Ayın Konusu

İnceleme

Soru-Cevap

Kitap Tanıtım

Hakkımızda

Ana Sayfa
Kitap
Beyan
Yeni Sayı
Arşiv
Haber
Sizden Gelen
Link
Email
İslam Devleti
İslam'a Davet
Hizb-ut Tahrir
Hilafet Nasıl Yıkıldı
İslam Şahsiyeti
İslam'da İctimai Nizam
İslam'da Yönetim Nizamı
İslam'da Ekonomik Sistem
Diğer kitaplar için tıklayınız

PARANIN ALTIN SİSTEMİNE DAYANDIRILMASI

Mustafa SELİM

İslâm akli bir akideye dayanır ve insanların tüm ilişkilerini bu akideden fışkıran sistem ile düzenler. Bu sistem fikir ve metod dan oluşur. İslâm insanın aklına (fikrine) hitap ettiği gibi, bu hitaba hangi metod ile uyulacağını da göstermiştir. Düşünce ve metod böylece Allah’u Tealanın İnsanlardan talep ettiği her şeyde esastır. Bu fikir ve metod bir kaideye dayanır ki bu İslâm akidesidir. İslâm akidesi her şeye şâmildir. Allah’ın sunduğu her fikirde İslâm akidesi esas olduğu gibi, bu fikre ait olan metod`da İslâm akidesinin cinsindendir.

İslâm Yaratıcısı ile kul arasındaki akide ve ibadetlere şamil olan ilişkiyi düzenlediği gibi, İnsanın ahlak, yiyecek ve giyeceklerden müteşekkil kendi nefsi ile olan alâkasını, İnsanın diğer İnsanlarla arasında cereyan eden alâkaları da düzenlemiştir ki, bunlar muamelat ve ceza kanunlarıdır.

İşte Para, onun mahiyeti ve sistemi muamelattan sayıldığı için, muamelat kategorisine girip, onun hakkında şer-i hüküm araştırılıp, ona tâbi olunması farzdır. Allah (cc) para hakkında ayetler inzal buyurmuştur. Peygamber (sav)’den ise hadisler varit olmuştur. Ayetlerden, hadislerden, ve Sahabenin icmaı ile tevatüren sabit olmuştur ki, İslâm dininde para denen şeyin esası altın ve gümüştür. Paranın altın veya gümüşten başka bir şeye dayanması kesinlikle caiz değildir.

Öte yandan para sisteminde altının kaldırılmasına müteakip, insanlar büyük sıkıntılar içerisinde kıvranmaktadırlar. Kafir iktisat uzmanlarına bile bu durum ayan-beyan olmuştur. Bu uzmanlar ciddi şekilde bugünkü tüm dünyada uygulanan kağıt para sisteminin bozukluğunu, onun beraberinde getirdiği büyük problemleri ve her an büyük bir patlama ile çöküşünün beklenildiğinden bahsedilmektedir. Dünya devletlerinin kağıt para sistemine geçişlerinden beri insanların şahit olduğu bir çok mâli krizlerin yanı sıra toplumsal çöküntülerde beraberinde gelmiştir.

Bu sistemden avantaj sağlayan büyük kapitalist şirketler ve onlara bağlı olan eğitim ve haber merkezleri, düşünürler ve siyasiler, insanlara bu kağıt para sistemini süslü göstermeye, onun bozukluğunu (kaos) bir düzen olarak lanse etmeye ve modern çağın problemlerine uygun yegâne para sistemi olduğunu beyan etmektedirler. Bugün bu sistem Avrupa devletlerini dahi rahatsız etmektedir. Çünkü kağıt para sistemi, ABD’nin elinde tüm dünya halklarını sömürmek için kullanılan bir araç haline gelmiştir. Her beldeden evvel İslâm beldeleri en yoğun şekilde bu sömürüye muhatap olmalarına rağmen Müslümanlar henüz kağıt para sisteminin kendileri için getirdiği zararları ve onun kafirlerin (özellikler ABD) Müslümanlar üzerinde bir yol olarak kullanıldığı şuuruna varamayıp, altın para sistemine dönüşün Allah’ın kesin talebi olduğunu unutmuşlardır. Bu ise, Müslümanların uğradığı müthiş fikri zafiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Oysa İslâm’ı bir fikri liderlik olarak para sistemine uygulamaları gerekir. İslâm’ın şer-i hükümler ile tanzim ettiği para sistemini namaz farziyeti gibi Allah’ın bir emri olduğu için icra etmeleri gerekir.

Onun için önce İslâm’da paranın altına ve gümüşe dayandığına dair şer-i delilileri gösterip, paranın batıdaki serüvenine baktıktan sonra altın ve altın para sistemi ile ilgili 20. yüzyılda gerçekleştirilmiş mâli ve siyasi adımları göstereceğiz.

İnsanlık tarihine baktığımızda; onların tarih boyunca çeşitli şeyleri para olarak kullanmış olduklarını görürüz. Para denen şey ise mal ve hizmetlerin kıymet (değer) ölçüsü, bunları satın alma aracıdır.

Mal ve hizmetlerin değerleri ölçülebilmesi için mübadele şarttır. Yâni mal ve hizmete sahip olan kişilerin bunları aralarında değiştirmeleri gerekir, böylece birbirlerinin değerleri ortaya çıkar. Mübadele için ise para şarttır, çünkü para ile merkezi bir birim tespit edilmiş olur ki, bunlar mal ve hizmetlerin değeri ölçülebilsin. Her malın ve her hizmetin değeri bu tek birim ile ölçülmüş olur. Böylece İnsan, ekmek alınca o birimden (paradan) bir miktar verir. Ücretli olarak hizmet sunarsa yine o birimden bir miktar ücret olarak alır.

İslâm, mal ve hizmetlerin mübadelesi için bir mübadele aracı belirtmemiştir. Ancak bunların karşılığı para olacaksa para olarak altın ve gümüşü şart koşmuştur.

İslâm mal ve hizmetlerin parasal değer ölçüsünü toplumun inisiyatifine bırakmamış, değişmeyen/sabit bir parasal birime bağlamıştır, ki bu altın ve gümüştür.

Şer-i Deliller:

Altın ve gümüşü biriktirerek onu Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azapla müjdele!” (Tövbe 34) Kenz`le ilgili bu ayette mal olarak kastedilen paradır (altın ve gümüştür.)

Ukubat (ceza kanunları) hususunda diyeti farz kılarken: “Bir kişinin öldürülmesinin diyeti yüz deve veya bin dinardır.” (Buhari, Nesei)

El kesmek ile ilgili şartlardan birini gösterirken: “El kesmek, ancak bir dinarın dörtte biri ve daha fazlası hırsızlıklar için geçerlidir.”(Buhari, Nesei, Daremi)

İbadetler ile ilgili zekatı farz kılınırken bu farziyeti altın ve gümüş ile tayin/ifade edilmiştir. Kur ile hükümleri bildirirken (paranın para ile değişimi) yalnızca altın ve gümüş göz önüne alınmıştır. “Peşin olmak suretiyle istediğiniz şekilde, altını gümüşle alıp satabilirsiniz” (Tirmizi)

“Şöylece peşin olmadıkça dirhem karşılığında altın vermek faiz olur.” (Nesei, Ebu Davud, İbni Mace, Ahmed, Malik)

Kısaca şer-i hükümlere göre; Altın sisteminde para, tam olarak altına dayanır. Yâni İnsanlar bizzat altın ile alış-veriş yaparlar veya altına dönüştürülebilecek kağıtlar ve mâli evraklar ile muamele yaparlar. Devlet veya o mâli evrakı çıkaran kişi/müessese bu evrakı altına dönüştürme mecburiyetinde olur.

