Nusret Ne Zaman Talep Edilir?
Adem Beşer
Olmazsa olmaz kabilinden olan Hilafet devletini kurma yolundaki
Müslümanlar, nusret talep etmede, Resulullah (sav) ve Ashabı kiramın tutum ve
davranışlarından örnek almalıdırlar.
Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi güçlü ve nüfuzlu kimselerin,
Müslümanların safına katılmalarıyla, İslam’iyet daha da güçlenmişti.
Müşrikler de, Müslümanların bu çabası karşısında baskılarını daha da
artırdılar.
Şunu hassasiyetle hemen kayd edelim ki, müşriklerin ve İslam
düşmanlarının baskı ve eziyetlerinden kurtulmanın tek çaresi, İslam akidesi
üzerine İslam'ın devleti Raşidi Hilafet devletini kurmaktı. Resulullah (sav) ve
Ashabı Kiram Allah (cc)’ nun emrini yerine getirerek İslam’ın devletini kurarak
üzerlerindeki farzı eda ettiler ve kafirlerin her türlü tasallutundan da kurtuldular.
Ne yazıkki, zamanımızda yaşanan zelil ve acı vakıalar vuku
bulmaktadır. Zamanımızdaki sözde Müslümanlar, kafirlerin pislik ve
kötülüklerinden kurtulmayı; kafirlerin buyrukları altına girmekte, onların
kanunlarını kabul edip tatbik etmekte arıyorlar. Oysa ki, Müslümanlar onların
buyrukları altına girdikçe, onlar baskı ve eziyetlerini artırıyorlar. Bu dün de
öyle idi bugün de öyledir.
Müslümanlar, kendi istekleriyle kafirlerin kanun ve nizamlarını
kabul edip onların buyrukları altına girince, onlar, Müslümanlara kötülükle
ellerini ve dillerini uzatıp kafir olmasını istediklerini, Allah (cc) şöyle
bildiriyor:
“Onlar (inkar edenler)
sizi ele geçirseler, size düşman kesilirler: Size ellerini, dillerini kötülükle
uzatırlar ve isterler ki; siz de kafirler olasınız” (Mumtehine : 2)
Kurtuluş, kafirlerin kanunlarını kabullenip uygulamakta değil,
Raşidi Hilafet devletini kurup şer’i hükümleri tatbik etmektedir.
Resulullah (sav), kitlesini kurup kültürleşme ve kaynaşma
merhalelerinden sonra, birçok kimselere gidip nusret talebinde bulundu.
Resulullah (sav), devlet kurma çalışmalarını
yoğunlaştırdığından ve hamisi Ebu Talib’in ölümünden sonra müşrikler,
Resulullah (sav) ve Ashabı Kiram’ı yıldırarak, o mübarek davalarından vazgeçirmek
için insanlığa yakışmayan en çirkin ve adice hareketlerde bulunuyorlardı. O kötü
davranışlarından bazıları:
Bir gün Resulullah (sav) yürürken mezmum adamın biri, Resulullah
(sav)’in başına pis toprak atmıştı. Kızı Hz. Fatıma babasının bu halini
görüp, üstünü başını silerken hıçkırıkla ağlıyordu. Kızının göz
yaşlarını mübarek eliyle silerek buyurmuşlardır ki; “Ağlama yavrum, Allah (cc)
babanı koruyacaktır.” Günümüzde de bu yolda sıkıntıya düşen
Müslümanları Allah (cc) yine koruyacak ve kurtaracaktır.
Bir defasında Haremi Şerif’te namaz kılarken bir deve işkembesini
Resulullah (sav)’in üzerine atmışlardı. Ayrıca yine Harem’de ibadet yaparken Ukba
namındaki bir kişi, abasını Resulullah (sav)’in boynuna dolayarak boğmak
istemişti. Böylece kafirler hakaret ve eziyetlerini artırmışlardı. Resulullah (sav)
kurtuluşu onlarla anlaşmada ve iş birliği yapmakta aramamıştır. Allah (cc)’nun
buyruğunu yerine getirip ve bu eziyetlerden kurtuluşu İslam devletini kurmada aradı.
Bunun için, civarın en kalabalık halkı olan Taif‘lilere gidip onlardan nusret talep
etmeyi düşündü. İlk İslam’iyeti kabul edenlerden azatlısı Zeyd b. Haris ile
Taif’e gitti.
