Hilafet -113                 Muharrem  1420               Nisan  1999                    Yıl 11

<<

AKIDE

>>

AKİDE TESBİTİ VE BENİMSEMEDE İZLENECEK YOL

Mehmet Sakin

Bugün ne yazık ki; Hilafet Devletinin olmayışından dolayı İslam ordularının ulaştığı beldeler yok. Topluca insanların hidayete kavuştuğu haberleri artık kulaklarımıza gelmez oldu. O günleri geri getirecek İslam şahsiyetine bürünmüş hazır bir toplum ancak temenni ve arzularda kalmış, hayatla bağları tamamen kopartılmıştır. İslam’ın getirmiş olduğu kültür zenginliği artık gözükmezken maddi zenginlikler de sömürgeci güçlerin eline geçmiştir. Yoklar öyle sine kabarık ki; ümmetin altında ezilmekten dermanı tükenmiş, çaresizce elini uzatarak kurtulmanın yollarını aramaktadır. Bu çırpınış ne yazık ki gerçeği görerek değil vakıadan esinlenmenin bir neticesidir.

Ümmet vakıadan kaynaklanan belirsizlikler içerisinde, berrak düşünce ve şahşiyetini kaybederek yanlışları bünyesine kabul etmiştir. Bundan dolayı ümmetin bugün hayata bakış açısı tamamen farklı bir konumdadır. Yani toplumda hakim olan sistemin hayata bakış açısı ümmette mefhumlaşmış haldedir. Buna nazaran zulümkar dü zenler baskı ve zulümlerini hiç eksiltmeden devam ettirerek ümmeti çekingen ve korkak bir hale getirmişlerdir.

Elbette ki; içinde yaşamakta olduğumuz bu günkü hal böyle devam edecek değildir. Ümmet içerisine düşmüş olduğu zafiyetten kurtulmak için gerekli olan adımları atmakta gecikmiş olsa da bir gün yükselişe geçerek arzuladığı günlere kavuşacaktır. Bu hal kendiliğinden olamayacağı gibi hayali kurtarıcılar beklemekle de gerçekleşmez. Müslümanlar konunun ciddiyetini kavrayarak müzdarip oldukları konumdan bir an önce kurtulmanın çaresine bakmalıdırlar. Akla şöyle bir soru gelebilir. Peki ümmet ve insanlık bulunmuş olduğu bu günkü halden nasıl kurtulacaktır? Bu ve buna benzer bir çok mesele basitce veya dallarından ele alınarak çözmek mümkün değildir. Köklü bir çözüm ancak aydın bir bakışı gerektirir. Bundan dolayı meselenin aslına inerek kapsamlı, tatminkar, şüpheye meydan bırakmayacak, soruların kendisinde cevap bulduğu net bir fikir ortaya koymak gerekir. İnsanın, büyük düğümü çözmesi tabi ki belli kaideler içerir. İlk husus olarak bu konuda izlenecek olan usule değinmek istiyoruz.

İNSAN NEDİR?

Aydın bir bakışla doğru çözümü gerçekleştirmek için önce insanın kendini tanıması kaçınılmazdır. Bu meyanda karşımıza insan nedir? sorusu çıkmaktadır. Kişinin bu konuyu çözmeden önce atacağı her adım başarısızlığa ve huzursuzluğa sebebiyet verecektir.

İnsanın varlığını ve özelliğini kavramak ancak iki yolla mümkün olur ki bunlar; akli ve nakli delillerdir.

Geçmişten günümüze kadar insan üzerinde bir çok incelemeler gerçekleştirilmiştir. Bu incelemeler bilimsel olduğu gibi aydın düşünceye dayanmayan, farazi ve felsefik içerikler taşıyan bulgulardır. Bunları özetlediğimiz de karşımıza insan unsurunun aşılması güç bir konu içerdiği zannı doğabilir.

İnsanın Allah’ın yeryüzünde ruhu olduğu, maymundan türediği, insanın içerisinde şeytanın bulunduğu, maddeden kendi kendine teşekkül ettiği, hayvanlarla eşdeğerlik taşıdığı,insan eşyadaki tekamül neticesinde bugünkü halini aldığı gibi burada sayamadığımız bir çok düşünceler insanlar arasında yaygın haldedir.