Buraya kadar şer-i delillerden bazılarını zikrettik. Ayrıca unutulmaması gerekir ki, altın para sistemi hakkında Sahabenin icmaı da vardır. Hülafa-i Raşidin ile başlayarak, tüm halifeler (İslâm devletinin 1924 İstanbul’da yıkılışına kadar) bu sistemi uygulamışlardır.

Vak'a olarak Altın para sistemi:

Altın sistemi binlerce senenin geleneğine dayanır. İnsanlar onu çeşitli şeylerle mübadele yaptıktan sonra en uygun olarak seçmişlerdir. Ender bulunan taslar (kehribar), hayvanlar, sedef, gömlekler (misal: Yemen gömleği), buğday gibi nice şeyler, insanlar arasında başka mallar ile değişim görmüş, ancak hiç birinde altındaki olan özellikler bulunamamıştır.

Yüzyıllarca dünyada gümüş, paranın aslı (Müslümanların dışında) ve en yaygın olanı idi. Altın değerli alış-verişler ve dış ticarette kullanılmaktaydı. Devletlerarası ticaretin yoğunlaşması ile altın gittikçe para sisteminin merkezi konumuna geldi ve günümüzde bile yukarıda saydığımız tüm bu özellikleri bünyesinde korumaktadır. Bu özellikler şöyle sıralanabilir:

1-Altın dünyanın her tarafında bulunur. (Böylece İnsanlar onu para yapma imkanına sahiptirler.)

2-Aynı anda az bulunur ve çoğaltılması mümkün değildir. Böylece az bulunurluluk ona diğer nesnelere nispeten yüksek bir değer kazandırır.

3-Arzu edildiği kadar değer kaybetmeden bölünmesi mümkündür.

4-Altının her bölümü değer açısından diğerlerine eşittir. Yâni bölünme ile değerinden bir şey kaybetmez.

5-Muhafazası mümkün olup, yıpranmaya karşı mukavemeti çok yüksektir.

6-Taşınması kolay, az miktarda taşınması külfetsizdir. Hatta devletlerarası altın transferi (mal ve hizmetlerin karşılığı olarak) cüzi bir külfete sahiptir.

Altının bu avantajlarından dolayı her asırda birçok toplum tarafından para olarak kabul görmüştür. Ancak devletler ve para basma yetkisine sahip olan müesseseler ve şahıslar bu yetkiyi istismar ederek halkı aldatmışlardır. Bunun nedeni devlet hazinelerini veya şahsî mülklerini çoğaltmaktır. Bu aldatmalar farklı bir çok yollar ile bir kaç üsluba dayanmaktadır.

Medeniyetin ilerlemesi ile farklı tekniklere (İnternet, bir bankanın veya bankalar arası bilgisayar sistemi, türlü türlü mâli evraklar/kontratlar ki, bunların borsalarda büyük rolü vardır) başvurulmuş olsa da asıldan hiç bir şey değişmemiştir. Bu asıl bir zati değere sahip olmayan sahte paranın çıkartılmasıdır. Otoriteler bu sahte parayı insanlara zorla kullandırtmışlardır. Zamanın ilerlemesi ile bu otoriteler halka hile yapmakta iyice tecrübe kazanarak farklı vesileler ve üsluplar icat etmişlerdir.

Hatta bu hilelerin meşruluğu devlet erkanı ve düşünürler nezdinde tartışılmaz bir hal almıştır. Dahası halk bu olayı anlayabildiği kadar tabii bir durum olarak algılamaya başladı. Bunun delili 1777’de Prus İlimler Akademisini ödüllendirmek üzere şu sorunun cevabını aramasıdır: “Avam halk için hangisi daha yararlıdır. Alışageldiği yanlışlar üzerinde onu tutarak aldatmak mı, yoksa onu yeni yanlışlara saptırarak aldatmak mı?”

Bu sorudan apaçık ortaya çıkıyor ki, halkı aldatmak esastır. Bu soruda aldatma tartışılmıyor. Tartışma konusu yapılan hangi şekilde aldatmanın daha “yararlı” olabileceği hususudur. Yâni halk aldatılmış olsa da sonunda bu onun “yararına” olacaktır. Onların düşüncesinin bir ifadesidir bu soru. Hatta günümüze dek uzmanların ve siyasilerin para sistemine ve onunla ilgili icraatlara ve toplumun ondan çektiği sıkıntılara, ancak bu zaviyeden bakmaktadırlar.

Bahsi geçen soru, Alman Kayser Friedrich zamanında soruluyor. O büyük bir hile ile halkı aldatarak yedi senelik bir harbi finanse etmişti. Böyle bir soruya karşı çıkmadı. Sonuçta ödül iki kişi arasında paylaşıldı. Birisi hile taraftarı diğeri hileye karşı olan idi. Almanya’da bu akademinin sorusu üzerine 20 sene sürecek bir tartışma başladı. Tartışma, aydınlanmanın ne olduğu ve onun din ile devlet için avantaj ve tehlikeleri hakkında idi. Hatta Immanuel Kant 1784’ün Aralık ayında “Aydınlanma nedir?” makalesini yazmıştır. Yazmış olduğu makalesinde, görüşüne şöyle yer vermektedir:

“İnsanın tabii olarak kaderi kendisi düşünüp karar vermesi ve herhangi bir tahakkümden kendisini kurtarmasıdır.” Aydınlanma onun için insanın kendi işlerine bakamamazlıkdan kendisini kurtarmasıdır.

Para hakkında batının icat ettiği hilelerin nasıl geliştirildiğini anlamak için onun tarihine bakmak gerekir.

Batıda Altın para sisteminin tarihi:

İnsanlar mübadele aracı olarak hayvanlar, gömlekler, altın, gümüş ve bakırdan ziynet eşyaları kullanırlardı. Altının ve gümüşün para olarak uygun olduğunu çabuk kavradılar.

M.Ö. 7. asırda Kral Midas standart altın parçalarına damga vurdurdu. Böylece madeni para icat edildi. Aynı anda devletin hile yapabilmesi için de kapı açılmış oldu.

Çünkü Krallar, kayserler, kiliseler ve ardından normal şahıslar para basma yetkisine sahipti. Bunlar bu paraların altın gramajını bilinen miktarın altına düşürdüler. Bu sürekli yapılıyordu.

Misal: M.Ö. I. asırda Roma imparatorluğunun para birimi altından olan Aureus’du. 1 Roma Pfundu = 327 gram idi. 40 parça Aureus (8,2 gram altın) basılırdı. Sonra 42 (7,8 gram altın) basıldı. Altının yanı sıra dinar da vardı. 327 gram gümüşten = 84 dinar yapılırdı. M.S. 54-68 senelerinde Nero 45 Aureus ve 96 dinar bastırırdı. Aynı anda Nero yeni bir hile daha icat etmişti. Dinarın saf gümüş miktarını düşürdü. O ana kadar dinar % 97-98 saf gümüş den basılırdı. Bakır katma suretiyle bu miktar % 90-94’e indirildi.

Aşağıdaki veriler hangi Kayserlerin hangi senede dinarın %’lik olarak gümüş miktarından düşüş yaptıklarını gösterir: Kayser (98-117) Trajan % 80-85, Marc (161-180) Aurel % 75, Septimus (193-211) Senerus % 50’dir. Sonraki Kayserler (250’li senelerde) bu miktarı % 4-6’lara indirdi.

