ngiltere ve Fransa, Rambouillet Konferansı görüşmeleri boyunca
Kosova’da, Sırplarla Kosova’lı Arnavutlar arasındaki çatışmalara bir sınır
koymaya çalıştılar. Ancak ABD’nin görüşmelere katılması, Sırpları tehdit
etmesi ve savaşan taraflar arasında gerçekleşecek herhangi bir barışın
garantörlüğünü Nato’nun üstlenmesinde ısrar etmesi, Paris’te yapılan
Rambouillet görüşmelerini başarısızlığa uğrattı. Bu durum, Sırbistan Devlet
Başkanı Slobodan Miloseviç’in Sırp güçlerini bölgede yaymasına, müslümanları
bölgeden kovmasına, öldürülmelerine, gözdağı için cezalandırılmalarına ve en
çirkin muamele ile karşı karşıya kalmalarına neden oldu. İşte ABD yönetiminin
izin vermiş olduğu bu durum, Balkan bölgesine Nato askerlerinin girmesi için bahane
oldu.
ABD’nin Balkan bölgesini seçmesi boşluktan kaynaklanmamaktaydı.
ABD; bölgenin ırksal ve ikili olarak parçalanmaya elverişli olduğunu biliyordu. Bu
yaklaşımla hareket eden ABD, Balkanlarda ateşi tutuşturmanın ve gerektiğinde de
söndürmenin kolay bir iş olduğunu, ABD yönetiminin meylettiği en kolay işler
arasında yer aldığını bildiği için, Avrupa içerisinde ateşi tutuşturmayı,
Avrupa’ yı problemler denizinde boğmayı, kendi problemlerini çözmekten aciz
olduklarını onlara göstermeyi, ABD ’ye ve Nato’ya fazlasıyla muhtaç olduklarını
ispatlamak istiyordu.
Ancak burada ABD açısından durum bundan çok daha önemli idi.
Rusya’nın dünya çapında büyük devlet olma rolü sona erdiği
gibi Avrupa’da da bölge devleti niteliği ile rolünün sona erdirilmesi gerekiyordu.
Zira Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan’ın Nato’ya katılmasıyla, Yugoslavya
dışında Rusya ile işbirliği içerisinde bulunan Avrupa Devleti kalmamış oluyordu.
Sovyetler Birliği’nden bir parça olan Baltık Devletleri Nato’ya katılma
başvurusunda bulunmuşlar, Slovakya ve Moldova ise Nato ile yardımlaşma arzusunda
bulunduklarını açıkça göstermektedirler. İşte son Balkan krizinin ortaya koyduğu
hususlar bunlardır.
Böylece Doğu Avrupa’daki klasik müttefikleri ile Rusya arasındaki
bağların koparılması işlemi tamamlanmıştı. Yugoslavya’nın dışında eski
müttefiki kalmayan Rusya’nın, Sırp Cumhuriyeti ve Karadağ Cumhuriyeti ile olan
ilişkilerinin de sınırlandırılması gerekiyordu. Bu nedenle ABD, öncelikle
Yugoslavya’nın kanatlarını budayarak, bünyesinde yer alan altı cumhuriyetten
dördünü (Hırvatistan, Slovenya, Bosna ve Makedonya’yı) ondan ayırdı. İşte
bağımsızlık yolunda yürüyen Karadağ Cumhuriyeti de onları izlemektedir. Ayrıca
Rusya’dan kopartarak Yugoslavya Sırplarını sonra da Doğu Avrupa’daki
çıkarlarını baltalayarak Rusya’yı zayıflatmak istemekteydi. Böylece Sovyetler
Birliği’ nin yıkılmasından sonra Rusya, evrensel rolünü kaybettiği gibi
Avrupa’da bölgesel rolünü de kaybetmiş olacaktı. İkinci Körfez savaşında ABD’
nin müttefiklerine liderliğini ve Sovyetler Birliği’nin rolünün sona ermesini
Rusya’ nın büyük devlet olma rolünü sona erdirdiğinin iki işareti olarak kabul
edecek olursak Kosova savaşının da Rusya’nın Avrupa bölgesindeki rolünün sona
ereceğinin işareti olarak kabul etmek mümkündür. Rusya’nın nükleer silahlara ve
büyük çapta askeri güce sahip olmasının ise herhangi bir değeri yoktur. Zira Rusya
lojistik yönünü ve yüksek teknolojisini kaybetmiş, ekonomik olarak büyük boyutlu
bir çöküntüye uğramış, Rus vatandaşlarının günlük ihtiyaçlarını dahi
karşılamaktan aciz bir duruma düşmüştür. Üstelik tam anlamıyla büyük devlet
olma görevlerini yerine getirme gücünden de yoksundur.
