Hilafet -115                 Rebi-ul Ahir  1420            Haziran/Temmuz  1999                Yıl 11

<<

>>

AKİDELER ARASI KONUM

Geçmişten günümüze geçen dönem içerisinde akideler arasında eşitlik, paylaşımcı ve dialogcu bir yapılanmanın oluştuğunu iddia etmek mümkün değildir. Her ne kadar günümüzde bunun yoğun çalışmaları yapılsa da bu yapılan çalışmalar ancak birer felsefi anlayış olmaktan öteye geçmeyecektir. Bütün akideler mutlaka belirli temeller üzerine bina edilmiş, hayata bakış açısıda bu temelden zuhur eden fikirler üzerine yükselmiştir. İnsanın hayata bakışı; hayatın öncesi, hayat sonrası, öncesi ve sonrası ile olan münasebetler hakkında oluşan fikirler yumağına bağlılığı ve tasdikiyle yönlenir. Bütün olaylara, alakalara, toplumsal yapılanmalara bakış açısını akide üzerine kanalize etmekle beraber onun savunucusu ve uygulayıcısı olur. İşte böyle bir yapılanma içerisinde karma akide anlayışını bulmak mümkün olamadığı gibi fıtraten yaşanmasına da bir ihtimal vermek mümkünattan değildir. Bu konuda yeryüzünde sözü edilen akide ve benimseniş şekillerine baktığımızda uyum sağlanamayacağı gayet açık bir şekilde gözükmektedir.

Ortak olan özellikler insana hitap, eşyaya bakış, alakalar hakkında karar kılma, peygamber (ki bu bazıları için geçerli olan) tesbit, kitap (değiştirilmiş şekliyle de olsa onda karar kılma) tesbiti ve bazılarının yüzeysel bakışla tasdikledikleri mucize anlayışlarıdır. Benim seme tarzları aynı olsa da içerik ve konum itibariyle bakış açılarının farklılıklar arz ettiğini belirtmek gerekir.

Her şeye madde ölçüsünden yaklaşan benimseyiş tarzı hayat öncesi ve sonrası hakkında hiç bir fikir benimsemediği gibi var olan fikirleri de bir afyon olarak telakki atfetmekte, insanın yaratılmışlığını kabul etmediği gibi vakıanın gereği olarak karşılamakta, aklın oluşumunu maddenin dimağa yansıması olarak görmekte, peygamber anlayışı yerini bazen bilim adamlarına bırakırken Karl Marks, Lenin, Mao gibi felsefeciler akide tesbitinde öncüler olarak kabullenilir. Hatta diğer akide oluşumunda payı olanlara (peygamberlere) bakış filozof yaklaşımıdır. Komünizmde mucize yerine bilimsellik hakimdir. Kitap olarak felsefecilerin ortaya atmış olduğu düşünceleri içeren eserler kabul edilirken, hayali ürünler olan bu düşünceleri benimseme konusunda yüzeysel bir yaklaşımla ele alınır veya dikte yoluna gidilir. Yine bu akide çerçevesinde faraziyeler ön plana çıkar ve insanların sadık bilgilere ulaşmaları engellenmiş olur. Kominizimde benimsetme inkarcılığı ölçü kabul ederek bünyesin de herhangi bir inanca (ruhani oluşuma, din anlayışına) asla yer vermez. Temelinde aydın düşüncenin oluşumunun dahi barındırılmadığı, kuruntu, vehim, şüphe ve zannın hakim olduğu akide tesbiti tabi ki sağlam temeller üzerine bina edilmiş olmayacaktır. Olmadığı gibi çöküntüye duçar kalarak hayattan uzaklaşmıştır. Benimsenen tespitlerin insanlar arasında bağlayıcılık yönünün sakıt olmadığı gibi faraziyelerle dolu fikri çelişki yumağının hayatta etkinliğini görmek mümkün değildir ve de geçmişinde de yaşandığının ispatı yoktur. Böyle olmasına rağmen hayat öncesi hayat ve hayat sonrası hakkında temelsiz fikirlerle daha düne kadar yeryüzünde bir sistem (ideoloji) gözüyle bakıldı ve akidesi sadece siyasi temeller içerikli ruhani cihetten yoksun şekliyle benimsenildi.

