İslam akidesi odur ki; âlemlerin Rabbı
olan Allah’ın tek ilah olduğuna, Kuran’ın Allah’ın
vahyi ile Resulü olan Muhammed (sav)’e nazil olduğuna,
kainat, insan ve hayatı yarattığına, kainatta ne varsa O’nun
iradesinin altında bulunduğuna, hayatın fani, insanların
ahiret hayatında varacakları yerin ya cennet ya da cehennem
olduğuna, rızk ve ecelin yalnız O’nun elinde olduğuna
kesin bir şekilde inanmaktır. Buna kim inanırsa, iman kuvveti
kişinin de harekete geçmesinin sırrını oluşturur.
İslam akidesi; tevhid akidesi olup Arapları
yepyeni bir hale dönüştüren, bambaşka insanlar seviyesine
ulaştıran yegane akidedir. Tevhid çekirdeği halkın bünyesinde
saf, tertemiz ve pürüzsüz bir şekilde bulunursa, o halkta
öyle bir ruhani güç oluşur ki, onun gücünün derecesinin
ne kadar yüksek olduğunu tasavvur etmekte insan aciz kalır.
Bu akidenin varlığı nedeniyle Ammar’ın
babası Allah’ın uğrunda ölmeyi hoşça karşıladı.
Annesi Sümeyye Allah uğrunda kalbinden yediği her darbeyi bir
sevap sayarak İslam’ın ilk şehidi oldu. Bu akideyle
Resulullah (sav), sahabelerine Kureyş’ten gelen işkenceye
karşı dayanabilmesi için güç verdi. Yasiroğulları (Allah
onlardan razı olsun) işkence gördüğü bir anda yanlarından
geçerken onlara şöyle dedi:
"Ey Yasiroğulları sabredin, size
cenneti vaat ediyorum."
Allah’u Teala bu dünyayı insanlar için
imtihan yeri olarak yarattığını Kur’anda şöyle
bildiriyor:
"O ki, hanginizin daha güzel davranacağını
sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O, mutlak
galiptir, çok bağışlayıcıdır."(Mülk 2)
Bu dünya hayatından sonra Cennet ve
Cehennem olacaktır. Cennet ve Cehennem ise başlangıcı var
olan ve sonu olmayan bir karargahtır. Allah Teala şöyle
buyuruyor:
"Bu dünya hayatı sadece bir
eğlenceden, bir oyundan ibarettir. Ahiret yurduna (oradaki
hayata) gelince, işte asıl yaşama odur. Keşke bilmiş
olsalardı!" (Ankebut 64)
Bunun delilleri ve delaletleri kesindir.
İnsan
buna inanırsa akide uğrunda
karşılaşacağı her işkence ve eziyete karşı direnecektir.
Bu akide üzerine sebatlık göstererek, her yerde yüksek ve
insanlara egemen olsun diye mücadele eder. Eğer insan cennete
ve içindeki daimi nimetlere, cehenneme ve içindeki daimi azaba
inanırsa, bu imanın gerçeğini zihninde idrak ederek,
tasavvur ederse bunun aşağısındaki yaratılmış olan
beşerin azabı ve eziyeti ona çok basit gelir. Böylece mümin
dağ gibi olup sarsılmaz hale gelir. Mücrimlerin kırbaçları,
zalimlerin verecekleri hapis, toplumdan uzaklaştırma ve
işkence cezaları kendisini asla etkilemez. Daha doğrusu,
akidesi uğrunda çekeceği azabı tatlı görür.