Buna rağmen İnsanlar bu paralara itibar ederlerdi. Çünkü para basma yetkisi ancak Kayser’e mahsustu. Onun resmi paraların üzerine basılırdı. Bu paralarda böylece o armadan dolayı bir nevi değer garantisi bulunurdu. Kimse buna bir gölge düşüremezdi

Şu denilemez: Altının gramajı veya saf altın miktarı düşürülmüş olsa da; bir işçiye misal olarak bir dinar verilirdi. Bu denemez. Çünkü işçiye böylelikle daha az altın ve gümüş verilmiş oluyor. İşçi bunu fark edene kadar daha da bu miktarlar düşürüldü. Halk dinar’da daha fazla gümüş olduğunu zannediyordu. Onlar öyle zannetse de devlet onların hüsnü zannını istismar ederek, halkın bu emek ve mallarını hile yolu ile çalmış olmaktadırlar. Daha sonra bu paraların değersizliğini gizlemek için onları gümüş suyuna batırırlardı. Böylece bakır paralar gümüş parasına benzerdi. Az zaman sonra bu cila yıpranıp bakır görünürdü. İnsanlar 3. asırda Roma devletinin değer garantisine güvenleri sarsıldı. Hatta daha evvel sarsıldığı tarihi buluntulardan belli olmaktadır. İnsanlar daha eski olan dinarları kenz ederlerdi. (Gümüş miktarı ve saf gümüş oranı daha yüksek olduğu için).

Sonraki Kayserler tekrar halkın güvenini kazanmaya çalıştılar. Büyük Konstantin 309 senesinde Solidus`u icat etti. Bu para, Almanya’nın Trier kentinde basılırdı. Zamanın şartlarına göre mümkün olduğu kadar saf altından oluşurdu. 4,55 gram altından yapılırdı.

Ne değişmişti ki? İnsanlar artık altının üzerindeki damgaya itibar etmiyordu, kendileri bunları tartıyorlardı. Hatta damgasız altın da itibar görmüyordu. Yâni devletin damga ile hilesi etkisizleşti. Ancak gümüşte yâni dinarda daha devam ediyordu.

5. asırda Romalıların Almanya da hakimiyeti yıkıldı. Ve 7. asra kadar 800 farklı yerlerde para çıkarılırdı. Kayserin merkezi şekilde damga vurması yok oldu. Farklı para birimleri çıktı. 800 yılında Büyük Karl bu yetkiyi tekrar kendisine çekebildi.

11. asra doğru para çıkarma yetkisi yine yöneticilere ve kiliseye verildi. (imtiyazlı kişilere).

Almanya’da 11. asrın sonlarına doğru Pfennig`in gümüş miktarı ilk icadında ki miktara nazaran düşürüldü. İnsanlar bu hileyi fark etmemeleri için, altın ve gümüşü ölçebilmek için kullanılan hassas terazilerin mülkü yasaklandı.

13. asra doğru Alman Kayserin hakimiyeti zayıflayınca birçok bölgesel emirler para çıkarmaya başladı. Para çıkarılan yerlerin sayısı 500’ü geçti. Ama devletin gözetimi şartı ile.

13. asırda yeni bir hile daha icat edildi. Paraların iptal edilmesi. Herhangi bir mazeret ile tedavülde olan belirli paraların evvelden haber vermeden iptali ilan ile bildirilirdi. Böylece tabii iktisat canlanırdı. Çünkü herkes elinde bulunan paranın iptal edilmesinden önce mal ve hizmet almak isterdi. Hatta bugün Silvio Gesell`e dayanan ekol bu sistemin tekrar uygulanmasını istemektedir. Buna rağmen piyasalara ve şehirlere kötü etki yapardı ve yıpratırdı. Onun için bazı şehirler yerli emirden para basma yetkisini satın alıp kendileri iptal etmemek üzere para basarlardı. Böylece Lübeck 1226 da, Basel 1273 de ve sonra Erfurt Hamburg ve Lüneburg adına daimi Pfennig denen para basarlardı.

Bu hileler, yâni bilinen paranın altın veya gümüş gramajını düşürmek. saf altın veya gümüşün miktarını düşürmektir. Ve parayı iptal etmek 18. asrın başlarına kadar sürdü. Yerel bir emir olan II. Johann Wilhelm (Jan Wellem) 1705 senesinde Köln`de Almanya da ilk Nota-Bankasını (Banco di gyro dàffrancatione) kurdu. 1706 senesinde sahibinin ismi üzerine kaydedilmiş imza ile sahibini değiştirebilir şekilde senetler dağıttırdı. Senetler meslek sınıflarına zorla imzalattırılmıştı. Günü geldiğinde senetlerin karşılığı banka tarafından faizi ile, yâni altın ve gümüş ile karşılanacaktı. Bu temel prensip öyle basit ve sinsi idi ki, bugüne kadar otoriteler tarafından daha sinsi bir hile icat edilmedi. Bu senetler kağıt para değillerdi. Yâni bankaya gidip altına değiştirilemiyordu. Ancak karşılığında altın verilecek diye söz var idi. Altın hazır bulunmadığı halde. Banka veya daha doğrusu sınıflar, vakti geldiğinde altın vereceklerine dair söz vermişlerdi.

Ancak bu çok zor idi. Onun için vadesi dolmuş senetlerin yerine yeni vadeli faizli senetler sahiplerine veriliyordu. Dağıtılan senetler % 30 - 40 düşüş ile ticaret edilirdi. Ve 1750-1777 senelerinde Banka tarafından nominal değerinin 3/1 ile ödendi.

Bugünkü para sistemi bu hileyi büyük çapta kullanmaktadır. Halk bu senetlere mülk olarak bakmaktadır. Ancak bunlar bu asırda vadesi dolsa da geriye ödenmemekte, yeni vadeli senetler onların yerine çıkarılmaktadır.

Para ile ilgili yapılan hileler:

Paranın batıdaki tarihçesine baktığımızda onun devlet tarafından yapılan hileler dizisi ile dolu olduğunu görürüz.

Bugünde aynı hile söz konusudur ki; bu devlet tarafından icat edilen meşru sayılan sahte para, yani karşılığı olmayan para. Bu para altın veya gümüş gibi bir zati değere sahip değildir. Çünkü altın ve gümüş bizzat kendileri insanlar nezdinde değerlidirler. Altın ve gümüş kendisine değer kazandıracak hiç bir şeye muhtaç değildir. Altının insanlar nezdindeki itibari ne bir devlet, nede herhangi başka bir otorite ve bunların kanunları veya vaatlerine bağlı değildir. Yani devletin zayıflılığı veya kuvvetliliği, uyanık siyaseti veya tecrübesizliliği altının alım gücünü etkilemez. Zira altın bunlara muhtaç değildir.

Hatta otoritelerin çıkarttıkları paralar ve bazı müesseselerin verdikleri mali evraklar harp esnasında, hızla değer kaybedip tamamen değersiz olmaya yüz tutar. Çünkü bu paralar ve mali evraklar bir zati değere sahip değillerdir. Devletin gücü ve bekasına dayanırlar. O devlet veya müessesenin durumu, insanlar nezdinde kötüye doğru gidiyorsa (bu sırf psikolojik bir şey de olabilir, yani aslen kötü olan bir şey olmadığı halde insanlar böyle bir vehme kapılabilir) veya bir devlet başkanının sehven (kasıtsız) veya kasıtlı bir jesti (hareketi) veya sözü o paranın veya mali evrakın değerini düşürebilir. Buna binaen insanlar harp esnasında altına hücum ederler. Ellerinde bulunan o para ile (ki bu devletlerin ve müesseselerin çıkarttıkları kağıt paralar ve evraklardır) altın ve gümüş satın alırlar. Çünkü devlet ve müesseseler o paralar ve evraklar ile geleceğe dair vaatte bulunurlar. Ve vaatlerinde duracaklarını ifade ederler. Bu devletin para ve mali evraklar hakkında çıkarttığı kanun ile olur.

