Hilafet -113                 Muharrem  1420               Nisan  1999                    Yıl 11

<<

NUSRET

>>

Nusret Ne Zaman Talep Edilir?

Adem Beşer

Olmazsa olmaz kabilinden olan Hilafet devletini kurma yolundaki Müslümanlar, nusret talep etmede, Resulullah (sav) ve Ashabı kiramın tutum ve davranışlarından örnek almalıdırlar.

Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi güçlü ve nüfuzlu kimselerin, Müslümanların safına katılmalarıyla, İslam’iyet daha da güçlenmişti. Müşrikler de, Müslümanların bu çabası karşısında baskılarını daha da artırdılar.

Şunu hassasiyetle hemen kayd edelim ki, müşriklerin ve İslam düşmanlarının baskı ve eziyetlerinden kurtulmanın tek çaresi, İslam akidesi üzerine İslam'ın devleti Raşidi Hilafet devletini kurmaktı. Resulullah (sav) ve Ashabı Kiram Allah (cc)’ nun emrini yerine getirerek İslam’ın devletini kurarak üzerlerindeki farzı eda ettiler ve kafirlerin her türlü tasallutundan da kurtuldular.

Ne yazıkki, zamanımızda yaşanan zelil ve acı vakıalar vuku bulmaktadır. Zamanımızdaki sözde Müslümanlar, kafirlerin pislik ve kötülüklerinden kurtulmayı; kafirlerin buyrukları altına girmekte, onların kanunlarını kabul edip tatbik etmekte arıyorlar. Oysa ki, Müslümanlar onların buyrukları altına girdikçe, onlar baskı ve eziyetlerini artırıyorlar. Bu dün de öyle idi bugün de öyledir.

Müslümanlar, kendi istekleriyle kafirlerin kanun ve nizamlarını kabul edip onların buyrukları altına girince, onlar, Müslümanlara kötülükle ellerini ve dillerini uzatıp kafir olmasını istediklerini, Allah (cc) şöyle bildiriyor:

“Onlar (inkar edenler) sizi ele geçirseler, size düşman kesilirler: Size ellerini, dillerini kötülükle uzatırlar ve isterler ki; siz de kafirler olasınız” (Mumtehine : 2)

Kurtuluş, kafirlerin kanunlarını kabullenip uygulamakta değil, Raşidi Hilafet devletini kurup şer’i hükümleri tatbik etmektedir.

Resulullah (sav), kitlesini kurup kültürleşme ve kaynaşma merhalelerinden sonra, birçok kimselere gidip nusret talebinde bulundu.

Resulullah (sav), devlet kurma çalışmalarını yoğunlaştırdığından ve hamisi Ebu Talib’in ölümünden sonra müşrikler, Resulullah (sav) ve Ashabı Kiram’ı yıldırarak, o mübarek davalarından vazgeçirmek için insanlığa yakışmayan en çirkin ve adice hareketlerde bulunuyorlardı. O kötü davranışlarından bazıları:

Bir gün Resulullah (sav) yürürken mezmum adamın biri, Resulullah (sav)’in başına pis toprak atmıştı. Kızı Hz. Fatıma babasının bu halini görüp, üstünü başını silerken hıçkırıkla ağlıyordu. Kızının göz yaşlarını mübarek eliyle silerek buyurmuşlardır ki; “Ağlama yavrum, Allah (cc) babanı koruyacaktır.” Günümüzde de bu yolda sıkıntıya düşen Müslümanları Allah (cc) yine koruyacak ve kurtaracaktır.

Bir defasında Haremi Şerif’te namaz kılarken bir deve işkembesini Resulullah (sav)’in üzerine atmışlardı. Ayrıca yine Harem’de ibadet yaparken Ukba namındaki bir kişi, abasını Resulullah (sav)’in boynuna dolayarak boğmak istemişti. Böylece kafirler hakaret ve eziyetlerini artırmışlardı. Resulullah (sav) kurtuluşu onlarla anlaşmada ve iş birliği yapmakta aramamıştır. Allah (cc)’nun buyruğunu yerine getirip ve bu eziyetlerden kurtuluşu İslam devletini kurmada aradı. Bunun için, civarın en kalabalık halkı olan Taif‘lilere gidip onlardan nusret talep etmeyi düşündü. İlk İslam’iyeti kabul edenlerden azatlısı Zeyd b. Haris ile Taif’e gitti.