Allah’ın kitabı ve Resulünün (sav)
sünnetindeki delaleti kesin olan kati naslara dayanarak İslam
akidesinin fikirlerini beyan ederken; Allah’ın ve Resulünün
sevgilerini kalplerinde taşıyan o salih insanların
(sahabelerin) akideye olan bağlılıklarını günümüz
insanlarının araştırmalarını ve tekrar bu akideyi kendi
şahsiyetlerinde diriltmelerini umuyoruz. Ki, böylece Allah
(cc) İslam ümmetine fetihleri gerçekleştirsin ve vaat
ettiği zafer gününü yaklaştırsın. Nitekim yüce Allah
(cc) şöyle buyuruyor:
"Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda
bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı
gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar
için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine
yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku
döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını
vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana
eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte
bunlar asıl büyük günahkârlardır." (Nur 55)
İslam akidesi akli bir akidedir
İslam, insanın yaratıcısıyla, kendisiyle
ve diğer insanlarla ilgili ilişkileri düzenlemek için
Allah-u Tealanın Nebisi ve Resulü olan Muhammed (sav)’e
indirdiği dindir. Bu ise son semavi risalettir. Kim buna
inanırsa kurtulmuş ve hidayete kavuşmuş olur. Kim de bunu
inkar eder veya üstünü örterse sapmış ve helak olmuş
olur. Allah-u Teala bu hususta buyurmuştur:
"Allah kimi doğru yola iletmek isterse
onun kalbini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse göğe
çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah
inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir."
(En’am 125)
İslam, evrensel bir ideoloji ve risalet
olduğu gibi nizamın kendisinden fışkırdığı akli bir
akidedir. Nitekim, bu ideoloji akla ve fıtrata uygundur. Komünizm
gibi maddeciliğe ve kapitalizm gibi orta çözüme dayalı
değildir. Tedbir sahibi olan Allah’ın varlığını,
Resullere olan ihtiyacı, Kuran’ı Kerimin mucize oluşunu
idrak ederek ve düşünerek akli yolla bulmayı esas
almıştır. İnsanın bunlara iman edebilmesi için aklını
kullanması gerekir.
Kuran’ı Kerimin mucizeliği ise; Allah
(cc) yeryüzüne ve üzerinde bulunanlara varis oluncaya (kıyamete)
kadar devam edecektir. Kıyamet gününe kadar insanlara ve
cinlere onun meydan okuması devam edecektir.
İnsanın varlığının sebepleri, geleceği
ve gayesi hakkındaki soruların cevabı büyük düğümü
çözen İslam akidesidir. Öyleyse; bu fikir (İslam akidesi)
temeli teşkil eder. Bu ise kendisinden bütün fikirlerin fışkırdığı
ve onun üzerine fikirlerin tesis edildiği fikri kaidedir.
Aynı anda fikri liderliktir. Dünya hayatında insana liderlik
eder ve insan bu alternatifsiz fikirlere boyun eğer. Buna kesin
tasdik insanı sağlam bir akide sahibi yapmış olur.
İslam akidesi ve kendisinden fışkıran
fikirlerle kulların fiillerini tanzim ettiği gibi yasaları ve
ahkamı kapsayan usulleri de tanzim eder. Usuller ve füruatlar
birbirlerine o kadar sağlam şekilde bağlıdır ki, onları
birbirlerinden ayırmak mümkün değildir. Hükümlerin akideye
bağlılığı tabii olup meyvelerin ağaçlara veya neticelerin
mukaddimelerine bağlılığı gibidir. Bundan dolayı amellerin
yerine getirilmesinde esas bir çok muhkem ayette gösterildiği
gibi Allah’a iman etmeye bağlandı. Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
"Erkek veya kadın, mümin olarak kim
iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız.
Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli
ile veririz." (Nahl 97) Başka bir ayette ise;
"İman edip de iyi davranışlarda
bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah,
(gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır." (Meryem 96)
buyurmaktadır.
Allah’ın kullarından istediği iman öyle
bir iman; ki aydın tefekkürle gerçekleşen kesin bir
imandır. Bu İmanın, koca karı imanı diye adlandırdıkları
imanla hiç bir ilgisi yoktur.
