LAİK CUMHURİYETİN ACI MEYVESİ
23 Mayıs ’99 tarihinde Türk basını Birleşmiş Milletler Gıda ve
Tarım Örgütü’-nün yaptığı araştırmasını yayınladı. Bu araştırmada
Türkiye’de 14 milyon kişi açlık, yetersiz beslenme ve fakirliğin pençesinde
olduğu açıklandı.
Buda gösteriyor ki ; Atatürk Cumhuriyeti halkı fakirleştiriyor
ve sefalete sürüklüyor. Laik cumhuriyet kendisinin çağdaş bir devlet olduğunu
yıllardır durmadan söylemektedir. 75. yılını kutladıkları laik cumhuriyetin acı
meyvelerinden biride fakirlik ve perişanlık olmuştur. Açıklanan rakamlara göre 14
milyon insan şu an fakir konumundadır. Diğer kesimse zor geçinenler arasındadır. Az
bir gurup insan refah seviyesini yakalamıştır. Bir sene önce açıklanan devlet
istatistik rakamlarına göre 9 milyon kişinin aç olduğu açıklanmıştır. Aradan
geçen bir sene zarfında bu rakam 14 milyona çıkmıştır. Türkiyede fakirlik adeta
Türk lirasına indekslenmiş bir şekilde enflasyonla aynı çizgiyi takip etmektedir.
Bir sene sonra fakirlerin ve açların sayısı 20 milyona çıkarsa sakın buna
şaşırmayın. Zira cumhuriyet sisteminin, hükümeti ve ordusunun tek derdi yoksulluğu
halletmek değil İslam ve İslam’ı isteyen Müslümanlarla savaşmaktır. Bütün halk
fakir olsa dahi önemli olan İslamın gelmemesidir.
Buna benzer bir olay Somali’de
yaşandı. Somali’de Siyad Beri adlı bir cumhurbaşkanı vardı, onun işi Somali’yi
laik yapmak ve İslam’la savaşmak idi. Devrilinceye kadar Somali tam fakir memleket
durumuna geldi. Ondan sonra Amerika "Somali’ye Ümidi Geri Getirme" operasyonu
adıyla oraya müdahele yaptı. Bunun yüzünden, laiklik yüzünden hem Somali fakir
oldu, hem parçalandı hem de sömürgeci güçlerin müdahalesine maruz kaldı. Acaba
Türkiye o konuma doğru yuvarlanmıyormu ?
Laiklik kapitalist sisteminin temelidir. Bunun içeriğinde paranın az
bir gurubun elinde birikmesidir ki bunlar proje ve yatırım yapsınlar. Bu sebeple, para
belli ellerde birikiyor ve utanmadan şu an Türkiye’de kişi başına 3 bin dolar
düştüğünü söylüyorlar. Bunlar nasıl bir hesap yapıyorlar ? Memleketin ufak
bir gurubunun gelirini 65 milyon insana hasretmekle bütün insanların aynı gelire sahip
olduğu hesabını çıkartmaktadırlar. Ne acı ki 14 milyon insan yokluk içerisinde
kıvranırken bazı zenginler ve kişilerde milyonlarca dolar bulunmaktadır.
İslam’daki Şeri hüküm ise, para ve mallar herkesin eline geçecek
bir şekilde dağıtılmasını ön görmektedir. Böylece fakirliğe çare bulunmuş
olsun.
İslam devleti, herkesin yiyeceği, giyeceği ve meskenini temin etmek
için imkan verecektir. Şayet bir kişi bunları veya birini temin edemezse devlet bunun
mirascısının kendisine yardım etmesi için zorlar. Eğer mirascının gücü yoksa
devlet kendisi buna yardım eder. Ayrıca, bu temel ihtiyaçlardan ziyade zaruri
ihtiyaçlarını temin etmesine imkan tanıyacaktır. Tedavi, ilaç, öğrenim ve okul
masrafları herkes için bedava ve devlet tarafından temin edilir. Bunlardan sonra lüks
şeyler kişilere bırakılır. Devlet bunları temin etmek için herkese imkan tanır ve
fırsat temin eder.
(Bütün bunların detayları, Takiyuddin En-Nebhani'nin
"İslam’daki İktisat Nizamı" adlı kitapında mevcuttur).