İnsan varlığını anlaması, kainatla olan bağlarını derin tefekkür etmesi neticesinde çözebilir. Çünkü insan kainat içerisinde bir yer teşkil etmekte ve onlarla sürekli bir alaka kurmaktadır. Bu alaka insanın davranışlarını gözlemlemeye itecektir. Bu noktaya getiren insanda bulunun ve itici güç olarak addedilen canlılık vasfının bulunmasıdır. Canlı olması hayatın ikamesi için iticilerin bulunmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Yani acıktığında yemesi, susadığında içmesi gibi. Bunun için de mutlak olarak eşyaya ihtiyacı vardır. Birde doyurmaya zorunlu olduğu haller vardır ki buna da uzvi ihtiyaçlar diyoruz. Bu haller diğer canlılarda da bulunmaktadır. Hayvan eşyanın kendisini doyurup doyurmadığını hissi idrakle ayırt edebilir. Fakat hayvan uzvi ihtiyaçlarını geliştiremez. İnsanı diğer canlılardan ayıran ve insanın üstün olma özelliğini ortaya koyan bu noktada doyurayım mı doyurmayayım mı şeçeneğinin bulunmasıdır. Akabinde doyurma keyfiyeti hakkında hüküm koymaya yönelir ki buda ister istemez hükmü kimin belirleyeceği sorusunu doğurur. Hüküm vermeye kalkıştığında da gerçekten hakimin kendisi olup olmadığını düşünecektir. Uzvi ihtiyaçlarını düzenlemede göstereceği aczin tesiri neden ve niçin sorularıyla karşılaştıracak ve yeniden kainata yönelecektir. Bu yöneliş hakimi, hükmedeni bulmak içindir. Diğer varlıklarla insan arasındaki farkı keşfetmek insan vasfının tesbitidir. Nasıl yaratıldığı sorusu ise bilim, deney ve felsefi düşüncelerle tesbit edilecek bir konu değildir. Çünkü vehmi ve zannı içerisinde barındıran tesbit şüpheyi doğurmaktan ileri gidemez. Aklın idrak ettiği şeyler insan, hayat ve kainattır. Bu kati deliller her meselenin çözümünde ipuçları olacaktır. Bu açıdan insanın nasıl var olduğunu tesbit ancak tarihi bir olaydır. Ancak bazılarının savunduğu, insanın tekamülen gerçekleştiği zandan başka bir şey değildir. Günümüzde bu düşünce modern tarzlar içerisinde teori olarak yeniden insanlığa sunulmaktadır. İnsan günümüzdeki şekliyle tekamül etmeden hayatını ikame ettiriyorsa geçmiş için nasıl bir tekamülden söz edebiliriz? Bu teoride yanıldıklarını söylemelerine rağmen ısrarla üzerinde durmaları bir şeylerin önünü perdelemekten başka kasıtlarının olmadığını göstermektedir.

İnsan diğer canlılarla olan farkını akli yoldan elde etmesine rağmen varlığını ve nasıl yaratıldığını akli yoldan tesbit etmesi olan mümkün değildir. Bunun için insan, yaratılışının keyfiyetini iyi idrak etmesi gerekir ki bu hususta tek sağlam ve geçerli mütavatir (kuşkuya yer vermeyecek kesin bilgiler) kaynaklara baş vurması gerekir. Bu konuda Müslümanların ihtilafa düşmediği ve hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşan Kur’anı Kerim insanın yaratılışı hakkında şunlardan bahsetmektedi

“O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasında atılagelen bir sudan yaratılmıştır.’’(Tarık 6-7)

‘’ Sizi yaratan Biziz; hala tasdik etmez misiniz?’’(Vakıa 57)

‘’Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık.’’(Hucurat 13)

‘’O, sizi çamurdan yaratan, sonra size bir ecel tayin edendir.’’(En’am 2)

‘’And olsun ki, insanı kuru balçıktan, işlenebilen kara topraktan yarattık.’’(Hicr 26)

“Hani Rabbin Meleklere Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım demişti.’’(Bakara 13)

“And olsun ki, sizi yarattık, sonra şekil verdik…’’(Araf 11)

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık.’’(Tin 4)

Bu saydığımız ve bir çok ayetlerde insanın yaratılışı, özellikleri, üstünlüğü ve ilk yaratılan insan hakkında ön bilgi vermektedir. Hz. Adem (as) ilk yaratıldığı andan itibaren kendi şekli ve biçimi üzere diğer insanlarda yaratılmıştır. Herhangi bir şekil değişikliği gerçekleşmemiştir.

