İslâm akli bir akideye dayanır ve
insanların tüm ilişkilerini bu akideden fışkıran sistem
ile düzenler. Bu sistem fikir ve metod dan oluşur. İslâm
insanın aklına (fikrine) hitap ettiği gibi, bu hitaba hangi
metod ile uyulacağını da göstermiştir. Düşünce ve metod
böylece Allah’u Tealanın İnsanlardan talep ettiği her
şeyde esastır. Bu fikir ve metod bir kaideye dayanır ki bu
İslâm akidesidir. İslâm akidesi her şeye şâmildir. Allah’ın
sunduğu her fikirde İslâm akidesi esas olduğu gibi, bu fikre
ait olan metod`da İslâm akidesinin cinsindendir.
İslâm Yaratıcısı ile kul arasındaki
akide ve ibadetlere şamil olan ilişkiyi düzenlediği gibi,
İnsanın ahlak, yiyecek ve giyeceklerden müteşekkil kendi
nefsi ile olan alâkasını, İnsanın diğer İnsanlarla
arasında cereyan eden alâkaları da düzenlemiştir ki, bunlar
muamelat ve ceza kanunlarıdır.
İşte Para, onun mahiyeti ve sistemi
muamelattan sayıldığı için, muamelat kategorisine girip,
onun hakkında şer-i hüküm araştırılıp, ona tâbi olunması
farzdır. Allah (cc) para hakkında ayetler inzal buyurmuştur.
Peygamber (sav)’den ise hadisler varit olmuştur. Ayetlerden,
hadislerden, ve Sahabenin icmaı ile tevatüren sabit olmuştur
ki, İslâm dininde para denen şeyin esası altın ve gümüştür.
Paranın altın veya gümüşten başka bir şeye dayanması
kesinlikle caiz değildir.
Öte yandan para sisteminde altının
kaldırılmasına müteakip, insanlar büyük sıkıntılar içerisinde
kıvranmaktadırlar. Kafir iktisat uzmanlarına bile bu durum
ayan-beyan olmuştur. Bu uzmanlar ciddi şekilde bugünkü tüm
dünyada uygulanan kağıt para sisteminin bozukluğunu, onun
beraberinde getirdiği büyük problemleri ve her an büyük bir
patlama ile çöküşünün beklenildiğinden bahsedilmektedir.
Dünya devletlerinin kağıt para sistemine geçişlerinden beri
insanların şahit olduğu bir çok mâli krizlerin yanı sıra
toplumsal çöküntülerde beraberinde gelmiştir.
Bu sistemden avantaj sağlayan büyük
kapitalist şirketler ve onlara bağlı olan eğitim ve haber
merkezleri, düşünürler ve siyasiler, insanlara bu kağıt
para sistemini süslü göstermeye, onun bozukluğunu (kaos) bir
düzen olarak lanse etmeye ve modern çağın problemlerine
uygun yegâne para sistemi olduğunu beyan etmektedirler. Bugün
bu sistem Avrupa devletlerini dahi rahatsız etmektedir.
Çünkü kağıt para sistemi, ABD’nin elinde tüm dünya
halklarını sömürmek için kullanılan bir araç haline gelmiştir.
Her beldeden evvel İslâm beldeleri en yoğun şekilde bu sömürüye
muhatap olmalarına rağmen Müslümanlar henüz kağıt para
sisteminin kendileri için getirdiği zararları ve onun
kafirlerin (özellikler ABD) Müslümanlar üzerinde bir yol
olarak kullanıldığı şuuruna varamayıp, altın para
sistemine dönüşün Allah’ın kesin talebi olduğunu
unutmuşlardır. Bu ise, Müslümanların uğradığı müthiş
fikri zafiyetlerinden kaynaklanmaktadır. Oysa İslâm’ı bir
fikri liderlik olarak para sistemine uygulamaları gerekir. İslâm’ın
şer-i hükümler ile tanzim ettiği para sistemini namaz
farziyeti gibi Allah’ın bir emri olduğu için icra etmeleri
gerekir.
Onun için önce İslâm’da paranın
altına ve gümüşe dayandığına dair şer-i delilileri gösterip,
paranın batıdaki serüvenine baktıktan sonra altın ve altın
para sistemi ile ilgili 20. yüzyılda gerçekleştirilmiş mâli
ve siyasi adımları göstereceğiz.
İnsanlık tarihine baktığımızda;
onların tarih boyunca çeşitli şeyleri para olarak
kullanmış olduklarını görürüz. Para denen şey ise mal ve
hizmetlerin kıymet (değer) ölçüsü, bunları satın alma
aracıdır.
Mal ve hizmetlerin değerleri
ölçülebilmesi için mübadele şarttır. Yâni mal ve hizmete
sahip olan kişilerin bunları aralarında değiştirmeleri
gerekir, böylece birbirlerinin değerleri ortaya çıkar. Mübadele
için ise para şarttır, çünkü para ile merkezi bir birim
tespit edilmiş olur ki, bunlar mal ve hizmetlerin değeri
ölçülebilsin. Her malın ve her hizmetin değeri bu tek birim
ile ölçülmüş olur. Böylece İnsan, ekmek alınca o
birimden (paradan) bir miktar verir. Ücretli olarak hizmet
sunarsa yine o birimden bir miktar ücret olarak alır.
İslâm, mal ve hizmetlerin mübadelesi için
bir mübadele aracı belirtmemiştir. Ancak bunların
karşılığı para olacaksa para olarak altın ve gümüşü
şart koşmuştur.
İslâm mal ve hizmetlerin parasal değer
ölçüsünü toplumun inisiyatifine bırakmamış,
değişmeyen/sabit bir parasal birime bağlamıştır, ki bu
altın ve gümüştür.
Şer-i Deliller:
“Altın ve gümüşü biriktirerek
onu Allah yolunda harcamayanları elem verici bir azapla müjdele!”
(Tövbe 34) Kenz`le ilgili bu ayette mal olarak kastedilen
paradır (altın ve gümüştür.)
Ukubat (ceza kanunları) hususunda diyeti
farz kılarken: “Bir kişinin öldürülmesinin diyeti yüz
deve veya bin dinardır.” (Buhari, Nesei)
El kesmek ile ilgili şartlardan birini gösterirken:
“El kesmek, ancak bir dinarın dörtte biri ve daha fazlası
hırsızlıklar için geçerlidir.”(Buhari, Nesei, Daremi)
İbadetler ile ilgili zekatı farz
kılınırken bu farziyeti altın ve gümüş ile tayin/ifade
edilmiştir. Kur ile hükümleri bildirirken (paranın para ile
değişimi) yalnızca altın ve gümüş göz önüne alınmıştır.
“Peşin olmak suretiyle istediğiniz şekilde, altını gümüşle
alıp satabilirsiniz” (Tirmizi)
“Şöylece peşin olmadıkça dirhem karşılığında
altın vermek faiz olur.” (Nesei, Ebu Davud, İbni Mace,
Ahmed, Malik)
Kısaca şer-i hükümlere göre; Altın
sisteminde para, tam olarak altına dayanır. Yâni İnsanlar
bizzat altın ile alış-veriş yaparlar veya altına dönüştürülebilecek
kağıtlar ve mâli evraklar ile muamele yaparlar. Devlet veya o
mâli evrakı çıkaran kişi/müessese bu evrakı altına dönüştürme
mecburiyetinde olur.
Buraya kadar şer-i delillerden bazılarını
zikrettik. Ayrıca unutulmaması gerekir ki, altın para sistemi
hakkında Sahabenin icmaı da vardır. Hülafa-i Raşidin ile
başlayarak, tüm halifeler (İslâm devletinin 1924 İstanbul’da
yıkılışına kadar) bu sistemi uygulamışlardır.
