Yatırımları finanse edebilmek amacıyla dışarıdan borç alma
yoluna gitmek ülke üzerindeki tehlikelerin en büyüklerindendir. İslâm ümmetinin
karşılaştığı belaların, sıkıntıların en önemlilerinden olan dış borçlar,
aynı zamanda ülkenin sömürülmesine neden olan bir yoldur. İngiltere Mısır'ı
borçlandırma yolu ile sömürmüştür. Fransa Tunus'u borçlandırma yolu ile işgal
etmiştir. Batı, son günlerinde Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzunu borçlar yoluyla
yayabilmiştir. Birinci Dünya savaşından önce Batı ülkeleri, borç olarak para verip
ardından da verdiği bu borçlar aracılığı ile ülke içerisinde nüfuzlarını
yaymışlardır. 1864-1875 yılları arasında Mısır Hükümetinin aldığı dış borç
miktarı 95 milyon Sterlin'e ulaşmıştı. Bu olayın hemen ardından 1875 yılında
Mısır maliyesini incelemek amacıyla "Kiif" heyeti Mısır'a geldi ve Mısır
maliyesinin düzeltilmesinin zorunlu olduğu yönünde bir rapor hazırladı. Rapor
gereğince Mısır maliyesinin sürekli kontrol altında tutulması, Mısır
"Hidivi"nin heyetin kontrolü altında bulunması ve heyetin onayı olmadan
borçlanmaya gidilmemesi gerekiyordu. Bunun üzerine 1886 yılında yerel gelirlerden
borçlara tahsis edilen paraları toplamak üzere "Borçlanma Fonu" adı
altında bir fon oluşturuldu. Böylece Mısır hükümeti içerisinde yabancı bir
hükümet kuruldu. Aynı yıl "ikili denetleme sistemi" oluşturuldu.
Oluşturulan bu sistem gereğince Mısır maliyesi iki koldan kontrol altında
tutulacaktı. İngiltere, hükümete ait kamu gelirlerini, Fransa da harcamaları kontrol
altında tutacaktı. Ardından"ikili kontrol sistemi" daha da geliştirilerek
hükümet içerisinde iki tane Avrupalı bakana görev verildi. Buna göre Maliye
bakanlığına bir İngiliz, Çalışma bakanlığına da bir Fransız getirildi. Sonuç
olarak İngiliz'ler, Mısır'ı sömürmek için dış borçlar aracılığı ile
Mısır'a girmeyi başardılar.
Tunus'ta da aynı olay gerçekleşti. Tunus'ta yönetimde bulunan Tunus
Bey'i Avrupa'dan borç aldı. Yedi yıldan daha az bir süre içerisinde Tunus'un
Avrupa'dan aldığı borç miktarı yüzelli milyon Frank'a ulaştı. Avrupa ülkeleri
Tunus'a girebilmek için bu borçları bahane olarak kullandılar. Fransa, İngiltere ve
İtalya'nın da onayı ile "Mali heyet" oluşturulmasını önerdi. Bunun
üzerine Tunus'ta yönetimi elinde bulunduran Bey, Tunuslu bir görevlinin
başkanlığında Fransız, İngiliz ve İtalyan'lardan oluşan bir heyetin
oluşturulması için 1870 yılında bir karar çıkardı. Tüm borçları bir hesapta
toplama, faizleri sınırlandırma ve bu borçların ödenmesi için tahsis edilen
gelirlerin idaresi bu heyete verildi. Bu yolla Fransız'lar Tunus'u sömürmeyi
başardılar. Batı devletlerin tamamı da sömürgecilikte aynı yolu izlemektedirler.
Günümüzde ise batılı ülkeler sömürgecilikte daha farklı bir
yol izlemektedirler. Buna göre borçlandırmak istedikleri ülkelerin ekonomik gücünü
uzmanlar göndererek incelemekte yani onların mali sırlarına vakıf olduktan sonra
kredilerin nerelerde ve hangi alanlarda kullanılacağını belirlemektedirler.