AYASOFYA BİR
CAMİİDİR.
23.5.99’da Amerikan Expres şirketi, Dünya Anıt Fonu Dünya İzleme
programı aracılığıyla Ayasofya Müzesinin (!) restorasyon çalışmaları için
ikinci kez 100 bin dolar bağışta bulunduğunu açıkladı.
Kafirler Ayasofya’yı müzeye çevirdiler. Bunu devam ettirmek için
bağışta bulunuyorlar ve restorasyon çalışmasını yapıyorlar. Asıl konumu olan
camiye tekrar dönderilmesini engellemeye çalışıyorlar. Bu sebeple bunun için
sürekli paralarını harcıyorlar. Kafirlerin en büyük zaferlerinden biri
Ayasofya’yı camiden müzeye çevirmektir. Dış kafirler yerel kafir yöneticiler
yoluyla bunu sağladılar. Oysa, Fatih ayasofya’yı küfür mabedi olan kiliseden camiye
çevirirken şereflendirmişti. O zaman Vatikan papazı Fatih’i protesto edince Fatih
ona şöyle demişti: "Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirdiğim zaman
şereflendirdim. Ama susmazsan vatikan kilisesine geleceğim, orasını atlarım için
ahıra çevireceğim". Papa sustu. Kafirler bu sözleri asla unutmadılar.
Türkiye’de yerel kafir ajanları yoluyla Hilafet’i yıktıktan ve İslam’ı hayat
ve devletten uzaklaştırdıktan sonra Ayasofya’yı müzeye çevirdiler. Bunların
düşüncesi Ayasofya’yı yeniden kiliseye çevirmektir.
Bu noktada Müslümanların sorumluluğu çok büyüktür. Tekrar
Ayasofya’yı asıl kimliği olan camiye çevirmek için var güçleriyle
çalışmalıdırlar. Bunun da tek yolu Laik Cumhuriyet’i yıkıp yerine Hilafet’i
kurarmakla mümkündür.
İSLAMİ DEMOKRASİ OLUR MU?
23.5.99’da İran Cumhurbaşkanı Hatemi bir konuşma yaparken
kendisinin İslam demokrasisinin gerçekleşmesini istediğini açıkladı.
İran cumhurbaşkanın demeçleri ve hareketlerinin batıl olduğu
gayet açıktır. Bu çarpık demeçler kafirlere yaklaştığının açıkça delilidir.
İslami demokrasi diye bir uygulamaya geçmek istiyorlar ! İslam
demokrasiyle asla bağdaşmaz.
Demokrasinin manası, halkın hakimiyetidir. Halk kendi kendini
iradesiyle ve kanunlarıyla yönetir.
Zaten cumhuriyet bunun şeklidir. İran’da cumhuriyet vardır. Hem de
bunu İslami cumhuriyet olarak adlandırdılar. Neden şimdi İslami demokrasi havarisi
kesiliyorlar ? Cumhuriyetin ilk senelerinde değişik fikirlere dayalı partiler ve
siyasi çalışmalar vardı. Daha sonra bunlar kaldırıldı. Bu durum İrangate
skandalına kadar devam etmiştir. Anlaşılan şudur ki; tekrar bunlara müsaade
edilecektir.
Sudan da aynı işi yaptı. Ayrıca İran insanlara demokrasinin
içerdiği fikir hürriyeti olsun şahsi hürrıyet olsun buna benzer hürriyetler
verecektir. Fasık ve münafık kadınların açılmasını ve her türlü işleri
yapmalarına müsaade edecektir. Bu nedenle bu çalışma ve Batı yaşam tarzı
hayranları olan fasıklar ve münafıklar tarafından destekleniyor.
Ayrıca kendisi İtalya’ya giderek papayla görüşmüştür. Papayı
İslam’a davet etme yerine, tersi onunla ve batıl olan hıristiyanlıkla diyalog kurmak
istiyor. Ona cahili şiiri ve özellikle Arapları kötüleyen şiirleri içeren bir Pers
şairine ait şiir kitabı hediye etti. Böylece batıya yakınlığını ispatlamaya
çalıştı.