İnsanlık başka bir akide tesbitini rönesansla sonuçlanan dönem içerisinde tezahür eden kapitalizim düşünce sistemini ortaya sunarak gerçekleştirmiştir. Bu sitemin doğuşunda geçmişten gelen birikimlerin etkisi ve vakıanın gereği kabul edilen yaklaşımlar kapitalizim akide yapılaşmasında büyük rol oynar. İnsanın kendini sınır tanımaz bir varlık görmesi, aydın düşünceden uzaklaşan, akli fonksiyonun devre dışı bırakıldığı, hayatın akıntısında sorumsuzca bir yaşantı için idealler benimsenmesi fikri yapılanmanın cüzlerinden kabul edilmiştir. Ruhani cihetin olup olmaması o kadarda önem arz etmediği gibi menfaat bağına ters ise dışlanması kaçınılmaz görülmüştür. Dinin hayata karışması, kurallar koyması insanın kendi kendine kanun yapmasıyla (yani insanın ilahlığıyla ) çeliştiği için bir ayırıma tabi tutulması benimsenerek akidenin esasına tabi kılınmıştır. Peygamber, mucize, kitapların benimsenmesi noktasında çifte bir anlayış karşı mıza çıksa da geçerlilik bakımından hayatta etkinliği var olan yapılanma asli kabul edilmiştir. Peygamberlik yüzeysel olarak benimsense de, asıl hayattaki alakaları düzenlemede düşünürlerin, filozofların görüşleri benimsenerek ölçü kabul edilerek dinle hayat arsına derin çukurlar açılmıştır. Böylece geçmişte dejenere edilmiş olan Hıristiyanlık büyük bir sarsıntıya daha maruz kalmıştır. Akli tesbit yerine taklidi tesbit anlayışına dayalı kabulleniş, bozulmuş olan bu inancın yüzeysel bir şekilde kabullenişini doğurmuştur. Her ne kadar yukarıda saydığımız akide tespitlerini benimsemiş gözükse de bunları hayattan uzak, tamamen ruhani bir temel üzerine oturttuğu gibi değişik yaklaşımlar kullanarak çelişkilerini göz önüne sermiştir. Yaratıcıyı üçleme, melekleri şekil itibariyle kadın cinsiyle şekillendirme, kitap (İncil,de) bir çok değişiklikler gerçekleştirerek insan görüşlerini ilahi görüşlerle aynı denklem içerisinde benimseyişler gibi örnekler sıralanabilir. İşte böylesi bir yapılanma dinin sadece ruhani alanda kalmasını sağlamıştır. Rönesans’la ortaya çıkan anlayışta dinden kaynaklanan herşeyin ancak vicdanlarda kalması gereğini kabullenerek dinin hayata müdahalesini engellemeyi esas alıp bu görüşü insanlara benimsetme yolunu takip etmiştir. Kitap olarak; insanların kendi kendilerine düzenledikleri yasaları içeren anayasa veya hukuk kitapları benimsenmiştir. Mucize olarak bilimsel buluşlar kabul edildiği gibi deneme ve yanılmaya dayalı birçok hayali kurgular ve mucitler insanların nezdinde harikulade şeyler niteliği vehmini doğurmuştur. Hatta onlara adeta taparcasına insanlarda gerçekleşen meyili günümüzde canlı şekilleriyle görmekteyiz. Tezatlarla dolu kapitalizmde kabul edilen akide anlayışı kısaca böyle bir temele sahip olmakla beraber insanlar arasında, hayat öncesi, hayat, insanların alakalarını düzenleme ve hayat sonrasına yönelik benimsenen görüşleri bulunduğundan bir ideoloji olarak değerlendirilmiştir. Sömürü ve yayılmasını da kapitalizmde temel esas kabul edilmesini de eklersek bu sistemin benimseniş tarzının insanlar arasında rabdediçi bir yönü olmadığı vede insan fıtratıyla çeliştiğini görürüz. Şu an yeryüzünde icra edilmekte olan bu sistemin insanlığı ve evreni ne hale getirdiğini herhalde izah etmeye gerek yoktur.