Günümüzde batı, bir ülkeye borç verip ardından da o ülkenin sıkıntıya
düşmesini ve böylece de borç alan ülke üzerindeki etkisinin artmasını
beklememektedir. Borç alan ülkeyi sıkıntıya düşürecek, fakirleştirecek projeleri
uygulamaya zorlamakta, bunun için belirli şartlar koymaktadır. Dolayısıyla borç alan
ülke, zenginleşeceği yerde daha da fakirleşmekte, Batının üzerindeki nüfuzu iyice
artmaktadır. Bazı ülkelerde olduğu gibi, alınan dış borçların belirlenen
alanlarda harcanıp harcanmadığının denetlenmesi için de Amerikalı görevliler
gönderilmektedir. Bu nedenle dış borçlanma ülkedeki fakirliği artırmaktan başka
bir işe yaramamıştır. Bunun en büyük delili Türkiye, İran ve Mısır'dır. Bu
ülkelerin her biri milyarlarca dolar dış borç aldılar. Çok büyük miktarlarda dış
borç almış olmalarına rağmen ekonomik durumlarında gerileme olduğu
hissedilmektedir. Hatta borç almadan önce daha iyi olan ekonomik durumlarının borç
aldıktan sonra daha da kötüye gittiği görülmektedir. Türkiye ve İran'da
hükümetlerin hazırladıkları resmi raporlarda ve sorumluların yaptıkları
açıklamalarda bu durum belirgin bir şekilde gözlemlenmektedir. Yardımlar hakkında
Türkiye eski Başbakanı İsmet İnönü ve İran'ın eski Başbakanı Ali Emini'nin;
Amerikan yardımlarının Türkiye ve İran'ın gerilemesine neden olduğu yolundaki
açıklamaları bunun en güzel delilleridir.
Mısır'da ise durum halktan saklanmak istenmektedir. Ekonomik
rakamlarla oynama yapılarak, ekonomideki gerileme halktan gizlenmek istenmektedir. Ancak
Mısır halkının ekonomik durumu, Mısır Cüneyh'inin sürekli değer kaybetmesi,
bütçe açıkları ve Kahire sokaklarında kaldırımlarda uyuyan yüzlerce insan Mısır
ekonomisinin gerilediğinin gözle görülen canlı örnekleridir. Üstelik ekonomideki
gerilemeyi görebilmek için çok uzaklara gitmemize ne gerek var? Birçok Amerikalı
yaptıkları açıklamalarda verdikleri borçların, borç alan ülkelerin
fakirleşmelerine neden olduğu yolundaki açıklamalar da bunun bir başka
göstergesidir. 12 Temmuz 1962 yılında Amerikan Yüksek Mahkeme yargıçlarından biri
olan Yargıç William Douglas, Sebatel'deki Mason toplantısında yaptığı konuşmada
açıkça şunları söylemektedir: "Amerikan yardımları nedeniyle durumları daha
da kötüye giden birçok ülke vardır..." "Bu ülkelerdeki üst düzey
sorumlular Amerikan yardımları sonucunda servetlerine servet katarlarken halklarının
büyük bir bölümü açlıktan helak olmaktadırlar...." "Birleşik Devletler
Geri kalmış ülkeler arasındaki konumunu kaybetmeye başladı. Truman ve Eizenhover
döneminde ülke dışarısında Komünizme karşı uçaklarla, bombalarla, tüfeklerle ve
Dolar'larla mücadele ediyorduk. Mali yardımlar ekonomileri düzeltmek için değil
derebeylerin konumlarını yükseltmek için kullanıldı. Bu yardımlar ekonomik adaleti
gerçekleştirmek üzere halka yardım etmek için değil, toprak ağalarının
servetlerine servet katmak için kullanıldı." Yalnızca bu ifadeler bile, yatırım
projelerinin finansmanında dış borçlara dayanmanın ne denli tehlikeli olduğunun
açıklanması için yeterlidir. Üstelik bu yardımlar daha önceleri olduğu gibi
borçlanan ülkeler üzerinde borç veren ülkenin nüfuzunun iyice yayılmasında bir
araç olarak kullanılmaktadır. Sömürgecilikte yeni bir yöntem olan dış borçlar,
borçlanan ülkeleri zenginleştirmemiş tam tersine daha da fakirleştirmiştir.
Özellikle Amerikan yardımları, Amerika'nın diğer ülkeler
üzerindeki nüfuzunu yaymak ve Amerikan istilası için kullanılan bir üsluptur. Askeri
yardımlar denendi ancak bunda başarı sağlanamadı. Ardından şartsız yardımlar
kullanılmaya başlandı ancak bunda başarı sağlandı. Bu üslubun Amerika'nın
istediği her şeyin gerçekleşmesini sağlayan bir üslup olduğu görüldü. Ancak
verilen şartsız yardımlar sınırlı kaldığı sürece şartsız olmaya devam
edecektir. Ancak bu borçlar geri kalmış ülkelerin ekonomilerinde önemli gelişme
sağlayacak yatırım projelerinde kullanıldığında şartsız olmaktan çıkacaktır.