Peki bunlar ; neden küfrü uygulamaya çağırırken İslami
sözler ekliyorlar ? İslami cumhuriyet, İslami demokrasi daha önce İslami
sosyalizm, yarın İslami laiklik gibi şeyler duyacağız! Oysa İslam İslamdır.
Hiçbir sisteme benzemez ve benzetilemez.
Demokraside halkın hakimiyeti İslamda ise şeriatın hakimiyeti
vardır. Şeriat ise Allah’tan gelir. Allah ; Resülüne Kuran ve sahih hadisler
yoluyla şeriatı vahy etti. Halife ise bunları uygulamakla mükelleftir. Demokraside
kanun millet meclisi tarafından çıkartılır ve cumhurbaşkanı onu yürürlüğe
koyar.
Hürriyetler konusuna gelince, İslam insanın başka insanların
kölesi olmasını azad ettiren hükümler indirdi. İslam insanları sadece Allah’ın
kölesi olsun diye çağırmaktadır. Bu sebeple, Batı’nın çağırdığı veya
demokrasinin içerdiği temel hürriyetleri İslam tanımaz. Fasık veya kafir veya
münafık olsa İslam toplumunda ancak İslamın yaşayış tarzına göre hareket
ederler. Elbiseleri ve davranışları İslami olur. Kafir kadınlar bile yüzleri ve
elleri dışında onlardan birşey görülmeyecektir. Bu nedenle İslamda şahsi
hürriyetler yoktur. Öte yandan İslam devletinde İslama aykırı fikir ve siyasi
görüş açıklamak veya buna göre parti kurmak yasaktır. Ancak, İslama dayalı fikir
ve siyasi görüş açıklanır ve buna dayalı parti kurulur.
Bundan dolayı, iddia ettikleri siyasi veya fikri hürriyet İslam’da
yoktur.
SUDAN’DA ÇOK
PARTİLİ SİSTEM
Sudan’da yeni anayasa gereğince çok partili sisteme geçtiler.
Hertürlü parti kurulmaya başlandı. Devrik cumhurbaşkanı Cafer Numeyri sürgün yeri
olan Mısır’dan Sudan’a dönüp yeni parti kurdu. Meclis başkanı Turabi Avrupaya
gidip devrik başbakan Sadık Mehdi’yle görüştü. Zira, Sudan’da en büyük kabile
Mehdi’nin kabilesi olan Ensar’dır.
Numeyri’ye gelelim, Amerika’ya bağlı eski bir askerdir.
Mısır’ın desteği ile 1969’da darbe yaparak cumhurbaşkanı oldu. Sosyalistlik
boyasıyla boyanmıştır. 1989’da Suvar Eddebah adlı general tarafından
devrilmiştir. 1988’de çok partili sisteme geçilince yaklaşık olarak 40 parti
kurulmuştu. 1989’da Ömer Beşir adlı bir general darbe yapmıştır. İlginç şeydir
ki; Sudan radyosu bu darbeyi bildirmeden yarım saat önce Mısır radyosu duyurmuştur.
Ayrıca darbeciler dünyayla alakaları kesilince sadece Sudan’daki Mısır büyük
elçiliği yoluyla dünyayla temas ediliyordu. Bunun arkasında Mısır’ın bulunduğu
açık idi. Mısır ise Amerika’nın üssüdür.
Sudan’ın çıkarttığı anayasa İslami değildir. Ayrıca siyasi
partiler kanunu İslami değildir. Hertür fikir ve siyasi görüş sahibi olanlara ve her
ajana parti kurmayı müsaade ediyor. Liberaller, demokratlar, laikler, milliyetçiler,
İngiliz ve Amerikan ajanlar, herkes serbesttir. Ancak Hilafet devletini kurmak için
çalışan ve İslami anayasa çıkartan ve yalnız İslam'a dayalı olan Hizb-üt
Tahrir’e müsaade vermediler. Oysa, Hizb-üt Tahrir Sudan’da 1960’ lardan beri
çalışmaktadır. Değişik rejimler orada kuruldu ve yıkıldı ve değişik
yöneticiler iktidara geçip devrildi. Hiçbiri de Hizb-üt Tahrir’e müsaade etmedi.
