Hilafet -113                 Muharrem  1420               Nisan  1999                    Yıl 11

<<

SİYASİ YORUM

>>

BALKAN OLAYLARI

 İngiltere ve Fransa, Rambouillet Konferansı görüşmeleri boyunca Kosova’da, Sırplarla Kosova’lı Arnavutlar arasındaki çatışmalara bir sınır koymaya çalıştılar. Ancak ABD’nin görüşmelere katılması, Sırpları tehdit etmesi ve savaşan taraflar arasında gerçekleşecek herhangi bir barışın garantörlüğünü Nato’nun üstlenmesinde ısrar etmesi, Paris’te yapılan Rambouillet görüşmelerini başarısızlığa uğrattı. Bu durum, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’in Sırp güçlerini bölgede yaymasına, müslümanları bölgeden kovmasına, öldürülmelerine, gözdağı için cezalandırılmalarına ve en çirkin muamele ile karşı karşıya kalmalarına neden oldu. İşte ABD yönetiminin izin vermiş olduğu bu durum, Balkan bölgesine Nato askerlerinin girmesi için bahane oldu.

ABD’nin Balkan bölgesini seçmesi boşluktan kaynaklanmamaktaydı. ABD; bölgenin ırksal ve ikili olarak parçalanmaya elverişli olduğunu biliyordu. Bu yaklaşımla hareket eden ABD, Balkanlarda ateşi tutuşturmanın ve gerektiğinde de söndürmenin kolay bir iş olduğunu, ABD yönetiminin meylettiği en kolay işler arasında yer aldığını bildiği için, Avrupa içerisinde ateşi tutuşturmayı, Avrupa’ yı problemler denizinde boğmayı, kendi problemlerini çözmekten aciz olduklarını onlara göstermeyi, ABD ’ye ve Nato’ya fazlasıyla muhtaç olduklarını ispatlamak istiyordu.

Ancak burada ABD açısından durum bundan çok daha önemli idi.

Rusya’nın dünya çapında büyük devlet olma rolü sona erdiği gibi Avrupa’da da bölge devleti niteliği ile rolünün sona erdirilmesi gerekiyordu. Zira Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın Nato’ya katılmasıyla, Yugoslavya dışında Rusya ile işbirliği içerisinde bulunan Avrupa Devleti kalmamış oluyordu. Sovyetler Birliği’nden bir parça olan Baltık Devletleri Nato’ya katılma başvurusunda bulunmuşlar, Slovakya ve Moldova ise Nato ile yardımlaşma arzusunda bulunduklarını açıkça göstermektedirler. İşte son Balkan krizinin ortaya koyduğu hususlar bunlardır.

Böylece Doğu Avrupa’daki klasik müttefikleri ile Rusya arasındaki bağların koparılması işlemi tamamlanmıştı. Yugoslavya’nın dışında eski müttefiki kalmayan Rusya’nın, Sırp Cumhuriyeti ve Karadağ Cumhuriyeti ile olan ilişkilerinin de sınırlandırılması gerekiyordu. Bu nedenle ABD, öncelikle Yugoslavya’nın kanatlarını budayarak, bünyesinde yer alan altı cumhuriyetten dördünü (Hırvatistan, Slovenya, Bosna ve Makedonya’yı) ondan ayırdı. İşte bağımsızlık yolunda yürüyen Karadağ Cumhuriyeti de onları izlemektedir. Ayrıca Rusya’dan kopartarak Yugoslavya Sırplarını sonra da Doğu Avrupa’daki çıkarlarını baltalayarak Rusya’yı zayıflatmak istemekteydi. Böylece Sovyetler Birliği’ nin yıkılmasından sonra Rusya, evrensel rolünü kaybettiği gibi Avrupa’da bölgesel rolünü de kaybetmiş olacaktı. İkinci Körfez savaşında ABD’ nin müttefiklerine liderliğini ve Sovyetler Birliği’nin rolünün sona ermesini Rusya’ nın büyük devlet olma rolünü sona erdirdiğinin iki işareti olarak kabul edecek olursak Kosova savaşının da Rusya’nın Avrupa bölgesindeki rolünün sona ereceğinin işareti olarak kabul etmek mümkündür. Rusya’nın nükleer silahlara ve büyük çapta askeri güce sahip olmasının ise herhangi bir değeri yoktur. Zira Rusya lojistik yönünü ve yüksek teknolojisini kaybetmiş, ekonomik olarak büyük boyutlu bir çöküntüye uğramış, Rus vatandaşlarının günlük ihtiyaçlarını dahi karşılamaktan aciz bir duruma düşmüştür. Üstelik tam anlamıyla büyük devlet olma görevlerini yerine getirme gücünden de yoksundur.

