Nusret, 1,5 milyar Müslümanın yıllardır
özlemini çektiği büyük bir haslettir. Son gelişmeler bu
özlemin önemini bir kez daha ortaya koymakta ve de bu kapının
aralanması için gerekenleri de ister istemez gündeme taşımaktadır.
Nusret, elbette ki, Allah (cc)’nun bahşetmesiyle Müslümanlar
üzerine gelecektir ve bu olay Müslümanlarla alakalıdır.
Bundan dolayı da nusretin şartlarını belirleyen yine Şari’inin
kendisidir. Bu şartlardan en önemli olanlardan bir tanesi de sahavet’tir.
Sahavet; cimriliğin tam zıddıdır. Cömert
olma, uygun olanı uygun olan alanda karşılık beklemeden
harcamaktır. Sahi’de; cömert olan kişi anlamına
gelir.
Ulema sahi’nin, Allah’a yakın
olma (buradaki yakınlık mesafe bakımından değil sevaba
ve Allah’ın rahmetine yakınlığı gözetme) anlamına
geldiğinden bahseder. “Cennete yaklaştırıcı amellerde
bulunan Allah’ın rızasını kazanma için yapılan
girişimler” olarakta telakki edilmektedir.
Gazali sahaveti; “tevhit
ağının meyveleri cimriliği de, şirkin meyveleri”
olarak izah eder.
Tabî, sahi ve bahil kelimelerini;
“şeriatça sahi ve bahil addedilen kimsedir, Allah’ın
emrine uymuş, malından vererek yardım elini uzatmış
olmaktır, bu kimse Allah’a yakın olandır ve makamı
cennettir” diyerek izah getirir.
Sahavetten bahseden ayet ve hadislere
baktığımızda iki çerçevede ele alınmış olduğunu görüyoruz.
a- İktiza olarak vaaz edilen, Farz-ı
ayın veya farz-ı kifaye konumunda gelen talep.
Allah’ın dinini hakim kılmak için
gerekli olan bütün varlığın ortaya konması bu bazdadır.
İman eden kişinin Şari’in belirlediği çerçevede Allah
için hiç karşılık beklemeden yapması gereken hususları içermektedir.
Allah indinde karşılıksız harcamaktır. Mekke’de nazil
olan ayetlere baktığımızda imandan sonra en çok mevzubahis
edilen bir konudur. Hatta iman edenlerin gerçek samimiyeti
Allah’ın dini için gösterilen sahavetle ölçülmüştür.
Allah (cc) Müslümanlara yardımı, onları muzaffer
kılmasını, Müslümanların kendi uğrunda karşılıksız
her şeylerini ortaya koyarak dinin hakimiyeti için
gösterecekleri sahavete bağlanmıştır. Bu hususta
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Allah müminlerden, mallarını ve
canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında
satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar,
öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve
Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok
sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış
olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu,
(gerçekten) büyük kazançtır.” (Tevbe 111)
“Allah yolunda mallarını harcayanların
örneği, yedi başak bitiren bir dane gibidir ki, her başakta
yüz dane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir.
Allah'ın lütfü geniştir, O her şeyi bilir.”
(Bakara 261)
“Andolsun ki, mallarınız ve canlarınız
konusunda imtihana çekileceksiniz; sizden önce kendilerine
kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz.
Eğer sabreder ve takvâ gösterirseniz, muhakkak ki bu, (yapılacak)
işlerin en değerlisidir.” (Ali İmran 186)
Bu hususta Hz. Ebu Hureyre (ra) dan rivayetle
Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Sahavet sahibi Allah’a
yakındır...” (Tirmizi) Bu ve buna benzer ayet
ve hadislerdeki istek mutlak şekilde gelmektedir. İstenen
talep Allah’ın dinini hakim kılmada gerekli olan işlerin
tereddütsüzce yerine getirilmesidir. Elde olan bütün
imkanların kullanılması talebi vardır. Bu noktada Şari’den
gelen istek farz-ı ayın noktasındadır ve acil bir mesele
olarak Müslümanlardan yapılması istenmektedir. Allah’ın
dinini hayata hakim kılmada istenilen sahavet, nusret
kapısını aralamakla doğrudan bağlantılıdır. Mekke’de
Resulullah (sav)’in ve Sahabelerin icraatlarında görülen ve
ağırlıklı olan ana husus Allah’ın dinini hayata hakim
kılmak için bütün varlıklarıyla hareket etmeleri şeklinde
geçmiştir. Malların son noktasına kadar harcanması,
canlarını bu yolda ortaya koymaları ve üzerlerine gelen
bütün baskı ve şiddete karşı sabırla mücadeleleri
nusretin yolunu aralamada gösterilen sahavetle bağlantılıdır.