O civarın en büyük kabilesi Umeyr kabilesi idi. Bunların üç tane reisleri vardı. Bunlar, Abdi Yalil, Mesud ve Habib idi. Bunlara İslam’iyeti anlattı ve İslam’ın devletinin kurulması için kendilerinden nusret talebinde bulundu. Fakat üçü de ters cevaplar verdiler. Zamanımızın inatçıları gibi şu suçlamaları söylediler:

"Allah seni peygamber olarak gönerdiyse kabenin örtüsünü niçin yırtıyor?” dedi.

“Allah peygamber olarak gönderecek başka kimse bulamadı mı?” diye söylendiler.

“Benim sana söyleyecek bir sözüm yoktur. Çünkü, hak peygamber isen sana bir şey diyemem, yok yalancı isen, sana söz söylemeye tenezzül etmem.” diyorlardı.

Resulullah (sav)’i kötü karşılayıp ters cevap vermeleriyle kalmadılar, halkın anarşistlerini gönderip, yolun iki tarafına sıralayıp, keskin taşlarla peygamber Efendimizin ayaklarını taşladılar, öyleki ayaklarından akan kanla ayakkabıları dolmuştu. Yürümekten takatsız kalıp oturdukca, zorla kaldırıp yine taşlıyorlardı. Yaralanan ayaklarının acısından artık yürümeğe takatı kalmamıştı. Resulullah (sav) ve Zeyd b. Haris o yolun kenarında bulunan Utbe ve Şeybe adında iki kardeşe ait üzüm bağına sığındı. Orada bir asmanın altında oturup hak yolda bu mukaddes dava uğrunda maruz kaldığı bunca eziyetler karşısında kendisine verilen nimetler ve İslam nimeti karşısında Allah (cc)’ ya şükrederek;

“İlahi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor göründüğümü ancak sana arz ederim. Ancak sana şekva ederim. Ey merhametliler merhametlisi, zayıf düşmüşlerin de Rabbi sensin ve benim de Rabbım sensin. Beni kimin eline bırakıyorsun? Kötü muamele yapan uzak kimselere mi? Yoksa işimi eline verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı senden bir gazap yoksa hiç aldırış etmem. Fakat benim için daha rahat olan senin afiyetindir. İlahi! Senin vechinin nuruna sığınırım. O nur ki, zulmetler onunla açıldı. Dünya ve ahiret işi onun üzerine salah buldu. Bana gazabını indirmedin veya benim üzerime senin öfkenin yerleşmesinden afiyetin daha geniştir, her şey senin rızan içindir. Bütün güç ve kuvvet senin elindedir." diye dua ediyordu.

Resulullah (sav) ve Ashabı Kiram’ ın çektikleri bunca eziyet, Allah (cc)’ nun farz kıldığı bu büyük davayı hedefe ulaştırmak içindi. Yaptığı duada bunu ima ediyordu.

“İlahi! Bütün bu olaylarda, rızana karşı bir şey yoksa, bu eziyetlere hiçte aldırmam.” Yani bütün mesele İslam’ı hayatında yaşamak ve Allah (cc) rızasını kazanmak isteyen Müslümanlar, bu uğurda karşılaştıkları her türlü eziyet ve meşekkatlara aldırmadan hedefe ulaşmakta ve devleti kurma çalışmasını, kesintiye uğratmadan ve terk etmeden sürdürmeyi, Resulullah (sav) ve Ashabı Kiramı örnek almalıdırlar.

O zamanlarda davayı yüklenenlere, devleti kurma yolunda olanlara, İslam düşmanları karşı çıkıyor, eziyet ediyor ve çalışmalarına engel oluyorlardı, şimdi de davayı yüklenenlere şeriat düşmanları karşı çıkıyorlar, hakaret ediyorlar ve İslam’i çalışmalarını engelliyorlar. Resulullah (sav) ve Ashablar yılmadan çalıştılar, davayı taşıdılar ve devleti kurdular. Şimdi de davayı taşıyan ve çalışanlar devleti kurar, İslam’ın hayatını yaşarlar. Meşru yolda devam eden mutlak bir gün hedefe ulaşır.

Hilafet devletini kurma yolunda olanlara, Resulullah (sav)’in nusret talebi konusunda şu çalışmaları ne kadar güzel örneklerdir.

Resulullah (sav) kendilerinin yurtlarına kadar gidip daveti götürüp, nusret talebinde bulunduğu kimselerin, kendisini kötü karşılayıp red edip hakaretlerde bulunmalarına rağmen, böyle kimselere daveti götürmeyi bırakmadığı ve nusret talebinden de vaz geçmediği.

