Hilafet -113                 Muharrem  1420               Nisan  1999                    Yıl 11

<<

BİR KONU

>>

İSLAM ÜMMETİNİN KALKINMASI

Abdullah Caner

İslam LAİLAHE İLLALLAH MUHAMMEDÜN RASULULLAH akidesi üzerine bina edilen bir ideolojisidir. İslam ümmetinin kalkına bilmesi için bu ideolojiyi hayat nizamı ve yaşam metodu edinmesi gereklidir.

Müslümanlar, İslam toplumunun İslam’ın gereği olarak oluşmasının farziyetini idrak ettikleri zaman, İslam nizamının kaynağı olan İslam’ın akidesini korumak ve bu uğurda dünyalık hiç birşeye kıymet vermeden bu meseleyi ölüm-kalım meselesi yapmalıdır.

İslam toplumunda İslam’ı tatbik etmek için İslam’ın tatbikini tehdit eden unsur meydana geldiği zaman Müslümanlar bunu kaldırmak için hayatını göz kırpmadan feda etmelidir.

Ümmet ve toplum üzerine zor şartlar geldiği (nitekim günümüzde olduğu gibi) ümmet elbirliği ile bu zorluğu yenmek ve düzeltmek için bütün gücüyle karşı koymalıdır.

Eğer ümmet bütün gücüyle bu zor şartlara karşı koymazsa varlığının gayesini kaybeder, var olmasının gayesi ise İslam akidesidir. Şayet ümmet İslam akidesini kaybederse bütün değerlerini yitirir insanlara boyun büker hale gelir.

Ümmet düşmüş olduğu bataklıktan kalkınmayı istiyorsa kendisi açısından İslam’ı ölüm-kalım meselesi olarak idrak etmelidir.

Böylece umulur ki İslam ümmeti kendi nezdinde kalkınmanın tezahürünü görerek, kendilerini beşeriyete İslam risaletini taşıyan kimseler olarak addederler. Çünkü İslam risaletini taşıyan İslam’ın ümmeti, ümmetlerin en hayırlısıdır.

Allah’ u Teala ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır.

" Siz insanlık için çıkarılmış iyiliği emreden kötülüğü nehyeden ve Allah ‘a iman eden en hayırlı bir ümmetsiniz." (Ali İmran 110)

Allah’u Teala İslam ümmetinin iyiliği emrettiği ve kötülükten nehy ettiğine Allah’a iman ettiği müddetçe ümmetlerin en hayırlısı olduğunu beyan etti.

Yani İslam ümmeti, İslam’ı bir nizam olarak insanlara taşımaya devam ettiği müddetçe ümmetlerin en hayırlısı olduğunu beyan etti.

İşte buna binaen ümmet eskiden Allah’u Teala’nın Kelime-i Tevhidinin yeryüzüne yayılması yolunda bütün gücünü sarf etmiştir.

Ümmet taki fikri düşüşe geçinceye ve fertleride dünya sevgisiyle meşgul olasıya kadar cihad etmekten hiç geri kalmamıştır

İslam ümmetinin kalkınması ancak İslam’ı nihai hayat ve kapsamlı yaşam nizamı edinmesiyle ve risalet olarak aleme taşıması ve hayatta uğraş edinmesi ile mümkün olur.

Bunun için ümmetin düşmüş olduğu durumdan kurtulup kalkınabilmesi için İslam’ı kendisine tekrar ölüm-kalım meselesi ve ondan başka kendisine refah sağlayacak bir nizamın olmadığını idrak etmelidir.

İşte bu da bu hayatta her şeyi Allah (cc) uğrunda kurban etmeyi talep etmektedir. Allah’u Teala ayeti kerimede şöyle buyuruyor.

Deki dünya zevki pek azdır ahiret takva sahibi olanlar için daha hayırlı ve orada kıl kadar haksızlığa uğramazsınız. (Nisa 77)

Müslümanlar dünya sevgisini terk edip, İslam’la amel ederek ahireti talep ederlerse tekrar dünyada liderlik ve izzet onların olup bu şekilde ahireti ve dünyayı kazanırlar. Allah’u Teala ayeti kerimede şöyle buyuruyor.