O civarın en büyük kabilesi Umeyr kabilesi idi. Bunların üç tane
reisleri vardı. Bunlar, Abdi Yalil, Mesud ve Habib idi. Bunlara İslam’iyeti anlattı
ve İslam’ın devletinin kurulması için kendilerinden nusret talebinde bulundu. Fakat
üçü de ters cevaplar verdiler. Zamanımızın inatçıları gibi şu suçlamaları
söylediler:
"Allah seni peygamber olarak gönerdiyse kabenin örtüsünü
niçin yırtıyor?” dedi.
“Allah peygamber olarak gönderecek başka kimse bulamadı mı?”
diye söylendiler.
“Benim sana söyleyecek bir sözüm yoktur. Çünkü, hak peygamber
isen sana bir şey diyemem, yok yalancı isen, sana söz söylemeye tenezzül etmem.”
diyorlardı.
Resulullah (sav)’i kötü karşılayıp ters cevap vermeleriyle
kalmadılar, halkın anarşistlerini gönderip, yolun iki tarafına sıralayıp, keskin
taşlarla peygamber Efendimizin ayaklarını taşladılar, öyleki ayaklarından akan
kanla ayakkabıları dolmuştu. Yürümekten takatsız kalıp oturdukca, zorla kaldırıp
yine taşlıyorlardı. Yaralanan ayaklarının acısından artık yürümeğe takatı
kalmamıştı. Resulullah (sav) ve Zeyd b. Haris o yolun kenarında bulunan Utbe ve Şeybe
adında iki kardeşe ait üzüm bağına sığındı. Orada bir asmanın altında oturup
hak yolda bu mukaddes dava uğrunda maruz kaldığı bunca eziyetler karşısında
kendisine verilen nimetler ve İslam nimeti karşısında Allah (cc)’ ya şükrederek;
“İlahi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz
kaldığımı, halk nazarında hor göründüğümü ancak sana arz ederim. Ancak sana
şekva ederim. Ey merhametliler merhametlisi, zayıf düşmüşlerin de Rabbi sensin ve
benim de Rabbım sensin. Beni kimin eline bırakıyorsun? Kötü muamele yapan uzak
kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı senden
bir gazap yoksa hiç aldırış etmem. Fakat benim için daha rahat olan senin
afiyetindir. İlahi! Senin vechinin nuruna sığınırım. O nur ki, zulmetler onunla
açıldı. Dünya ve ahiret işi onun üzerine salah buldu. Bana gazabını indirmedin
veya benim üzerime senin öfkenin yerleşmesinden afiyetin daha geniştir, her şey senin
rızan içindir. Bütün güç ve kuvvet senin elindedir." diye dua
ediyordu.
Resulullah (sav) ve Ashabı Kiram’ ın çektikleri bunca eziyet,
Allah (cc)’ nun farz kıldığı bu büyük davayı hedefe ulaştırmak içindi.
Yaptığı duada bunu ima ediyordu.
“İlahi! Bütün bu olaylarda, rızana karşı bir
şey yoksa, bu eziyetlere hiçte aldırmam.” Yani bütün mesele
İslam’ı hayatında yaşamak ve Allah (cc) rızasını kazanmak isteyen Müslümanlar,
bu uğurda karşılaştıkları her türlü eziyet ve meşekkatlara aldırmadan hedefe
ulaşmakta ve devleti kurma çalışmasını, kesintiye uğratmadan ve terk etmeden
sürdürmeyi, Resulullah (sav) ve Ashabı Kiramı örnek almalıdırlar.
O zamanlarda davayı yüklenenlere, devleti kurma yolunda olanlara,
İslam düşmanları karşı çıkıyor, eziyet ediyor ve çalışmalarına engel
oluyorlardı, şimdi de davayı yüklenenlere şeriat düşmanları karşı çıkıyorlar,
hakaret ediyorlar ve İslam’i çalışmalarını engelliyorlar. Resulullah (sav) ve
Ashablar yılmadan çalıştılar, davayı taşıdılar ve devleti kurdular. Şimdi de
davayı taşıyan ve çalışanlar devleti kurar, İslam’ın hayatını yaşarlar.
Meşru yolda devam eden mutlak bir gün hedefe ulaşır.
Hilafet devletini kurma yolunda olanlara, Resulullah (sav)’in nusret
talebi konusunda şu çalışmaları ne kadar güzel örneklerdir.
Resulullah (sav) kendilerinin
yurtlarına kadar gidip daveti götürüp, nusret talebinde bulunduğu kimselerin,
kendisini kötü karşılayıp red edip hakaretlerde bulunmalarına rağmen, böyle
kimselere daveti götürmeyi bırakmadığı ve nusret talebinden de vaz geçmediği.
