Hilafet -113                 Muharrem  1420               Nisan  1999                    Yıl 11

<<

MENFAAT

>>

MENFAATÇILIK, MÜSLÜMANLARDA DAHİL OLMAK ÜZERE TÜM ALEME HAKİM OLAN YENİ BİR DİN (YOL) OLDU SANKİ

İçinde yaşadığımız hayat dünyanın manzarasını göstermektedir. İnsanların, fert ve toplum hayatlarında amellerinin tek ölçüsü sadece menfaat oldu. Hayat tasvirlerini ve değerlerini belirleyen tek ölçü menfaat oldu. İnsanlar tüm eşya ve olaylara, amellere sadece menfaat açısından bakıyorlar, o açıdan tavırlarını belirliyorlar. Bu durumdan Müslümanlar da etkilenmiyor değil. Onlar da aynı atmosferin altında yaşıyorlar. Bu durum olar için de aynıdır, ne yazık ki buna rağmen Müslümanlar arasında da bazı kişi ve çevrelerin çeşitli boyutlarda menfaatı esas alan birlik çağrılarında bulunduklarına şahit olmaktayız. Bu ister ferdi menfaat olsun, ister toplumsal menfaat olsun fark etmez.

Bu yazımızda, menfaatçılığın ne kadar bozuk bir bağ ve ölçü olduğunu, insanlığa getirmiş olduğu fesadın ve batıl oluşunun boyutunu gösterip, İslam açısından değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.

1- Menfaat bağı geçici bir bağdır. Onda sabitlik yoktur. Onun için bu insanlar arasında sürekli, sağlıklı bir birlik sağlayamaz. Zira kendisinden daha büyük menfaatlar karşısında büyük menfaatın tercih edilmesiyle ona dayalı bağın varlığı kaybolur.

Buna binaen menfaat esasına dayalı oluşacak birlikteliklerin ömrü çok kısa olur. Öylesi bir birlikteliğin tarafları arasında sadakat ve sebatlık beklenmez. Menfaatın gerçekleşmediği veya başka bir yerde daha çok menfaatın olduğunu gördüklerinde, o birliktelikten hemen ayrılabilirler. Nitekim sadece bu bağ ile başlayıp da uzun süren devam eden hiçbir birliktelik mevcud değildir. Devam etmesi de mümkün değildir. Zira o menfaatı belirleyen insanın kendisidir. İnsan ise bunu belirlerken heva ve hevesleri doğrultusunda akli değerlendirmesi ile duygularına ve heveslerine bağlı olduğundan değişkendir. Sabit değildir. Bugün iyi dediğine yarın kötü diyebilir. Bugün ona göre menfaat olan bir şey yarın menfaat olmayabilir. İnsanın bir başka özelliği ise, heva ve heveslerine terk edildiğinde kanaatsız bir varlık olmasıdır. Mesela; belli bir miktar menfaat sağlayan bir birlikteliği o menfaate kanaat ederek sürdürmez. Ondan daha fazlasını başka bir yerde görürse hemen oraya gider.

İşte buna binaen menfaat bağı aslında “bağ” olma özelliğinden yoksundur. Ona çağırmak aslı olmayan bir bağa çağırmak demektir.

2- Menfaatçılık; düşmanlık ve husumet sebebidir. Zira menfaatlar çatıştığında, fertler arasında çatışma, düşmanlık ve husumet doğar. Böylece insanlar arasındaki menfaate dayalı birliktelikler (bütünleşme veya bağlar) hemen düşmanlığa dönüşür.

Şu halde menfaatı amellerin ve birlikteliklerin esası kılmak, insanlar arasında düşmanlık ve husumet sebebini yerleştirmek demektir. Nitekim başka hiçbir kıymet, değer ve ölçü katmadan sırf menfaat esası üzerine oluşan ortaklıkların hemen hepsinin bir müddet sonra kavga-gürültü, düşmanlık ve husumetle bittiğine şahit olmuyor muyuz? Hatta bu birliktelikler “İslam’i çalışma” adına da olsalar, menfaat ağırlıklı olduğundan aynen diğer ticari şirketlerde olduğu gibi düşmanlık ve husumetle son bulmaktadırlar. Başlangıçta birbirlerini kucaklayanlar, menfaatı esas alarak ya da menfaat ağırlıklı bir birlikteliğe girdiklerinde menfaatların çatışması durumunda birbirlerine kurşun sıkar hale gelirler. Buna da sık sık şahit olmaktayız.