Zaruri haller zuhur ettiğinde kişinin sahavet için bir sınırlama
getirmesi mümkün değildir. Ancak bunu Şari kendisi
sınırlandırmıştır. Dinin hakimiyeti ve cihatla ilgili
hususlara ait delillere baktığımızda bu husus daha berrak
bir şekilde ortaya çıkar. Yukarıda ayette de belirtildiği
gibi mal ve can konusunda bir tasarruf isteği vardır. Cihadla
ilgili ayet ve hadislerde de sahavet için sınır mal ve
canın ortaya konması şeklinde çizilmiştir.
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri
belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete
gireceğinizi mi sandınız?” (Al-i İmran 142)
“(Ey müminler!) Gerek hafif, gerek ağır
olarak savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah
yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
(Tevbe 41)
“İman edip de hicret edenler ve Allah
yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler, rütbe bakımından
Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte
onlardır.” (Tevbe 20)
Cihadla ilgili gelen ayet ve hadislerde de
talep farzı ayın veya farzı kifaye olarak gelmektedir. Bu
konuda cimrilik yapanlar Allah tarafından kınanmıştır.
Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz.
İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse,
ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise
fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka
bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (Muhammed
38)
“Allah'ın, kereminden kendilerine
verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o,
kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır.
Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına
dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah bütün
yaptıklarınızdan haberdardır.” (Al-i İmran 180)
Hakimiyet için gerekli olan unsurlar;
gayret, feragat, fedakarlık, zaruri ihtiyaçları karşılamak
için mal ve bu yolda canını ortaya koyacak insana ihtiyacı içermektedir.
Bütün ideolojilerin hayata inmesi ancak bu şartların
varlığını üstlenen şahsiyetlerle mümkündür. İslam içinde
bu şartlar kaçınılmazdır. Sahaveti içeren bu vasıfların
son noktasına kadar kullanılması geciken İslamın
hakimiyetini kolaylaştıracaktır. Tabi ki böylesi bir atılım
ancak sahabenin iman kavrayışını yakalamakla gerçekleşir.
Sahip olunan iman ve hasıl olan Allah’a güven her türlü
feragatı tereddütsüz bir şekilde ortaya koymaya teşvik
edecektir.
b- Tahyir olarak vaaz edilen, genelde mendub
konumunu içeren sahavet.
İnfak ve hayır hususunda gösterilmesi
gereken sahavetle ilgili talep ise mendup çerçevesinde gelmiştir.
Bu noktada sahavette gösterilecek tasarruf hakkı kişilerin
kendisine bırakılmıştır. Kullanma alanı ise yine şari
tarafından tesbit edilmiştir. Bununla ilgili gelen naslardan
bazıları şunlardır:
“Şüphesiz Allah sadaka verenleri
mükâfatlandırır.” (Yusuf 88)
“Sadaka veren erkeklere ve sadaka
veren kadınlara ve Allah'a güzel bir ödünç verenlere,
verdiklerinin karşılığı kat kat ödenir ve onlara değerli
bir mükâfat vardır.” (Hadid 18)
Allah’ın dinini hayata hakim kılmakla
ilgili sahavetle infak ve hayır için yapılan sahavet
arasında çok büyük farklar vardır. Allah için, O’nun
nizamını hakim kılmak için yapılması istenen sahavet
bazen farz-ı ayın noktasında karşımıza çıkar, bazen de
farz-ı kifaye olarak yapılması talep edilir. Bu kategoride
can, mal ve sabır hakkında girişimlerde bulunulması için
kaçınılmaz talepler vardır. Allah (cc) bu hususu şu
şekilde ayırt etmektedir:
“Ne oluyor size ki, Allah yolunda
harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası
Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve
savaşanlar, daha sonra harcayıp savaşanlara eşit değildir.
Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha yüksektir.
Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vadetmiştir.
Allah'ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadid
10)
İslamın hakimiyetinden önce gösterilen
sahavetle sonrası arasında büyük farklar olduğu ortadadır.
Bu dönem içerisinde yapılan sahavet dinin hakimiyeti içindir.
Yani öncelikli olan işlerdendir. Bundan dolayı Mekke’de gerçekleştirilen
sahavetle Medine’deki girişimleri aynı kategoride
incelemek mümkün değildir. İslam Medine’de hayata hakim
olduktan sonra Ensar ve Muhacir arasındaki
dayanışma ve birbirlerine karşı gösterdikleri sahavet
ne kadar fazla olursa olsun Mekke’deki en ufak bir sahavet
girişimine denk değildir. Oysa ki, Medine’de Ensar
mallarını yarıya bölmüş ve Muhacirlere karşılıksız
vermişti. Öyle olmasına rağmen Mekke’de geçirilen devre
içerisinde İslam’ı kalkıp anlatmak için ortaya çıkmakla,
Medine’de sahabenin İslam için yaptıkları arasında büyük
derecede fark vardır. Medine’de İslam güç bulmuştur,
inanlar için rahat bir ortam vardır. Mekke’de ise Allah’a
sığınmaktan başka hiç bir güvenceleri yokken bu iş için
varlıklarını ortaya koymuşlardır. Yani bugün İslam’ı
yeniden yeryüzüne hakim kılmak, Hilafeti yeniden ikame etmek
için gösterilen her türlü sahavetle, devlet kurulduktan
sonra İslam için gösterilecek sahavet arasında derece
bakımından elbette ki fark vardır. Burada amelin zamanı ve
kıymet derecesinin ön plana çıktığını görüyoruz.
Mekke’de İslam’ın tebliğ aşamasında
ve hayata hakimiyeti için verilen mücadele esnasındaki gelen
naslara baktığımızda sadaka niteliğini taşıdığını görüyoruz.
Ancak Müslüman olan kişilerin kölelikten kurtarılması
noktasında bireysel girişimlerle karşılaşırız. Bu
girişimlerde de genelde Hz. Ebu Bekir (ra) ön plana çıkmıştır.
Müslüman olanların arasında en zenginleri o idi. Hicretten
önce yedi köle azat etmiştir. Yedincisi Bilali Habeşi’dir.
Bu girişimler bir kitle içerisinde bireysel girişimlerle
sosyal dayanışmaya verilen açık örneklerdendir. Onların göstermiş
olduğu bu sahaveti Resulullah (sav) şöyle vasıflandırıyor:
Hz. Cabir (ra) anlatıyor: "Resûlullah
aleyhissalâtü vesselâm buyurdular ki: "Ashabıma
sebbetmeyin (dil uzatmayın). Nefsim elinde olan Zât-i
Zülcelâl'e yemin olsun (sizden) biri, Uhud dağı kadar altın
infak etse, onlardan birinin infak ettiği bir müdd'e hatta yarım
müdd'e bedel olmaz." (Müslim, Fedailu's-Sahabe
221,2540)
Bütün bu deliller gösteriyor ki, sahavetin
boyutu bügün ayırtedilmek zorundadır. Sadaka ve infaklar
İslamın hayata dönmesi için yapılan bir amel değildir. Her
ne kadar sadaka ve infakta sahavet İslam’dan bir parça
olsa da günümüzde bu girişimden önce dinin hakimiyeti
için gerçek anlamda bir sahavetin gösterilmesine
ihtiyaç vardır.
İslam beldelerinde İslam’ın hakim olmayışı ve günümüzde yaşanan olaylar, Allah’ın
dinine yardımı ve bu yolda gerekli olan sahavetin gösterilmesinin
kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkartmaktadır. Nasıl ki, müşrik
düzenler sahabelerin gösterdikleri hayatsal manadaki sahavetle
yıkıldı ise bugün de Müslümanların aynı sahaveti
sergileyerek kafir yönetimleri ve kuklalarını yıkmayı
gerekli kılmaktadır.