Hizb-üt Tahrir’i yasa dışı olan siyasi bir parti saydılar.
Zira, Hizb-üt Tahrir mevcut rejimi, şekli olan cumhuriyeti ve
batıdan ithal edilen anayasa ve kanunları red ediyor, yöneticilerin Amerika’ya veya
İngiltere’ye bağlılıklarını keşfedip teşhir ediyordu. Sadece, Hilafet ve İslami
anayasa üzerine ısrar ediyor.
Sudan tekrar demokratik sisteme geçerken onu siyasi ve ekonomik
krizlerden kurtarır mı ?
Bu konu derince incelenirse hiç bir kurtuluş yoktur. En büyük
siyasi kriz Güney Sudan’da bölücü güçlerdir. Bu güçlerin arkasında bütün
küfür odakları vardır. Ömer Beşir Turabi liderliğinde Sudan yönetimi Güney
Sudan’a özerklik verdiler. Fakat, Güney’in ayrılmasını kabul edemediler. Çok
partili Sistem olunca başka partiler hükümeti kuracaklar ve bunun mesuliyetini
üstlenecekler. Bu şekilde aciz rejim önemli bir meseleyi partilerin üzerine atacaktır
ve de bunun mesuliyetinden kurtulacaktır. Ayrıca ekonomik sorunları çözemediği için
bu partilere taşıtacaktır. Ama bu Sudan için kurtuluş olurmu? Tabiki hayır. Gerçek
İslam sistemi tesis edilmezse, düşünür ve siyasi uyanıklığa sahip olan samimi
yöneticiler bu sistemi yürütmeye geçemezse hiçbir kurtuluş beklenmez. Tersine, Sudan
daha kötü duruma düşecektir.
DEVLET ALDATICI OLUNCA, TEBASININ DURUMU NE
OLUR ?
Merve Kavakçı adlı kadın, başörtüsüyle palementoya girince
laikler kıyameti kopardılar. Bu kadının kimliğini araştırarak Amerikan vatandaşı
olduğunu bildirdiler. Bu nedenle, meclisten kovmak istiyorlar. Başka pasaport taşıyan
Türkiye tabiyetini taşıyanlar meclise girmez demeye başladılar. Peki, cumhurbaşkanı
Demirel başta olmak üzere hükümetler, dışarıda bulunan Türkiye tabiyetliler
hakkında ne söylediler ? ‘’Öbür ülkelerin vatandaşlığına girin,
Türkiye’de hiçbir hakkınız eksik olmayacaktır’’. Şimdi ise, çelişkiye
düşüyorlar ; çünkü başka memleketin pasaportunu taşıyan Türkiye'lileri
dışlamış oluyorlar. Bunun manası, bu devlet ve yöneticileri tabiyetlilerine yalan
söylüyorlar ve onları aldatıyorlar. Başka memleketin tabiyetlisi olunca tehlikeli
durum vardır. Atatürk cumhuriyeti bunlarla oynayacaktır. Zıt siyasi bir çalışma
yaparsa onları kovabilir ve mallarına bile el koyabilir. Başka memleketinin tabiyetine
geçen kimseler dikkatli olsunlar ; bu aldatıcı cumhuriyet ve başkanı ve
hükümetler,kendilerini aldatabilir. Bu konuda Allahü Teala şöyle buyuruyor :
‘‘Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne
de bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye
uğraşırlar; çokları fasıktırlar.. ‘’ (Tevbe 8)
FETHULLAH GÜLEN İLE İLGİLİ GELİŞMELER
Fethullah Gülen olayının masaya yatırıldığı MGK'da, irticaya
karşı mücadeleyi ‘stratejik’ olarak geliştirme kararı alındı. 28 Şubat
hatırlatması yapılarak, bu konudaki yasal düzenlemelerin bir an önce
gerçekleştirilmesi istendi. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Fethullah Gülen
olayını masaya yatırdığı toplantının ardından, ilk kez irtica ile mücadeleyi ‘stratejik
bağlamda daha da geliştirme’ kararı aldı.
