İSLAM ÜMMETİNİN KALKINMASI
Abdullah Caner
İslam “LAİLAHE
İLLALLAH MUHAMMEDÜN RASULULLAH” akidesi üzerine bina edilen bir
ideolojisidir. İslam ümmetinin kalkına bilmesi için bu ideolojiyi hayat nizamı ve yaşam metodu edinmesi gereklidir.
Müslümanlar, İslam toplumunun İslam’ın
gereği olarak oluşmasının farziyetini idrak ettikleri zaman, İslam nizamının
kaynağı olan İslam’ın akidesini korumak ve bu uğurda dünyalık hiç birşeye
kıymet vermeden bu meseleyi ölüm-kalım meselesi yapmalıdır.
İslam toplumunda İslam’ı tatbik etmek için
İslam’ın tatbikini tehdit eden unsur meydana geldiği zaman Müslümanlar bunu
kaldırmak için hayatını göz kırpmadan feda etmelidir.
Ümmet ve toplum üzerine zor şartlar geldiği
(nitekim günümüzde olduğu gibi) ümmet elbirliği ile bu zorluğu yenmek ve düzeltmek
için bütün gücüyle karşı koymalıdır.
Eğer ümmet bütün gücüyle bu zor şartlara
karşı koymazsa varlığının gayesini kaybeder, var olmasının gayesi ise İslam
akidesidir. Şayet ümmet İslam akidesini kaybederse bütün değerlerini yitirir
insanlara boyun büker hale gelir.
Ümmet düşmüş olduğu bataklıktan
kalkınmayı istiyorsa kendisi açısından İslam’ı ölüm-kalım meselesi olarak
idrak etmelidir.
Böylece umulur ki İslam ümmeti kendi nezdinde
kalkınmanın tezahürünü görerek, kendilerini beşeriyete İslam risaletini taşıyan
kimseler olarak addederler. Çünkü İslam risaletini taşıyan İslam’ın ümmeti,
ümmetlerin en hayırlısıdır.
Allah’ u Teala ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır.
" Siz insanlık için
çıkarılmış iyiliği emreden kötülüğü nehyeden ve Allah ‘a iman eden en
hayırlı bir ümmetsiniz." (Ali İmran 110)
Allah’u Teala İslam ümmetinin iyiliği
emrettiği ve kötülükten nehy ettiğine Allah’a iman ettiği müddetçe ümmetlerin
en hayırlısı olduğunu beyan etti.
Yani İslam ümmeti, İslam’ı bir nizam olarak
insanlara taşımaya devam ettiği müddetçe ümmetlerin en hayırlısı olduğunu beyan
etti.
İşte buna binaen ümmet eskiden Allah’u
Teala’nın Kelime-i Tevhidinin yeryüzüne yayılması yolunda bütün gücünü sarf
etmiştir.
Ümmet taki fikri düşüşe geçinceye ve
fertleride dünya sevgisiyle meşgul olasıya kadar cihad etmekten hiç geri
kalmamıştır
İslam ümmetinin kalkınması ancak İslam’ı
nihai hayat ve kapsamlı yaşam nizamı edinmesiyle ve risalet olarak aleme taşıması ve
hayatta uğraş edinmesi ile mümkün olur.
Bunun için ümmetin düşmüş olduğu durumdan
kurtulup kalkınabilmesi için İslam’ı kendisine tekrar ölüm-kalım meselesi ve
ondan başka kendisine refah sağlayacak bir nizamın olmadığını idrak etmelidir.
İşte bu da bu hayatta her şeyi Allah (cc)
uğrunda kurban etmeyi talep etmektedir. Allah’u Teala ayeti kerimede şöyle buyuruyor.
Deki dünya zevki pek
azdır ahiret takva sahibi olanlar için daha hayırlı ve orada kıl kadar haksızlığa
uğramazsınız. (Nisa 77)
Müslümanlar dünya sevgisini terk edip,
İslam’la amel ederek ahireti talep ederlerse tekrar dünyada liderlik ve izzet onların
olup bu şekilde ahireti ve dünyayı kazanırlar. Allah’u Teala ayeti kerimede şöyle
buyuruyor.
“Allah
müminlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak pahasına satın aldı.