İmanın veya akidenin mefhumu incelenirken
ona bağımlı bazı hususların da incelenmesi gerekir. Allah
(cc) bu hususları şöyle beyan ediyor:
"Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine,
Peygamberine indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği kitaba
iman (da sebat) ediniz. Kim Allah'ı, meleklerini,
kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkar
ederse tam manasıyla sapıtmıştır." (Nisa 136)
Buna göre Allah’u Tealanın varlığına
delalet eden azameti, yüceliği, ilmi ve hikmetini kapsayan
hususları da bilmek gerekir. Ayrıca Allah’ın gaybı
bildiğine akli ikrarla inanmak gerekir. Meleklere, cinlerin ve
şeytanların varlığına, peygamberlerine indirdiği
kitaplara, kıyamet günü tekrara dirilişe, amellerimizden
dolayı hesaba çekilme, günahlardan dolayı cehennemle
cezalandırılma, sevapların karşılığı olarak ta cennete
girme ve kaza ve kederle ile ilgili hususları en iyi şekilde
öğrenip kesin şekilde tasdik etmek kaçınılmaz bir şeydir.
İslam akidesi tek bir bütündür ve kalıcıdır.
Bu akide davranışları düzeltir, nefisleri temize çıkartır,
insanı dürüst ve dosdoğru yapar. İmana ait olan bu mefhum,
Allah’ın Resullerine gönderdiği risalet olup önceki ve
sonraki insanlara tavsiye ettiği akidedir. Öyleyse, bu akide
zaman ve mekanın, kavimler ve fertlerin değişmesiyle asla
değişmez, sabittir. Allahu Teala şöyle buyuruyor:
"Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin"
diye Nuh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e,
Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah size de din
kıldı. Fakat kendilerini çağırdığın bu (din), Allah'a
ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine
(peygamber) seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola
iletir." (Şura 13)
Bize iman etmemiz istenen tevhidi esas
Resulleri ve nebileri yolu ile önceki kavimlerden de istenmiştir.
Tevhidi dinlerin hepsinde imanî esaslar aynıdır. Ancak
şeriatlarda ve teferruatlarda farklılıklar vardır. Çünkü
yüce Allah (cc) her ümmete ayrı ayrı şeriat ve metot
vahyetti
Buna göre öncekilere inen şeriatlar İslam
geldikten sonra bağlayıcı değildir. İslam’ın gelmesiyle
Ehli-i Kitap gibi milletler önceki şeriatlarını terk edip
İslam’a girmekle emrolundular.
"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa,
bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve
o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır."(Al-i İmran
85)
Akide; ferdin, cemaatın ve ümmetin ruhu
veya canıdır. Bu akide ne kadar açık net ve canlı olursa o
derece hayat sahnesinde ümmette ve fertlerde faaliyet kazandırır.
Allah (cc) bu konuda şöyle buyuruyor:
"Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine
insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz
kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkamayacak
durumdaki kimse gibi olur mu! İşte kafirlere yaptıkları böyle
süslü gösterilmiştir." (Enam 122)
Bu akide, her güzel hissin kaynağıdır.
Her hangi bir fazilet, güzellik ve iyilik varsa ancak ondan
kaynaklanır ve ona ait olur. Zira, iyiliklerin öncüsü ve
kaynağı bu akidedir. Diğer iyilikler ve güzellikler ondan fışkırır.
O akide onların esası olur. Allah-u Teala şöyle buyurdu:
"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı
tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin
yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere,
kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek)
yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara,
dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar,
zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine
getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder.
İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler
ancak onlardır!"(Bakara 177)
Allah-u Tealanın varlığının hakikatı
İslam, insandaki büyük düğümü akla
kanaat veren, fıtrata uygun olan ve kalbe güven verici bir
şekilde çözdü. Daha doğrusu, bu akideye inanmak ve İslam’a
girmek için akla kanaat getirmeyi şart koşmuştur. Şöyle
ki; tedbir sahibi olan bu yaratıcının varlığı gereklidir.