MGK'nın ardından yayımlanan bildiride ilk kez kullanılan bu
vurgulamanın yanı sıra, irtica ile mücadelenin ‘hiçbir taviz vermeden
uygulanması’ ve ‘bu konudaki yasal düzenlemelerin bir an önce
gerçekleştirilmesi’ de karara bağlandı. Kritik toplantıda ‘Gülen ve
cemaati’ni kapsamlı raporlar ışığında masaya yatıran Kurul'un 5 maddelik
açıklamasının 3. maddesinin (a) şıkkının Bakanlar Kurulu'na iletilmesi
kararlaştırıldı.
Seçimlerden sonra zinde güçler istedikleri gibi bir hükümet
formülü ortaya koyarak işlerine kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar.
Zeminlerini; Cumhuriyet milliyetçiliğini temsil eden Bülent Ecevit
ve partisiyle ve halk milliyetçiliğini temsil eden Devlet Bahçeli ve onun partisiyle
gerçekleştirdikleri koalisyon hükümetini kurdurtarak güçlü oldukları vehmine
kapılıp İslam’a var güçleriyle saldırmaktadırlar. Hatta kendi fikirlerinin
havarisi kesilen kişileri dahi İslam’dan birazcıkta olsa bahsedilmesine
tahammüllerinin olmadığını göstermek için bertaraf etmenin mücadelesini
vermektedirler. Belki arkasında daha başka siyasi nedenler olabilir. Fakat bunlar
fırsat bilinerek İslam’a olan çirkin saldırılar elbette ki hoşgörüden
bahsedenlerin hoşgörü alanlarına sığmayacaktır. Bugünkü konum ve telaş zinde
güçlerin Firavunun gördüğü rüyayı görmelerinden kaynaklansa gerek. Her ne hal
olursa olsun bugünkü İslam’a karşı gösterilen bu küstahlık Müslümanlarca asla
kabullenilmemesi gerekir.
GEORGE SOROS
TÜRKİYEDE
Geçtiğimiz yıl içerisinde doğan Asya krizinde Malezya Devlet
Başkanı tarafından sorumlu tutulan ve aynı şekilde Rusyadaki ekonomik krizin de
sorumlusu kabul edilen George Soros Türkiyenin IMF ile anlaşarak onun sözünü
dinlemesini istemektedir.
Bu adam Yahudi asıllı olup Amerikan vatandaşıdır. Bir
konuşmasında Türkiyede yatırım yapmaktan kastının kar etmek olduğunu
açıklamıştır.
Türkiyeyi idare den rejim kapitalist olduğu için sömürgeci
devletlerin para patronlarının kendi ekonomileri hakkındaki yönlendirmelerine müsaade
edebiliyor. Kapitalist siyaseti güttüğü için halkın çok küçük bir kesimini mutlu
ederken büyük bir çoğunluğu ise aç bırakmaktadır.
ABD`NİN KOSOVAYA MÜDAHALESİNİN GERÇEK GAYESİ
Haziran ayının 22sinde Kosovaya ziyarette bulunan ABD Başkanı
Clinton şöyle bir açıklamada bulundu: Kosovada meydana gelen durum dünyanın
neresinde meydana gelirse gelsin biz ona müdahale ederiz. Burası Afrika Latin Amerika
veya Asyada olsa da fark etmez. Buradaki gayemiz etnik guruplar veya ırkları temizleme
hareketlerinden kurtarmaktır. Bu konuda hiç tereddüt edilmeyecek ve
duraklanmayacaktır.
Daha önceki tahlillerimizde Kosovaya müdahalenin gayesinin diğer
yerlere müdahaleye meşruiyet kazandırmak için olduğunu söylemiştik. şİmdi B.
Clinton bunu teyit ediyor ki; her yere müdahale edecektir. Buradaki bahanesi etnik
gurupları ve haklarını korumaktır. Böyle bir müdahalede bulununca orada nüfuz
sağlar, planlarını uygular ve sömürgeciliğini oraya yerleştirir. Diğer büüyk
devletlerin oraya bir güç yerleştirmesine sınırlandırma koyar.
Nitekim Sırplar teslim olup NATO Kosovaya girince B. Clinton şöyle
dedi: Dünyada barış sağlansın, demokratik ilkeler yerleşsin ve Amerika daha kuvvetli
olması için savaştık ve zafer elde ettik.
|