Hilafet -115                 Rebi-ul Ahir  1420            Haziran/Temmuz  1999                Yıl 11

<< HABER-YORUM

>>

LAİK CUMHURİYETİN ACI MEYVESİ

23 Mayıs ’99 tarihinde Türk basını Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’-nün yaptığı araştırmasını yayınladı. Bu araştırmada Türkiye’de 14 milyon kişi açlık, yetersiz beslenme ve fakirliğin pençesinde olduğu açıklandı.

Buda gösteriyor ki ; Atatürk Cumhuriyeti halkı fakirleştiriyor ve sefalete sürüklüyor. Laik cumhuriyet kendisinin çağdaş bir devlet olduğunu yıllardır durmadan söylemektedir. 75. yılını kutladıkları laik cumhuriyetin acı meyvelerinden biride fakirlik ve perişanlık olmuştur. Açıklanan rakamlara göre 14 milyon insan şu an fakir konumundadır. Diğer kesimse zor geçinenler arasındadır. Az bir gurup insan refah seviyesini yakalamıştır. Bir sene önce açıklanan devlet istatistik rakamlarına göre 9 milyon kişinin aç olduğu açıklanmıştır. Aradan geçen bir sene zarfında bu rakam 14 milyona çıkmıştır. Türkiyede fakirlik adeta Türk lirasına indekslenmiş bir şekilde enflasyonla aynı çizgiyi takip etmektedir. Bir sene sonra fakirlerin ve açların sayısı 20 milyona çıkarsa sakın buna şaşırmayın. Zira cumhuriyet sisteminin, hükümeti ve ordusunun tek derdi yoksulluğu halletmek değil İslam ve İslam’ı isteyen Müslümanlarla savaşmaktır. Bütün halk fakir olsa dahi önemli olan İslamın gelmemesidir.

Buna benzer bir olay Somali’de yaşandı. Somali’de Siyad Beri adlı bir cumhurbaşkanı vardı, onun işi Somali’yi laik yapmak ve İslam’la savaşmak idi. Devrilinceye kadar Somali tam fakir memleket durumuna geldi. Ondan sonra Amerika "Somali’ye Ümidi Geri Getirme" operasyonu adıyla oraya müdahele yaptı. Bunun yüzünden, laiklik yüzünden hem Somali fakir oldu, hem parçalandı hem de sömürgeci güçlerin müdahalesine maruz kaldı. Acaba Türkiye o konuma doğru yuvarlanmıyormu ?

Laiklik kapitalist sisteminin temelidir. Bunun içeriğinde paranın az bir gurubun elinde birikmesidir ki bunlar proje ve yatırım yapsınlar. Bu sebeple, para belli ellerde birikiyor ve utanmadan şu an Türkiye’de kişi başına 3 bin dolar düştüğünü söylüyorlar. Bunlar nasıl bir hesap yapıyorlar ? Memleketin ufak bir gurubunun gelirini 65 milyon insana hasretmekle bütün insanların aynı gelire sahip olduğu hesabını çıkartmaktadırlar. Ne acı ki 14 milyon insan yokluk içerisinde kıvranırken bazı zenginler ve kişilerde milyonlarca dolar bulunmaktadır.

İslam’daki Şeri hüküm ise, para ve mallar herkesin eline geçecek bir şekilde dağıtılmasını ön görmektedir. Böylece fakirliğe çare bulunmuş olsun.

İslam devleti, herkesin yiyeceği, giyeceği ve meskenini temin etmek için imkan verecektir. Şayet bir kişi bunları veya birini temin edemezse devlet bunun mirascısının kendisine yardım etmesi için zorlar. Eğer mirascının gücü yoksa devlet kendisi buna yardım eder. Ayrıca, bu temel ihtiyaçlardan ziyade zaruri ihtiyaçlarını temin etmesine imkan tanıyacaktır. Tedavi, ilaç, öğrenim ve okul masrafları herkes için bedava ve devlet tarafından temin edilir. Bunlardan sonra lüks şeyler kişilere bırakılır. Devlet bunları temin etmek için herkese imkan tanır ve fırsat temin eder.