Vak'a olarak Altın para sistemi:
Altın sistemi binlerce senenin geleneğine
dayanır. İnsanlar onu çeşitli şeylerle mübadele yaptıktan
sonra en uygun olarak seçmişlerdir. Ender bulunan taslar
(kehribar), hayvanlar, sedef, gömlekler (misal: Yemen gömleği),
buğday gibi nice şeyler, insanlar arasında başka mallar ile
değişim görmüş, ancak hiç birinde altındaki olan
özellikler bulunamamıştır.
Yüzyıllarca dünyada gümüş, paranın
aslı (Müslümanların dışında) ve en yaygın olanı idi.
Altın değerli alış-verişler ve dış ticarette
kullanılmaktaydı. Devletlerarası ticaretin yoğunlaşması
ile altın gittikçe para sisteminin merkezi konumuna geldi ve
günümüzde bile yukarıda saydığımız tüm bu özellikleri
bünyesinde korumaktadır. Bu özellikler şöyle sıralanabilir:
1-Altın dünyanın her tarafında bulunur.
(Böylece İnsanlar onu para yapma imkanına sahiptirler.)
2-Aynı anda az bulunur ve çoğaltılması mümkün
değildir. Böylece az bulunurluluk ona diğer nesnelere
nispeten yüksek bir değer kazandırır.
3-Arzu edildiği kadar değer kaybetmeden bölünmesi
mümkündür.
4-Altının her bölümü değer açısından
diğerlerine eşittir. Yâni bölünme ile değerinden bir şey
kaybetmez.
5-Muhafazası mümkün olup, yıpranmaya
karşı mukavemeti çok yüksektir.
6-Taşınması kolay, az miktarda
taşınması külfetsizdir. Hatta devletlerarası altın
transferi (mal ve hizmetlerin karşılığı olarak) cüzi bir
külfete sahiptir.
Altının bu avantajlarından dolayı her
asırda birçok toplum tarafından para olarak kabul görmüştür.
Ancak devletler ve para basma yetkisine sahip olan müesseseler
ve şahıslar bu yetkiyi istismar ederek halkı
aldatmışlardır. Bunun nedeni devlet hazinelerini veya şahsî
mülklerini çoğaltmaktır. Bu aldatmalar farklı bir çok
yollar ile bir kaç üsluba dayanmaktadır.
Medeniyetin ilerlemesi ile farklı tekniklere
(İnternet, bir bankanın veya bankalar arası bilgisayar
sistemi, türlü türlü mâli evraklar/kontratlar ki, bunların
borsalarda büyük rolü vardır) başvurulmuş olsa da asıldan
hiç bir şey değişmemiştir. Bu asıl bir zati değere sahip
olmayan sahte paranın çıkartılmasıdır. Otoriteler bu sahte
parayı insanlara zorla kullandırtmışlardır. Zamanın
ilerlemesi ile bu otoriteler halka hile yapmakta iyice tecrübe
kazanarak farklı vesileler ve üsluplar icat etmişlerdir.
Hatta bu hilelerin meşruluğu devlet erkanı
ve düşünürler nezdinde tartışılmaz bir hal almıştır.
Dahası halk bu olayı anlayabildiği kadar tabii bir durum
olarak algılamaya başladı. Bunun delili 1777’de Prus
İlimler Akademisini ödüllendirmek üzere şu sorunun
cevabını aramasıdır: “Avam halk için hangisi daha
yararlıdır. Alışageldiği yanlışlar üzerinde onu tutarak
aldatmak mı, yoksa onu yeni yanlışlara saptırarak aldatmak
mı?”
Bu sorudan apaçık ortaya çıkıyor ki,
halkı aldatmak esastır. Bu soruda aldatma tartışılmıyor.
Tartışma konusu yapılan hangi şekilde aldatmanın daha “yararlı”
olabileceği hususudur. Yâni halk aldatılmış olsa da sonunda
bu onun “yararına” olacaktır. Onların düşüncesinin bir
ifadesidir bu soru. Hatta günümüze dek uzmanların ve
siyasilerin para sistemine ve onunla ilgili icraatlara ve
toplumun ondan çektiği sıkıntılara, ancak bu zaviyeden
bakmaktadırlar.
Bahsi geçen soru, Alman Kayser Friedrich
zamanında soruluyor. O büyük bir hile ile halkı aldatarak
yedi senelik bir harbi finanse etmişti. Böyle bir soruya karşı
çıkmadı. Sonuçta ödül iki kişi arasında paylaşıldı.
Birisi hile taraftarı diğeri hileye karşı olan idi. Almanya’da
bu akademinin sorusu üzerine 20 sene sürecek bir tartışma
başladı. Tartışma, aydınlanmanın ne olduğu ve onun din
ile devlet için avantaj ve tehlikeleri hakkında idi. Hatta
Immanuel Kant 1784’ün Aralık ayında “Aydınlanma nedir?”
makalesini yazmıştır. Yazmış olduğu makalesinde, görüşüne
şöyle yer vermektedir:
“İnsanın tabii olarak kaderi kendisi düşünüp
karar vermesi ve herhangi bir tahakkümden kendisini kurtarmasıdır.”
Aydınlanma onun için insanın kendi işlerine bakamamazlıkdan
kendisini kurtarmasıdır.
Para hakkında batının icat ettiği
hilelerin nasıl geliştirildiğini anlamak için onun tarihine
bakmak gerekir.
Batıda Altın para sisteminin tarihi:
İnsanlar mübadele aracı olarak hayvanlar,
gömlekler, altın, gümüş ve bakırdan ziynet eşyaları
kullanırlardı. Altının ve gümüşün para olarak uygun olduğunu
çabuk kavradılar.
M.Ö. 7. asırda Kral Midas standart altın
parçalarına damga vurdurdu. Böylece madeni para icat edildi.
Aynı anda devletin hile yapabilmesi için de kapı açılmış
oldu.
Çünkü Krallar, kayserler, kiliseler ve ardından
normal şahıslar para basma yetkisine sahipti. Bunlar bu
paraların altın gramajını bilinen miktarın altına düşürdüler.
Bu sürekli yapılıyordu.
Misal: M.Ö. I. asırda Roma
imparatorluğunun para birimi altından olan Aureus’du. 1 Roma
Pfundu = 327 gram idi. 40 parça Aureus (8,2 gram altın)
basılırdı. Sonra 42 (7,8 gram altın) basıldı. Altının
yanı sıra dinar da vardı. 327 gram gümüşten = 84 dinar
yapılırdı. M.S. 54-68 senelerinde Nero 45 Aureus ve 96 dinar
bastırırdı. Aynı anda Nero yeni bir hile daha icat etmişti.
Dinarın saf gümüş miktarını düşürdü. O ana kadar dinar
% 97-98 saf gümüş den basılırdı. Bakır katma suretiyle bu
miktar % 90-94’e indirildi.
Aşağıdaki veriler hangi Kayserlerin hangi
senede dinarın %’lik olarak gümüş miktarından düşüş
yaptıklarını gösterir: Kayser (98-117) Trajan % 80-85, Marc
(161-180) Aurel % 75, Septimus (193-211) Senerus % 50’dir.
Sonraki Kayserler (250’li senelerde) bu miktarı % 4-6’lara
indirdi.
Buna rağmen İnsanlar bu paralara itibar
ederlerdi. Çünkü para basma yetkisi ancak Kayser’e
mahsustu. Onun resmi paraların üzerine basılırdı. Bu
paralarda böylece o armadan dolayı bir nevi değer garantisi
bulunurdu. Kimse buna bir gölge düşüremezdi
Şu denilemez: Altının gramajı veya saf
altın miktarı düşürülmüş olsa da; bir işçiye misal
olarak bir dinar verilirdi. Bu denemez. Çünkü işçiye
böylelikle daha az altın ve gümüş verilmiş oluyor. İşçi
bunu fark edene kadar daha da bu miktarlar düşürüldü. Halk
dinar’da daha fazla gümüş olduğunu zannediyordu. Onlar
öyle zannetse de devlet onların hüsnü zannını istismar
ederek, halkın bu emek ve mallarını hile yolu ile çalmış
olmaktadırlar. Daha sonra bu paraların değersizliğini
gizlemek için onları gümüş suyuna batırırlardı. Böylece
bakır paralar gümüş parasına benzerdi. Az zaman sonra bu
cila yıpranıp bakır görünürdü. İnsanlar 3. asırda Roma
devletinin değer garantisine güvenleri sarsıldı. Hatta daha
evvel sarsıldığı tarihi buluntulardan belli olmaktadır.