Şöyle ki, devlet kendisine ait darphanelerde kağıt üzerine bir meblağ yazar ve bu kağıdın kendisine dair olduğunu gösteren işaretler koyar. Yine devletin çıkarttığı kanun bu kağıt parayı insanlar arasında mübadele aracı yaptığı gibi aynı anda onu para yapar, yani her şeyin kendisi ile ölçüldüğü birim sayar. Devlet o kağıtların para olduğunu kanun gücü ile insanlara zorla benimsettirir. Buradaki sahtelik devletin kağıttan olan bir şeyi para olarak insanlara benimsettirmesi değil. Sahtelik bu paraların ve evrakların devletin kendisinden başka hiç bir şeye dayanmamalarıdır, yani kendisi ile satın alınan mal ve hizmetler gibi bir değere sahip olmamasıdır, aynı anda devletin insanlara zorla bu kağıtları para olarak benimsettirmesidir. Halk bu kağıt paraları mal veya hizmet sunarken ret edemez. Bizzat verdikleri mal ve hizmet karşılığında o kağıtları kabul etme mecburiyetindedirler. Çünkü bu kanun gücü ile böyle kararlaştırılmıştır. Bundan dolayı insanlar devletin çökmesi veya zayıf siyaset yapması ile o devletin çıkarttığı kağıtlara (ki kanunen para sayılıyor) itibarı azalır. Çünkü kanunu çıkaran o devlettir. Devlet zayıflarsa çıkarttığı kanunu koruması da o denli zayıflayacaktır. Bu tedirginlikten dolayı insanlar ellerindeki o devlete ait kağıtları (paraları) bir an önce, yani devlet daha da zayıflamadan, mal ve hizmetlere harcarlar, altın veya gümüş alırlar, veya başka devletlerin kurları ile değiştirirler (ki başka devletin kuru, yani parası da altın veya gümüşe dayanmıyorsa onun parası da zati değere sahip olmayıp, değiştirilen diğer para ile aynı problemlere sahiptir).

Devletin vaadinde durmaması işin başka bir yönüdür. Şöyle ki; devletin çıkarttığı o kağıtlar birer senet konumundadır. O kağıtlar devlet tarafından basılınca sanki şöyle deniliyor; “Sen bana mal ve hizmet ver, bende sana şu kağıdı vereyim ki, sen bununla yine aynı mal ve hizmeti alabileceksin” Ancak devletin yukarıda izah ettiğimiz gibi bu kağıtları (yani senetleri) ancak kanun ile destekliyor. Yoksa elle tutulur bir şey ile (altın gibi) değil. Böylece devletin durumuna göre insanların ona itibari düşüyor. Bir kişi bugün 100 Dolar karşılığında mal veya hizmet verdi ise bir dönem sonra aldığı o 100 Dolar ile aynı mal ve hizmeti alamıyor. Çünkü insanların herhangi bir nedenden dolayı devletin o sözüne itibarı sarsılmış ve o devletin çıkarttığı kağıtlar karşısında ya evvelki duruma nazaran daha az mal ve hizmet vermeye hazır oluyorlar veya o mal ve hizmet karşılığında o devletin parasını ifade eden daha fazla kağıt istiyorlar.

Bundan dolayı insanlar sattıkları mal ve hizmetlerin fiyatlarını yükseltiyorlar. Bu olayın kendisi enflasyon değildir. Enflasyon ancak devletin sözünde duramadığı için (çünkü yukarda izah ettiğimiz gibi: “Sen bana mal ve hizmet ver bende sana şu kağıdı (senedi) vereyim, ki sen bunla yine aynı mal ve hizmeti satın alabilirsin” diyor bir nevi) daha fazla kağıt para basmasıdır. Tek çıkış yolu olarak devlet buna başvuruyor. Yani daha fazla senet, daha fazla söz vermektedir. Böyle yapması kağıtların, para miktarının aşırı şekilde kabarıklılığını beraberinde getiriyor ki enflasyon işte bu. Enflasyon para miktarının aşırı şekilde kabarmasıdır. Yoksa fiyatların yükselmesi enflasyon değildir. Ancak fiyatların yükselmesi enflasyonun bir göstergesidir. Devlet aldatma yolu ile insanlara enflasyonu fiyatların yükselmesi olduğunu ima etmek istiyor. Bunu çeşitli üsluplarla yapmaktadır. En belirgini; medyada geçmiş senenin aynı ayına nazaran belirli mal ve hizmetlerin fiyatlarında artış olduğunu belirten resmi istatistikler ve rakamların açıklanması ve bahsedilmesidir. Bütün tartışmalar böylesi istatistiklere dayanmaktadır. Kağıt parayı çıkaran devlet ve otoriteler böylece bunları insanların ilgi odağı haline getiriyor. Fiyatların anormal olarak yükselişi aslında kedilerinin sürekli karşılıksız, yani değersiz kağıt basıp bunu para olarak piyasaya sürdüklerini gizliyorlar. Böylece insanlar problemin aslı ile değil de onun etkisi ile meşgul olup, böylece problemin gerçek müsebbibini göremiyorlar. Halk üreticiyi ve tüccarları suçluyor, devlete ancak vergiler yükseltirse yükleniyor ve suçluyor. Hatta devlet vergileri yükseltince yine piyasadaki mal ve hizmetlerin fiyatlarının arttığına çoğu kez işaret eder. Böylece sinsice üretici ve tüccarları günah keçisi ilan eder. Halbuki problemin sebebi devlet ve otoritelerin sürekli değersiz kağıt basıp ona para itibari kazandırmalarıdır.

Devlet parayı ilk çıkarttığında kendisine mal ve hizmet sunana, mesela memurlara, bastığı kağıtlardan (yani senetlerden) belirli miktar vermektedir. Bu miktar devletin isteğine göredir. Herhangi bir miktar olabilir. Devletin satın aldığı o mal ve hizmetler karşısında verdiği kağıtlara göre diğer mal ve hizmetler takdir edilir. Yani devlet kendi bastığı o senetlerden (kağıt paralar) satın aldığı ilk mal veya hizmet ile ölçüyü takdir etmiş oluyor. Ondan sonra her satılan ve alınan mal ve hizmet o ilk takdire göre cereyan ediyor. Mesela; bir memur bir saat hizmet için yeni paranın 10 birimini alıyorsa 2 Saat için 20 birim alır. Devletin işte tüm satın aldığı mal ve hizmetlere kendi çıkardığı paradan verdiği miktar piyasalarda malları ve hizmetleri sunan şahıs ve müessesler için sinyal teşkil eder.

Bu arada şu soru sorulabilir: Ölçüyü tespit etme hususunda altına ve gümüşe dayanan para sistemi ile kağıt para sistemi arasında fark nedir?