Öyleyse ABD’nin temel hedefi stratejik öneme sahip olan Balkanları
Rusya’dan ve Batı Avrupa’dan almaktır. Böylece hem Rusya Avrupa’dan koparılmış
olacak hem de Amerika’nın ayaklarını sabit bir şekilde Balkanlara yerleştirmesi ve
hızlı bir şekilde de nüfuzunu yayması söz konusu olacaktı.
ABD, Nato’nun askeri müdahalelerini, Rusya ile IMF arasındaki
görüşmelerin yeniden başlayacağı döneme denk getirdi. IMF direktörü Michel
Kadmiso, Sırplara karşı hava saldırılarının başladığı andan itibaren
Moskova’yı bırakmadı, saatlerce süren görüşmelerde birikmiş olan eski
borçların faizlerinin ödenebilmesi için yeniden milyarlarca Dolar borç alınmasının
pazarlıklarını yapıyordu.
Nato’nun askeri operasyonunun BM Güvenlik Konseyi’nin ve BM’in
rolü kapsamında Avrupa’da tehlikeli bir önceliği vardı. Zira Amerika kendi
çıkarı olduğunda BM’ni kullanıyor, olmadığın da ise kullanmıyordu. Haberleri
takip edenler, haber ajanslarının yaydığı haberleri dinleyenler neredeyse Nato’nun
Yugoslavya’ya müdahalesi ile ABD’nin müdahalesini birbirinden ayıramamaktadırlar.
ABD liderliği açısından Nato’ nun operasyonları yalnızca ABD’ye hizmet etme
noktasında odaklanmıştır.
Clinton yönetimi Kosova’daki sivillerin göç ettirilmelerini ve
onlardan intikam alınmasını Nato’nun askeri müdahalesi için bir bahane olarak
kullandı. Clinton 24/3/1999 tarihinde yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Biz
peşpeşe gelen askeri saldırılardan binlerce masumu korumak için hareket ediyoruz.
İçerisinde bulunduğumuz yüzyılda daha önce iki defa patlamış olan Avrupa’nın
göbeğindeki barut fıçısının fitilinin çekilmemesi ve savaşın uzamaması için
hareket ediyoruz.” Clinton, Balkanların Avrupa’nın zayıf noktasını
oluşturduğunun, Avrupa’nın göbeğindeki barut fıçısına benzediğinin ve her an
tutuşmaya hazır olduğunun bilincindedir. 30/3/1999 tarihinde Dışişleri
Bakanlığındaki toplantı esnasındaki konuşmasında Sırp lidere saldırıda bulunarak
ve Kosova’nın bağımsızlığına işaret ederek şöyle dedi: "Sırp
lider, önündeki mutlak yönetim yolunun açılmasına alt yapı hazırlamak üzere masum
sivilleri ve müslümanları öldürmek ve oradan söküp atmak için dini ve ırkî
yapıyı kullanmaktadır." Nato müdahalesinin Sırpların askeri gücünü yok
edeceğine işaret ederek konuşmasına şöyle devam etti: “Gelecekte Sırpların
Kosova üzerindeki isteklerinin her geçen gün arttığı görülecektir.”
Dışişleri bakanlığı sözcüsü James Rubin’den Clinton’un konuşması ile ilgili
olarak soru sorulduğunda şöyle dedi: “Kosova’nın çoğunluğunu oluşturan
Arnavutlara karşı Sırp güçlerin işlediği çirkin suçlar, Sırpların ve
Arnavutların gelecekte bir arada yaşamalarının mümkün olmadığını
göstermektedir."
Şu andaki durum; ABD’nin; askerî operasyonun devam etmesini
istediğini hatta yapabilirse savaşın Makedonya ve Arnavutluk’a hatta Karadağ gibi
civar ülkelere sıçramasını istediğini, yalnızca hava gücünün kullanılması ile
şu anda yaşanan dramın sona erdirilmesi mümkün olmamasına rağmen kara gücünün
kullanılmasını istemediğini göstermektedir. Zira Savunma Bakanı Kohen 25/3/1999
tarihinde şöyle diyordu: "Nato’ya bağlı kara birlikleri özellikle bu
operasyonun bir parçasını oluşturmamaktadır.” Yani bölge halkı ile
bölge devletleri arasında yeni bir boyut kazandırması istenen kara harekatı ile
büyük ölçüde zulüm ve bitkinlik seviyesine ulaştıktan sonra bölgenin bir bütün
olarak ABD’nin kucağına atılması anlamına gelmektedir.