Böylece akide için gereli olan ve eşya içerisinde sorumluluk taşıma bilincini sahiplenen insanı kısada olsa tanıtmaya çalıştık. Akide tesbiti yaparken bu ameliyeyi gerçekleştirecek olan aklı tanımlamak kaçınılmazdır.

AKIL NEDİR?

İnsanı diğer canlıdan ayıran özellik yukarıda da beyan ettiğimiz gibi hakim ve hükmedenin kim olduğu açısındandı. İşte insan bu meselede hissiyatından kaynaklanan, önündeki vakıa hakkında nasıl hareket edeceğini çözmekte zorlanmasıdır. Maddenin algılanmasında gerçek vakıanın keşfedilememesi düşüncenin kaynağının sadece yansıma olduğu yargısını doğurmuştur. Bundan dolayı maddi gerçekleri olmayan her şey hakkında hayal ve kuruntudan ibaret olan hükme varılarak düşüncenin temel kaynağını maddi esaslar üzerine bina etmişlerdir. Madde ile beyin arasındaki bağlantının, maddenin beyne yansımasından kaynaklandığını düşündüklerinden sonuçta aklı yanlış tanımlamışlardır. Bundan dolayı ilmin ve deneylerin doğurduğu neticelere bağımlı kalınarak aklın görevi varılan neticeleri açıklamak ve onların tahlilini yapmaktan öteye geçmeyeceği ölçü alınmıştır. Bu yöntem ne yazık ki bir çok gerçeklerin önünü perdeleyerek insanlar arasında şüpheyi doğurmuştur. Bazen bu noktada görüşler ortaya atılarak bilimsel metodlarla delillendirilmek istenmektedir.

Aklın tesbiti ancak somut, algılanabilen bir vakıaya dayandırılmalıdır. Herhangi bir bilgiye ulaşmak için, ön bilginin olması şarttır. Düşünceyi meydana getirmek için, beyne ulaştırılan madde ile ilgili ön bilgilerin var olması gerekir. Her ne kadar akli eylemin oluşabilmesi için madde şart ise de aklın varlığı maddeyi önbilgilerle bağlamaktır. Yani ön bilgilerle beynin maddeyi algılamasıdır. Akli eylemin gerçekleşmesi hislere bağlıdır. Buda insanda duyular vasıtasıyla gerçekleştirilir Maddi olmayan konularda ise sezgi ancak kavramak veya taklit yoluyla gerçekleşir. Bunun içinde ön bilgi şarttır. Aksi halde sezgi ne kadar derin olursa olsun yine sezgi olmaktan ileriye gidemez. Bu kısa izahtan sonra aklın tarifi şu şekilde ortaya çıkmaktadır:

Akıl, madde veya vakıayı duyu organları vasıtasıyla beyne taşınması ve beynin bu madde ve vakıayı ön bilgilerle yorumlamasıdır.

Akıl konusunda nakli delillere gelince; bu konuda Allah (cc) Kur’anı Kerim’de aklı kullanma ve diğer canlılarla olan ayırımı şu ayetlerle açıklamaktadır:

‘’Ve Ademe bütün isimleri öğretti…’’ (Bakara 31)

‘’Düşünmüyor musunuz?’’ (En’am 32)

‘’Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.’’ (Enfal 22)

‘’Yoksa çoklarının söz dinlediklerini veya aklettiklerini mi sanırsın? Onlar şüphesiz hayvanlar gibidir, belki daha da sapık yolludurlar.’’(Furkan 44)

‘’Düşünen kavimler için ibretler vardır.’’ (Rum 24)

‘’Size, akledesiniz diye açık açık deliller anlattık.’’ (Hadid 17)

‘’Ancak akıl sahipleri ibret alırlar’’ (Rad 19)

‘’De ki: "Bilenlerle bilmeyenler bir olumu?’’ (Zümer 9)

Ayetlerin ışığında aklın kullanılması gerektiğini, kullanma alanı ve detaylarını açıkca görebiliriz. İşte bu noktada Allah (cc) eşyaya dikkatleri çekmektedir. Akide tesbitinde eşyanın büyük ehemmiyeti vardır.