(Bütün bunların detayları, Takiyuddin En-Nebhani'nin "İslam’daki İktisat Nizamı" adlı kitapında mevcuttur).

AYASOFYA BİR CAMİİDİR.

23.5.99’da Amerikan Expres şirketi, Dünya Anıt Fonu Dünya İzleme programı aracılığıyla Ayasofya Müzesinin (!) restorasyon çalışmaları için ikinci kez 100 bin dolar bağışta bulunduğunu açıkladı.

Kafirler Ayasofya’yı müzeye çevirdiler. Bunu devam ettirmek için bağışta bulunuyorlar ve restorasyon çalışmasını yapıyorlar. Asıl konumu olan camiye tekrar dönderilmesini engellemeye çalışıyorlar. Bu sebeple bunun için sürekli paralarını harcıyorlar. Kafirlerin en büyük zaferlerinden biri Ayasofya’yı camiden müzeye çevirmektir. Dış kafirler yerel kafir yöneticiler yoluyla bunu sağladılar. Oysa, Fatih ayasofya’yı küfür mabedi olan kiliseden camiye çevirirken şereflendirmişti. O zaman Vatikan papazı Fatih’i protesto edince Fatih ona şöyle demişti: "Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirdiğim zaman şereflendirdim. Ama susmazsan vatikan kilisesine geleceğim, orasını atlarım için ahıra çevireceğim". Papa sustu. Kafirler bu sözleri asla unutmadılar. Türkiye’de yerel kafir ajanları yoluyla Hilafet’i yıktıktan ve İslam’ı hayat ve devletten uzaklaştırdıktan sonra Ayasofya’yı müzeye çevirdiler. Bunların düşüncesi Ayasofya’yı yeniden kiliseye çevirmektir.

Bu noktada Müslümanların sorumluluğu çok büyüktür. Tekrar Ayasofya’yı asıl kimliği olan camiye çevirmek için var güçleriyle çalışmalıdırlar. Bunun da tek yolu Laik Cumhuriyet’i yıkıp yerine Hilafet’i kurarmakla mümkündür.

 

İSLAMİ DEMOKRASİ OLUR MU?

23.5.99’da İran Cumhurbaşkanı Hatemi bir konuşma yaparken kendisinin İslam demokrasisinin gerçekleşmesini istediğini açıkladı.

İran cumhurbaşkanın demeçleri ve hareketlerinin batıl olduğu gayet açıktır. Bu çarpık demeçler kafirlere yaklaştığının açıkça delilidir.

İslami demokrasi diye bir uygulamaya geçmek istiyorlar ! İslam demokrasiyle asla bağdaşmaz.

Demokrasinin manası, halkın hakimiyetidir. Halk kendi kendini iradesiyle ve kanunlarıyla yönetir.

Zaten cumhuriyet bunun şeklidir. İran’da cumhuriyet vardır. Hem de bunu İslami cumhuriyet olarak adlandırdılar. Neden şimdi İslami demokrasi havarisi kesiliyorlar ? Cumhuriyetin ilk senelerinde değişik fikirlere dayalı partiler ve siyasi çalışmalar vardı. Daha sonra bunlar kaldırıldı. Bu durum İrangate skandalına kadar devam etmiştir. Anlaşılan şudur ki; tekrar bunlara müsaade edilecektir.

Sudan da aynı işi yaptı. Ayrıca İran insanlara demokrasinin içerdiği fikir hürriyeti olsun şahsi hürrıyet olsun buna benzer hürriyetler verecektir. Fasık ve münafık kadınların açılmasını ve her türlü işleri yapmalarına müsaade edecektir. Bu nedenle bu çalışma ve Batı yaşam tarzı hayranları olan fasıklar ve münafıklar tarafından destekleniyor.

Ayrıca kendisi İtalya’ya giderek papayla görüşmüştür. Papayı İslam’a davet etme yerine, tersi onunla ve batıl olan hıristiyanlıkla diyalog kurmak istiyor. Ona cahili şiiri ve özellikle Arapları kötüleyen şiirleri içeren bir Pers şairine ait şiir kitabı hediye etti. Böylece batıya yakınlığını ispatlamaya çalıştı.