Fark ilk olarak yokmuş gibi görünse de çok büyüktür. Mesela; bir memurun belirli bir işte 1 saat çalışması çıkarılan kağıdın 10 ünitesi (bu ünitenin ismi Dolar, Dm, Lira olabilir) ile değerlendirilir. Bu takdir hem altın para sistemine göre mümkün olabildiği gibi kağıt para sistemine göre de mümkündür. Aynı anda 10 ünite değil de 1 ünite de denebilirdi. 1000 ünitede olabilirdi. Bu hiç fark etmez. Bu ilk değerlendirme ile ölçü tespit edilmiş olur. Ama bu takdir den sonra bu iki para sistemlerinden farkları çok açık şekilde ortaya çıkar. Kağıt para çıkarıp onu sırf kısmen veyahut hiç altına veya gümüşe dayandırmayan devlet parasını kanun gücü ile koruduğu için kendisinin bu para ile muamele yapan halk nezdinde ki itibarına muhtaçtır. Dolayısıyla o devletin halk nezdinde itibarı düşmesi ile devletin düzenlediği kanunun itibarı da düşer. Halkın paraya karşı güveni sarsılır. Onun karşılığında mal ve hizmet vermekten çekinirler. Böylece devletin parayı çıkarttığı anda takdir ettiği ölçüye de itibar etmezler onu tamamen terk ederler. Yukarda verdiğimiz misalde memurun 1 saat çalışmasına devlet bastığı paradan 10 ünite verdi ise, buna rağmen halk daha fazla istemeye başlar. Daha fazla istemesi devletin parası altına dayanmadığı için mal ve hizmetlerin değerini ifade etmekten aciz olmasıdır. Zati değere sahip değildir bu para. Onun için normal olan fiyatların değişmesi yani sıra mal ve hizmetlerin değerini de muhafaza edememekte. Bu ise altın sisteminde böyle değildir. Çünkü onda değer zati değere sahip olan altın ile takdir edilmiştir (bu takdir mal veya hizmetin az bulunurluğu göz önünde bulundurularak onda ki menfaatin takdiridir). Evet, altın para sisteminde mal ve hizmetlerin fiyatları değişebilir ama onların kıymeti değişken değildir. İtibari değildir. Bir şahsa göre değerli diğerine göre değersiz değildir. Böyle bir anlayış “Değer (kıymet)” mefhumu ile kesinlikle bağdaşmaz. İşte kağıt para sistemi değişken olmayan bir değeri muhafaza etmeye elverişli değildir. Değerin takdir esnasında bir memurun 1 saat hizmetinin değeri kağıt paranın 10 birimi ise, takdir esnasındaki faktörler değişmediği halde sırf devletin siyasetine itibar düştüğü için memurun hizmeti değersizleşir. Bu değer düşüşünü engellemek için memura daha fazla para verilmesi gerekir. Onun için altın para sisteminin ölçüsü kağıt para sistemine taban tabana zıttır. Halkın devlete sunduğu mal ve hizmetlerinin değeri doğru takdir edilmemiş olduğunu hissedince devlete baskı yapıp daha fazla para isterler. Devlet ise, bu arzuyu ancak yeni para basmakla karşılar. Halk arzusuna kavuştuğunu zanneder, bununla yetinir. Ancak bir dönem sonra aldığı daha fazla paranın alım gücünün azaldığını hissetmeye başlar, mesela; memur pazarda evvelden 1 kilo domatese 1 Dolar verdi ise manav artık 2 Dolar istemeye başlar. Bunun iki nedeni var.

Devletin zayıflaması, kötü siyaset yapması. Aynı anda diğer devletlerinde bu devletin sözüne güvenmemesi onları kendi paraları karşısında o devletin parasını düşürürler (yani kendi paralarının değerini yükseltirler. Mesela; artık kendi devletlerinin parasını ancak yabancı devletin parasının iki misline karşı değiştirirler). Böylece o devlette yaşayan insanlar mal ve hizmetlerini kendi devletlerinin çıkarttığı paranın daha fazlası karşılığında sundukları gibi tamamen de onlar muameleyi terk ederler (genelde bu büyük meblağlarda söz konusu olur). Mesela;Türkiye de veya diğer İslam beldelerinde bu çok bariz şekilde görülür. Büyük meblağlarda genelde alım satım Dolar veya Mark bazında olur. Devletler arası alış verişte Dolar tartışılmaz bir konuma gelmiştir.

2) Malları ve hizmetleri sunan şahıs ve müesseseler, hatta devletin kendisi (mesela: vergiler olarak, makbuz veya pul parası olarak) insanların daha fazla talebine şahit olurlar. Çünkü devlet halkın talebine göre, ki bu talep genelde toplu grevler de görülür, veya büyük projeleri finanse etmek için para basar. Bu para mal ve hizmeti sunan kişi ve müesseslerin eline geçer. Sonra piyasalarda yine mal ve hizmetleri daha fazla miktarda satın alma hazırlığı şeklinde hissedilir. Dolayısıyla malı ve hizmeti satan kişi bunun karşılığında daha fazla para ister. Böylece fiyatlar yükselir.

Bu izahtan anlaşılan, altın para sisteminde enflasyon yoktur. Çünkü altın ve gümüşe dönüştürülemeyen hiç bir mâli evrakın veya senedin (ki devletin çıkarttığı kağıt para bu türdendir) varlığı caiz değildir. Daha fazla kağıt para basılacaksa bu ancak altın madeninden veya altının aslen çıkarılan diğer yerlerinden daha fazla altın temin edildiği için çıkarılır.

Bir misal: 10 arkadaş bir aradalar (A, B, C...) A, B`ye 100 DM borç veriyor. B bunun karşılığında A`ya 100 DM vereceğine dair senet yazıp imzalıyor. Sonra B aldığı o, 100 DM`yi C`ye veriyor. C de senet yazıp B`ye veriyor ve böyle devam ediyor. Sonunda 100 DM yine B`nin eline geçiyor. Ancak herkes 100 Marklık birer senet yazdılar. Yani 10 kişi aldıkları 100 Mark karşılığında, ki bu ilk olarak B`nin A`dan aldığı 100 Mark idi, senet yazdı. Böylece 10 senet ortaya çıktı. Hepsi 100 Mark vermeye imzaları ile söz veriyor. Çünkü 100 DM hepsinin elinden geçti. Böylece 1.000 Mark değerinde senetler birikti. Böylece bir nevi 1.000 Marklık kredi oluştu. Çünkü her kişi tek olan 100 Markı teker teker borç olarak alıp senet verdi. Yani 10 x 100 DM kredi alındı. Bu senetlerin geriye ödenmesi güvenceli ise, yani her arkadaşın imzası ile senetteki verdiği sözde durup aldığı 100 Markı geriye ödemesi kesin ise bunda hiç bir problem yoktur. Çünkü o zaman 1.000 Marklık biriken kredi tamamen geriye ödenmiş olur. 10 şahıs her biri alacaklısına 100 DM verir. Ama imzayı atan şahısların sözlerinde durup 100 DM’yi geriye vermeleri şüpheli olursa, o zaman problem oluşur. Çünkü o senet o zaman değerini yitirir.

Problem şundan dolayı oluşur. Yukarıda sözünü ettiğimiz senetler toplam olarak 1.000 DM’yi ifade ediyor. Böylece 1.000 DM karşılığında mal ve hizmetler alma potansiyeli beraberinde getiriyor. Bu ise piyasalarda talebi ifade ediyor. Ancak bu senedin karşılığı olmadığından (senedi imzalayan kişinin borcunu ödemediğinden) sırf 100 DM’den ek olarak 1.000 DM’lik talep daha oluşturdu. Eğer 10 arkadaşın hepsi yazdıkları senet karşısında 100 DM verecek olursa o zaman 10 tane senet imha edilir ve senetlerin ifade ettiği talep de yok olur. Eğer 10 arkadaş her biri 100 DM’yi yazdıkları senetlerin karşılığını ödemezlerse piyasada asıl olan ve elden ele geçen o, 100 DM ile 10 kişi tarafından elden ele geçen 100 DM üzerine yazılan senetler kalır. Böylece 1.100 DM talep piyasada mevcut olur. Buna binaen mal ve hizmetlerin fiyatları yükselir.

Bu basit bir misal idi. İşte kağıt para sistemine dayanan devlet aynen yazdığı senedin karşılığını ödemesi şüpheli olan kişiye benzer. Hatta bugün böylesi devletler kesin olarak borçlarını ödemiyorlar. Peki ne yapıyorlar? Bu devletler sözlerini yerine getirmek istemediklerinden senedin, yani bastıkları kağıt paranın, karşılığını tam olarak verme yerine yeni para basmaktalar. Yani verdiğimiz misale dönecek olursak, senedin ödenmesi yerine ek senet çıkarılmakta yani borçlu olan taraf borcunu daha da istikbale itmektedir ve borç miktarını yeni senetlerle, yeni kağıt paralarla yükseltmektedir.