İnsanlar daha eski olan dinarları kenz ederlerdi. (Gümüş
miktarı ve saf gümüş oranı daha yüksek olduğu için).
Sonraki Kayserler tekrar halkın güvenini
kazanmaya çalıştılar. Büyük Konstantin 309 senesinde
Solidus`u icat etti. Bu para, Almanya’nın Trier kentinde
basılırdı. Zamanın şartlarına göre mümkün olduğu kadar
saf altından oluşurdu. 4,55 gram altından yapılırdı.
Ne değişmişti ki? İnsanlar artık
altının üzerindeki damgaya itibar etmiyordu, kendileri bunları
tartıyorlardı. Hatta damgasız altın da itibar görmüyordu.
Yâni devletin damga ile hilesi etkisizleşti. Ancak gümüşte
yâni dinarda daha devam ediyordu.
5. asırda Romalıların Almanya da
hakimiyeti yıkıldı. Ve 7. asra kadar 800 farklı yerlerde
para çıkarılırdı. Kayserin merkezi şekilde damga vurması
yok oldu. Farklı para birimleri çıktı. 800 yılında Büyük
Karl bu yetkiyi tekrar kendisine çekebildi.
11. asra doğru para çıkarma yetkisi yine yöneticilere
ve kiliseye verildi. (imtiyazlı kişilere).
Almanya’da 11. asrın sonlarına doğru
Pfennig`in gümüş miktarı ilk icadında ki miktara nazaran düşürüldü.
İnsanlar bu hileyi fark etmemeleri için, altın ve gümüşü
ölçebilmek için kullanılan hassas terazilerin mülkü
yasaklandı.
13. asra doğru Alman Kayserin hakimiyeti
zayıflayınca birçok bölgesel emirler para çıkarmaya
başladı. Para çıkarılan yerlerin sayısı 500’ü geçti.
Ama devletin gözetimi şartı ile.
13. asırda yeni bir hile daha icat edildi.
Paraların iptal edilmesi. Herhangi bir mazeret ile tedavülde
olan belirli paraların evvelden haber vermeden iptali ilan ile
bildirilirdi. Böylece tabii iktisat canlanırdı. Çünkü
herkes elinde bulunan paranın iptal edilmesinden önce mal ve
hizmet almak isterdi. Hatta bugün Silvio Gesell`e dayanan ekol
bu sistemin tekrar uygulanmasını istemektedir. Buna rağmen
piyasalara ve şehirlere kötü etki yapardı ve yıpratırdı.
Onun için bazı şehirler yerli emirden para basma yetkisini
satın alıp kendileri iptal etmemek üzere para basarlardı. Böylece
Lübeck 1226 da, Basel 1273 de ve sonra Erfurt Hamburg ve
Lüneburg adına daimi Pfennig denen para basarlardı.
Bu hileler, yâni bilinen paranın altın
veya gümüş gramajını düşürmek. saf altın veya gümüşün
miktarını düşürmektir. Ve parayı iptal etmek 18. asrın
başlarına kadar sürdü. Yerel bir emir olan II. Johann
Wilhelm (Jan Wellem) 1705 senesinde Köln`de Almanya da ilk
Nota-Bankasını (Banco di gyro dàffrancatione) kurdu. 1706
senesinde sahibinin ismi üzerine kaydedilmiş imza ile sahibini
değiştirebilir şekilde senetler dağıttırdı. Senetler
meslek sınıflarına zorla imzalattırılmıştı. Günü geldiğinde
senetlerin karşılığı banka tarafından faizi ile, yâni altın
ve gümüş ile karşılanacaktı. Bu temel prensip öyle basit
ve sinsi idi ki, bugüne kadar otoriteler tarafından daha sinsi
bir hile icat edilmedi. Bu senetler kağıt para değillerdi. Yâni
bankaya gidip altına değiştirilemiyordu. Ancak
karşılığında altın verilecek diye söz var idi. Altın
hazır bulunmadığı halde. Banka veya daha doğrusu
sınıflar, vakti geldiğinde altın vereceklerine dair söz
vermişlerdi.
Ancak bu çok zor idi. Onun için vadesi
dolmuş senetlerin yerine yeni vadeli faizli senetler
sahiplerine veriliyordu. Dağıtılan senetler % 30 - 40 düşüş
ile ticaret edilirdi. Ve 1750-1777 senelerinde Banka tarafından
nominal değerinin 3/1 ile ödendi.
Bugünkü para sistemi bu hileyi büyük
çapta kullanmaktadır. Halk bu senetlere mülk olarak bakmaktadır.
Ancak bunlar bu asırda vadesi dolsa da geriye ödenmemekte,
yeni vadeli senetler onların yerine çıkarılmaktadır.
Para ile ilgili yapılan hileler:
Paranın batıdaki tarihçesine baktığımızda onun devlet
tarafından yapılan hileler dizisi ile dolu olduğunu görürüz.
Bugünde aynı hile söz konusudur ki; bu devlet tarafından
icat edilen meşru sayılan sahte para, yani karşılığı
olmayan para. Bu para altın veya gümüş gibi bir zati değere
sahip değildir. Çünkü altın ve gümüş bizzat kendileri
insanlar nezdinde değerlidirler. Altın ve gümüş kendisine
değer kazandıracak hiç bir şeye muhtaç değildir. Altının
insanlar nezdindeki itibari ne bir devlet, nede herhangi başka
bir otorite ve bunların kanunları veya vaatlerine bağlı
değildir. Yani devletin zayıflılığı veya kuvvetliliği,
uyanık siyaseti veya tecrübesizliliği altının alım gücünü
etkilemez. Zira altın bunlara muhtaç değildir.
Hatta otoritelerin çıkarttıkları paralar ve bazı müesseselerin
verdikleri mali evraklar harp esnasında, hızla değer kaybedip
tamamen değersiz olmaya yüz tutar. Çünkü bu paralar ve mali
evraklar bir zati değere sahip değillerdir. Devletin gücü ve
bekasına dayanırlar. O devlet veya müessesenin durumu,
insanlar nezdinde kötüye doğru gidiyorsa (bu sırf psikolojik
bir şey de olabilir, yani aslen kötü olan bir şey
olmadığı halde insanlar böyle bir vehme kapılabilir) veya
bir devlet başkanının sehven (kasıtsız) veya kasıtlı bir
jesti (hareketi) veya sözü o paranın veya mali evrakın
değerini düşürebilir. Buna binaen insanlar harp esnasında
altına hücum ederler. Ellerinde bulunan o para ile (ki bu
devletlerin ve müesseselerin çıkarttıkları kağıt paralar
ve evraklardır) altın ve gümüş satın alırlar. Çünkü
devlet ve müesseseler o paralar ve evraklar ile geleceğe dair
vaatte bulunurlar. Ve vaatlerinde duracaklarını ifade ederler.
Bu devletin para ve mali evraklar hakkında çıkarttığı
kanun ile olur.
Şöyle ki, devlet kendisine ait darphanelerde kağıt
üzerine bir meblağ yazar ve bu kağıdın kendisine dair
olduğunu gösteren işaretler koyar. Yine devletin çıkarttığı
kanun bu kağıt parayı insanlar arasında mübadele aracı
yaptığı gibi aynı anda onu para yapar, yani her şeyin
kendisi ile ölçüldüğü birim sayar. Devlet o kağıtların
para olduğunu kanun gücü ile insanlara zorla benimsettirir.