Alınan borçlar ekonomik gelişmeyi sağlayacak projelerin finansmanında kullanılmak
istendiğinde bu yardımların sürekliliğinde köklü değişiklikler yapılır ve
şartlar konulur. Konulan şartlar aracılığı ile Amerika yine borçlanan ülkeler
üzerindeki nüfuzunu yayma ve hedeflerini gerçekleştirme imkânını elde eder. Bu
borçlar; geleceğin toplumunu kurmak için yapılan mücadele aşamasından sanayileşme
ve kalkınma projelerinin gerçekleştirilmesi aşamasına intikal edildiğinde yatırım
projeleri savaşan güçlerin elinde siyasi bir silah haline gelir. Yatırım ve
sanayileşme projelerinin gerçekleşmesinde karşılaşılabilecek herhangi bir gerileme,
bu türden projeleri uygulayan sistemin felsefesinde ve siyasetinden bir gerileme ve
başarısızlık haline gelir. Dolayısıyla alınan bu borçlar borç alan ülke
açısından yardım olmaktan çok, borç veren ülkenin elinde borçlanan ülke
üzerindeki siyasetini, felsefesini ve çıkarlarını gerçekleştirmede her an
kullanmaya elverişli siyasi bir silahtır. Bu nedenle Amerika borç vermedeki amacını
gizlememektedir. Amerika'da yayınlanan resmi raporlarda borç vermekteki hedefin
Amerika'nın ve "Hür Dünya"nın güvenliğini sağlamak olduğu açıkça
ifade edilmektedir. 1962 yılının sonları ile 1963 yılının başlarında dış
ekonomik ve Askeri yardımlar ve bu çerçevede yapılan faaliyetler konusunda Amerika'da
gürültü koptu. Bunun üzerine Kennedy, dış yardımları ve dış yardım faaliyet
imkân-larını artırma yani yardımları ve bu yardımların veriliş hedefini
araştırmak üzere General Locas Clay başkanlığında bir araştırma komisyonu
oluşturdu. Buna rağmen dış yardımlar konusunda koparılan gürültüler bitmek
bilmedi. 1963 yılının Mart ayının son haftasında, General Clay başkanlığında
oluşturulan komisyonun hazırlayıp 1963 Mart ayının üçüncü haftasında Başkan
Kennedy'ye sunduğu rapor yayınlandı. Bu raporda Amerika'nın verdiği yardımların
hedefi, yardımlarda kullanılan kriterler ve veriliş esasları şu şekilde
açıklanıyordu: "Dış yardımların veriliş nedeni, Birleşik Devletlerin Milli
güvenliğini ve hür dünyanın güvenliğini sağlamaktır." Bu kriter Askeri
yardımlar dahil olmak üzere bütün yardımlar için geçerli bir kriterdir. Komisyon,
bu kriterin bu yardımların varlık sebebi olduğunu söylüyordu. Ayrıca komisyon,
verilen yardımların veriliş amacına yönelik ve belirlenen kurallara yani
"Birleşik Devletlerin Milli Güvenliğini artırmak ve Hür Dünyanın güvenliğini
sağlamak" kuralına uygun olması için yardımları koordine eden yönetime
birtakım önerilerde bulunmuştur. Bütün bunlar, Amerika'nın dış yardımlardan
maksadının geri kalmış ülkelerin kalkınmasını sağlamaktan öte, Amerika'nın ve
hür dünyanın güvenliğini sağlamak olduğunu göstermektedir. Diğer bir ifade ile
dış yardımlar, Amerika'nın ve hür dünyanın çıkarlarını gerçekleştirmek ve
korumak, buraların Amerika'nın çiftliği haline gelmesini sağlamak ve borç alan
ülkeler üzerindeki egemenliğini gerçekleştirmek için verilmektedir. Bu nedenle
Amerika her ülkeye yardım almaları için baskı yapmakta ve onları yardım almaya
zorlamaktadır. Bu amaçla Amerika, Endonezya'ya baskı yaptı, önüne birçok engeller
koydu, Amerika'dan borç alıp boyun eğinceye kadar Endonezya'da birçok kargaşalıklar,
gösteriler çıkardı. Mısır'la birleşmesinden önce Suriye'ye de aynı baskıyı
uyguladı. Suriye Amerika'dan borç almayı ret ettiğinde Suriye'nin önüne birçok
engeller koymaya başladı. Bunun üzerine Suriye, Mısır ile birleşme anında 75.7
milyon Dolar Ekonomik yardım aldı. Suriye, Mısır'dan ayrıldığı zaman Amerika dış
borç almaya devam etmesi için yeniden Suriye üzerinde baskı yapmaya başladı.