Peki bunlar ; neden küfrü uygulamaya çağırırken İslami sözler ekliyorlar ? İslami cumhuriyet, İslami demokrasi daha önce İslami sosyalizm, yarın İslami laiklik gibi şeyler duyacağız! Oysa İslam İslamdır. Hiçbir sisteme benzemez ve benzetilemez.

Demokraside halkın hakimiyeti İslamda ise şeriatın hakimiyeti vardır. Şeriat ise Allah’tan gelir. Allah ; Resülüne Kuran ve sahih hadisler yoluyla şeriatı vahy etti. Halife ise bunları uygulamakla mükelleftir. Demokraside kanun millet meclisi tarafından çıkartılır ve cumhurbaşkanı onu yürürlüğe koyar.

Hürriyetler konusuna gelince, İslam insanın başka insanların kölesi olmasını azad ettiren hükümler indirdi. İslam insanları sadece Allah’ın kölesi olsun diye çağırmaktadır. Bu sebeple, Batı’nın çağırdığı veya demokrasinin içerdiği temel hürriyetleri İslam tanımaz. Fasık veya kafir veya münafık olsa İslam toplumunda ancak İslamın yaşayış tarzına göre hareket ederler. Elbiseleri ve davranışları İslami olur. Kafir kadınlar bile yüzleri ve elleri dışında onlardan birşey görülmeyecektir. Bu nedenle İslamda şahsi hürriyetler yoktur. Öte yandan İslam devletinde İslama aykırı fikir ve siyasi görüş açıklamak veya buna göre parti kurmak yasaktır. Ancak, İslama dayalı fikir ve siyasi görüş açıklanır ve buna dayalı parti kurulur.

Bundan dolayı, iddia ettikleri siyasi veya fikri hürriyet İslam’da yoktur.

SUDAN’DA ÇOK PARTİLİ SİSTEM

Sudan’da yeni anayasa gereğince çok partili sisteme geçtiler. Hertürlü parti kurulmaya başlandı. Devrik cumhurbaşkanı Cafer Numeyri sürgün yeri olan Mısır’dan Sudan’a dönüp yeni parti kurdu. Meclis başkanı Turabi Avrupaya gidip devrik başbakan Sadık Mehdi’yle görüştü. Zira, Sudan’da en büyük kabile Mehdi’nin kabilesi olan Ensar’dır.

Numeyri’ye gelelim, Amerika’ya bağlı eski bir askerdir. Mısır’ın desteği ile 1969’da darbe yaparak cumhurbaşkanı oldu. Sosyalistlik boyasıyla boyanmıştır. 1989’da Suvar Eddebah adlı general tarafından devrilmiştir. 1988’de çok partili sisteme geçilince yaklaşık olarak 40 parti kurulmuştu. 1989’da Ömer Beşir adlı bir general darbe yapmıştır. İlginç şeydir ki; Sudan radyosu bu darbeyi bildirmeden yarım saat önce Mısır radyosu duyurmuştur. Ayrıca darbeciler dünyayla alakaları kesilince sadece Sudan’daki Mısır büyük elçiliği yoluyla dünyayla temas ediliyordu. Bunun arkasında Mısır’ın bulunduğu açık idi. Mısır ise Amerika’nın üssüdür.

Sudan’ın çıkarttığı anayasa İslami değildir. Ayrıca siyasi partiler kanunu İslami değildir. Hertür fikir ve siyasi görüş sahibi olanlara ve her ajana parti kurmayı müsaade ediyor. Liberaller, demokratlar, laikler, milliyetçiler, İngiliz ve Amerikan ajanlar, herkes serbesttir. Ancak Hilafet devletini kurmak için çalışan ve İslami anayasa çıkartan ve yalnız İslam'a dayalı olan Hizb-üt Tahrir’e müsaade vermediler. Oysa, Hizb-üt Tahrir Sudan’da 1960’ lardan beri çalışmaktadır. Değişik rejimler orada kuruldu ve yıkıldı ve değişik yöneticiler iktidara geçip devrildi. Hiçbiri de Hizb-üt Tahrir’e müsaade etmedi. Hizb-üt Tahrir’i yasa dışı olan siyasi bir parti saydılar.