Buradaki sahtelik devletin kağıttan olan bir şeyi para olarak
insanlara benimsettirmesi değil. Sahtelik bu paraların ve
evrakların devletin kendisinden başka hiç bir şeye
dayanmamalarıdır, yani kendisi ile satın alınan mal ve
hizmetler gibi bir değere sahip olmamasıdır, aynı anda
devletin insanlara zorla bu kağıtları para olarak
benimsettirmesidir. Halk bu kağıt paraları mal veya hizmet
sunarken ret edemez. Bizzat verdikleri mal ve hizmet
karşılığında o kağıtları kabul etme
mecburiyetindedirler. Çünkü bu kanun gücü ile böyle
kararlaştırılmıştır. Bundan dolayı insanlar devletin
çökmesi veya zayıf siyaset yapması ile o devletin çıkarttığı
kağıtlara (ki kanunen para sayılıyor) itibarı azalır.
Çünkü kanunu çıkaran o devlettir. Devlet zayıflarsa çıkarttığı
kanunu koruması da o denli zayıflayacaktır. Bu tedirginlikten
dolayı insanlar ellerindeki o devlete ait kağıtları
(paraları) bir an önce, yani devlet daha da zayıflamadan, mal
ve hizmetlere harcarlar, altın veya gümüş alırlar, veya
başka devletlerin kurları ile değiştirirler (ki başka
devletin kuru, yani parası da altın veya gümüşe
dayanmıyorsa onun parası da zati değere sahip olmayıp,
değiştirilen diğer para ile aynı problemlere sahiptir).
Devletin vaadinde durmaması işin başka bir yönüdür. Şöyle
ki; devletin çıkarttığı o kağıtlar birer senet
konumundadır. O kağıtlar devlet tarafından basılınca sanki
şöyle deniliyor; “Sen bana mal ve hizmet ver, bende sana şu
kağıdı vereyim ki, sen bununla yine aynı mal
ve hizmeti alabileceksin” Ancak devletin yukarıda izah
ettiğimiz gibi bu kağıtları (yani senetleri) ancak kanun ile
destekliyor. Yoksa elle tutulur bir şey ile (altın gibi)
değil. Böylece devletin durumuna göre insanların ona itibari
düşüyor. Bir kişi bugün 100 Dolar karşılığında mal
veya hizmet verdi ise bir dönem sonra aldığı o 100 Dolar ile
aynı mal ve hizmeti alamıyor. Çünkü insanların herhangi
bir nedenden dolayı devletin o sözüne itibarı sarsılmış
ve o devletin çıkarttığı kağıtlar karşısında ya
evvelki duruma nazaran daha az mal ve hizmet vermeye hazır
oluyorlar veya o mal ve hizmet karşılığında o devletin
parasını ifade eden daha fazla kağıt istiyorlar.
Bundan dolayı insanlar sattıkları mal ve hizmetlerin
fiyatlarını yükseltiyorlar. Bu olayın kendisi enflasyon
değildir. Enflasyon ancak devletin sözünde duramadığı için
(çünkü yukarda izah ettiğimiz gibi: “Sen bana mal ve
hizmet ver bende sana şu kağıdı (senedi) vereyim, ki sen
bunla yine aynı mal ve hizmeti satın alabilirsin” diyor bir
nevi) daha fazla kağıt para basmasıdır. Tek çıkış yolu
olarak devlet buna başvuruyor. Yani daha fazla senet, daha
fazla söz vermektedir. Böyle yapması kağıtların, para
miktarının aşırı şekilde kabarıklılığını beraberinde
getiriyor ki enflasyon işte bu. Enflasyon para miktarının
aşırı şekilde kabarmasıdır. Yoksa fiyatların yükselmesi
enflasyon değildir. Ancak fiyatların yükselmesi enflasyonun
bir göstergesidir. Devlet aldatma yolu ile insanlara enflasyonu
fiyatların yükselmesi olduğunu ima etmek istiyor. Bunu çeşitli
üsluplarla yapmaktadır. En belirgini; medyada geçmiş senenin
aynı ayına nazaran belirli mal ve hizmetlerin fiyatlarında
artış olduğunu belirten resmi istatistikler ve rakamların açıklanması
ve bahsedilmesidir. Bütün tartışmalar böylesi
istatistiklere dayanmaktadır. Kağıt parayı çıkaran devlet
ve otoriteler böylece bunları insanların ilgi odağı haline
getiriyor. Fiyatların anormal olarak yükselişi aslında
kedilerinin sürekli karşılıksız, yani değersiz kağıt
basıp bunu para olarak piyasaya sürdüklerini gizliyorlar.
Böylece insanlar problemin aslı ile değil de onun etkisi ile
meşgul olup, böylece problemin gerçek müsebbibini
göremiyorlar. Halk üreticiyi ve tüccarları suçluyor,
devlete ancak vergiler yükseltirse yükleniyor ve suçluyor.
Hatta devlet vergileri yükseltince yine piyasadaki mal ve
hizmetlerin fiyatlarının arttığına çoğu kez işaret eder.
Böylece sinsice üretici ve tüccarları günah keçisi ilan
eder. Halbuki problemin sebebi devlet ve otoritelerin sürekli
değersiz kağıt basıp ona para itibari kazandırmalarıdır.
Devlet parayı ilk çıkarttığında kendisine
mal ve hizmet sunana, mesela memurlara, bastığı kağıtlardan
(yani senetlerden) belirli miktar vermektedir. Bu miktar
devletin isteğine göredir. Herhangi bir miktar olabilir.
Devletin satın aldığı o mal ve hizmetler karşısında
verdiği kağıtlara göre diğer mal ve hizmetler takdir
edilir. Yani devlet kendi bastığı o senetlerden (kağıt
paralar) satın aldığı ilk mal veya hizmet ile ölçüyü
takdir etmiş oluyor. Ondan sonra her satılan ve alınan mal ve
hizmet o ilk takdire göre cereyan ediyor. Mesela; bir memur bir
saat hizmet için yeni paranın 10 birimini alıyorsa 2 Saat için
20 birim alır. Devletin işte tüm satın aldığı mal ve
hizmetlere kendi çıkardığı paradan verdiği miktar
piyasalarda malları ve hizmetleri sunan şahıs ve müessesler
için sinyal teşkil eder.
Bu arada şu soru sorulabilir: Ölçüyü tespit etme
hususunda altına ve gümüşe dayanan para sistemi ile kağıt
para sistemi arasında fark nedir?
Fark ilk olarak yokmuş gibi görünse de çok büyüktür.
Mesela; bir memurun belirli bir işte 1 saat çalışması çıkarılan
kağıdın 10 ünitesi (bu ünitenin ismi Dolar, Dm, Lira
olabilir) ile değerlendirilir. Bu takdir hem altın para
sistemine göre mümkün olabildiği gibi kağıt para sistemine
göre de mümkündür. Aynı anda 10 ünite değil de 1 ünite
de denebilirdi. 1000 ünitede olabilirdi. Bu hiç fark etmez. Bu
ilk değerlendirme ile ölçü tespit edilmiş olur. Ama bu
takdir den sonra bu iki para sistemlerinden farkları çok açık
şekilde ortaya çıkar. Kağıt para çıkarıp onu sırf
kısmen veyahut hiç altına veya gümüşe dayandırmayan
devlet parasını kanun gücü ile koruduğu için kendisinin bu
para ile muamele yapan halk nezdinde ki itibarına muhtaçtır.