Daveti götürüp daha başka kimselere gidip nusret talebinde bulunduğu. Örneğin:

Taiflilerin kötü muamelelerine ve hakaretlerine uğradıktan sonra hac aylarında uzak yerlerden Mekke civarına gelen kabileler, panayırlar kurarlardı. Resulullah (sav), ise oralara (Ukaz, Mecenne ve Zü’l Mecaz) panayırlarına gider, kabilelerle ve reisleriyle görüşür, onlara İslam’ı anlatır, Kur’andan ayetler okur, İslam’a davet eder ve münasip gördüklerinden de nusret talebinde bulunurdu.

Resulullah (sav), sadece panayırlarda onlara İslam’ı anlatıp davayı götürmekle kalmıyor, Taif’e gittiği gibi, bir çok kabilelerin yurtlarına bizzat gidip özellikle kabile reisleriyle görüşüp İslam’ı anlatır ve davetini yapar ve icabında nusret talebinde de bulunurdu. Örneğin:

Kinde, Hanifeoğulları, Amiroğulları ve Zühal kabilelerine kadar gitti. Bunlardan da Resulullah (sav)’e karşı kötü davrananlar oldu.

Resulullah (sav)’i en kötü karşılayan Hanifeoğulları kabilesi oldu. Bunlar, maddi çıkarlarını her şeyin üstünde gören kimselerdi. Bunların reisi kendisini yalancı peygamber ilan eden Yemame’li Müseylimetül Kezzap idi.

Resulullah (sav) Amiroğullarına gidip, İslam ’a davetini yapıp nusret talebinde bulununca onlar Resulullah (sav)’e şöyle diyorlardı.

"Sana yardım eder ve düşmanlarını mağlup edersek, bizi kendinden sonra yerine bırakır, mevkiine geçirir misin?” dediler. Resulullah (sav): “Bu Allah’ın bileceği bir şeydir. Herşey Allah’ın yedi kudretindedir. Kime dilerse ona verir” Bu iş ümmetin hakkıdır, istediklerine verirler. Onlar: “O halde biz seninle nasıl birleşiriz, sen muvaffak olduktan sonra, iş (devlet), başkasına kalır." dediler. Ve saltanat sevdasında oldukları için Resulullah (sav)’in davetini kabul etmediler. Yani, bunların redetmeleri, davetin yanlış olduğundan değil, o kimselerin saltanat peşinde olduklarındandır. Zamanımızdaki insanlar da aynen böyledir. O zaman Resulullah (sav) ve Ashab’ı, İslam devletinin kurulma davasını, kabilelere, reislerine götürüyorlardı. Şimdi de yeniden Hilafet devletinin kurulma davasını, bu davayı yüklenenler kuruluşlara, guruplara, teşkilatlara, partilere, yönetici ve idarecilerine götürüyorlar, ve davayı anlatıyorlar. Müslümanların İslam’i hayatı yaşayabilmeleri için İslam Hilafet devletinin olması gerekli olduğunu anlatıyor, söylüyorlar. Fakat onlar kabul etmiyor, reddediyorlar, ancak bunlar bu davanın yanlış olduğu için reddetmiyorlar. Menfaatları ellerinden gider korkusundan kabul etmiyorlar. Müslüman olduklarını söyleyip Hilafet devletini istemeyenler böyle değiller mi?

Yalnız burada biz Müslümanları derinden üzen bir fark vardır. O da; Resulullah ve Ashabı Kiramın davayı götürdüğü kabileler ve kabile reisleri Müslüman değil müşriklerdi. İslam davasını kabul etmiyorlardı. Fakat şimdi davayı, İslam Hilafet devletinin kurulma davasını götürdüğümüz kuruluşlar, guruplar, lider ve yöneticileri Müslüman olduklarını söylüyorlar ama İslam Hilafet devletini kabul etmiyorlar. İşte en kötü olan ve Müslüman’ı derinden üzen de budur. Ancak dava adamı bunlardan yılmadan davayı taşımalıdır ve Resulullah (sav)’i örnek almalıdırlar.