Amerika borç vermek için yalnızca bu üslubu kullanmaz. Borç
vermesine izin verilen devletlerarası kuruluşları da bu amaç için kullanır. Çünkü
Amerika'nın devletlerarası kurumlar üzerinde de egemenliği vardır. Üstelik alınan
borçlar -borç alma izni ister Amerika'dan çıksın ister başkasından çıksın-
devlet ya da borçlanan kurumlar tarafından harcanır. Alınan borçlar ise genelde
tüketim projelerinin finansmanında veya genel hizmetler alanında kullanılır. Üretim
projelerinde kullanılmaz.
Bütün bu açıklamalar göstermektedir ki alınan dış borçlar,
servet artışına değil tam tersine borç veren devletlerin/kurumların isteklerine
boyun eğmeye neden olduğunu göstermektedir.
Alınan dış borçların üretim projelerinin finansmanında
kullanıldığını varsaysak bile, finansman dış borçlanma yoluyla
gerçekleştirildiği için ülke üzerindeki tehlikesi kalkmaz. Öte yandan dış
borçlar kısa vadeli ya da uzun vadeli olarak alınmaktadırlar. Kısa vadeli
borçlanmanın hedefi iç kargaşalıklar çıkarmaya yönelik olarak borçlanan ülkenin
parasının değerini sarsmaktır. Zira borçlanan ülkenin vadesi gelen borçları,
borçlanan ülkede kullanılan milli para ile ödemesi kabul edilmez. Ödemelerin Amerikan
Dolar'ı ya da İngiliz Sterlin'i gibi uluslararası geçerliliği olan bir para birimi
ile ödenme mecburiyeti vardır. Borçlanan ülkenin elinde kısıtlı miktarda Amerikan
Dolar'ı veya İngiliz Sterlin'i bulunduğundan dolayı borçlu ülke ya borcunu ödemede
yetersiz kalacak ya da elinde bulundurduğu dövizi zorunlu olarak sahip olması gereken
sanayi girdilerini almada kullanacağı için gerekli olan yabancı paraları çok yüksek
fiyat ödeyerek almak zorunda kalacaktır. Yüksek fiyatla yabancı dövizleri satın
alması ise ülkenin kullandığı yerel para biriminin değerinin düşmesi demektir. Bu
durumda ise ülke, Uluslararası Para Fonuna sığınmak mecburiyetinde kalacaktır. IMF
ise Amerika'nın öngördüğü çerçevede hüküm verecektir. Çünkü Amerika hem IMF
hisselerinin büyük bir bölümünü elinde bulundurmakta hem de IMF üzerinde
egemenliğe sahip bir ülkedir. Borçlanan ülke IMF'ye müracaat etmek istememesi halinde
ise dövize sahip olabilmek için elinde bulundurduğu malları piyasa fiyatından daha
ucuz bir fiyattan dış pazarlarda satmak mecburiyetinde kalacaktır ki bu durumda ise
zarar etmesi yine kaçınılmazdır.
Uzun vadeli borçlar ise kasten uzun vadeli olarak verilmektedir.
Birikmesi ve biriktikçe daha da artması için ödenmesinde kolaylık gösterilir.
Sürekli biriken ve artan dış borçlar nedeniyle ülkenin ödemeler dengesi açık
verir. Ülke bu borçları nakit olarak ya da altın ve menkul mal olarak ödemekte
zorlanır. Dolayısıyla borçlarını arsa, arazi ve çoğu kere de fabrikalar gibi gayri
menkul mallarla ödemek mecburiyetinde kalır. Böylece borç veren ülke borçlanan
ülkede gayri menkul mala sahip olur. Sahip olduğu bu gayri menkul mallar, borçlanan
ülkeyi sömürmesi ya da işgal etmesi için elinde bir araç bulamadığı zaman,
borçlanan ülke üzerindeki nüfuzunu yayması veya borçlanan ülkeye girmek için
elinde bir bahane haline gelir.
Konumu itibari ile dış borçların tehlikeleri özetle bunlardır.
Bütün bu tehlikelerine ilave olarak dış borçlar faizle alınmaktadır. Faiz ise
şer'an haramdır. Dolayısıyla bu borçları almak da haramdır. Yukarıda
sıraladığımız tehlikeler dikkate alınmasa bile dış borçların faizli krediler
olduğundan dolayı haram olduğu unutulmamalıdır. Üretim projelerinin finansmanında
kullanılsa bile borç almak doğru değildir. Yatırımların finansmanının ülkenin
kendi kaynakları ile yapılmasından başka yol yoktur.