“Allah müminlerden canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olmak pahasına satın aldı. Allah yolunda çarpışacaklar öldürecekler ve öleceklerdir. Tevrat’ta, İncilde ve Kura’nda da kendi üzerine hak bir va’addır. Allah’tan daha ziyade sözünde duran kim olabilir. O halde yaptığınız bu alış verişden dolayı sevinin işte en büyük saadet budur. (Tevbe 111)

Ümmet için İslam’ı nizam olarak edinmek hükümlerini idrak etmeyi ve onları anlamayı ve onlarla amel etmeye azami gayret göstermeyi gerektirir.

Çünkü bugün içinde bulunduğumuz duruma gelmemize İslam’ı anlamadaki şiddetli zafiyet ve geçmiş asırlarda zihinlerinin batı fikirlerine yönelmeleri sebeb olmuştur.

Müslümanlarda İslam’i anlayışın zayıflamasıyla yabancı fikirlerin İslam toplumuna girmesi kolaylaşmış ve onda çalkantılara sebeb olmuş ve bu yabancı fikirler dinin hükümlerini terk etmeye götürmüştür. Bundan dolayı ümmetin işini güdecek siyasi anlayış, kafirlerin İslam toplumuna girmesini engelleyip onların fikirlerini topluma getirecek köprüleri de ortadan kaldırmayı gerekli kılar.

İslam ümmetinin kalkınması, İslamı tekrar hayata geri getirip onun dışındaki her şeyi bir kenara atarak onun yolunda güç kullanmayı ve ölmeyi gerektiren bir ölüm-kalım meselesidir.

İslam ümmeti Allah’u Teala’nın şeriatının liderlik ettiği bir İslam’i toplum olur, yada Allah’ u Teala’nın şeriatının liderlik etmediği gayri İslam’i bir toplum olur.

Ümmet için Allah’u Teala’nın şeriatının liderlik etmesi, risaletin en hayırlısı bağların en faziletlisini oluşturduğu gibi hayatta gerçekleştirmek istediğimiz hedefin, gayenin ve ona mensub olmanın en hayırlısını teşkil eder.

Nitekim ki Ümmetin Nebisi (sav) veda hutbesinde şöyle demiştir. “ Ben size iki şey bırakıyorum. O ikisine sımsıkı sarıldığınız müddetçe ben den sonra asla sapmayacaksınız. O ikisi Allah’ın kitabı ve benim Sünnetimdir."

İşte bugün Müslümanlar, Allah (cc) nun Kitabında ve Resulünün sünnetine sıkı sıkı sarılmayı terkettiklerinden dolayı bugün zillet içerisindedirler. Zira Resulullah (sav) Efendimiz Veda Hutbesinde ümmetini uyarmıştır. Allah’u Teala şöyle buyurmaktadır.

" Ey iman edenler Allah ve Resulü sizi, size hayat verene çağırdıkları zaman hemen icabet ediniz. Bilin ki Allah, hakikaten kişi ile kalbinin arasına girer ve siz mutlaka toplanıp ona varacaksınız.” (Enfal 24)

Ümmetlerin silahının tefekkür olduğunda her hangi bir şüphe yoktur. Tefekkürün gelişmesiyle ümmet kalkınır tefekkürün sönmesi ve zayıflamasıyla ümmetler geri kalır.

Ümmetlerin devamı kendisindeki fikri ateşin devamı iledir. Ümmetlerin çözülmesi bu fikri ateşin sönmesiyledir. Tefekkür, hissedilmeyen hususları veya maneviyatı araştırmak veya farzları yerine getirmek ve ona güvenmek değildir.

Tefekkür ancak her gün ve her saat insan için meydana gelen vakalardan doğan neticedir. İşte bu tefekkür, kalkınmış hayata güç yetiren ümmette bulunur ve o eşyalar üzerine hüküm vermeye ve eşyaların durumlarını belirleyendir. İşte buna binaen de tefekkür vakıaları maddi amele dönüştürmeye sebeb olur. Fikir, maddi işlerin kendisi üzerine bina edilendir ve bu kesin somut neticelere götürür. Buda süratli bir şekilde vucut bulur.