Zira, Hizb-üt Tahrir mevcut rejimi, şekli olan cumhuriyeti ve batıdan ithal edilen anayasa ve kanunları red ediyor, yöneticilerin Amerika’ya veya İngiltere’ye bağlılıklarını keşfedip teşhir ediyordu. Sadece, Hilafet ve İslami anayasa üzerine ısrar ediyor.

Sudan tekrar demokratik sisteme geçerken onu siyasi ve ekonomik krizlerden kurtarır mı ?

Bu konu derince incelenirse hiç bir kurtuluş yoktur. En büyük siyasi kriz Güney Sudan’da bölücü güçlerdir. Bu güçlerin arkasında bütün küfür odakları vardır. Ömer Beşir Turabi liderliğinde Sudan yönetimi Güney Sudan’a özerklik verdiler. Fakat, Güney’in ayrılmasını kabul edemediler. Çok partili Sistem olunca başka partiler hükümeti kuracaklar ve bunun mesuliyetini üstlenecekler. Bu şekilde aciz rejim önemli bir meseleyi partilerin üzerine atacaktır ve de bunun mesuliyetinden kurtulacaktır. Ayrıca ekonomik sorunları çözemediği için bu partilere taşıtacaktır. Ama bu Sudan için kurtuluş olurmu? Tabiki hayır. Gerçek İslam sistemi tesis edilmezse, düşünür ve siyasi uyanıklığa sahip olan samimi yöneticiler bu sistemi yürütmeye geçemezse hiçbir kurtuluş beklenmez. Tersine, Sudan daha kötü duruma düşecektir.

 

DEVLET ALDATICI OLUNCA, TEBASININ DURUMU NE OLUR ?

Merve Kavakçı adlı kadın, başörtüsüyle palementoya girince laikler kıyameti kopardılar. Bu kadının kimliğini araştırarak Amerikan vatandaşı olduğunu bildirdiler. Bu nedenle, meclisten kovmak istiyorlar. Başka pasaport taşıyan Türkiye tabiyetini taşıyanlar meclise girmez demeye başladılar. Peki, cumhurbaşkanı Demirel başta olmak üzere hükümetler, dışarıda bulunan Türkiye tabiyetliler hakkında ne söylediler ? ‘’Öbür ülkelerin vatandaşlığına girin, Türkiye’de hiçbir hakkınız eksik olmayacaktır’’. Şimdi ise, çelişkiye düşüyorlar ; çünkü başka memleketin pasaportunu taşıyan Türkiye'lileri dışlamış oluyorlar. Bunun manası, bu devlet ve yöneticileri tabiyetlilerine yalan söylüyorlar ve onları aldatıyorlar. Başka memleketin tabiyetlisi olunca tehlikeli durum vardır. Atatürk cumhuriyeti bunlarla oynayacaktır. Zıt siyasi bir çalışma yaparsa onları kovabilir ve mallarına bile el koyabilir. Başka memleketinin tabiyetine geçen kimseler dikkatli olsunlar ; bu aldatıcı cumhuriyet ve başkanı ve hükümetler,kendilerini aldatabilir. Bu konuda Allahü Teala şöyle buyuruyor :

 

‘‘Nasıl olabilir ki, size üstün gelselerdi ne bir yakınlık, ne de bir ahd gözetirlerdi. Kalpleriyle istemezlerken sizi ağızlarıyla hoşnut etmeye uğraşırlar; çokları fasıktırlar.. ‘’ (Tevbe 8)

 

FETHULLAH GÜLEN İLE İLGİLİ GELİŞMELER

Fethullah Gülen olayının masaya yatırıldığı MGK'da, irticaya karşı mücadeleyi ‘stratejik’ olarak geliştirme kararı alındı. 28 Şubat hatırlatması yapılarak, bu konudaki yasal düzenlemelerin bir an önce gerçekleştirilmesi istendi. Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Fethullah Gülen olayını masaya yatırdığı toplantının ardından, ilk kez irtica ile mücadeleyi ‘stratejik bağlamda daha da geliştirme’ kararı aldı.