Yaratıcı (Allah) ezeli olup bir şeye muhtaç değildir. Her
şey ona muhtaçtır ve her şeyin varlığı ona dayanır.
Nitekim, Allah-u Teâla’nın varlığını idrak etmek kolay
ve herkesin gücü dahilindedir. Çünkü, onun varlığının
idraki aklın ihsası altındadır. Fakat Allah’ın zatını
akıl hissedemez ve idrak edemez. Zira akıl bundan acizdir.
Çünkü, akıl sınırlı olduğu için Allah’ın zatını düşünemez.
Sınırlı olanın gücü her ne kadar yüksek ve büyük olursa
olsun sınırını aşamaz.. Bu nedenle, ötesine ulaşamaz ve
malik olamayacağı gücün dışına da çıkamaz.Allah-u Teala
şöyle buyuruyor:
"O, gökleri ve yeri yoktan yaratandır.
Size kendinizden eşler, hayvanlardan da (kendilerine) eşler
yaratmıştır. Bu suretle çoğalmanızı sağlamıştır.
O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir."
(Şura 11)
Aklın hissettiği sınırlar dahilinde,
eşya düşünülerek Allah’ın varlığı idrak edilir. Allah’ın
kelamı Kuranı Kerim, insanın etrafında bulunan bütün yaratıklara
dikkati çekmiştir ki, insan bunları düşünsün, incelesin,
araştırsın ve tefekkür ederek Allah-u Teâla’nın
varlığına iman etsin. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
"(İnsanlar) devenin nasıl
yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların
nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir
bakmazlar mı?" (Gaşiye 17-20)
Kuranı Kerim insanı Allah’a inanma
hususunda aklını kullanmaya davet ediyor. İnsanın dikkatini
eşyalar üzerinde yoğunlaştırıyor. Allah (cc) şöyle
buyuruyor;
"Yerin bitirdiklerinden, insanların
kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün
çiftleri yaratan Allah kusurlardan münezzehtir."
(Yasin 36)
Bütün bu deliller insanları bir yere
getirip, bütün kapıları kapatarak, kaçınılmaz ve inkar
edilmez bir gerçek karşısında teslimiyete sürüklemektedir.
Allah (cc) şöyle buyurdu:
"Acaba onlar herhangi bir yaratıcı
olmadan mı yaratıldılar? Yoksa kendileri mi
yaratıcıdırlar? Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattılar?
Hayır! Onlar bir türlü anlayıp inanmazlar." (Tur:
35-36)
"İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, bir
rehberi ve (vahye dayanan) aydınlatıcı bir kitabı
olmadığı halde sırf, Allah yolundan saptırmak için yanını
eğip bükerek (kibir ve azamet içinde) Allah hakkında
tartışmaya kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır;
kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız"
(Hac 8-9-10)
Bütün bunlardan sonra Kuranı Kerim şu
kesin neticeyi ve ebedi gerçeği ortaya koymaktadır:
Yaratıcı birdir, tektir ezelidir ve O’ndan başka ilah
yoktur. Değerli Resulüne şu ayetle hitap ediyor (bu ümmetine
de hitaptır).
"Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur.
(Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların
günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip
dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir."
(Muhammed 19)
Allah’ın zâtı asla idrak edilemez
Allah (cc) insana akıl nimetini verdi.
Nitekim, sahabelerden rivayet edildiği gibi, Allah’ın
yarattığı şeyler arasında en değerli şey akıldır.
Çünkü araştırmak, algılamak ve fikir ortaya koymak için
tek araç odur. Zira, Allah insana düşünürken irade ve
seçme serbestisi vermiştir.
“O (Allah) takdir etti, yol gösterdi”
(Â-lâ 3)
Bundan dolayı, Allah’ın varlığı
hakkında araştırma yapmak, insan için tabii ve kaçınılmazdır.