Buna binaen menfaat bir birleştirici bağ değil, aslında bir tefrika unsurudur. Menfaate dayalı birlik çağrıları, aslında tefrikaya yapılan çağrılardır.

“Ortak menfaatlarda birleşelim”, “Ülkenin menfaatı”, hatta “İslam'ın menfaatı” gibi sloganlarla birlik çağrısında bulunmak ve bu esaslar üzerine birliktelikler oluşturma gayretlerine girmek, aslında tefrika ortamının oluşmasına çalışmak demektir. Böylesi “toplumsal menfaat” çağrıları dahi, birlik değil tefrika sebebi olur. Zira o noktalarda da insanlar arasında menfaatı tespit, tanım ve ölçmek bakımından anlayış farklılığı vardır. Birisinin o noktada menfaat gördüğünü başkası zarar görebilir ve buradan da tefrika baş gösterir. Nitekim günümüzde Müslümanlar arasında oluşan bir çok cemaatlarda teşkilatlarda “Müslümanların ortak menfaatını” hatta “İslam’ın menfaatıni (!)” temin etme gayreti, çağrısı ve gayret içinde olduklarını söylemelerine rağmen, aralarında hiçbir birliktelik ve hatta bir dayanışma dahi sağlayamamaktadırlar. Ayrı olmaları ve ayrı kalmaları şer’an caiz olmayan hususlarda dahi ayrı kalmakta, hatta birbirlerine düşmanca tavır almaktalar. Neden? Çünkü , her cemaat kendisine göre bir “Müslümanların ortak menfaatı”, “İslam’ın menfaatı” tanımı yapmak diğerinin tanımı ile çelişkiye düşmektedir. Hatta o cemaatların kendi fertleri arasında dahi sürekli birliktelik fazla görülmemektedir. Zira menfaat anlayışı değişince, o cemaattandüşman olarak ayrılmaktadırlar.

Buna binaen ne ufak ne de büyük boyutta menfaatcılık, asla birlik unsuru değil ancak ayrılık unsurudur. Fitne ve tefrika sebebidir.

3- Menfaatcılığı hayatta amellerin ve değerlerin tek ölçüsü kılmak, insanları vahşi mahluk, toplumları da hayvanlardan da vahşi ve alçak topluluklar sürüsüne dönüştürür. Hayatta insana yaraşan tüm değerler insani, ahlaki, ruhi değerler silinir. Yerine sadece menfaatcılık kalır. Bu ise insanları ve toplumları tüm insani değerlerden ve sıfatlardan soyutlayarak en alçak mahluk konumuna düşürür. Öyle bir toplum oluşur ki ona; “büyük balık küçük balığı yutar”, “sen kurt olmazsan kurtlar seni yer”, “canını kurtaran kaptan”, “pazusu kuvvetli olan arslan”, “benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın”, “ezilmemek için ezmelisin", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, vb. şekillerde ifade edilen hayat felsefesi hakim olur. Böylesi biri toplumda fertler bencil, egoist, acımasız, merhametsiz, şefkatsiz, birbirlerine avlanacak av gözü ile bakan en tehlikeli vahşi mahluklara dönüşürler. Bu en tehlikeli olanıdır. Çünkü o, düşünüp rakibini imha etmek için bir çok çeşitli silah ve üslup icad edebilir. Halbuki diğer mahluklar belirli silahlarla sınırlıdırlar.