Öyleyse ABD’nin temel hedefi stratejik öneme sahip olan Balkanları Rusya’dan ve Batı Avrupa’dan almaktır. Böylece hem Rusya Avrupa’dan koparılmış olacak hem de Amerika’nın ayaklarını sabit bir şekilde Balkanlara yerleştirmesi ve hızlı bir şekilde de nüfuzunu yayması söz konusu olacaktı.

ABD, Nato’nun askeri müdahalelerini, Rusya ile IMF arasındaki görüşmelerin yeniden başlayacağı döneme denk getirdi. IMF direktörü Michel Kadmiso, Sırplara karşı hava saldırılarının başladığı andan itibaren Moskova’yı bırakmadı, saatlerce süren görüşmelerde birikmiş olan eski borçların faizlerinin ödenebilmesi için yeniden milyarlarca Dolar borç alınmasının pazarlıklarını yapıyordu.

Nato’nun askeri operasyonunun BM Güvenlik Konseyi’nin ve BM’in rolü kapsamında Avrupa’da tehlikeli bir önceliği vardı. Zira Amerika kendi çıkarı olduğunda BM’ni kullanıyor, olmadığın da ise kullanmıyordu. Haberleri takip edenler, haber ajanslarının yaydığı haberleri dinleyenler neredeyse Nato’nun Yugoslavya’ya müdahalesi ile ABD’nin müdahalesini birbirinden ayıramamaktadırlar. ABD liderliği açısından Nato’ nun operasyonları yalnızca ABD’ye hizmet etme noktasında odaklanmıştır.

Clinton yönetimi Kosova’daki sivillerin göç ettirilmelerini ve onlardan intikam alınmasını Nato’nun askeri müdahalesi için bir bahane olarak kullandı. Clinton 24/3/1999 tarihinde yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Biz peşpeşe gelen askeri saldırılardan binlerce masumu korumak için hareket ediyoruz. İçerisinde bulunduğumuz yüzyılda daha önce iki defa patlamış olan Avrupa’nın göbeğindeki barut fıçısının fitilinin çekilmemesi ve savaşın uzamaması için hareket ediyoruz.” Clinton, Balkanların Avrupa’nın zayıf noktasını oluşturduğunun, Avrupa’nın göbeğindeki barut fıçısına benzediğinin ve her an tutuşmaya hazır olduğunun bilincindedir. 30/3/1999 tarihinde Dışişleri Bakanlığındaki toplantı esnasındaki konuşmasında Sırp lidere saldırıda bulunarak ve Kosova’nın bağımsızlığına işaret ederek şöyle dedi: "Sırp lider, önündeki mutlak yönetim yolunun açılmasına alt yapı hazırlamak üzere masum sivilleri ve müslümanları öldürmek ve oradan söküp atmak için dini ve ırkî yapıyı kullanmaktadır." Nato müdahalesinin Sırpların askeri gücünü yok edeceğine işaret ederek konuşmasına şöyle devam etti: “Gelecekte Sırpların Kosova üzerindeki isteklerinin her geçen gün arttığı görülecektir.” Dışişleri bakanlığı sözcüsü James Rubin’den Clinton’un konuşması ile ilgili olarak soru sorulduğunda şöyle dedi: “Kosova’nın çoğunluğunu oluşturan Arnavutlara karşı Sırp güçlerin işlediği çirkin suçlar, Sırpların ve Arnavutların gelecekte bir arada yaşamalarının mümkün olmadığını göstermektedir."

Şu andaki durum; ABD’nin; askerî operasyonun devam etmesini istediğini hatta yapabilirse savaşın Makedonya ve Arnavutluk’a hatta Karadağ gibi civar ülkelere sıçramasını istediğini, yalnızca hava gücünün kullanılması ile şu anda yaşanan dramın sona erdirilmesi mümkün olmamasına rağmen kara gücünün kullanılmasını istemediğini göstermektedir. Zira Savunma Bakanı Kohen 25/3/1999 tarihinde şöyle diyordu: "Nato’ya bağlı kara birlikleri özellikle bu operasyonun bir parçasını oluşturmamaktadır.” Yani bölge halkı ile bölge devletleri arasında yeni bir boyut kazandırması istenen kara harekatı ile büyük ölçüde zulüm ve bitkinlik seviyesine ulaştıktan sonra bölgenin bir bütün olarak ABD’nin kucağına atılması anlamına gelmektedir.