Bu ise yukarıda izahını verdiğimiz problemi daha da büyütmektedir. Çünkü karşılığı olmayan milyonlarca senet (kağıt para) insanların ellerinde bulunuyor. Devlet bunları memurlara verdikleri hizmet karşılığında devlet projelerinde çalışan isçilerin maaşları karşılığında, şirketlerden aldığı diğer mal ve hizmetler karşılığında bunlara vermiştir. Bu mal ve hizmetlerin her biri değerlidir. Devletin ise bunlar karşısında verdiği para değersizdir. Sırf itibara dayanır. Zati değeri yoktur. İnsanların devlete itibari sarsılırsa devletin parasının değeri düşer. Buna ek olarak devlet sürekli çalıştırdığı memurların ve diğer mal ve hizmetlerin karşılığını ödemek için devamlı para basar. Bu para miktarı yükseltir. Yani piyasalarda talep oluşturur. Ama aynı oranda mal ve hizmet oluşmadığı için talep arza galip gelir, böylece mal ve hizmetlerin fiyatı yükselir. Bunun nedeni devletin karşılıksız para basmasıdır. Bu para karşısında altın bulunmadığı gibi devletin mal ve hizmeti de bulunmaz ki, bastığı kağıt paralar karşısında piyasada kendisinin mal ve hizmeti bulunup fiyatların fırlaması söz konusu olmasın. Tam tersine, devletin sunduğu her mal ve her hizmet halk tarafından ödenmektedir. Devletin işi ancak borçlanıp borcunu ödemeyip sürekli para basma yolu ile borcunu mal ve hizmetlerin fiyat artışına vesile olmak ile halka ödetmesidir.

Onun için kağıt para sistemini uygulayan devlet kendi halkına hile yapmaktadır. Onları aldatıp mallarını ve hizmetlerini yağmalamaktadır. Evet, devlet bu mal ve hizmetlerden caddeler, barajlar, okullar, fabrikalar kurar. Ama bunlar için kullandığı mal ve hizmet karşısında hiç bir değeri olmayan kağıt verir. Ve insanlara “ben bu kağıdı çıkarttığım şu kanun ile para yaptım” der. Böylece ona sahte, yani itibari bir değer kazandırır. Her hangi bir taş alıp “ben bunu kanunum ile para yaptım” da diyebilirdi. Bundan dolayı insanların elinde bulunan bu kağıt paraların sürekli değer yitirmesi yolu ile, yani alım gücünün azalması oranında devlet halkı yağmalar, onu sömürür. Halk git gide fakirleşir. Sırf hayat kavgası peşinde olur. Hatta sırf günlük düşünmeye başlar. “Parayı nereden temin edeceğim?” düşüncesi onda her şeyin etrafında döndüğü eksen olur. Maddi değer halkta merkezleşir. İnsanlar nezdinde ahlaki, İnsani, ruhani değerler ancak maddi değeri elde etmek için birer vesile haline gelir. Menfaatçilik toplumda kök salar, ki bu kapitalist toplumlarına has olan büyük bir belâdır.

Altın para sistemi bundan tamamen farklıdır. Onda devlet istediği gibi kağıt para basamaz. Bastığı kağıt para karşılığında mutlaka altın bulundurması lazımdır. Yani yukarıdaki 10 arkadaşın misalini hatırlarsak; altın para sistemine dayanan devlet mutlaka senedinin karşılığını veren kişi gibidir. Böylece senedin değeri onun karşısında verilen şey ile (ki bu altın) birbirini nötr ederler. Piyasalarda bundan dolayı mal ve hizmetlerin fiyat artışları söz konusu olamaz. Aynı anda devletin her hangi bir siyaseti kötü olması ile onun çıkarttığı para değer kaybetmez. Çünkü onun parasının bizzat kendisi değerlidir. Ya altındır, veyahut mutlaka tam olarak altına dönüşebilir (konvertibil) kağıt paradır. Bu para hiç bir başka desteğe ihtiyaç duymaz. Böylece her fert ve her devlet altına itibar eder.

Yine bir hile daha:

Sırf altına dayanan para sistemi Avrupa ülkelerinde ilk olarak İngiltere’de 1816 başladı. Ardından ABD, Rusya ve Japonya buna katıldı. 1914’e kadar dünyada altın birimi geçerli idi. İşte bu yıllarda sömürü için yeni bir hile daha tesis edildi. Banka kağıtlarında geçen meblağlar (yani banka mevduatları) para itibarı görmeye başladı. Bu kağıtlara altın karşılığı değer şart değildi. Böylece para miktarı hızlı bir şekilde büyüdü. Ancak ilk yıllarda banka kağıtlarındaki değer oranı, nakit paraya değiştirilmesi gerekiyordu. Nakit para içinde altın karşılığı şartı vardı. Bugün artık kağıt para sisteminde altına dayanma söz konusu değildir. Dolayısıyla bu tamamen devlet ve merkez bankalarının insafına kalmıştır. İstedikleri kadar para basabilir ve de bankalar kredi verebilirler. Bugünkü para sistemi bu hileyi büyük çapta kullanmakta. Öyle ki, halk bu senetlere mülk olarak bakmaktadır. Ancak bunların vadesi dolsa da geri ödenmemekte, yeni vadeli senetler onların yerine çıkarılmaktadır.

*Bugünkü kağıt para sistemi şu üç hileye dayanmaktadır:

1- 30 gr. gümüşe sahip zannedilen paranın gerçekte 20 gr. gümüşe sahip olması. Zira, kağıt paranın üstünde yazılı olan meblağ onun nominal değeridir. Bahsini ettiğimiz nedenden dolayı paranın değeri düştüğü için kağıt paranın alım gücü de düşmüştür.

2- Henüz ortada olmayan bir şeyi satmak. Misal; henüz madenden çıkmamış altını şimdiden satmak gibi. Özellikle altın fiyatını düşük tutup insanların altına rağbet etmemeleri için, altın madenlerinden istikbalde çıkacak altını şimdiden satmalarıdır.

3- Aynı maddeyi bir den fazla kişiye satmak. Bugün banka mevduatlarında bu en bariz şekilde görülmektedir. Şöyle ki; banka müşterisinden aldığı 1.000 DM’ı devlet güvencesi altında başka müşterilere kredi olarak verebilir. Müşterinin verdiği 1.000 DM’yi onun hesabına yazar. Bu ancak kitapta veya bilgisayardaki birer rakamlardır. Devlet % 10 asgari rezerv şartı ise 1.000 DM’den arta kalan kısmı, yani 900 DM’yi kredi olarak başka müşteriye verir. Dolayısıyla müşterinin verdiği 1.000 DM, başkasına vermiş olduğu krediyle birlikte 1.900 DM olmuştur. Özetle, 1.000 DM müşterinin hesabında ve 900 DM esas ana para yine kredi olarak bir başkasındadır. Böylece piyasalarda para miktarı çoğalmakta, mal ve hizmetlerin fiyatını da artırmaktadır. Ayrıca, 900 DM’yi kredi olarak alan kişinin bunu kendi bankasına koyması ile aynı işlemi gerçekleştirip, yani %10 dışındaki kısmı bankanın kredi için kullanması, para miktarını bir kez daha şişirmektedir.