Dolayısıyla o devletin halk nezdinde itibarı düşmesi ile
devletin düzenlediği kanunun itibarı da düşer. Halkın
paraya karşı güveni sarsılır. Onun karşılığında mal ve
hizmet vermekten çekinirler. Böylece devletin parayı çıkarttığı
anda takdir ettiği ölçüye de itibar etmezler onu tamamen
terk ederler. Yukarda verdiğimiz misalde memurun 1 saat çalışmasına
devlet bastığı paradan 10 ünite verdi ise, buna rağmen halk
daha fazla istemeye başlar. Daha fazla istemesi devletin
parası altına dayanmadığı için mal ve hizmetlerin değerini
ifade etmekten aciz olmasıdır. Zati değere sahip değildir bu
para. Onun için normal olan fiyatların değişmesi yani sıra
mal ve hizmetlerin değerini de muhafaza edememekte. Bu ise
altın sisteminde böyle değildir. Çünkü onda değer zati
değere sahip olan altın ile takdir edilmiştir (bu takdir mal
veya hizmetin az bulunurluğu göz önünde bulundurularak onda
ki menfaatin takdiridir). Evet, altın para sisteminde mal ve
hizmetlerin fiyatları değişebilir ama onların kıymeti
değişken değildir. İtibari değildir. Bir şahsa göre değerli
diğerine göre değersiz değildir. Böyle bir anlayış “Değer
(kıymet)” mefhumu ile kesinlikle bağdaşmaz. İşte kağıt
para sistemi değişken olmayan bir değeri muhafaza etmeye
elverişli değildir. Değerin takdir esnasında bir memurun 1
saat hizmetinin değeri kağıt paranın 10 birimi ise, takdir
esnasındaki faktörler değişmediği halde sırf devletin
siyasetine itibar düştüğü için memurun hizmeti değersizleşir.
Bu değer düşüşünü engellemek için memura daha fazla para
verilmesi gerekir. Onun için altın para sisteminin ölçüsü
kağıt para sistemine taban tabana zıttır. Halkın devlete
sunduğu mal ve hizmetlerinin değeri doğru takdir edilmemiş
olduğunu hissedince devlete baskı yapıp daha fazla para
isterler. Devlet ise, bu arzuyu ancak yeni para basmakla
karşılar. Halk arzusuna kavuştuğunu zanneder, bununla
yetinir. Ancak bir dönem sonra aldığı daha fazla paranın
alım gücünün azaldığını hissetmeye başlar, mesela;
memur pazarda evvelden 1 kilo domatese 1 Dolar verdi ise manav
artık 2 Dolar istemeye başlar. Bunun iki nedeni var.
Devletin zayıflaması, kötü siyaset yapması. Aynı anda
diğer devletlerinde bu devletin sözüne güvenmemesi onları
kendi paraları karşısında o devletin parasını düşürürler
(yani kendi paralarının değerini yükseltirler. Mesela; artık
kendi devletlerinin parasını ancak yabancı devletin
parasının iki misline karşı değiştirirler). Böylece o
devlette yaşayan insanlar mal ve hizmetlerini kendi
devletlerinin çıkarttığı paranın daha fazlası
karşılığında sundukları gibi tamamen de onlar muameleyi
terk ederler (genelde bu büyük meblağlarda söz konusu olur).
Mesela;Türkiye de veya diğer İslam beldelerinde bu çok bariz
şekilde görülür. Büyük meblağlarda genelde alım satım
Dolar veya Mark bazında olur. Devletler arası alış verişte
Dolar tartışılmaz bir konuma gelmiştir.
2) Malları ve hizmetleri sunan şahıs ve müesseseler,
hatta devletin kendisi (mesela: vergiler olarak, makbuz veya pul
parası olarak) insanların daha fazla talebine şahit olurlar.
Çünkü devlet halkın talebine göre, ki bu talep genelde
toplu grevler de görülür, veya büyük projeleri finanse
etmek için para basar. Bu para mal ve hizmeti sunan kişi ve müesseslerin
eline geçer. Sonra piyasalarda yine mal ve hizmetleri daha
fazla miktarda satın alma hazırlığı şeklinde hissedilir.
Dolayısıyla malı ve hizmeti satan kişi bunun
karşılığında daha fazla para ister. Böylece fiyatlar
yükselir.
Bu izahtan anlaşılan, altın para sisteminde enflasyon
yoktur. Çünkü altın ve gümüşe dönüştürülemeyen hiç
bir mâli evrakın veya senedin (ki devletin çıkarttığı
kağıt para bu türdendir) varlığı caiz değildir. Daha
fazla kağıt para basılacaksa bu ancak altın madeninden veya
altının aslen çıkarılan diğer yerlerinden daha fazla
altın temin edildiği için çıkarılır.
Bir misal: 10 arkadaş bir aradalar (A, B, C...) A, B`ye
100 DM borç veriyor. B bunun karşılığında A`ya 100 DM
vereceğine dair senet yazıp imzalıyor. Sonra B aldığı o,
100 DM`yi C`ye veriyor. C de senet yazıp B`ye veriyor ve böyle
devam ediyor. Sonunda 100 DM yine B`nin eline geçiyor. Ancak
herkes 100 Marklık birer senet yazdılar. Yani 10 kişi
aldıkları 100 Mark karşılığında, ki bu ilk olarak B`nin
A`dan aldığı 100 Mark idi, senet yazdı. Böylece 10 senet
ortaya çıktı. Hepsi 100 Mark vermeye imzaları ile söz
veriyor. Çünkü 100 DM hepsinin elinden geçti. Böylece 1.000
Mark değerinde senetler birikti. Böylece bir nevi 1.000 Marklık
kredi oluştu. Çünkü her kişi tek olan 100 Markı teker
teker borç olarak alıp senet verdi. Yani 10 x 100 DM kredi
alındı. Bu senetlerin geriye ödenmesi güvenceli ise, yani
her arkadaşın imzası ile senetteki verdiği sözde durup aldığı
100 Markı geriye ödemesi kesin ise bunda hiç bir problem
yoktur. Çünkü o zaman 1.000 Marklık biriken kredi tamamen
geriye ödenmiş olur. 10 şahıs her biri alacaklısına 100 DM
verir. Ama imzayı atan şahısların sözlerinde durup 100 DM’yi
geriye vermeleri şüpheli olursa, o zaman problem oluşur.
Çünkü o senet o zaman değerini yitirir.
Problem şundan dolayı oluşur. Yukarıda sözünü ettiğimiz
senetler toplam olarak 1.000 DM’yi ifade ediyor. Böylece
1.000 DM karşılığında mal ve hizmetler alma potansiyeli
beraberinde getiriyor. Bu ise piyasalarda talebi ifade ediyor.
Ancak bu senedin karşılığı olmadığından (senedi
imzalayan kişinin borcunu ödemediğinden) sırf 100 DM’den
ek olarak 1.000 DM’lik talep daha oluşturdu. Eğer 10
arkadaşın hepsi yazdıkları senet karşısında 100 DM
verecek olursa o zaman 10 tane senet imha edilir ve senetlerin
ifade ettiği talep de yok olur. Eğer 10 arkadaş her biri 100
DM’yi yazdıkları senetlerin karşılığını ödemezlerse
piyasada asıl olan ve elden ele geçen o, 100 DM ile 10 kişi
tarafından elden ele geçen 100 DM üzerine yazılan senetler
kalır. Böylece 1.100 DM talep piyasada mevcut olur. Buna
binaen mal ve hizmetlerin fiyatları yükselir.
Bu basit bir misal idi. İşte kağıt para sistemine dayanan
devlet aynen yazdığı senedin karşılığını ödemesi şüpheli
olan kişiye benzer. Hatta bugün böylesi devletler kesin
olarak borçlarını ödemiyorlar. Peki ne yapıyorlar? Bu
devletler sözlerini yerine getirmek istemediklerinden senedin,
yani bastıkları kağıt paranın, karşılığını tam olarak
verme yerine yeni para basmaktalar. Yani verdiğimiz misale dönecek
olursak, senedin ödenmesi yerine ek senet çıkarılmakta yani
borçlu olan taraf borcunu daha da istikbale itmektedir ve borç
miktarını yeni senetlerle, yeni kağıt paralarla yükseltmektedir.
Bu ise yukarıda izahını verdiğimiz problemi daha da büyütmektedir.