Allah yolunda çarpışacaklar öldürecekler ve öleceklerdir. Tevrat’ta, İncilde ve
Kura’nda da kendi üzerine hak bir va’addır. Allah’tan daha ziyade sözünde duran
kim olabilir. O halde yaptığınız bu alış verişden dolayı sevinin işte en büyük
saadet budur. (Tevbe 111)
Ümmet için İslam’ı nizam olarak edinmek
hükümlerini idrak etmeyi ve onları anlamayı ve onlarla amel etmeye azami gayret
göstermeyi gerektirir.
Çünkü bugün içinde bulunduğumuz duruma
gelmemize İslam’ı anlamadaki şiddetli zafiyet ve geçmiş asırlarda zihinlerinin
batı fikirlerine yönelmeleri sebeb olmuştur.
Müslümanlarda İslam’i anlayışın
zayıflamasıyla yabancı fikirlerin İslam toplumuna girmesi kolaylaşmış ve onda
çalkantılara sebeb olmuş ve bu yabancı fikirler dinin hükümlerini terk etmeye
götürmüştür. Bundan dolayı ümmetin işini güdecek siyasi anlayış, kafirlerin
İslam toplumuna girmesini engelleyip onların fikirlerini topluma getirecek köprüleri
de ortadan kaldırmayı gerekli kılar.
İslam ümmetinin kalkınması, İslamı tekrar
hayata geri getirip onun dışındaki her şeyi bir kenara atarak onun yolunda güç
kullanmayı ve ölmeyi gerektiren bir ölüm-kalım meselesidir.
İslam ümmeti Allah’u Teala’nın şeriatının
liderlik ettiği bir İslam’i toplum olur, yada Allah’ u Teala’nın şeriatının
liderlik etmediği gayri İslam’i bir toplum olur.
Ümmet için Allah’u Teala’nın şeriatının
liderlik etmesi, risaletin en hayırlısı bağların en faziletlisini oluşturduğu gibi
hayatta gerçekleştirmek istediğimiz hedefin, gayenin ve ona mensub olmanın en
hayırlısını teşkil eder.
Nitekim ki Ümmetin Nebisi (sav) veda hutbesinde
şöyle demiştir. “ Ben size iki şey bırakıyorum. O ikisine sımsıkı
sarıldığınız müddetçe ben den sonra asla sapmayacaksınız. O ikisi Allah’ın
kitabı ve benim Sünnetimdir."
İşte bugün Müslümanlar, Allah (cc) nun
Kitabında ve Resulünün sünnetine sıkı sıkı sarılmayı terkettiklerinden dolayı
bugün zillet içerisindedirler. Zira Resulullah (sav) Efendimiz Veda Hutbesinde ümmetini
uyarmıştır. Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır.
" Ey iman edenler
Allah ve Resulü sizi, size hayat verene çağırdıkları zaman hemen icabet ediniz.
Bilin ki Allah, hakikaten kişi ile kalbinin arasına girer ve siz mutlaka toplanıp ona
varacaksınız.” (Enfal 24)
Ümmetlerin silahının tefekkür olduğunda her
hangi bir şüphe yoktur. Tefekkürün gelişmesiyle ümmet kalkınır tefekkürün
sönmesi ve zayıflamasıyla ümmetler geri kalır.
Ümmetlerin devamı kendisindeki fikri ateşin
devamı iledir. Ümmetlerin çözülmesi bu fikri ateşin sönmesiyledir. Tefekkür,
hissedilmeyen hususları veya maneviyatı araştırmak veya farzları yerine getirmek ve
ona güvenmek değildir.
Tefekkür ancak her gün ve her saat insan için
meydana gelen vakalardan doğan neticedir. İşte bu tefekkür, kalkınmış hayata güç
yetiren ümmette bulunur ve o eşyalar üzerine hüküm vermeye ve eşyaların
durumlarını belirleyendir. İşte buna binaen de tefekkür vakıaları maddi amele
dönüştürmeye sebeb olur. Fikir, maddi işlerin kendisi üzerine bina edilendir ve bu
kesin somut neticelere götürür. Buda süratli bir şekilde vucut bulur.
