan Esad’ın yaptığı güzel işlerini tanıyoruz” “ Bu merhalede onun
tarihi önemi pek çoktur” Bu genel sekreter, Müslümanlığa yakışmayan, krala
yağcılık ve dalkavukluk yapmıştır. Zira Hafız Esad’ın elleri müslümanların
kanlarıyla boyalıdır. Hama’da 1982’de en az 30 bin Müslümanı öldürdü.
Lübnan’da 1967’de savunma bakana iken binlerce Müslümanı katletti. İsrail’e
Golan tepelerini teslim etmişti. 1970’de darbe yapıp Amerika’ya bağlandı. Halen
küfür anayasası ve kanunlarını uyguluyor. Arap milliyetçiliğini savunuyor.
Hizbullah’ın genel sekreteri için bunlar acaba bir mana taşırmı?
BAZI KİTABLARDAN
SEÇMELER
İslam yönetimini tesis etmek için müslüman hem
silah taşıyamaz, hem de bakan olamaz.
Muhammed Kutub “Çağdaş Vakıamız” adlı
kitabında şöyle yazıyor: “Yönetime ulaşmak üzere yönetimle çarpışmak için
her teşebbüs boştur, basiretli bir iş değil ve düşünmeden kaynaklanan bir iş
değildir. Onun neticesi Hama katliamıdır. Fakat her halukarda cahiliye yönetimini red
eden kimsenin bu yönetimde bakan olması doğru değildir. Yusuf (as)’ma kıyas yapmak
batıldır”
Batılı, Doğulu
Düşünürü Nasıl İmal ediyor
Fransız düşünür Jan Paul Sarter
“Yeryüzünün Azablıları” adlı kitabında “Batı başkentlerinde nasıl doğulu
düşünürler imal ediliyor” başlığı altında şöyle yazıyor: “Değişik dinler
yerine insanlık dini veya mezhebi yerleşsin diyorduk. Bu doğulu düşünürler
ağızlarından bizim seslerimizi tekrarlıyorlardı. Biz susunca onlarda susuyorlar.
Fakat, biz bu düşüncelerin ağızlarına attığımız sözcüklerden başka sözcüğe
malik olmadıklarından emin idik”
Afganinin Dinleri
Birleştirme Daveti
Muvaffak Ben Merce "Hasta Adam”
kitabında Cemaleddin Afganinin şu sözlerini naklediyor: “Yeryüzünün sahiplerine
döndüm. En önemli ihtilaflı konularını inceledim. Baktım ki o dindir. Üç dini ele
aldım ve inceledim şu sonuca vardım; Musavi, İsavi ve Mahammedi! Dinler ilke ve gayede
tamamen müttefiktir. Biri mutlak hayr hususunda eksiklik gösterirse diğeri onu
tamamlar. Buradan bende büyük bir ümit doğdu. O ise bu üç dini birleştirmektir. Bu
benim teorim için planlar çizmeye, satırlar ve davet mesaj ve mektublar yazmaya
başladım.” Afgani şöyle devam ediyor; “Biz mason olarak ilk hedefimiz hürriyet,
eşitlik ve kardeşliktir. Bunu gerçekleştirmek için zulüm kalelerini yıkıp mutlak
adaletin işaretlerini tesis etmektir. Masonluk ise izzet , nefis ve büyüklüktür.
Zulme direnme uğrunda hayata önem vermemektir. İşte masonluğun hedefi budur. Bu
nedenle şerefli davaya katıldım.”
SUDAN HİZB-ÜT
TAHRİR’İN KAYDINI KABUL ETMİYOR.
Sudan çok partili sisteme geçti. Laik, milliyetçi
vatancı ve demokrat partilerini kayıt ettirildiler. Böylece bunlar meşru ve resmi
oldular. Fakat Raşidi Hilafeti kurmak için çalışan Hizb-üt Tahrir'in kaydını Sudan
devleti kabul etmedi. Gazeteler geçen 4 şubatta bu haberi bariz bir şekilde yazdılar.