Müslümanların Bosna’da, Filistin’de,
Somali’de, Afganistan’da, Çeçenistan’da ve diğer birçok
İslam beldelerinde gösterdikleri sahavetin Allah’ın
dinine yardımla ilgili, İslam’ın hakimiyetiyle alakalı
olmadığı ortaya çıkar. Müslümanların birbirlerine
yardımı her ne kadar İslam’ın onlar üzerine yüklediği
vecibelerden olsa da gösterilecek sahavet İslam’ın
hakimiyetiyle ilgili değildir. Şunu da üzülerek belirtmek
gerekir ki; Müslümanlar meselelerini bu şekilde tedavi
ettikleri vehmine kapılarak asıl gerekli olan işten geri
durmaktadırlar. Hatta bu girişimler genelde bölgesel ağırlıklı
bir hale getirilmiştir ve de bu girişimlerle yetinilmeye çalışılmaktadır.
Böylesi yaklaşımlar ise tedavisi zor olan bölgeselcilik,
kafirler tarafından çizilen sınırların kabulü gibi büyük
yaralar açmıştır. Müslümanlar bu bakıştan kurtulup,
Allah’ın dinini hakim kılmak için İslami bir bakışla
meselelere yaklaşarak, bu çerçevede sahavetlerini doruk
noktasına yükselterek ön plana çıkartmaları gerekir.
İslam davasını yüklenenlere bu noktada
büyük görevler düşmektedir. Kişinin gücü nisbetinde farzı
ayınları yerine getirme vacibiyeti vardır. Bu hususta malı
ile katkıda bulunurken en önemli olan hayatını bu yolda cömertce
ortaya koymasıda gerekli olanlardandır. Hz. Ebubekir (ra) hem
malını hemde canını ortaya koymuştur. Süreyya ailesi de
canını ortaya koymuştu. Bütün bunlar gösteriyor ki dava
için gerekli olanları sarf etmek “Bir vacibi yerine
getirmek için gerekli olanlarda vacibtir” şer’i
kaidesine göre farz olur.
Bugün İslam’ın hakimiyeti için yeterli
derecede sahavetin gerçekleşmediği ortadadır. İslam’ın
yeryüzünden otoritesinin (hilafetin) kaldırılmasının
üzerinden yıllar geçmiştir. Ümmetin bu noktada gerekli
duyarlılığı, İslam için gerekli sahaveti
gösterememesinden nusret geçikmiştir. Allah’ın dinine
yardım sadece sözlerle, uzaktan maddi desteklerle gerçekleşen
bir olay değildir. İslam davasını hakim kılmada sahavet
ancak fikir, mal ve bedensel unsurların bir arada hareket
ettirilmesini de gerekli kılmaktadır.
Bundan dolayı Müslümanların İslam’ı
sevmesi yeterli unsurlardan olmayıp onun için gerekli olan
bütün vecibelerin yerine getirmesini de kapsar. Bugün ne yazık
ki, Müslümanlarda bu bakış açısı doğmuş değildir.
Resulullah (sav)’in de buyurduğu gibi dünyaya olan meyil ve sahavet
katkat artmıştır. Bunun neticesinde de insanlar en çok
sevdikleri malları ve nefislerini Allah yolunda harcamakta
cimri davranır olmuşlardır.
Ka'b İbnu İyâz (ra)’dan gelen bir
rivayette Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyuruyor: "Her
ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır."
Müslümanlar Allah’ın dinini hakim
kılmak için gerekli olan sahaveti artık göstermelilerdir.
Allahın dini için gösteremediğimiz sahavet bu dünyada
rezillik ahirette ise şiddetli azapla karşı karşıya
bırakabilir. Bundan dolayı bütün Müslümanları İslam’ın
hayata dönmesi için yapılan çalışmalarda yeterli derecede sahavete
davet ediyoruz. Ki yapılacak çalışmalar, gösterilecek sahavetler
neticesinde Allah (cc)’dan nusret talep etmek hakkına sahip
olabilelim. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“Allah, kendisine (dinine) yardım edenlere
muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah,
güçlüdür, galiptir.” (Hac 40)
|