Ümmet vakıaları belirlemeye maddi işleri yerine
getirmeye muktedir olduğu halde gerektiği gibi tefekkür edemezse o zaman bu ümmet
layık olduğu hayata sahib olamaz. Bundan dolayı diğer ümmetler ona galip gelir ve
düşmanları onun üzerine kuduz köpekler gibi saldırır da ümmet bunları başından
def etmeye güç yetiremez. İşte bu tefekkür iki şekilde açığa çıkar. Teşri
tefekkür ve siyasi tefekkür. Birincisi hayat problemlerine çare bulan tefekkür, ikinci
ise insanların işlerini gütmek için yapılan tefekkürdür. Bu ikisinden her biri
ümmetin hayatta devamı için zaruridir.
Teşri tefekkür ümmetin günlük
karşılaştığı problemlere çare bulmak için şeriattan kanunlar istinbat etmeyi
hedef edinmektir. İşte bundan dolayı bu hadiseler karşısında toplumun ve ümmetin
konumunu durumunu sınırlandırmayı yani belirlemeyi ve hadiselerin hayatta ümmetin
akidesine ve metoduna muhalif düştüğü zaman o hadiselerin yanlışlığını
açıklamayı veya hadiseler ümmet akidesine mutabık düştüğü zaman onun sıhhatini
belirtmeyi gerektirir.
Hayat süratle devam etmekle birlikle yeni icatlar
ve keşifler neşet etmektedir. İşte buna binaen de ümmetin bu yenilikler karşısında
konumunu açıklamak lazımdır. Şayet böyle olmazsa toplumun bedenine anarşi sirayet
edip toplum cahil ve hayretler içinde kalır. İşte bundan dolayı teşri nizamda
canlılıklar zaruri olur. Çünkü teşri nizam, her zaman ve mekana uygun düştüğü
zaman yeniliklerin hepsine şamil olması gereklidir. İslam ümmetinde şer’i naslardan
şer’i hükmü istinbat etmeye götürecek şer’i tefekkür içtihadda açığa
çıkar. İşte bu sebeble İslam’i toplumun ve devletin ve insanların durumlarını
yeniden gözden geçirmek gereklidir.
Muhakkak ki tefekkürün bu çeşidi İslam
ümmetinde gelişmiş idi. İslam ümmeti içerisinde, hicri 4 üncü asra kadar onunla
meşgul olanlar vardı. Nedeni ümmetin İslam’i hükümlere ve Allah’ın şeriatına
ve Allah’ın razı olduğu veyahut olmadığı hususları açıklamaya şiddetle
düşkün olmaları idi.
Hicri 4 üncü asrın sonlarına doğru ümmet
arasında içtihadı terk etmeye, bırakmaya ve onlara içtihadın tehlikeli olduğunu
ikna etmeye çalışan kimseler çıktı. Nihayet bu çalışmanın ürünü olarak
içtihad yolu daralmış oldu.
Ne zaman ki ümmet, medeni şekiller karşısında
hayrete düştü ve ne yapılacak noktasında aciz kaldılar, işte o zaman teşri
fikrinin olmayışından ulemalar arasında aşırı fikir ayrılığı zuhur ederek çok
büyük yanılgıya düştüler. Bunun içinde bazı kimseler batıda olan her şeyi
toptan veya kısmen red etmeye çağırdı ve bu mecalde hem gülünç hemde ağlatıcı
duruma düştüler. Kahve bulunduğu zamanlarda ulemanın onun haramlılığına dair
fetva vermeleri. Aynı şekilde telefon icat edildiğinde onun haramlığına dair fetva
vermeleri ulemanın içine düştüğü durumları en bariz örneklerdir. Ve yine
sanayinin ve benzerlerinin haramlığına çağıran kimseler ümmet içinde meydana
çıktı. Kalkınan batının sınai olarak ulaşmış olduğu yerle İslam ümmetinin
bulunduğu yer arasında çok büyük bir fark bu zaman içerisinde barizce
görülmektedir. İşte bunun için insanlar İslam’a ve hükümlerine güveni
kaybetmişlerdir. Çünkü onlar (batının zannettiği gibi) İslam’ın asırla beraber
yürüyemeyeceğini zannettiler. Bu yanılgılardan dolayı ümmet geri kalmıştır.
Tekrar bu ümmetin kalkınabilmesi ve eski izzetine
kavuşabilmesi için asrı saadette olduğu gibi İslam’a sahib çıkıp Allah'ın
nizamını yeryüzüne hakim kılarak cihad yoluyla aleme İslam risaletini taşıması
gerekir. |