4-2-1999 Al-Enba gazetesi, Ar-Rey Al-Âm gazetesi, Al Aher gazetesi ve Ahbar El-Yum
gazetesi bu olay hakkında yazdı. Ayrıca, Hizb-üt Tahrir'in Sudan anayasasını ve
kanunlarını eleştirdiğini de yazdılar. Hatta, Hizb-üt Tahrir'in Sudan partiler
kanununun şeriatla çeliştiğini açıkladığından bahsettiler. Nitekim, bu kanun
değişik fikirli partilerin iktidara gelmelerine imkan sağlıyor. Başka ifadeyle, Sudan
demokrasiyi kabul etmiştir. Oysa kendileri İslam'i olduğunu iddia ediyor.
SUUDİ ARABİSTAN
PETROLÜ KİMİN?
Muhammed En-neyrib "Suudi Arabistan
arsındaki ilişkilerin temelleri ve bu ilişkilerin nasıl geliştiğini ve İngilizler
tarafından ne kadar engel gördüğünü inceliyor. Bazı paragrafları oradan
nakledelim. 1949’da eski Amerikan bakanı Jems S. Mous hükümetine bir rapor
hazırlıyor! İngiliz bakanı Amerika’lıları çok kıskanıyor. Bu bakanın
Suudi’nin resmi yetkilileri nezdinde büyük nufuza sahiptir. Bu bakan Amerika’ya
bağlılık gösteren bazı görevlileri makamlarından uzaklaştırmak için Suudi
yetkilileri ikna edebildi. Ayrıca bu İngiliz bakan Suudi Arabistan petrol işleri
konusunda başka bir İngiliz ekonomistin bir danışman olarak tayin edilmesi konusunda
onları da ikna edebildi. Amerikan ve İngiliz taraflara şu konu üzerinde anlaştılar:
Suud kralı kendisi için mali danışman tayin edince Amerikan olacak, askeri ve siyasi
işler için danışman tayin edince İngiliz olacaktır.
1974’te Amerika ve Suud hükümeti “Suudi
Amerikan Komusyonu” kurmak üzerinde anlaştılar. Suudi tarafının temsilcisi Prens
Fahd (şimdiki kral) Amerikan tarafının temsilcisi Amerika dışişleri bakanı Henry
Kissinger’dir. Bu anlaşma gereğince Suudi Arabistan’ın petrol gelirleri şöyle
bölünecektir:
1-Bu gelirin üçte birisiyle Suudi Arabistan
Amerikan malları satın almaya güvence verir.
2-Bu gelirinin diğer üçte birisiyle Suudi
Arabistan-Amerikan borsasından senet ve hisse satın almaya güvence verir.
3-Kalan üçüncü üçte biri konusunda
Suudi Arabistan serbesttir, istediği şekilde kullanabilir.
Suudi Arabistan’ın bu güvencelerine karşı
Amerika Suudi Arabistan’ın iç ve dış emniyetini sağlayacağına dair güvence
verir.
İşte Suudi Arabistan’daki Müslümanların
petrolünün gelirinin üçte ikisi Amerika’ya aittir. Oysa bu gelir yalnız
Müslümanlara ait olmalıdır. Çünkü Resulullah (sav)’in açıkladığına binaen su
gibi petrolde Müsmanların kamu mülkiyetine aittir.
AMERİKA’NIN PLANI
SADECE IRAK’I BÖLMEK DEĞİLDİR.
Irak Cumhurbaşkanı üç ay öncesi son
yardımcısı Taha Yasin Ramadan şöyle açıklamada bulundu. “Amerikan İngiliz
saldırısı yapılırken İran’daki muhalefetçi Şii güçler güney Irak’a sızmaya
çalıştı. Fakat bu güçler yok edildi. Aynı anda Kuzey Irak’ta Kürt güçleri
hareket etmeye çalıştı. Bununla beraber ajanslar orta Irak’ta başkaldırmanın var
olduğunu duyurdu.