Çünkü karşılığı olmayan milyonlarca senet (kağıt para)
insanların ellerinde bulunuyor. Devlet bunları memurlara
verdikleri hizmet karşılığında devlet projelerinde çalışan
isçilerin maaşları karşılığında, şirketlerden aldığı
diğer mal ve hizmetler karşılığında bunlara vermiştir. Bu
mal ve hizmetlerin her biri değerlidir. Devletin ise bunlar
karşısında verdiği para değersizdir. Sırf itibara
dayanır. Zati değeri yoktur. İnsanların devlete itibari
sarsılırsa devletin parasının değeri düşer. Buna ek
olarak devlet sürekli çalıştırdığı memurların ve diğer
mal ve hizmetlerin karşılığını ödemek için devamlı para
basar. Bu para miktarı yükseltir. Yani piyasalarda talep oluşturur.
Ama aynı oranda mal ve hizmet oluşmadığı için talep arza
galip gelir, böylece mal ve hizmetlerin fiyatı yükselir.
Bunun nedeni devletin karşılıksız para basmasıdır. Bu para
karşısında altın bulunmadığı gibi devletin mal ve hizmeti
de bulunmaz ki, bastığı kağıt paralar karşısında
piyasada kendisinin mal ve hizmeti bulunup fiyatların
fırlaması söz konusu olmasın. Tam tersine, devletin sunduğu
her mal ve her hizmet halk tarafından ödenmektedir. Devletin işi
ancak borçlanıp borcunu ödemeyip sürekli para basma yolu ile
borcunu mal ve hizmetlerin fiyat artışına vesile olmak ile
halka ödetmesidir.
Onun için kağıt para sistemini uygulayan devlet kendi
halkına hile yapmaktadır. Onları aldatıp mallarını ve
hizmetlerini yağmalamaktadır. Evet, devlet bu mal ve
hizmetlerden caddeler, barajlar, okullar, fabrikalar kurar. Ama
bunlar için kullandığı mal ve hizmet karşısında hiç bir
değeri olmayan kağıt verir. Ve insanlara “ben bu kağıdı
çıkarttığım şu kanun ile para yaptım” der. Böylece ona
sahte, yani itibari bir değer kazandırır. Her hangi bir taş
alıp “ben bunu kanunum ile para yaptım” da diyebilirdi.
Bundan dolayı insanların elinde bulunan bu kağıt paraların
sürekli değer yitirmesi yolu ile, yani alım gücünün
azalması oranında devlet halkı yağmalar, onu sömürür.
Halk git gide fakirleşir. Sırf hayat kavgası peşinde olur.
Hatta sırf günlük düşünmeye başlar. “Parayı nereden
temin edeceğim?” düşüncesi onda her şeyin etrafında döndüğü
eksen olur. Maddi değer halkta merkezleşir. İnsanlar nezdinde
ahlaki, İnsani, ruhani değerler ancak maddi değeri elde etmek
için birer vesile haline gelir. Menfaatçilik toplumda kök
salar, ki bu kapitalist toplumlarına has olan büyük bir
belâdır.
Altın para sistemi bundan tamamen farklıdır. Onda devlet
istediği gibi kağıt para basamaz. Bastığı kağıt para
karşılığında mutlaka altın bulundurması lazımdır. Yani
yukarıdaki 10 arkadaşın misalini hatırlarsak; altın para
sistemine dayanan devlet mutlaka senedinin karşılığını
veren kişi gibidir. Böylece senedin değeri onun karşısında
verilen şey ile (ki bu altın) birbirini nötr ederler.
Piyasalarda bundan dolayı mal ve hizmetlerin fiyat artışları
söz konusu olamaz. Aynı anda devletin her hangi bir siyaseti kötü
olması ile onun çıkarttığı para değer kaybetmez. Çünkü
onun parasının bizzat kendisi değerlidir. Ya altındır,
veyahut mutlaka tam olarak altına dönüşebilir (konvertibil)
kağıt paradır. Bu para hiç bir başka desteğe ihtiyaç
duymaz. Böylece her fert ve her devlet altına itibar eder.
Yine bir hile daha:
Sırf altına dayanan para sistemi Avrupa
ülkelerinde ilk olarak İngiltere’de 1816 başladı.
Ardından ABD, Rusya ve Japonya buna katıldı. 1914’e kadar dünyada
altın birimi geçerli idi. İşte bu yıllarda sömürü için
yeni bir hile daha tesis edildi. Banka kağıtlarında geçen
meblağlar (yani banka mevduatları) para itibarı görmeye başladı.
Bu kağıtlara altın karşılığı değer şart değildi. Böylece
para miktarı hızlı bir şekilde büyüdü. Ancak ilk yıllarda
banka kağıtlarındaki değer oranı, nakit paraya
değiştirilmesi gerekiyordu. Nakit para içinde altın
karşılığı şartı vardı. Bugün artık kağıt para
sisteminde altına dayanma söz konusu değildir. Dolayısıyla
bu tamamen devlet ve merkez bankalarının insafına
kalmıştır. İstedikleri kadar para basabilir ve de bankalar
kredi verebilirler. Bugünkü para sistemi bu hileyi büyük
çapta kullanmakta. Öyle ki, halk bu senetlere mülk olarak
bakmaktadır. Ancak bunların vadesi dolsa da geri ödenmemekte,
yeni vadeli senetler onların yerine çıkarılmaktadır.
*Bugünkü kağıt para sistemi şu üç
hileye dayanmaktadır:
1- 30 gr. gümüşe sahip zannedilen
paranın gerçekte 20 gr. gümüşe sahip olması. Zira,
kağıt paranın üstünde yazılı olan meblağ onun nominal
değeridir. Bahsini ettiğimiz nedenden dolayı paranın değeri
düştüğü için kağıt paranın alım gücü de düşmüştür.
2- Henüz ortada olmayan bir şeyi satmak.
Misal; henüz madenden çıkmamış altını şimdiden satmak
gibi. Özellikle altın fiyatını düşük tutup insanların
altına rağbet etmemeleri için, altın madenlerinden
istikbalde çıkacak altını şimdiden satmalarıdır.
3- Aynı maddeyi bir den fazla kişiye
satmak. Bugün banka mevduatlarında bu en bariz şekilde görülmektedir.
Şöyle ki; banka müşterisinden aldığı 1.000 DM’ı devlet
güvencesi altında başka müşterilere kredi olarak verebilir.
Müşterinin verdiği 1.000 DM’yi onun hesabına yazar. Bu
ancak kitapta veya bilgisayardaki birer rakamlardır. Devlet %
10 asgari rezerv şartı ise 1.000 DM’den arta kalan kısmı,
yani 900 DM’yi kredi olarak başka müşteriye verir.
Dolayısıyla müşterinin verdiği 1.000 DM, başkasına
vermiş olduğu krediyle birlikte 1.900 DM olmuştur. Özetle,
1.000 DM müşterinin hesabında ve 900 DM esas ana para yine
kredi olarak bir başkasındadır. Böylece piyasalarda para
miktarı çoğalmakta, mal ve hizmetlerin fiyatını da
artırmaktadır. Ayrıca, 900 DM’yi kredi olarak alan kişinin
bunu kendi bankasına koyması ile aynı işlemi gerçekleştirip,
yani %10 dışındaki kısmı bankanın kredi için kullanması,
para miktarını bir kez daha şişirmektedir.
20. yüzyılda altın ve altın sistemi ile
ilgili siyasi gelişmeler:
Altın Sistemi I. Dünya savaşına (1914)
kadar dünyada geçerli idi. Fakat savaştan önce halk
bankalardan altınlarını çekti. Para ile altın arasında
ilişki kesildi. Bankanın halka verdiği senetler istenilen
vakitte altınla değiştirilemiyordu. Çünkü, halkın
istediği altın bankada mevcut değildi. Ayrıca hazırda
bulunmayan altını bankalar kredi olarak vermişlerdi. Yani
bankalar sanki depolarda altın varmış gibi halka kredi
veriyorlardı. Bunu altını vererek değil de, altından bir
miktar ifade eden kağıt paralar ile yaparlardı. Ancak bu bir
hile idi. Kağıtlarda belirtilen altın miktarı, bankada yok
idi. Ve altın hazır bulunmadığı gibi bir çok kişiye kredi
olarak veriliyordu. Yani aynı altının birçok sahibi vardı.