İşte bunun en somut örneği; menfaatın hayatta tek ölçü kılındığı Avrupa toplumlarında gayet açık olarak görülmektedir. Zira bu kapitalist toplumlarda her şey menfaate göre ölçülür ve belirlenir durumdadır. Onun için insanlar arasında hakiki anlamda sevgi, saygı, merhamet, şefkat adeta yok gibidir, hatta yoktur. Fakat onlarda hep yapmacık sevgi, saygı, merhamet ve şefkat görünümleri vardır. Bu görüntüler de menfaate ulaşmak için bir vasıta olarak kullanılmaktadır, samimiyetten değil!. “insan hakları”, “insan sevgisi”, “insani yardım” gibi çeşitli isim, levha ve sloganlar, kurum ve kuruluşlar ise hep sömürü çarkına girdikleri şirin görünüm ambalajlarıdır. Hiç biriside samimi değildirler. Kafir Avrupa-Amerika, o vahşi çirkin canavarın artık pis çehresi görülmüştür.

Avrupa-Amerika gibi kapitalist toplumlarında insani, ahlaki ve ruhi değer kalmamıştır. Onun için o toplum ve devletler nezdinde kadınların satıldığı fuhuşhaneler, barlar, pavyonlar ve kumarhaneler vergi dairelerine kayıtlı ve vergilerini veriyor iseler, değerli kuruluşturlar. Çünkü vergi ile devlet bütçesine katkıda bulunarak menfaat sağlıyorlar. Bu tür müesseseler gerektiğinde devletten maddi teşvik ve yardım alabilirler. Fakat ibadethaneler, medreseler vb. kurumlar yeterli gelirleri olmadığı için yıkılmaya terk edilirler de devletten yardım alamazlar. Çünkü onların devletin katında hiçbir kıymetleri yoktur. Zira ekonomik bir katkıları yoktur. “İnsani yardım” adı altındaki tüm icraatlar, o devletlerin sömürü planlarının uygulanmasının üsluplarındandırlar, menfaat karşılığıdır. Menfaatlarının bulunmadığı ülkelere, o ülke insanları açlıktan ölseler de “insani yardım” gitmez. Onlar bir elleriyle verirler iki elleri ile alırlar. Kaşıkla verirler sapı ile çıkarırlar. Onların “insani yardımı” işte böyledir. Öyle değilse, en yakın örneklerine ne demeli?!. Irak halkı çoluk çocuk kaç yıldır gıda ve ilaçsız bırakıldı, hatta ambargoya tabi tutulmakta. Onlar insan değil mi? İnsani yardım nerede?!. Bosna-Hersek’deki halk da aynı durumda. O insani yardım(?) nerede?!. Onlar insan değil mi?!.

Kafir Avrupa ve Amerika devletleri, sırf kendi menfaatlarına ulaşmak için gerekirse tüm ülkeyi harab edebilir, çoluk çocukları ve hatta hastahaneleri dahi bombalayabilirler!. İşte Irak’ın tepesine çullanan vahşi kafir Avrupa ve Amerika devletlerinin bomba yağmuru!. O esnada bir ördeğin kendi akıttıkları petrole batınca yaptığı çırpıntıyı televizyon ekranlarında gösterdiler de acıdılar!. İşte onların insan sevgisi ve merhametinin iç yüzü budur!. Petrolüne ve uranyum yataklarına el koymak için Somali’ye üşüşmeleri!. Hem de insani yardım adı altında!. Güya oradaki insanları açlıktan kurtaracaklardır!. Şimdi o insanlar açlıktan değil, o çağdaş vahşi sömürgeci kafir ordularının bomba yağmuru altında ölüyorlar. Neden?!. O kafir sömürgeci batının süfli menfaatlarına ulaşabilmesi için. Böylesi misaller çoktur. Bu misaller gösteriyor ki, Batı, menfaatı için her şeyi yapar. Zira menfaat onun hayatında tek değer ve din konumundadır. İşte bu din (menfaatcılık), çağdaş vahşi insan tipini oluşturmuştur.