Ümmet vakıaları belirlemeye maddi işleri yerine getirmeye muktedir olduğu halde gerektiği gibi tefekkür edemezse o zaman bu ümmet layık olduğu hayata sahib olamaz. Bundan dolayı diğer ümmetler ona galip gelir ve düşmanları onun üzerine kuduz köpekler gibi saldırır da ümmet bunları başından def etmeye güç yetiremez. İşte bu tefekkür iki şekilde açığa çıkar. Teşri tefekkür ve siyasi tefekkür. Birincisi hayat problemlerine çare bulan tefekkür, ikinci ise insanların işlerini gütmek için yapılan tefekkürdür. Bu ikisinden her biri ümmetin hayatta devamı için zaruridir.

Teşri tefekkür ümmetin günlük karşılaştığı problemlere çare bulmak için şeriattan kanunlar istinbat etmeyi hedef edinmektir. İşte bundan dolayı bu hadiseler karşısında toplumun ve ümmetin konumunu durumunu sınırlandırmayı yani belirlemeyi ve hadiselerin hayatta ümmetin akidesine ve metoduna muhalif düştüğü zaman o hadiselerin yanlışlığını açıklamayı veya hadiseler ümmet akidesine mutabık düştüğü zaman onun sıhhatini belirtmeyi gerektirir.

Hayat süratle devam etmekle birlikle yeni icatlar ve keşifler neşet etmektedir. İşte buna binaen de ümmetin bu yenilikler karşısında konumunu açıklamak lazımdır. Şayet böyle olmazsa toplumun bedenine anarşi sirayet edip toplum cahil ve hayretler içinde kalır. İşte bundan dolayı teşri nizamda canlılıklar zaruri olur. Çünkü teşri nizam, her zaman ve mekana uygun düştüğü zaman yeniliklerin hepsine şamil olması gereklidir. İslam ümmetinde şer’i naslardan şer’i hükmü istinbat etmeye götürecek şer’i tefekkür içtihadda açığa çıkar. İşte bu sebeble İslam’i toplumun ve devletin ve insanların durumlarını yeniden gözden geçirmek gereklidir.

Muhakkak ki tefekkürün bu çeşidi İslam ümmetinde gelişmiş idi. İslam ümmeti içerisinde, hicri 4 üncü asra kadar onunla meşgul olanlar vardı. Nedeni ümmetin İslam’i hükümlere ve Allah’ın şeriatına ve Allah’ın razı olduğu veyahut olmadığı hususları açıklamaya şiddetle düşkün olmaları idi.

Hicri 4 üncü asrın sonlarına doğru ümmet arasında içtihadı terk etmeye, bırakmaya ve onlara içtihadın tehlikeli olduğunu ikna etmeye çalışan kimseler çıktı. Nihayet bu çalışmanın ürünü olarak içtihad yolu daralmış oldu.

Ne zaman ki ümmet, medeni şekiller karşısında hayrete düştü ve ne yapılacak noktasında aciz kaldılar, işte o zaman teşri fikrinin olmayışından ulemalar arasında aşırı fikir ayrılığı zuhur ederek çok büyük yanılgıya düştüler. Bunun içinde bazı kimseler batıda olan her şeyi toptan veya kısmen red etmeye çağırdı ve bu mecalde hem gülünç hemde ağlatıcı duruma düştüler. Kahve bulunduğu zamanlarda ulemanın onun haramlılığına dair fetva vermeleri. Aynı şekilde telefon icat edildiğinde onun haramlığına dair fetva vermeleri ulemanın içine düştüğü durumları en bariz örneklerdir. Ve yine sanayinin ve benzerlerinin haramlığına çağıran kimseler ümmet içinde meydana çıktı. Kalkınan batının sınai olarak ulaşmış olduğu yerle İslam ümmetinin bulunduğu yer arasında çok büyük bir fark bu zaman içerisinde barizce görülmektedir. İşte bunun için insanlar İslam’a ve hükümlerine güveni kaybetmişlerdir. Çünkü onlar (batının zannettiği gibi) İslam’ın asırla beraber yürüyemeyeceğini zannettiler. Bu yanılgılardan dolayı ümmet geri kalmıştır.

Tekrar bu ümmetin kalkınabilmesi ve eski izzetine kavuşabilmesi için asrı saadette olduğu gibi İslam’a sahib çıkıp Allah'ın nizamını yeryüzüne hakim kılarak cihad yoluyla aleme İslam risaletini taşıması gerekir.

< Önceki

 

sonraki >