Bunun manası Amerika’nın hedefi Irak’ı üç
devletçiğe bölmektir! Güney Irak’ta Şii, orta Irak’ta Sunni ve kuzey Irak’ta
Kürtlere son saldırıyla birlikte bu üç bölgede muhalefetçi güçler hareket etmeye
başlamıştır, fakat ezilmiştir. Bu şekilde Amerika’nın amacının yalnız
Saddam’ı düşürmek olmadığı daha doğrusu Irak’ı parçalamaktır. Irak’ta bu
konuda başarı gösterirse parçalama operasyonları Türkiye’ye ve diğer
memleketlerde de yoğunlaştırılacaktır. Bölge devletleri bunu anlıyor, onun için
Irak’ın bölünmesine karşılardır. Bölge devletleri samimi olup Allah’a dönseler
aralarında birleşmeyi gerçekleştirmek için çalışırlardı. O zaman Amerikan
İngiliz entrikalarını suya düşürürler. Zaten Allah’a dönmezlerse Amerika onları
parçalamak için çalışmaya devam edecektir. Bunu sene gerçekleşmezse bir sene sonra
veya on sene sonra gerçekleşir. Çünkü çirkin milliyetçilik ve mezhepçilik kök
saldı. Bu ise sömürgecilerin işini kolaylaştırır.
İRAN
CUMHURBAŞKANI HATEMİNİN AVRUPA SEYAHATI
İran cumhurbaşkanı Avrupaya ilk seyahatını
düzenledi. Hateminin seyahatinin papa ile Vatikandan başlatması dikkat çekicidir. Bu
ziyaretinde dünya Katoliklerinin lideri olan görüşerek, ona bir Pers edebiyat cının
kitabini hediye etmiştir. Papada buna hiristiyanlıkla ilgili bir resimle karşılık
vermiştir.
Hatemi Vatikan’da vermiş olduğu demeçte
demokratik sistemi savunduğunu açıkladı. Hatemi İslam risaleti taşıyor olsaydı
demokrasiyi savunmaya kalkışmazdı. Çünkü demokrasi halkın hakimiyetine dayalı,
halkın mutlak iradesini benimseyen kendi kendine kanun yapıp onu tatbik eden ve belli
bir sure için idareciler tespit eden bir yönetim seklidir.
İslam’da ancak şeriatın hakimiyeti vardır.
Müslümanlar Allah’ın nizamini uygulaması için bir kişiyi halife seçerek ona biat
verirler. Halife seri hükümleri tatbik ettiği müddetce ve hilafet için ehliyet
şartlarını taşıdıgı surece ümmetin idarecisi olarak kalır.
Ayrıca papa ile görüşmek bir kasıt taşıması
gerekir. Yani onu İslam’a davet ve taşımış olduğu düşünceyi
(Hıristiyanlığı) çürütmekle beraber Resulullah (sav)’ min, sahabenin ve Raşidî
halifelerin takınmış olduğu tavırları aynen sergilemesi gerekirdi.
Kur’an-ı Kerim’de bir çok ayet
Müslümanlardan Hıristiyanları İslama daveti emretmektedir. İnanmadıkları takdirde
İslam hakimiyetini boyun eğmediklerinden dolayı onlara karsı cihad ilan etmek gerekir.
Bu İslam’ın dış siyasetidir ve siyaset buna göre düzenlenmelidir.
İran’ın bu uygulamaları dış siyaseti
olmadığı gibi İslamî bir siyasete de sahip olmadığının bir göstergesidir. İran
anayasası etüt edildiğinde İslamî bir yapıya sahip olmadığı açıkca
görülecektir. Ayrıca amerikan liderliği altında bulunan, küfür kanunları ile idare
edilen BM’nin de üyesidir. Irak’a karsı düzenlenen saldırıda BM’ ine bağlı
olan güvenlik konseyinin 598 nolu kararını kabul ederek dış siyasette güdümlü
olduğunu göstermiştir. Ve halen BM’nin vermiş olduğu kararları aynen
uygulamaktadır.
YEMEN’DE
İSTİKRARSIZLIK
Yemende son yıllarda bir boşluk yaşandığı
gözetlenmektedir. Yemendeki bu boşluğun gerçek vakası hakkında bahsetmeden önce
devletler arası siyasette boşluğun veya istikrarsızlığın tarifini izah etmek
gerekir. İstikrarsızlık; çalışma ve sebatlıkta güçsüzlük içerisinde
bulunmaktır. Başka bir ifade ile eldeki gücün gerekli şekilde kullanılmasına
muktedir olamamaktır.