Dolayısıyla para miktarı anormal şekilde karşılıksız
şişirilmiş oluyordu. (Hyper Enflasyon). Bununla birlikte
malların ve hizmetlerin fiyatlarının çok yükseldiğini,
insanların şirketlerde hisse sahibi olmaya çok meyil
gösterdiklerini, şirket hisselerinin de aşırı şekilde
değerlendiğini görürüz. Hisse senetleri asıl
değerlerinden kat kat yüksek duruma getirilmiştir. Bu abartma
borsaya yansıdı. Şirketlerin hisseleri, şirketin toplam
sermayesinin fiyatını geçen değere sahipti. Alacaklılar
paralarını isteyince bunu ödemek mümkün değildi. Bankalar
ve şirketler çöktü. Müthiş bir mali kriz yaşandı. Böylesi
krizler kapitalist sistemin ve kağıt para sisteminde sürekli
söz konusudur. Bu krizlerin büyüğü ve küçüğü ile halk
daima yüz yüzedir.
Bu çöküşü durdurmak için para yine altına
dayandırıldı. Ama bu tam altın sistemi olmadı ve ancak 1914’ün
şartlarına göre oldu. Bu büyük bir hatadır. Çünkü 1930’ların
fiyatları yukarıda izah ettiğimiz nedenlerden dolayı 1914
yılı fiyatlarından çok daha yüksek idi. Böylece aşırı
fiyat artışından kaynaklanan büyük meblağlar 1914
yılının altın-dolar bağlantısına göre tam karşılanamadı.
Dolar o zaman altına nazaran düşüktü. Böylece toplam altın
miktarının Dolar olarak ifadesi ile toplam mal ve hizmetlerin
aşırı yüksek fiyatlarını karşılayamadığı için bu
meblağlar birden yok oldu ve onlar ile beraber şirketler de
battı. Çünkü 1914 yılında altının değeri Dolara
nispeten düşük idi. Bütün mal ve hizmetlerin toplam fiyatını
altın ile karşılamak mümkün değildi. Roosevelt 1933’de
Doların değerini altının karşısında düşürdü (35 $ = 1
ons). Böylece altın almak için 1914’e nazaran daha fazla
Dolar vermek gerekiyordu. O aşırı fiyatlardan dolayı büyük
para meblağı, altın ile karşılanabilirdi. Ama buna çok
geç kalınmış idi.
Altın para sistemine karşı çıkanların gösterdikleri
gerekçeler:
Altın para sisteminin günümüz iktisadına
uygun olmadığını söyleyenler işte yukarıdaki nedenleri
ileriye sürerler. Onlara göre dünyada sürekli yeni eklenen
mal ve hizmetleri karşılayacak yeterince altın
bulunmamaktadır. Öte yandan mali sektördeki yeni teknikler
(banka bilgisayar sistemindeki banka mevduatları) altın para
sistemini aşmış ve geride bırakmıştır. Bu sistem artık
eskimiştir. Bu görüşler hatalıdır. Çünkü, dünyada mal
sınırlıdır. Ancak o maldan yeni şekiller
oluşturulmaktadır. Mesela; hammadde olarak yeraltında bulunan
alüminyumdan teneke yapılması, sonra çevrilip jelatin kağıdı
yapılması gibi. Kumdan cam yapılıp; kırık camdan yine cam
yapılması gibi. Burada mallar ya hammadde olarak (petrol gibi)
veyahut belirli bir şekle dönüştürüldükten sonra (araba
lastiği gibi) ve yine bir başka şekilde hizmete dönüştürülme
(eski araba lastiğini yenileme gibi) yapılmaktadır.
Bilindiği gibi mallar hammaddeden yapılır. Hammadde ise
sınırlıdır. Güneş ve diğer enerji kaynakları da böyledir.
Hammaddeyi şekle sokan insandır. İnsanların sayısı da
sınırlıdır. İnsanların içgüdü ve uzvi ihtiyaçları
vardır. İnsanın her davranışı içgüdü ve uzvi
ihtiyaçlarını tatmin etmek içindir. Dolayısıyla
insanların mal ve hizmete ihtiyacı sınırlı olduğu gibi
hammadde de sınırsız değildir.
Burada büyük bir ehemmiyete sahip olan malın
ve hizmetin (böylece de ücretlinin ücreti) değeridir. Bu
değer altından bir miktar ile mal ve hizmetin az
bulunurluluğu göz önünde bulundurulup, ondaki menfaate göre
takdir edilir. Ondan sonra malın veya hizmetin fiyatı
değişse de değeri (kıymeti) değişmez. Bu, fiyat ile
değerin birbirinden ayrı şeyler olduğundandır. Değer,
itibari bir şey değildir ve devletin uzmanları tarafından
tespit edilir. Fiyat ise arz ve talebe göre farklı düzeylerde
seyir eder ve onda belirli takdir (sabit kılma) yoktur. Buna
binaen dünyadaki altının mal ve hizmetleri idare edecek güçte
olmadığı iddiası hatalıdır. Çünkü esas olan mal ve
hizmetlerin değeridir. Altın devletin elinde az ise mal ve
hizmetler için mevcut olan altından az miktar takdir eder,
çok ise ona göre olabilir. Devletin mallar ve hizmetlerdeki değer
takdiri fiyatları etkiler. Başka bir ülkedeki mal ve
hizmetlerin değerlendirmesi de, o ülkedeki fiyatlardan
etkilenir. Fiyatlar ise değişkendir. Böylece ülkeden ülkeye
fiyat oranına göre altın akışı olur. Dolayısıyla
fiyatların düşük olduğu ülkeye altın akışı
yoğunlaşır. Bu olay o ülkede talebi çoğaltır ve orada
fiyatlar yükselir. Böylece o ülkenin İnsanları, daha düşük
fiyatların bulunduğu ülkelerden mal ve hizmet ithal etmeye başlarlar.
Bu altının otomatik mekanizmasıdır. İşçinin ücreti mal
ve hizmetlerin fiyatına göre ayarlanmayıp, belirttiğimiz
gibi az bulunurluluk ve ondaki menfaatin takdirine göre olmasındandır.
Kapitalist ve kağıt para sistemine dayanan toplumlarda
ücret-fiyat çarkını durdurur. İşçi ücretinin onun sunduğu
işin ve kendisi gibi bir işçinin az bulunurluluğu ve
sunduğu işin menfaatine göre yapılmaz ise, yani isçinin
ücreti onun satın aldığı mal ve hizmetlere göre yapılması,
mal ve hizmetlerin fiyatı yükseldiğinde, bu işçinin işverenden
ücretinin yükseltilmesini talep etmeye sürükler. Mal ve
hizmetlerin fiyatlarının düşmesinde ise işverenin isçiye
daha az para vermesine yol açar. Halbuki ücretlinin ücreti
mal ve hizmetlerin fiyatından ayrı olması gerekir. Çünkü işverenin
riski isçiye yükletilemez. İşçi malı üretir. Hizmetini
sunar. İşverenin malı satamaması ayrı bir sorundur. Onun için
işçinin ücreti onun sunduğu işin değerine göredir.
Böylece altın sisteminde bu değerin ücret olarak verilmesi,
mal ve hizmetlerin fiyatlarını ek olarak yükseltmez ve düşürmez.