Menfaatcılık sadece devletleri vahşileştirmedi. Fertleri de vahşi kıldı. Zira menfaatcılığın en çok yaygın ve egemen olduğu Avrupa ve Amerika’da insanlar kendi çocuklarına kardeşlerine, yeğenlerine daha küçük yaşta iken dahi tecavüz edebiliyorlar. Bugün milyonlarca çocuk, yakınlarının tecavüzüne maruz kalıyor. Sırf kendi şehevi menfaatlarına ulaşma için o kendisini korumaktan aciz zavallı çocuklara pazu kuvvetlerine dayanarak tecavüz ediyorlar, hem de kendi çocukları olduğu halde!. Bu, hayvanlar da bile olmayan merhametsizlik, şefkatsizlik örneğidir!. Avrupa toplumlarının birisinde yaptığımız bir araştırma ve gözlemde, fertler arasında şu tür düşüncelerin yaygın olduğuna şahit olduk: “Elinle yetiştirdiğin ağacın meyvesinin tadına önce kendin bakman akıl işi değil mi?!.”, “Lezzetli olursa insan eti de yemek neden abes olsun?!. İşte bu tür düşüncelerin hakim olduğu bir toplum, hiç insani bir toplum olur mu? Akıllarını işkembe ve uçkurlarına bağlayan ve hayata işkembe ve uçkurlarının açısından gördükleri menfaatlar doğrultuşunda bakan mahluklar topluluğu olur ancak. Nitekim bu toplumlarda o tür düşüncelerin yaygın oluşu dışa tezahür eden olaylarda da açıkca görülmektedir. Münferiden olan olaylarda Amerika ve Avrupa’da insanların kesilip parçalanıp yenildiği açığa çıkmıştır. Mesela; geçmiş senelerde Alman Gençlik Bakanının yaptığı açıklamada Almanya’da her yıl 50 bin ile 300 bin arasında çocuğun yakınları tarafında tecavüze uğradığını bildirdi. Hollanda, Belçika, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya gibi daha bir çok Batı Avrupa ülkesinde bu olay, birinci sırada sosyal olay katogorisindedir. İşte bu Avrupa ve Amerika halklarının akıllarını mide ve uçkurlarına bağlayan menfaatcılığın hayatta amellerin tek ölçüsü konumuna çıkartılmış olmasının faturasıdır. Bu ise, kapitalist ideolojinin bir semeresidir. Çünkü ideolojide menfaat, amellerin tek ölçüsüdür, mutluluğun yegane yoludur. Mutluluk ise, gönülden geçtiği gibi yaşamak ve maddi lezzetlerden azami derecede tatmaktır. Öyle olunca, ferdi bu noktaya yani mutluluğa ulaştıran menfaata götürecek her şeyi yapmak normal ve doğal görülmektedir. Kandırmak, dolandırmak, vurmak, öldürmek, çalmak, rüşvet, fuhşiyat, vb. her şey mübah görülmektedir. Avrupa ve Amerika’da alacağı uyuşturucu için beş on dolara çocuğunu satmaya kalkışan anneler görülmektedir!. Anne şefkati bile kalmamıştır. Rızk endişesi ile çocuklarını toprağa gömen cahiliyye Arap’larının yaptığı, onların zamanına mahsus değildir. Zira bugün de anne karnındaki canlı çocuklar aynı mantıkla kürtaj yoluyla öldürülmektedir. Hindistan’da, çocuk dünyaya gelince, aynı mantıkla hemen boğazlanmaktadır. Neden?! Menfaat öyle gerektiriyor da ondan!..

İşte menfaatcılığın egemen olduğu Avrupa ve Amerika toplumlarında, insanları gerçekten en aşağı bir seviyeye düşürmüştür. Allah’u Teala’nın şu hitabında tasvir ettiği duruma düşürmüştür:

"Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmekte olan toplumun durumu ne kötüdür" ( A’raf 177)

“Andolsun, biz cin ve insanlardan bir çoğunu (sanki) cehennem için yaratmışızdır. Zira onların kalbleri vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (A’raf 179)

“ Heva ve heveslerini kendisine ilah edinen kimseyi gördünmü? Şimdi ona senmi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini, akledeceğini mi sanıyorsun? Gerçekten onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktırlar.” (Furkan 43-44)

" Küfredenler (inkar edenler) ise, (dünyada) zevklenirler, hayvanların yemesi gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed 12 )

(devamı gelecek sayıda)

< Önceki

 

sonraki >