Bunların dışında dünya yüzeyinde aklın devre dışı bırakıldığı ve benimseyiş tarzlarını sadece vicdana, korkuya, vehme ve farazi temel düşünceler üzerine kuran birçok akide tespitlerine rastlamak mümkündür. İneğe tapanlar (ki bu Hindistan genelinde yaygın haldedir), çeşitli madenlerden yapılı insan veya değişik şekillere tapanlar (ki bu Türkiye’de Atatürk, Afrika ve Hindistan’da değişik türden hayvan şekilleri), ateşe tapanlar (ki orta Asya ülkelerinde mevcuttur), paraya, kadına, şeytana, uzaylılar efsanesinden kaynaklanan hayali ilahlara, tabiata, insanın kendi kendine tapması gibi çeşitli akide tespitlerini sıralamak mümkündür. Biz burada bunların hepsini sıralamak yerine yukarıdaki misallerle yetinmek istiyoruz. Çünkü yukarıda da beyan ettiğimiz gibi bunların oluşum kökenleri genelde aynı esaslar baz alınarak belirlenmiştir. Bu akide tarzlarının günümüzde kapitalizm sultasının altında barınmaya çalıştıkları, gereğinde ona el açıp yalvardıkları günümüz vakıasıdır. Bununla beraber hayata yönelik temel kaide ve esaslardan yoksun oldukları için sultayı ele geçirme yoluna tevessüle geçmediklerini görürüz. Her ne kadar hayata yönelik alakaları olmasa da temel anlayışlarına yapılan her saldırıya tepkisellik genelde hepsinde hakimdir. Bir Hindli’nin tagutu olan ineğe saldırı anında karşılığını görecektir. Atatürk’ün gerçekleştirdiği ilke ve inkılapların küfür sistemleri demokrasi, cumhuriyetten, kapitalizmden kaynaklanmasına rağmen bu inkılaplara saldırı, ilah olarak kabul edilen Atatürk’e saldırı niteliğini taşıdığından dolayı anında sistem tepkisini ortaya koyacaktır. Hatta Atatürk’ün kişiliğine yapılan her saldırı Allah’a ve nizamına yapılan saldırılardan üstün tutulacak ve ağır bir şekilde cezalandırılma yoluna gidilecektir. Allah (cc) nun buyurduğu gibi benimseyen kişiler için bunlar birer ilah konumundadırlar:

‘’Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, pa pazlarını ve Meryem oğlu Mesih'i rableri olarak kabul ettiler…’’(Tevbe 31)

Bütün bunlar akide tesbitinde oluşan temellerin hiç bir zaman uyum içerisinde olamayacaklarının açık delilleridir. Bu konuda Allah (cc) şöyle buyuruyor:

’Kendi dinlerine uymadıkça, yahudi ve hıristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaklardır…’’ (Bakara 120)

‘’Onlar kendileri inkar ettikleri gibi, keşke siz de inkar etseniz de eşit olsanız isterler…’’(Nisa 89)

İslam açısından da benimseme noktasında teklik vardır, tevhidi esas asıldır. Çoğulcu bir akide anlayışını, hukuklar arası denge veya işbirliğini kesinlikle reddeder. Akide tesbitinde aydın bir düşünüşü esas alan İslam, insanlar arası alakalarda dahi herhangi bir hukuktan gelecek basit bir maddeyi bünyesinde bir virüs olarak görmektedir. Allah (cc) kendisinden başka ilahlara ve nizamlara tabi olunmasını ayetlerle açıkca reddetmekte:

‘’O, öyle Allah’tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah müşriklerin ortak koştukları şeylerden münezzehtir.’’ (Haşr23)

‘’Kim Allah’ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse yönetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir.’’(Maide 44)

‘’O halde (hakikatı) yalanlayanlara tabi olma. Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.’’ (Kalem 8-9)

 

< Önceki

sonraki >