Bombalama operasyonunun defalarca tekrarlanmasından sonra Clinton şu açıklamayı yaptı: “Nato bombardımanının durması iki şarttan birisinin gerçekleşmesine bağlıdır: Ya Miloseviç’ in barış anlaşmalarını kabullenmesi ya da Sırp askeri gücünün azaltılması.” Kısa zamanda ise bu iki şartın gerçekleşmesi beklenmemektedir. Çünkü Miloseviç’in; Nato güçlerinin Kosova’ya girmesi ve bağımsızlığa kavuşması anlamına gelen barış anlaşmasını kabul etmesi mümkün değildir. Zira Sırp ordusu güçlüdür ve gücünün azaltılması uzun bir zaman sürecini gerektirir. Yani savaşın uzun bir süre devam etmesini, civar ülkelere yönelik göçlerin, sığınmaların sürmesini ve Avrupa’nın göbeğindeki kolaylıkla çözülmeyecek problemlerin yaratılmasını gerektirmektedir. Bu nedenledir ki ABD ve müttefiklerinin, Primakov’un arabulucuğunu, sığınmacıların geri dönmesi ve bölgedeki Sırp güçlerinin azaltılmasına Miloseviç’in muvafakatı için Nato bombardımanının durdurulması yönündeki Sırp önerisini reddetmesi doğaldır. Zira ABD, Avrupa’da çıkarları olan bir bölge devleti olarak Rusya’nın herhangi bir rol üstlenmemiş olması ve Sırpların ortaya koyduğu davranışın yeterli olmaması gerekçesiyle Balkanlarda ateşi söndürme zamanının henüz gelmediğini düşünmektedir. Ancak genel olarak Avrupalıların tamamı, özelde ise İngiltere ve Fransa Balkan sorununa ABD’den daha farklı bakmaktadır. Fransa uzun zamandan beri Avrupa Askeri gücünün çekirdeğini oluşturmanın zaruretine inanmakta ve bu güçle Avrupa sorunlarının halledilmesini düşünmekteydi. İşte bu nedenledir ki Fransa’ nın bir başka seferinde Almanya ile Avrupa ordusunun çekirdeğini oluşturmakta ittifaka giriştiği, aynı zamanda İngiltere ile de ikili askeri gücün oluşturulması yönünde görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Ancak bu girişimlerden hiçbir ışık görülmemektedir. Avrupa, uzunca bir süre daha ABD liderliğindeki Nato’ya dayanmaya mecbur kalacaktır. İngiltere ise içerisinde birtakım çelişkileri barındırmakla birlikte şu anda uygulanan baskı politikasına çıkarlarını gerçekleştirmek için eşsiz bir politika olarak bakmaktadır. Zira İngiltere aynı zamanda ABD denetiminden uzak Paris’ teki görüşmeleri organize etmiş ancak ABD hemen bu görüşmelere katılarak başarısızlığa uğratmış ve ABD’nın planına uygun olarak Sırp hedeflerinin bombardımanı operasyonuna katılmasını sağlamıştır.

Rusya’ya gelince; Rus halkı aynı ırktan (Slav) gelmesinden dolayı Sırplarla bir gönül birliğine sahiptirler. Rus hükümeti, son aşamada büyük güç veya en azından büyük bir bölge gücü olarak açık bir hedef olduğunun bilincindedir. Ancak Rusya, herhangi bir şey yapmaktan acizdir. Yaptığı icraatlar, sorumluların yaptığı açıklamalar, Rus halkının muhtaç olduğu öfke duygularını söndürmekten başka bir amaç taşımamaktadır. Çünkü Rusya IMF’den borç alabilmek için ciddî anlamda ABD desteğine muhtaçtır.

İşte bu şekilde ABD olaylarına ağırlığını koymuş, Avrupa’da büyük bir ateş yakmış, Rusya’yı geri çekilmeye mecbur etmiş, Avrupa’yı da ABD liderliğine boyun eğmeye zorlayabilmiştir. Ayrıca Varşova paktının dağılmasından sonra Nato’nun varlığı konusunda tartışmalar başlatan Avrupa’nın Nato’ya ne kadar muhtaç olduğunu da ispat etmiştir.

< Önceki

 

sonraki >