Buna binaen altın sistemine karşı çıkan
kişilerde; “altın sisteminde fiyatlar ve ücretler aşağıya
yönelik ve esnek olması gerekir. Ama bugün fiyatlar genelde
sabittir” görüşünün bozukluğu görünür. Çünkü,
altın para sisteminde fiyatlar yukarıya doğru esnek olduğu
gibi aşağıya doğruda esnektir. Ancak fiyatlar düşüp
yükselse de işçinin sunduğu işin değeri değişmez bu
mallar için de böyledir. Fiyatlar devletin ilk olarak mal ve
hizmetleri değerlendirmesinden etkilenir. Ama bu takdirden
sonra değerden daha düşük seyir etseler de değerin kendisi
değişmez. Bundan dolayı mal ve hizmetlerin fiyatları
ücretlinin aldığı ücretten dolayı yükselmez. Onların
değer hakkındaki yanlış anlayışları onları bu görüşe
yöneltmiştir. Sabit olması gereken mal ve hizmetlerin
değeridir, fiyatları değil.
Ayrıca bugün ücretler ve fiyatların sabit
olmaları ancak otoritelerin toplu sözleşmelerinden (bu
ücretlerde söz konusudur ki, bu mal ve fiyatları da etkiler)
veya rekabetin fazla değişmemesinden kaynaklanır. Yoksa mal
ve hizmetlerde sahih bir değerin tespit edildiğinden dolayı
değil. Öte yandan modern mali vesilelerden olan banka
mevduatları, altın para sistemini aşmıştır düşüncesi
yanlıştır. Burada banka hesabı ve bilgisayarlar rol oynasa
da bu medeniyetten bir şey değildir. Bu ise salt tekniği gibi
bir olay değil, iktisat politikasından bir parça olarak
itibar etmek lazımdır. Çünkü kapitalist iktisat politikası
banka mevduatlarına para olarak itibar eder ve bankalara “hayalî
para” yetkisi verir (yani karşılığı olmadan,
karşılığı varmış gibi işlem yapma yetkisi verir. Bu
işte müşterinin hesabına bilgisayarlarda para kayıt etme
ile olur. Bu olay iktisat ilminden değildir. Zira ilim her
milletten alınır. Bu iktisat politikasındandır. Bu İslam’ın
iktisat sistemine tamamen zıttır. Buna binaen banka
mevduatlarına para olarak itibar edilmez. Çünkü bu olay altın
ile karşılığı olmadan para var etme demektir. Bu ise
kesinlikle caiz değildir. Buna binaen İslam altın sisteminde
banka mevduatlarına da para olarak itibar edilmez. Bilgisayar
ve onun kullanım gördüğü banka, ancak alınan parayı
kayıt etme veya bir noktadan ülkenin öbür noktasına havale
etme işleminde aracı olarak kullanılabilir. Misal; müşteri
İstanbul’da 1 Dinar altın veya onu ifade eden kağıt
parayı İslam Devletinin bankasına yatırır. Aynı günde
Irak vilayetine ait İslam Devletinin bankasında kendisine bu 1
Dinarın havale edildiği şahıs onu alır. Burada parayı
muhafaza etme veya bir kısmını dahi olsa kredi olarak bir
başkasına verme söz konusu değildir. İslam Devletinde
bankaların hayali para işlemi yapması söz konusu değildir.
Amerika’nın kağıt para sistemini sömürü
aracı olarak kullanması:
1944’de Amerika Doları Bretton
Woods-antlaşması ile Lider-Kur haline getirdi. Bütün dünya
kurları Dolarla ölçülüyordu. Dolar da altından belirli
miktara (34,80 - 35,20 $ = 1 ons saf altın) bağlı idi.
İngiltere Keynes yolu ile Doların Lider-Kur olmasını
engellemek için bazı girişimlerde bulundu. Keynes para
üretimini kontrol etmek için bir Dünya Bankası tesis etmek
istedi. Ama Keynes’e göre yine bu banka para üretecekti ve
altın ile konvertibil olması gerekmeyecekti. Ancak ABD’nin tüm
dünyayı sömürmesi mümkün olmayacaktı. Çünkü, Keynes
Bancor denilen bir para birimi düşünüyordu. ABD’nin böyle
bir çözüme kesin müsaade etmeyeceği açıkça ortadadır.
ABD her yıl 250 milyar $ karşılığında dünyadan
mal ve hizmet satın almaktadır. Bunu da sürekli para basıp,
malların fiyatlarını otomatikman fırlattırarak, halkların
ellerinde bulunan paraların alım gücünü azaltarak gerçekleştirmektedir.
ABD kendisine 5600 milyar Dolar borçlu. Dış Dünyaya da 2500
milyar Dolar. Her yıl buna 250 milyar eklenmektedir. Dünyanın
ABD’ye nasıl göbekten bağlı olduğunu şu misal açıkça
göstermektedir: Japonya kendi krizinden kurtulmak için 800
milyar Dolar rezervlerini satmış olsa, bu Doların değerini
piyasada düşürür ve Yen`i yükseltir. Ama o zaman ihracatı
azaltır. Çünkü, Dolarla ödeyen müşteriler için Japon
ürünlerinin fiyatları artacaktır. Başlarda ABD Dolar
karşılığında yeterince altın bulunduğunu telkin etti.
Fakat İngiltere ve Fransa 1968’de ellerindeki Dolarlara
karşın ABD’den altın istediklerinde ABD bunu ret etti ve
1971’de (Nixon) Dolar ile altın ilişkisini kesti. 70’li
yıllarda ABD 70 milyar Dolar borcu vardı. Ama Ford Knox’da
ancak 11 milyar Dolar değerinde altın mevcut idi. Hatta bir görüşe
göre, Başkan Johnsson bütün altın rezervlerini 1 ons
altını 35 Dolarda tutmak için harcamıştı. 68 den bu yana
8500 ton olarak bilinen ABD’nin altın rezervleri ciddi
şekilde tetkik edilmemiştir. İngiltere ve Fransa başta olmak
üzere diğer devletlerin Dolar karşılığında altın
talepleri üzerine altının fiyatı aşırı bir şekilde yükseldi
(çünkü, artık Dolar, ticari bir madde haline geldi, para ile
alakası 1971 kesildi). Bu durum bütün kağıt para sistemini
tehdit etmeye başladı. Çünkü, kağıt para sistemi,
insanların bu parayı çıkaran devletin sözünde durabileceği
itimadına dayanır. Altın fiyatının yükselmesi bu itimadın
zayıfladığını belirtir. Onun için 1974’ün başlarında
bu mesele devletlerarasında görüşüldü. 1975’den itibaren
IMF’e mensup devletlerin altın rezervlerinden satmaları
kararlaştırıldı. Bunun sonucunda altının fiyatı Dolar
karşısında düştü.
Bu izahtan sonra altının durumu ve
vakıasına değinebiliriz:
*Altın, para sistemi olarak kendisini dünyaya
kabul ettirmiştir.
*Altın sistemi I. Dünya savaşına kadar
para sistemi olarak kullanılmıştır. Dünyanın her
tarafında bulunabilir. Bozulmadan muhafazası mümkün ve her
ünitesi kalite bakımından eşittir. Arzu edildiği kadar bölünebilir.
*Altın sistemi, altının serbest
dolaşımını şart kılar. Bu malların ve hizmetlerin ülkeye
girip çıkmasını sağlar. Böylece ekonomik ve mali istikrar
sağlanır.
*Altın sistemi kur (para bozma) fiyatının
sabit olmasını sağlar. Bu devletlerarası ticari gelişme ve
ilerlemeyi sağlar.
*Altın sisteminde hükümetler ve merkez
bankaları istedikleri kadar kağıt para basamazlar.
*Dünyada kur altına dayanırsa döviz yokluğu
ortadan kalkar. Mal ve hizmetler daha kolay ülkeden ülkeye
geçebilir.
*Altın kaçakçılığı ortadan kalkar. Çünkü altın
paranın esası olur. Bir mal (arz ve talep söz konusu) olarak
kabul edilmez. Böylece yasal bir gerekçe olmadan otoriteler
altının ülkeyi terk etmesine izin vermezler.
|