MGK'nın ardından yayımlanan bildiride ilk kez kullanılan bu vurgulamanın yanı sıra, irtica ile mücadelenin ‘hiçbir taviz vermeden uygulanması’ ve ‘bu konudaki yasal düzenlemelerin bir an önce gerçekleştirilmesi’ de karara bağlandı. Kritik toplantıda ‘Gülen ve cemaati’ni kapsamlı raporlar ışığında masaya yatıran Kurul'un 5 maddelik açıklamasının 3. maddesinin (a) şıkkının Bakanlar Kurulu'na iletilmesi kararlaştırıldı.

Seçimlerden sonra zinde güçler istedikleri gibi bir hükümet formülü ortaya koyarak işlerine kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar.

Zeminlerini; Cumhuriyet milliyetçiliğini temsil eden Bülent Ecevit ve partisiyle ve halk milliyetçiliğini temsil eden Devlet Bahçeli ve onun partisiyle gerçekleştirdikleri koalisyon hükümetini kurdurtarak güçlü oldukları vehmine kapılıp İslam’a var güçleriyle saldırmaktadırlar. Hatta kendi fikirlerinin havarisi kesilen kişileri dahi İslam’dan birazcıkta olsa bahsedilmesine tahammüllerinin olmadığını göstermek için bertaraf etmenin mücadelesini vermektedirler. Belki arkasında daha başka siyasi nedenler olabilir. Fakat bunlar fırsat bilinerek İslam’a olan çirkin saldırılar elbette ki hoşgörüden bahsedenlerin hoşgörü alanlarına sığmayacaktır. Bugünkü konum ve telaş zinde güçlerin Firavunun gördüğü rüyayı görmelerinden kaynaklansa gerek. Her ne hal olursa olsun bugünkü İslam’a karşı gösterilen bu küstahlık Müslümanlarca asla kabullenilmemesi gerekir.

GEORGE SOROS TÜRKİYEDE

Geçtiğimiz yıl içerisinde doğan Asya krizinde Malezya Devlet Başkanı tarafından sorumlu tutulan ve aynı şekilde Rusyadaki ekonomik krizin de sorumlusu kabul edilen George Soros Türkiyenin IMF ile anlaşarak onun sözünü dinlemesini istemektedir.

Bu adam Yahudi asıllı olup Amerikan vatandaşıdır. Bir konuşmasında Türkiyede yatırım yapmaktan kastının kar etmek olduğunu açıklamıştır.

Türkiyeyi idare den rejim kapitalist olduğu için sömürgeci devletlerin para patronlarının kendi ekonomileri hakkındaki yönlendirmelerine müsaade edebiliyor. Kapitalist siyaseti güttüğü için halkın çok küçük bir kesimini mutlu ederken büyük bir çoğunluğu ise aç bırakmaktadır.

 

ABD`NİN KOSOVAYA MÜDAHALESİNİN GERÇEK GAYESİ

Haziran ayının 22sinde Kosovaya ziyarette bulunan ABD Başkanı Clinton şöyle bir açıklamada bulundu: Kosovada meydana gelen durum dünyanın neresinde meydana gelirse gelsin biz ona müdahale ederiz. Burası Afrika Latin Amerika veya Asyada olsa da fark etmez. Buradaki gayemiz etnik guruplar veya ırkları temizleme hareketlerinden kurtarmaktır. Bu konuda hiç tereddüt edilmeyecek ve duraklanmayacaktır.

Daha önceki tahlillerimizde Kosovaya müdahalenin gayesinin diğer yerlere müdahaleye meşruiyet kazandırmak için olduğunu söylemiştik. şİmdi B. Clinton bunu teyit ediyor ki; her yere müdahale edecektir. Buradaki bahanesi etnik gurupları ve haklarını korumaktır. Böyle bir müdahalede bulununca orada nüfuz sağlar, planlarını uygular ve sömürgeciliğini oraya yerleştirir. Diğer büüyk devletlerin oraya bir güç yerleştirmesine sınırlandırma koyar.

Nitekim Sırplar teslim olup NATO Kosovaya girince B. Clinton şöyle dedi: Dünyada barış sağlansın, demokratik ilkeler yerleşsin ve Amerika daha kuvvetli olması için savaştık ve zafer elde ettik.

 

 

< Önceki

sonraki >