Daveti götürüp daha başka kimselere gidip nusret talebinde
bulunduğu. Örneğin:
Taiflilerin kötü muamelelerine ve hakaretlerine uğradıktan sonra
hac aylarında uzak yerlerden Mekke civarına gelen kabileler, panayırlar kurarlardı.
Resulullah (sav), ise oralara (Ukaz, Mecenne ve Zü’l Mecaz) panayırlarına gider,
kabilelerle ve reisleriyle görüşür, onlara İslam’ı anlatır, Kur’andan ayetler
okur, İslam’a davet eder ve münasip gördüklerinden de nusret talebinde bulunurdu.
Resulullah (sav), sadece panayırlarda onlara İslam’ı anlatıp
davayı götürmekle kalmıyor, Taif’e gittiği gibi, bir çok kabilelerin yurtlarına
bizzat gidip özellikle kabile reisleriyle görüşüp İslam’ı anlatır ve davetini
yapar ve icabında nusret talebinde de bulunurdu. Örneğin:
Kinde, Hanifeoğulları, Amiroğulları ve Zühal kabilelerine kadar
gitti. Bunlardan da Resulullah (sav)’e karşı kötü davrananlar oldu.
Resulullah (sav)’i en kötü karşılayan Hanifeoğulları kabilesi
oldu. Bunlar, maddi çıkarlarını her şeyin üstünde gören kimselerdi. Bunların
reisi kendisini yalancı peygamber ilan eden Yemame’li Müseylimetül Kezzap idi.
Resulullah (sav) Amiroğullarına gidip, İslam ’a davetini yapıp
nusret talebinde bulununca onlar Resulullah (sav)’e şöyle diyorlardı.
"Sana yardım eder ve düşmanlarını mağlup edersek,
bizi kendinden sonra yerine bırakır, mevkiine geçirir misin?” dediler. Resulullah
(sav): “Bu Allah’ın bileceği bir şeydir. Herşey Allah’ın yedi kudretindedir.
Kime dilerse ona verir” Bu iş ümmetin hakkıdır, istediklerine verirler. Onlar: “O
halde biz seninle nasıl birleşiriz, sen muvaffak olduktan sonra, iş (devlet),
başkasına kalır." dediler. Ve saltanat sevdasında oldukları için Resulullah
(sav)’in davetini kabul etmediler. Yani, bunların redetmeleri, davetin yanlış
olduğundan değil, o kimselerin saltanat peşinde olduklarındandır. Zamanımızdaki
insanlar da aynen böyledir. O zaman Resulullah (sav) ve Ashab’ı, İslam devletinin
kurulma davasını, kabilelere, reislerine götürüyorlardı. Şimdi de yeniden Hilafet
devletinin kurulma davasını, bu davayı yüklenenler kuruluşlara, guruplara,
teşkilatlara, partilere, yönetici ve idarecilerine götürüyorlar, ve davayı
anlatıyorlar. Müslümanların İslam’i hayatı yaşayabilmeleri için İslam Hilafet
devletinin olması gerekli olduğunu anlatıyor, söylüyorlar. Fakat onlar kabul etmiyor,
reddediyorlar, ancak bunlar bu davanın yanlış olduğu için reddetmiyorlar.
Menfaatları ellerinden gider korkusundan kabul etmiyorlar. Müslüman olduklarını
söyleyip Hilafet devletini istemeyenler böyle değiller mi?
Yalnız burada biz Müslümanları derinden üzen bir fark vardır. O
da; Resulullah ve Ashabı Kiramın davayı götürdüğü kabileler ve kabile reisleri
Müslüman değil müşriklerdi. İslam davasını kabul etmiyorlardı. Fakat şimdi
davayı, İslam Hilafet devletinin kurulma davasını götürdüğümüz kuruluşlar,
guruplar, lider ve yöneticileri Müslüman olduklarını söylüyorlar ama İslam Hilafet
devletini kabul etmiyorlar. İşte en kötü olan ve Müslüman’ı derinden üzen de
budur. Ancak dava adamı bunlardan yılmadan davayı taşımalıdır ve Resulullah
(sav)’i örnek almalıdırlar.
Resulullah (sav) Hz. Ebu Bekir (ra) ile Zuhal kabilesine gidince Hz.