Yemende şu an siyasi, asgeri ve stratejik bir
boşluk yaşanmaktadır. Bunlardan en önemlisi stratejik olanıdır. Stratejik boşluğun
tarifi ise şöyledir: devletin iç ve dış emniyeti ile alakalı islerinden doğan
problemler karsısında meydana çıkan çaresizliktir. Yemende şu an bu durum
yaşanmaktadır. Bu boşluğa götüren en önemli faktörleri şöyle sıraya biliriz:
- Yemene karşı Amerika, İngiltere ve dünya bankasının açıkça
müdahaleleri söz konusudur. Buna örnek;
Amerikanın Yemendeki savaş nedeni ile
yerleştirmiş olan mayınların yok edil mesi bahanesiyle Yemen ordusuna sızma
teşebbüsü.
- Yemenin başkenti Sana’da amerikan büyük elcisinin bazı İslamî
hareketlerinin liderleri ile görüşme çabaları.
- İngiltere büyük elçisinin güney Yemenin başkenti olan Aden’e
sık sık ziyaretler düzenlemesi.
- Yemende dünya bankasının iktisadi alanda müdahale etmesi ve
Dolara karşı Yemen parasının düşürülmesi.
- Birbirleri ile çarpışan bir grupların meydana gelmesi ve
kabilelerin birbirlerine karsı olan düşmanca tavırları. Buna örnek; Marib
bölgesindeki kabilelerle kuzeydeki kabilelerin arasındaki çatışmalar gösterilebilir
- Yemenin değişik yerlerinde asayişi bozan suikastlar ve bombalı
saldırıların düzenlenmesi. Bu da Aden, Dali ve Hatramut’ta açık bir şekilde
gözükmektedir. Bu olayların arkasında kabile şeyhlerine para yardımı yapan ve
Hatramut halkından bir çoklarına Suud vatandaşlığı veren Suudi Arabistan’ın
olduğu gözükmektedir.
- Tüccarlar, işadamları, siyasi kimseler, yöneticiler hakkında
insanlar arasında asılsız söylemeler yayılmaktadır. Sana’da kızların
kaçırılması neticesinde, korku ve güvensizlik toplumda yayılmıştır.
- Komşu devletler Yemenin bu durumundan istifade ederek bazı
bölgelerini işgal edip devletler arası sürtüşmeye sebep olmaktadırlar. Misal;
Eritre Kızıl denizindeki Yemene ait Hunis adalarını ve Suudi Arabistan’da Yemen
çölünün bazı yerleri işgal ettiler.
İste bunlar dengeleri bozan istikrarsızlığa
götüren unsurlardan bazılarıdır. Bunların neticesinde de Yemende şunlar zuhur
etmiştir:
- Yemen bir boşluk içerisinde yasamaya başlamış oldu. Şu an sanki
Yemende devlet mevcut değildir. Bu halin elbette değişmesi gerekir. Alternatif olarak
orada istikrarı temin edecek bir devletin kurulması gerekir.
- Kuzey ve güney Yemen arasında bölgecilik meydana gelmiştir,
şöyleki: güneydeki halk kuzeydeki halktan ayrılmaya hazır haldedirler. Çünkü
güneydeki önemli ve hassas yerler kuzeylilerin elinde bulunmaktadır. Hatta bir çok
görevler kuzeylilerin ellerindir. Bu ise güneylilerden bölgecilik hevesini
artırmaktadır.
- İslamî ve gayri İslamî hareketlerde menfaatcılığın
yayılmasıdır. Bu durum insanlar arasında güvensizliğe neden olmaktadır.
Menfaatcılık insanları ikiyüzlülüğü öğretmekle beraber çıkarcılığada sevk
etmektedir.
- Aklın kabul edemiyeceği şekilde şiddetli fakirliğin yayılması
ve gençler arasında yüksek oranda işsizliğin olmasıdır.
Bütün bunlar yeni alternatifler
aramaya yöneltmektedir. Bu boşluğu kapatmakta Müslümanlar hızlı bir şekilde
hareket etmezlerse dış güçler bu istikrarı sağlamak bahanesiyle bazı kişileri
iktidara getirip orada hakimiyetlerini pekiştirebilirler.
Allah’tan niyazımız samimi Müslümanların
çabucak harekete geçmesi, bu boşluğu doldurması ve Yemene saadeti getirmeleridir.
* * * * * |