EŞYANIN ÖNEMİ

İnsanın idrak ettiği ve daimi alaka içerisinde bulunduğu herşey eşya olarak nitelendirilmektedir. Eşyanın varlığı ise insanlar tarafından çeşitli şekillerde yorumlanmaktadır.

Evrenin kendi kendini var ettiği, tesadüfen oluştuğu, bu doğrultuda eşyanın birbirinden türediği, illetler zincirinde yer alan illete güç verenin, kendisinden öncekinin illeti olduğu,herşeyin yardımlaşarak birbirini tamamladığı, önce küçük zerre yokluğun ortasından sıyrılarak kendisinin var olmasını gerçekleştirdi, kainatta meydana gelmiş bulunan varlıkların, çelişki ve çarpışmalardan oluştuğu, bu olayda galip gelen var olurken diğerinin yok olup gittiği gibi düşünce ve iddiaları çoğaltmak mümkündür.

Bu iddiaların üzerinde tek tek durarak açıklamak yerine eşyanın vakıasına bakmak istiyoruz. Maddenin sınırlı, aciz, eksik ve başkasına muhtaç olduğu bilinen bir gerçektir. Aklın idrak ettiği şeyler insan, hayat ve kainattır. Bunlarda sınırlı ve muhtaçtır. Sınırlı olan bir şeyin kendini izah etmesi zandan ileri geçmez. Çünkü sınırlı olan sınırlı düşün mek zorundadır. Eşyanın sınırlı oluşu öncesiz olmadıklarından ileri gelmektedir. Bundan dolayı maddenin oluşu dışarıdan gelecek bir izaha muhtaçtır. İnsan bu konuda ancak eşyanın bir başkasına muhtaç olduğunu çözebilir. Kendisi ve eşya hakkındaki bilgileri, mütevatir ve sağlıklı bir şekilde çözmek aynı anda akide tesbitinde ulaştığı noktanında izahı niteliğindedir. Yukarıda ki iddiaların tümü eşyanın bir yaratıcıya muhtaç olduğu tesbitine giden yolda birer engel teşkil etmektedir. Hatta kuruntu ve felsefik olan bu düşünceler, yine kendi bilim adamları tarafından incelemeler neticesinde yersiz bulunmuştur. Örneğin; zamanın Rusya Canlı Kimya Enstitüsi Başkanı Aleksandr Ukarin, 37 sene boyunca hayatın aslı ve kimyasal olaylarla, ilk canlı hücrenin meydana gelme ihtimali üzerinde çalıştı, sonuç olarak şu yargıya vardı: ‘’Hayatın yokluktan başlamış olması imkansız olduğu gibi, herhangi bir kimyasal oluşumla kendi kendine var olmuş olması da tamamıyla imkansızdır. Bilim maddenin sınırlarını aşan meselelerle uğraşmaz, onları araştırma imkanı yoktur.’’ Bu örnek açıkca bir şeyin itirafıdır ki oda eşyanın mahiyeti ancak nakil yoluyla çözülebilir. İşte bu noktada nakle dönüyor ve kainatın yaratılışı hakkındaki delilleri sıralamak istiyoruz. Kur’anı Kerimde Allah (cc) şöyle buyuruyor:

‘’Allah her şeyin yaratanıdır.’’ (Zümer 62)

’O, var eden, güzel yaratan, yarattıkları‘na şekil veren, en güzel adlar kendi sinin olan Allah'tır. Göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbih ederler.’’ (Haşr 24)

 

(Devamı gelecek sayıda)

< Önceki

 

sonraki >