20. yüzyılda altın ve altın sistemi ile ilgili siyasi gelişmeler:

Altın Sistemi I. Dünya savaşına (1914) kadar dünyada geçerli idi. Fakat savaştan önce halk bankalardan altınlarını çekti. Para ile altın arasında ilişki kesildi. Bankanın halka verdiği senetler istenilen vakitte altınla değiştirilemiyordu. Çünkü, halkın istediği altın bankada mevcut değildi. Ayrıca hazırda bulunmayan altını bankalar kredi olarak vermişlerdi. Yani bankalar sanki depolarda altın varmış gibi halka kredi veriyorlardı. Bunu altını vererek değil de, altından bir miktar ifade eden kağıt paralar ile yaparlardı. Ancak bu bir hile idi. Kağıtlarda belirtilen altın miktarı, bankada yok idi. Ve altın hazır bulunmadığı gibi bir çok kişiye kredi olarak veriliyordu. Yani aynı altının birçok sahibi vardı. Dolayısıyla para miktarı anormal şekilde karşılıksız şişirilmiş oluyordu. (Hyper Enflasyon). Bununla birlikte malların ve hizmetlerin fiyatlarının çok yükseldiğini, insanların şirketlerde hisse sahibi olmaya çok meyil gösterdiklerini, şirket hisselerinin de aşırı şekilde değerlendiğini görürüz. Hisse senetleri asıl değerlerinden kat kat yüksek duruma getirilmiştir. Bu abartma borsaya yansıdı. Şirketlerin hisseleri, şirketin toplam sermayesinin fiyatını geçen değere sahipti. Alacaklılar paralarını isteyince bunu ödemek mümkün değildi. Bankalar ve şirketler çöktü. Müthiş bir mali kriz yaşandı. Böylesi krizler kapitalist sistemin ve kağıt para sisteminde sürekli söz konusudur. Bu krizlerin büyüğü ve küçüğü ile halk daima yüz yüzedir.

Bu çöküşü durdurmak için para yine altına dayandırıldı. Ama bu tam altın sistemi olmadı ve ancak 1914’ün şartlarına göre oldu. Bu büyük bir hatadır. Çünkü 1930’ların fiyatları yukarıda izah ettiğimiz nedenlerden dolayı 1914 yılı fiyatlarından çok daha yüksek idi. Böylece aşırı fiyat artışından kaynaklanan büyük meblağlar 1914 yılının altın-dolar bağlantısına göre tam karşılanamadı. Dolar o zaman altına nazaran düşüktü. Böylece toplam altın miktarının Dolar olarak ifadesi ile toplam mal ve hizmetlerin aşırı yüksek fiyatlarını karşılayamadığı için bu meblağlar birden yok oldu ve onlar ile beraber şirketler de battı. Çünkü 1914 yılında altının değeri Dolara nispeten düşük idi. Bütün mal ve hizmetlerin toplam fiyatını altın ile karşılamak mümkün değildi. Roosevelt 1933’de Doların değerini altının karşısında düşürdü (35 $ = 1 ons). Böylece altın almak için 1914’e nazaran daha fazla Dolar vermek gerekiyordu. O aşırı fiyatlardan dolayı büyük para meblağı, altın ile karşılanabilirdi. Ama buna çok geç kalınmış idi.

Altın para sistemine karşı çıkanların gösterdikleri gerekçeler:

Altın para sisteminin günümüz iktisadına uygun olmadığını söyleyenler işte yukarıdaki nedenleri ileriye sürerler. Onlara göre dünyada sürekli yeni eklenen mal ve hizmetleri karşılayacak yeterince altın bulunmamaktadır. Öte yandan mali sektördeki yeni teknikler (banka bilgisayar sistemindeki banka mevduatları) altın para sistemini aşmış ve geride bırakmıştır. Bu sistem artık eskimiştir. Bu görüşler hatalıdır. Çünkü, dünyada mal sınırlıdır. Ancak o maldan yeni şekiller oluşturulmaktadır. Mesela; hammadde olarak yeraltında bulunan alüminyumdan teneke yapılması, sonra çevrilip jelatin kağıdı yapılması gibi. Kumdan cam yapılıp; kırık camdan yine cam yapılması gibi. Burada mallar ya hammadde olarak (petrol gibi) veyahut belirli bir şekle dönüştürüldükten sonra (araba lastiği gibi) ve yine bir başka şekilde hizmete dönüştürülme (eski araba lastiğini yenileme gibi) yapılmaktadır. Bilindiği gibi mallar hammaddeden yapılır. Hammadde ise sınırlıdır. Güneş ve diğer enerji kaynakları da böyledir. Hammaddeyi şekle sokan insandır. İnsanların sayısı da sınırlıdır. İnsanların içgüdü ve uzvi ihtiyaçları vardır. İnsanın her davranışı içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarını tatmin etmek içindir. Dolayısıyla insanların mal ve hizmete ihtiyacı sınırlı olduğu gibi hammadde de sınırsız değildir.

Burada büyük bir ehemmiyete sahip olan malın ve hizmetin (böylece de ücretlinin ücreti) değeridir. Bu değer altından bir miktar ile mal ve hizmetin az bulunurluluğu göz önünde bulundurulup, ondaki menfaate göre takdir edilir. Ondan sonra malın veya hizmetin fiyatı değişse de değeri (kıymeti) değişmez. Bu, fiyat ile değerin birbirinden ayrı şeyler olduğundandır. Değer, itibari bir şey değildir ve devletin uzmanları tarafından tespit edilir. Fiyat ise arz ve talebe göre farklı düzeylerde seyir eder ve onda belirli takdir (sabit kılma) yoktur. Buna binaen dünyadaki altının mal ve hizmetleri idare edecek güçte olmadığı iddiası hatalıdır. Çünkü esas olan mal ve hizmetlerin değeridir. Altın devletin elinde az ise mal ve hizmetler için mevcut olan altından az miktar takdir eder, çok ise ona göre olabilir. Devletin mallar ve hizmetlerdeki değer takdiri fiyatları etkiler. Başka bir ülkedeki mal ve hizmetlerin değerlendirmesi de, o ülkedeki fiyatlardan etkilenir. Fiyatlar ise değişkendir. Böylece ülkeden ülkeye fiyat oranına göre altın akışı olur. Dolayısıyla fiyatların düşük olduğu ülkeye altın akışı yoğunlaşır. Bu olay o ülkede talebi çoğaltır ve orada fiyatlar yükselir. Böylece o ülkenin İnsanları, daha düşük fiyatların bulunduğu ülkelerden mal ve hizmet ithal etmeye başlarlar. Bu altının otomatik mekanizmasıdır. İşçinin ücreti mal ve hizmetlerin fiyatına göre ayarlanmayıp, belirttiğimiz gibi az bulunurluluk ve ondaki menfaatin takdirine göre olmasındandır. Kapitalist ve kağıt para sistemine dayanan toplumlarda ücret-fiyat çarkını durdurur. İşçi ücretinin onun sunduğu işin ve kendisi gibi bir işçinin az bulunurluluğu ve sunduğu işin menfaatine göre yapılmaz ise, yani isçinin ücreti onun satın aldığı mal ve hizmetlere göre yapılması, mal ve hizmetlerin fiyatı yükseldiğinde, bu işçinin işverenden ücretinin yükseltilmesini talep etmeye sürükler. Mal ve hizmetlerin fiyatlarının düşmesinde ise işverenin isçiye daha az para vermesine yol açar. Halbuki ücretlinin ücreti mal ve hizmetlerin fiyatından ayrı olması gerekir. Çünkü işverenin riski isçiye yükletilemez. İşçi malı üretir. Hizmetini sunar. İşverenin malı satamaması ayrı bir sorundur. Onun için işçinin ücreti onun sunduğu işin değerine göredir. Böylece altın sisteminde bu değerin ücret olarak verilmesi, mal ve hizmetlerin fiyatlarını ek olarak yükseltmez ve düşürmez.