Çünkü, tefekkür ve irade imkanına sahip olan tek canlı
varlık insandır. İnsan kendini çevresindeki varlıkları
inceleyebilir. Başka bir ifadeyle; kainatı, insanı ve hayatı
düşünebilir. Bunların durumlarını, alakalarını ve
bunlarla ilgili bütün hususları araştırabilir. Böylece,
kendisinin en üstün varlık olmasına rağmen, araştırma ve
inceleme neticesinde kendisinin de aciz, eksik, sınırlı ve
muhtaç olduğunu görür. Ayrıca bu aydın bakışla akıl, düzen
sahibi bir yaratıcının var olduğuna kesin olarak kanaat
getirir.
Doğru neticeye varabilmek için aydın
bakışla bakmak kaçınılmaz olur. Zira insanın kendine ve
etrafındaki varlıklara yüzeysel bakışla bakması, hatta
derin bakışla bakması yeterli değildir. Doğru gerçeklere
ancak aydın şekilde bakarak ve düşünerek varılır.
Aydın veya münevver şekilde düşünmek
ise; eşyalar ve olayları onların durumlarını ve onlarla
ilgili her hususu derince düşünmekten geçer. Şöyle ki;
insan yalnız eşyalara bakar fakat onların durumlarına ve
onlarla ilgili hususlara bakmazsa düşüncesi ve araştırması
üzerine bir ışık açmış sayılmaz. Varlıkların
durumlarına ve onlarla ilgili hususların aciz, eksik ve muhtaç
olduklarına bakış araştırma ve düşünme operasyonuna
ışık verir. Böylece aydın şekilde düşünmüş olur. Bu düşünme
yoluyla doğru neticelere varılır.
“Onlar, ayakta dururken, otururken,
yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin
ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve
şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni
tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!” (Ali
imran 191)
İslam akidesiyle ilgili husus ise; düşünmek,
öğrenmek ve sormaktır. Allah’ın zatını tartışmak ve
cedelleşmek akıl sahiplerinin işi değildir. Çünkü onlar
bilirler ki, Allah’ın zâtını anlamak aklın sınırı içerisinde
olmadığı için imkansızdır. İnsanın kudretini ve
ölçülerini geçer. Nitekim insanın düşüncesi ve
ölçüleri sınırlıdır. Mademki ölçüler ve gücü belli
bir orandadır öyleyse akıl mutlak olanın zatını idrak
edemez. Akıl bunu idrak etmek ve tasavvur etmekten acziyet ve güçsüzlük
gösterecektir. Buna göre İslam dini, zatı ilahıyla ilgili
sahada aklın meşgul olmasını nehyediyor. Böylece hem akıl
korunur hem de zatı ilahi için hakkıyla takdir ve icmali
sağlanmış olur.
“Ey insanlar! (Size) bir misal verildi;
şimdi onu dinleyin: Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız
(taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği
dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan
geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!” (Hac
73)
İslam akidesi, akla hitap ederken, aklın
üzerinde duracağı sınırları da belirtmiştir. Gayb
alemiyle ilgili hususlarda Müslüman akla başvurmaz. Ancak
vahye baş vurur. Gaybla ilgili bilgiyi oradan alır. Vahyin
bildirdiği ölçüde onunla yetinir.
“Elif Lam Mim. O kitap (Kur'an); onda asla
şüphe yoktur. O, müttakîler (sakınanlar ve arınmak
isteyenler) için bir yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar,
namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda
harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce
indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar.
İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve
kurtuluşa erenler de ancak onlardır.”(Bakara 1-5)
Allah’ın zatı hakkında soru sormak, dönüşü
olmayan derin sulara dalmak gibidir. İlahın zatından söz
eden insanlar sapıklığa düşmüşlerdir. Onların bundan söz
etmeleri, ayrı ayrı ihtilaflı guruplara bölünmelerine ve
fitneye düşmelerine sebep oldu. Çünkü, bilemeyecekleri ve
bilmek için hiç bir zaman bir güce sahip olmayacakları konu
hakkında konuşmuşlardır. Bu nedenle Resulullah (sav) Allah’ın
zatını düşünmeyi nehyetti:
“Allah’ın yarattığı şeyleri düşünün
fakat, Allah’ın zatını düşünmeyin yoksa helak olursunuz.”