Ebu Bekir (ra), Resulullah’ı onlara takdim ediyordu. Onların kabile reisi Mefruk’ta
Resulullah’a şöyle diyordu: “Ey Kureyş’li hemşerim, risaletini anlat"
Resulullah (sav) de "Allah birdir, ben de onun Resulüyüm" dedikten
sonra, Enam Suresinin 151. Ayetini okudu:
"De ki: "Gelin
size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiç bir şeyi ortak
koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı
öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren biziz, gizli ve açık kötülüklere
yaklaşmayın, Allah' ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları
size düşünesiniz diye buyurmaktadır." (En’am
: 151)
Zuhal kabilesi, ayeti kerimeyi dikkatlice dinledi. Ortaya atılanların
doğru olduğunu anladılar. Fakat, “Birden hemen atalarımızın dinini
bırakamayız” dediler. Şimdi de çoğu kimseler aynısını diyorlar: “Hemen
birden bire atamızın getirdiği laik demokrasiyi bırakamayız.” diyorlar.
İnsanlardan bazı güçlü,kuvvetli ve otorite sahibi kimselerden nusret
talep etme meselesi şöyledir:
Nusret talep edilen kimselerden maddi destek istenir, fakat fikir ve
yöneticilik desteği istenmez. Çünkü, İslam’i kitleye katılmamış, İslam’i
kültür ve kaynaşma merhalesinden geçmemiş olan kimseler İslam’i yönetimi bilmez
ve İslam yöneticiliği yapamazlar. İslam akidesinden fışkıran nizamlardan başka
nizamlarla yöneten kişilerin yönetime gelmeleri asla caiz değildir. Daha doğrusu
İslam dışı nizamları emrederek yönetim yapanları İslam, kafirlerden saymıştır.
Şerli idareciler hakkında Resulullah (sav) şöyle buyurduğunu Avf b. Malik rivayet
ediyor; “Denildi ki; ya Resulullah, bu zalim idarecilere karşı kılıç
kullanmayalım mı?” Resulullah; “Onlar aranızda namaz kıldıkları
müddetçe bunu yapamazsınız” buyurdu. Bu: “Aranızda İslam’la hükmettikleri
müddetçe kılıç kullanamazsınız, fakat İslam’ın dışında hükmedince onlara
karşı kılıç kullanmak vacip olur” demektir.
İslam devletini kurmada Resulullah (sav) ve Ashabı Kiramdan
alacağımız en önemli örnek, davayı ölümkalım meselesi olarak tanımaktır.
İslam devletine çalışmanın derecesinin ölüm-kalım meselesi
olduğunu idrak eden, davaya bağlılığını ve çalışmasını o nisbette sürdürür.
Yani bunu idrak eden insana ölümden başka hiç bir şey onu çalışmadan geri
bırakmaz, hayatı boyunca çalışır.
İslam devletinin kurulmasına çalışmanın derecesinin bu olduğunu
anlayan kimseyi; aile, eş-dost, mal-mülk, yer-yuva, zıraat,ticaret, para-pul, sevgisi
bunlara olan bağlılık, onu bu yolda çalışmadan alı koymaz. Ve davadan vaz
geçirmez. Bu konuda Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“De ki: Babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar durgun
gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah' tan, peygamberinden
ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin.
Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez." (Tevbe: 24)
Bu sayılanlar, Allah’tan,
Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, size gelecek azabı
bekleyin, o azap sizi bir gün bulacaktır. Gerçekten de bu sayılanları davaya tercih
edenlere azap ulaşmıştır.
Ashabı Kiram bu yolda çalışmanın ölüm-kalım derecesinde
olduğunu idrak ettiklerinden, bu yukarıda sayılanların hiç biri onları bu uğurda
çalışmadan alıkoymadığını hicretle ispat etmişlerdir. Örneğin; ilk
muhacirlerden olan çok muhterem değerli, cesaretli, fedakar ve genç sahabe Musab b.
Ümeyr (ra) bu sayılanların hepsini terk ederek önce Habeşistana sonra da Medine’ye
hicret etmiş ve Medine’deki ilk İslam devletinin temelini atanlardan olmuştur. Musab
b. Ümeyr (ra) İslam devletini kurmak için çalışma konusunda, birinci derecede örnek
alınması gerekenlerdendir.
İslam’i hayatın yaşanması, İslam devletinin kurulmasına bağlı
olduğunu anlayan Ashab bu uğurda her türlü fedakarlıklarını göstererek ilk gurup
olarak Medine’ye hicret etmişlerdir. Geride yaşlılar, hastalar, kadınlar, çocuklar
ve henüz hicret izni almamış olan, Hz. Ebu Bekir ve küçük yaşta olan Hz. Ali
kalmışlardı.
İslam’i hayatı yaşatan, dolaysıyla Müslümanlara ahireti
kazandıran İslam devleti, Mekkeli Müslümanların hicreti ve medinedeki
Müslümanların destekleriyle kurulmuştur. |