Buna binaen altın sistemine karşı çıkan kişilerde; “altın sisteminde fiyatlar ve ücretler aşağıya yönelik ve esnek olması gerekir. Ama bugün fiyatlar genelde sabittir” görüşünün bozukluğu görünür. Çünkü, altın para sisteminde fiyatlar yukarıya doğru esnek olduğu gibi aşağıya doğruda esnektir. Ancak fiyatlar düşüp yükselse de işçinin sunduğu işin değeri değişmez bu mallar için de böyledir. Fiyatlar devletin ilk olarak mal ve hizmetleri değerlendirmesinden etkilenir. Ama bu takdirden sonra değerden daha düşük seyir etseler de değerin kendisi değişmez. Bundan dolayı mal ve hizmetlerin fiyatları ücretlinin aldığı ücretten dolayı yükselmez. Onların değer hakkındaki yanlış anlayışları onları bu görüşe yöneltmiştir. Sabit olması gereken mal ve hizmetlerin değeridir, fiyatları değil.

Ayrıca bugün ücretler ve fiyatların sabit olmaları ancak otoritelerin toplu sözleşmelerinden (bu ücretlerde söz konusudur ki, bu mal ve fiyatları da etkiler) veya rekabetin fazla değişmemesinden kaynaklanır. Yoksa mal ve hizmetlerde sahih bir değerin tespit edildiğinden dolayı değil. Öte yandan modern mali vesilelerden olan banka mevduatları, altın para sistemini aşmıştır düşüncesi yanlıştır. Burada banka hesabı ve bilgisayarlar rol oynasa da bu medeniyetten bir şey değildir. Bu ise salt tekniği gibi bir olay değil, iktisat politikasından bir parça olarak itibar etmek lazımdır. Çünkü kapitalist iktisat politikası banka mevduatlarına para olarak itibar eder ve bankalara “hayalî para” yetkisi verir (yani karşılığı olmadan, karşılığı varmış gibi işlem yapma yetkisi verir. Bu işte müşterinin hesabına bilgisayarlarda para kayıt etme ile olur. Bu olay iktisat ilminden değildir. Zira ilim her milletten alınır. Bu iktisat politikasındandır. Bu İslam’ın iktisat sistemine tamamen zıttır. Buna binaen banka mevduatlarına para olarak itibar edilmez. Çünkü bu olay altın ile karşılığı olmadan para var etme demektir. Bu ise kesinlikle caiz değildir. Buna binaen İslam altın sisteminde banka mevduatlarına da para olarak itibar edilmez. Bilgisayar ve onun kullanım gördüğü banka, ancak alınan parayı kayıt etme veya bir noktadan ülkenin öbür noktasına havale etme işleminde aracı olarak kullanılabilir. Misal; müşteri İstanbul’da 1 Dinar altın veya onu ifade eden kağıt parayı İslam Devletinin bankasına yatırır. Aynı günde Irak vilayetine ait İslam Devletinin bankasında kendisine bu 1 Dinarın havale edildiği şahıs onu alır. Burada parayı muhafaza etme veya bir kısmını dahi olsa kredi olarak bir başkasına verme söz konusu değildir. İslam Devletinde bankaların hayali para işlemi yapması söz konusu değildir.

Amerika’nın kağıt para sistemini sömürü aracı olarak kullanması:

1944’de Amerika Doları Bretton Woods-antlaşması ile Lider-Kur haline getirdi. Bütün dünya kurları Dolarla ölçülüyordu. Dolar da altından belirli miktara (34,80 - 35,20 $ = 1 ons saf altın) bağlı idi. İngiltere Keynes yolu ile Doların Lider-Kur olmasını engellemek için bazı girişimlerde bulundu. Keynes para üretimini kontrol etmek için bir Dünya Bankası tesis etmek istedi. Ama Keynes’e göre yine bu banka para üretecekti ve altın ile konvertibil olması gerekmeyecekti. Ancak ABD’nin tüm dünyayı sömürmesi mümkün olmayacaktı. Çünkü, Keynes Bancor denilen bir para birimi düşünüyordu. ABD’nin böyle bir çözüme kesin müsaade etmeyeceği açıkça ortadadır.

ABD her yıl 250 milyar $ karşılığında dünyadan mal ve hizmet satın almaktadır. Bunu da sürekli para basıp, malların fiyatlarını otomatikman fırlattırarak, halkların ellerinde bulunan paraların alım gücünü azaltarak gerçekleştirmektedir. ABD kendisine 5600 milyar Dolar borçlu. Dış Dünyaya da 2500 milyar Dolar. Her yıl buna 250 milyar eklenmektedir. Dünyanın ABD’ye nasıl göbekten bağlı olduğunu şu misal açıkça göstermektedir: Japonya kendi krizinden kurtulmak için 800 milyar Dolar rezervlerini satmış olsa, bu Doların değerini piyasada düşürür ve Yen`i yükseltir. Ama o zaman ihracatı azaltır. Çünkü, Dolarla ödeyen müşteriler için Japon ürünlerinin fiyatları artacaktır. Başlarda ABD Dolar karşılığında yeterince altın bulunduğunu telkin etti. Fakat İngiltere ve Fransa 1968’de ellerindeki Dolarlara karşın ABD’den altın istediklerinde ABD bunu ret etti ve 1971’de (Nixon) Dolar ile altın ilişkisini kesti. 70’li yıllarda ABD 70 milyar Dolar borcu vardı. Ama Ford Knox’da ancak 11 milyar Dolar değerinde altın mevcut idi. Hatta bir görüşe göre, Başkan Johnsson bütün altın rezervlerini 1 ons altını 35 Dolarda tutmak için harcamıştı. 68 den bu yana 8500 ton olarak bilinen ABD’nin altın rezervleri ciddi şekilde tetkik edilmemiştir. İngiltere ve Fransa başta olmak üzere diğer devletlerin Dolar karşılığında altın talepleri üzerine altının fiyatı aşırı bir şekilde yükseldi (çünkü, artık Dolar, ticari bir madde haline geldi, para ile alakası 1971 kesildi). Bu durum bütün kağıt para sistemini tehdit etmeye başladı. Çünkü, kağıt para sistemi, insanların bu parayı çıkaran devletin sözünde durabileceği itimadına dayanır. Altın fiyatının yükselmesi bu itimadın zayıfladığını belirtir. Onun için 1974’ün başlarında bu mesele devletlerarasında görüşüldü. 1975’den itibaren IMF’e mensup devletlerin altın rezervlerinden satmaları kararlaştırıldı. Bunun sonucunda altının fiyatı Dolar karşısında düştü.

Bu izahtan sonra altının durumu ve vakıasına değinebiliriz:

*Altın, para sistemi olarak kendisini dünyaya kabul ettirmiştir.

*Altın sistemi I. Dünya savaşına kadar para sistemi olarak kullanılmıştır. Dünyanın her tarafında bulunabilir. Bozulmadan muhafazası mümkün ve her ünitesi kalite bakımından eşittir. Arzu edildiği kadar bölünebilir.

*Altın sistemi, altının serbest dolaşımını şart kılar. Bu malların ve hizmetlerin ülkeye girip çıkmasını sağlar. Böylece ekonomik ve mali istikrar sağlanır.

*Altın sistemi kur (para bozma) fiyatının sabit olmasını sağlar. Bu devletlerarası ticari gelişme ve ilerlemeyi sağlar.

*Altın sisteminde hükümetler ve merkez bankaları istedikleri kadar kağıt para basamazlar.

*Dünyada kur altına dayanırsa döviz yokluğu ortadan kalkar. Mal ve hizmetler daha kolay ülkeden ülkeye geçebilir.

*Altın kaçakçılığı ortadan kalkar. Çünkü altın paranın esası olur. Bir mal (arz ve talep söz konusu) olarak kabul edilmez. Böylece yasal bir gerekçe olmadan otoriteler altının ülkeyi terk etmesine izin vermezler.

***

Yukarı