Bu nehy (yasaklama) akla kilit vurmak için değil, aklı
korumak içindir. Çünkü, akıl boş düşünce neticesinde
helak olabilir. Zat-ı ilahiye yaratılmışlara asla
benzetilemez ve Allah-u Teala kendisinin yaratığı bir şeyle
vasıflanamaz. Fakat akıl Allah’ın var olduğunu idrak
edebilir. Çünkü, bu konu kendi imkanına dahildir ve gücündedir.
Fakat, yaratıcının zatını idrak etmekten acizdir. Çünkü,
Allah’ın zat-ı aklın fevkindedir (üzerindedir).
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece
ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim
sahipleri için gerçekten açık ibretler vardır.”(Al-i
imran 190)
“De ki: "Göklerde ve yerde neler var,
bakın (da ibret alın!)" Fakat inanmayan bir topluma
deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.” (Yunus 101)
Allah’a iman Akidenin zirvesidir
Şüphesiz ki, yaratıcı ve tedbir sahibi
olan Allah’a iman, İslam akidesinin en yüksek noktası ve
zirvesidir. Akıl; kainat, hayat ve insan gibi aklın ihsası
altında vuku bulan her şeyin idrak edilmesinden dolayı Allah’ın
varlığı bilinir. Eşyanın varlığın aciz, eksik ve muhtaç
olduklarını idrak edince düzen sahibi Allah’ın
varlığını idrak eder.
Bundan dolayı, Allah-u Tealanın varlığı
akıl tarafından idrak edilebilen bir gerçektir. Gayri
müslimlerin inançlarına göre, o zihinlerde tasarlanan düşünce
değildir. Genel olarak, mutlak şekilde imandan söz edilince
Allah’a iman kast edilmektedir. Başka bir ifadeyle aklın son
verdiği, kalbin üzerine istikrar bulduğu ve münakaşaların
bittiği noktadır.
Hayatta insanın hareket etmesi hak olan
yaratıcının varlığına delalet eder. Fakat, insanın
hareketinin ciddi, kerimli ve hedefli olabilmesi için gaye
edindiği meseleleri bulunmalıdır. İnsanın hayvanlar gibi
sırf yemek içmek ve eğlenmek için yaşaması hiç doğru
olmaz. İnandığı meseleler, insanın hareketinin
yorgunluğunu atar ve sonuçlarının mesuliyetinin
taşımasını hafifletir.
Ayrıca imana bağlı ve Allah’ın
sıfatlarıyla ilgili feri meseleler, insanın yaratıcısı
olan Allah’la ilişkisine ve hayattaki hareketinin
boyutlarına tahakküm eder. Misal olarak; Allah’ın diriltici
ve vefat ettirici olmasıdır. İnsanın eceli yalnız Allah’ın
elindedir. Rezzak yalnız Allah’ın olması konusu ayrı
misaldir. Rızk verenin yalnız Allah olduğuna inanmaktır.
İnsanın rızkını sınırlandırma konusunda hiç bir
mahlukun rolü yoktur. Ayrıca, zafer veren ve yardımcı olan
yalnız Allah’tır. Buna göre, Allah’tan başka hiç bir
güçten yardım dilenmez ve yalnız ondan zaferin gerçekleşmesi
talep edilir. Başkasından talep edilmez.