Bombalama operasyonunun defalarca tekrarlanmasından sonra Clinton şu
açıklamayı yaptı: “Nato bombardımanının durması iki şarttan birisinin
gerçekleşmesine bağlıdır: Ya Miloseviç’ in barış anlaşmalarını kabullenmesi
ya da Sırp askeri gücünün azaltılması.” Kısa zamanda ise bu iki şartın
gerçekleşmesi beklenmemektedir. Çünkü Miloseviç’in; Nato güçlerinin Kosova’ya
girmesi ve bağımsızlığa kavuşması anlamına gelen barış anlaşmasını kabul
etmesi mümkün değildir. Zira Sırp ordusu güçlüdür ve gücünün azaltılması uzun
bir zaman sürecini gerektirir. Yani savaşın uzun bir süre devam etmesini, civar
ülkelere yönelik göçlerin, sığınmaların sürmesini ve Avrupa’nın göbeğindeki
kolaylıkla çözülmeyecek problemlerin yaratılmasını gerektirmektedir. Bu nedenledir
ki ABD ve müttefiklerinin, Primakov’un arabulucuğunu, sığınmacıların geri
dönmesi ve bölgedeki Sırp güçlerinin azaltılmasına Miloseviç’in muvafakatı
için Nato bombardımanının durdurulması yönündeki Sırp önerisini reddetmesi
doğaldır. Zira ABD, Avrupa’da çıkarları olan bir bölge devleti olarak Rusya’nın
herhangi bir rol üstlenmemiş olması ve Sırpların ortaya koyduğu davranışın
yeterli olmaması gerekçesiyle Balkanlarda ateşi söndürme zamanının henüz
gelmediğini düşünmektedir. Ancak genel olarak Avrupalıların tamamı, özelde ise
İngiltere ve Fransa Balkan sorununa ABD’den daha farklı bakmaktadır. Fransa uzun
zamandan beri Avrupa Askeri gücünün çekirdeğini oluşturmanın zaruretine inanmakta
ve bu güçle Avrupa sorunlarının halledilmesini düşünmekteydi. İşte bu nedenledir
ki Fransa’ nın bir başka seferinde Almanya ile Avrupa ordusunun çekirdeğini
oluşturmakta ittifaka giriştiği, aynı zamanda İngiltere ile de ikili askeri gücün
oluşturulması yönünde görüşmeler yaptığı bilinmektedir. Ancak bu girişimlerden
hiçbir ışık görülmemektedir. Avrupa, uzunca bir süre daha ABD liderliğindeki
Nato’ya dayanmaya mecbur kalacaktır. İngiltere ise içerisinde birtakım çelişkileri
barındırmakla birlikte şu anda uygulanan baskı politikasına çıkarlarını
gerçekleştirmek için eşsiz bir politika olarak bakmaktadır. Zira İngiltere aynı
zamanda ABD denetiminden uzak Paris’ teki görüşmeleri organize etmiş ancak ABD hemen
bu görüşmelere katılarak başarısızlığa uğratmış ve ABD’nın planına uygun
olarak Sırp hedeflerinin bombardımanı operasyonuna katılmasını sağlamıştır.
Rusya’ya gelince; Rus halkı aynı ırktan (Slav) gelmesinden dolayı
Sırplarla bir gönül birliğine sahiptirler. Rus hükümeti, son aşamada büyük güç
veya en azından büyük bir bölge gücü olarak açık bir hedef olduğunun
bilincindedir. Ancak Rusya, herhangi bir şey yapmaktan acizdir. Yaptığı icraatlar,
sorumluların yaptığı açıklamalar, Rus halkının muhtaç olduğu öfke duygularını
söndürmekten başka bir amaç taşımamaktadır. Çünkü Rusya IMF’den borç
alabilmek için ciddî anlamda ABD desteğine muhtaçtır.
İşte bu şekilde ABD olaylarına ağırlığını koymuş,
Avrupa’da büyük bir ateş yakmış, Rusya’yı geri çekilmeye mecbur etmiş,
Avrupa’yı da ABD liderliğine boyun eğmeye zorlayabilmiştir. Ayrıca Varşova
paktının dağılmasından sonra Nato’nun varlığı konusunda tartışmalar başlatan
Avrupa’nın Nato’ya ne kadar muhtaç olduğunu da ispat etmiştir.