Resulullah (sav) Hz. Ebu Bekir (ra) ile Zuhal kabilesine gidince Hz. Ebu Bekir (ra), Resulullah’ı onlara takdim ediyordu. Onların kabile reisi Mefruk’ta Resulullah’a şöyle diyordu: “Ey Kureyş’li hemşerim, risaletini anlat" Resulullah (sav) de "Allah birdir, ben de onun Resulüyüm" dedikten sonra, Enam Suresinin 151. Ayetini okudu:

"De ki: "Gelin size Rabbinizin haram kıldığı şeyleri söyleyeyim: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anaya babaya iyilik yapın, yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin, sizin ve onların rızkını veren biziz, gizli ve açık kötülüklere yaklaşmayın, Allah' ın haram kıldığı cana haksız yere kıymayın. Allah bunları size düşünesiniz diye buyurmaktadır." (En’am : 151)

Zuhal kabilesi, ayeti kerimeyi dikkatlice dinledi. Ortaya atılanların doğru olduğunu anladılar. Fakat, “Birden hemen atalarımızın dinini bırakamayız” dediler. Şimdi de çoğu kimseler aynısını diyorlar: “Hemen birden bire atamızın getirdiği laik demokrasiyi bırakamayız.” diyorlar.

İnsanlardan bazı güçlü,kuvvetli ve otorite sahibi kimselerden nusret talep etme meselesi şöyledir:

Nusret talep edilen kimselerden maddi destek istenir, fakat fikir ve yöneticilik desteği istenmez. Çünkü, İslam’i kitleye katılmamış, İslam’i kültür ve kaynaşma merhalesinden geçmemiş olan kimseler İslam’i yönetimi bilmez ve İslam yöneticiliği yapamazlar. İslam akidesinden fışkıran nizamlardan başka nizamlarla yöneten kişilerin yönetime gelmeleri asla caiz değildir. Daha doğrusu İslam dışı nizamları emrederek yönetim yapanları İslam, kafirlerden saymıştır. Şerli idareciler hakkında Resulullah (sav) şöyle buyurduğunu Avf b. Malik rivayet ediyor; “Denildi ki; ya Resulullah, bu zalim idarecilere karşı kılıç kullanmayalım mı?” Resulullah; “Onlar aranızda namaz kıldıkları müddetçe bunu yapamazsınız” buyurdu. Bu: “Aranızda İslam’la hükmettikleri müddetçe kılıç kullanamazsınız, fakat İslam’ın dışında hükmedince onlara karşı kılıç kullanmak vacip olur” demektir.

İslam devletini kurmada Resulullah (sav) ve Ashabı Kiramdan alacağımız en önemli örnek, davayı ölümkalım meselesi olarak tanımaktır.

İslam devletine çalışmanın derecesinin ölüm-kalım meselesi olduğunu idrak eden, davaya bağlılığını ve çalışmasını o nisbette sürdürür. Yani bunu idrak eden insana ölümden başka hiç bir şey onu çalışmadan geri bırakmaz, hayatı boyunca çalışır.

İslam devletinin kurulmasına çalışmanın derecesinin bu olduğunu anlayan kimseyi; aile, eş-dost, mal-mülk, yer-yuva, zıraat,ticaret, para-pul, sevgisi bunlara olan bağlılık, onu bu yolda çalışmadan alı koymaz. Ve davadan vaz geçirmez. Bu konuda Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“De ki: Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah' tan, peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez." (Tevbe: 24)

Bu sayılanlar, Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, size gelecek azabı bekleyin, o azap sizi bir gün bulacaktır. Gerçekten de bu sayılanları davaya tercih edenlere azap ulaşmıştır.

Ashabı Kiram bu yolda çalışmanın ölüm-kalım derecesinde olduğunu idrak ettiklerinden, bu yukarıda sayılanların hiç biri onları bu uğurda çalışmadan alıkoymadığını hicretle ispat etmişlerdir. Örneğin; ilk muhacirlerden olan çok muhterem değerli, cesaretli, fedakar ve genç sahabe Musab b. Ümeyr (ra) bu sayılanların hepsini terk ederek önce Habeşistana sonra da Medine’ye hicret etmiş ve Medine’deki ilk İslam devletinin temelini atanlardan olmuştur. Musab b. Ümeyr (ra) İslam devletini kurmak için çalışma konusunda, birinci derecede örnek alınması gerekenlerdendir.

İslam’i hayatın yaşanması, İslam devletinin kurulmasına bağlı olduğunu anlayan Ashab bu uğurda her türlü fedakarlıklarını göstererek ilk gurup olarak Medine’ye hicret etmişlerdir. Geride yaşlılar, hastalar, kadınlar, çocuklar ve henüz hicret izni almamış olan, Hz. Ebu Bekir ve küçük yaşta olan Hz. Ali kalmışlardı.

İslam’i hayatı yaşatan, dolaysıyla Müslümanlara ahireti kazandıran İslam devleti, Mekkeli Müslümanların hicreti ve medinedeki Müslümanların destekleriyle kurulmuştur.

< Önceki

 

sonraki >