Allah-u Teala’ya iman, hayatla ilgili
bilgimizi artırır. Çünkü, orada insanın aklının
erişemediği çok konular vardır. Delille vakıaya uygun
şekilde kesin tasdik hasıl olunca başka ifadeyle yakinen
Allah’a inanınca bu iman, bizim kendi sınırlı aklımızla
kesinlikle ulaşılamayacak konularda bize ışık tutarak bilgi
verir. Allah’ın bize bildirdiği kıyamet günü cennet ve
cehennem ve diğer gaybi konularla ilgili bilgimiz gibidir.
Yaratıcıya inanmayanların bilgileri kısır ve eksik olur. Müminler
ise bu ilmi ve onunla beraber başka bilgiyi elde ederler. Böylece,
Allah’a inanmak, imanın zirvesi sayılır. Çünkü, Allah
(cc) mutlak sıfatlara sahiptir, yaratıcı odur, rızk veren,
dirilten, öldüren, daimi ve ezeli her şeyi bilen odur.
Sonumuz ona ve bütün işler ona götürülür. Dönüşümüz
ona dır. Bu nedenle, yüce Allah’a iman, imanın en büyüğüdür.
Bu akli iman sayesinde ilk müminler hayat
sahnesinde yükselip terakki etmişlerdi. Bunun sayesinde de
insani kemale erişmek uğrunda verdikleri mücadelede onlar
önde gidiyorlardı. Bu imanın varlığı ile faziletleri elde
etmek için yarışıyorlardı. İzzetin, kuvvetin hak etmiş
övgünün en yüksek derecesine erişmişlerdi. Onlar
değerlilik, haysiyet ve yükseklik konularında bütün insanlık
için güzel örnek oldular.
“Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın,
Peygamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu
bilmezler.” (Munâfıkûn 8)
Şaşılacak bir şey yoktur; Onların
nefisleri bu imanla temiz oldu. Nitekim, Allah (cc) onları
temize çıkarttı ve dosdoğru kıldıktan sonra onların
ahlakları dosdoğru oldu. Onlar sadık, doğru, samimi,
ihlaslı, sabırlı, takvalı, rahmetli, mütevazı, iffetli, cömert,
Allah (cc) uğrunda mallarını harcayan, ve diğerlerini
kendilerine tercih eden kimseler oldular.
“Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde
bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında
merhametlidirler. Onları rükûya varırken, secde ederken görürsün.
Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki
secde izidir. Bu, onların Tevrat'taki vasıflarıdır.
İncil'deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış,
gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi
üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de
hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp
kuvvetlendirmekle kafirleri öfkelendirir. Allah onlardan inanıp
iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat vadetmiştir.”
(Fetih 29)
Yüce kudrete sahip olanlar, Allah’a iman
sayesinde, toplumları salih ve faziletli oldu ve o toplumda
yalnız hak daveti ve hak sözü yükseliyordu. Fasıkların münafıkların
ve kafirlerin hiç izzetleri kalmadı. İzzet yalnız Allah’a
Resulüne ve müminlere aittir. Bu imanla, yeryüzünde Allah’ın
sözünü yükseltmek için onun uğrunda hakkıyla cihad
etmişlerdi. Allah (cc) uğrunda canlarını ve mallarını
harcayıp tüketmişlerdi. Doğudan Batıya İslam sancağını
yükseltmişlerdi. Böylece, insanları kula kulluk etmekten
kurtarıp; kulları yaratan Allah’a (yalnızca O'na) kulluk
etmeye getirdiler. Bu imanla da onlar, izzetli ve otorite sahibi
oldular.
Müminler bir daha bu imanla, Amerika,
İngiltere, Fransa ve diğer büyük devletleri kendilerine
boyun eğdireceklerdir. Nitekim bu devletler, iman yokluğunda
ve onunla ehli olan İslam ümmetinin yokluğunda yeryüzünde
yükseldi. İslam ümmeti uykudadır. Bu uyku kısa sürecektir.
Tekrar kendine gelecektir. Bu Allah’a zor değildir. Allah
(cc) emrine galip gelecektir.
“Fakat, İnsanların çoğu bilmez.”
|