Toplumlar fakirlikle boğuşurken, dünyanın
en önemli gelirlerini sömüren kapitalistler bütçelerine her
gün bir yenisini eklemenin mücadelesini vermektedirler.
Türkiye’de de uygulanan kapitalist sistem,
taraflı ekonomi piyasası halkın sırtında bir kambur olmaya
devam etmektedir.
Ekonomik krizin neticesinde bir kurtarıcı
olarak Amerika’dan getirilen Kemal Derviş, bütün ekonomik
sorunların tek halledicisi olarak topluma lanse edildi. İki
haftadan düze çıkması beklenen ekonomi, nedense hala düze tırmanmaya
dahi geçemedi. Bunun altında yatan en büyük etken; hiç bir
toplum gösterilemez ki, fikren kalkınmadan, ekonomik
kalkınmayı sağlasın. Kemal Derviş her ne kadar siyasi güvenceden
bahsetse de, takıldığı nokta kapitalist sistem içerisinde
çözüm aramaktır.
Kapitalist sistemi takip eden devletlerin ana
gelir kaynağı sadece sömürü ve vergilerdir. Ancak halktan
zoraki alınan vergilerle devletin ayakta durma politikası güdülür.
Kemal Derviş’de ödenmesi gereken iç ve dış borçlar için
halkın omuzuna yeni vergiler yüklemiş ve diğer vergiler
üzerinde çalışma içerisindedir.
Sıfır maaş zammı, buna karşı her gün
gelen zamlar, ve de her gün tasarlanan ek vergiler halkın
üzerinde kapitalist sistemin zulüm kamçısını en acı bir
şekilde hissettirmektedir.
Gelir vergisi batıya ait bir terimdir.
Kapitalist devletler toplumun işlerini yürütmek için halktan
aldığı bir tür gelirdir. Vergi kelimesi daha sonra İslam
beldelerinde de kullanılır olmuştur. Bunun sebebi İslam
beldelerinde uygulanan sistem kapitalist sistemdir. Kapitalist
sistem İslam ekonomik terimlerini de ortadan kaldırmıştır.
Cizye, öşür, haraç gibi. Bugün İslam devletine has özel
kavramlar kullanılmadığı gibi zaten bu sistemin içerisinde
de uygulanması mümkün değildir. Aşağıda izah edeceğimiz
hususlar ancak İslamın varlığıyla uygulanabilirliği mümkündür.
Burada İslam devletine olan ihtiyaçla beraber, ümmetin
ekonomik olarak düşmüş olduğu bugünkü durumuna vergiler
açısından İslami bir bir bakış getirmeyi amaçladık. Ki;
kapitalizmin zulmünden kurtulup İslam’ın adaletine yeniden
dönülsün.
İslam devleti Beytülmala (hazineye) ait bir
çok gelirleri belirlemiş ve bunları açık ve net olarak
sınırlamıştır. Gelen bu gelirler şer-i hükümler
çerçevesinde sarf alanlarına tasnif edilmiştir. Halkın
işlerini gütmek için bu gelirler içerisinde vergi kapsamına
giren ve süreklilik arz eden bir gelir çeşidine
rastlanmamıştır. Kapitalist sistem içerisindeki gibi %40’lara
varan bir vergi sistemi İslam da mevcut değildir. En
gelişmiş batı ülkelerinde, hatta bütçe fazlası bulunan
Amerika’da bile bugün halktan düzenli bir şekilde %6, %12,
%21 oranlarında katma değer vergileri alınmaktadır.
İslam devletinde halka herhangi bir şekilde
sabit bir vergi konulduğuna rastlanmamaktadır. Resulullah
(s.a.v.) döneminde de herhangi bir vergiden bahsedilmemektedir.
Halka harcanan giderler zekat, cizye, haraç, öşür gibi çeşitleri
belli olan ve alındığı ve dağıtımı da yine belirli olan
gelirlerle çözümlenmiştir.
Dış ülkelerden içeri giren mallardan
vergi alınmasını dahi yasaklanmıştır. Bu hususta
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Vergi alan kimse
cennete giremez.” (Ebu Davud 2548) “Vergi alan
kimse cehennemdedir.” (Ahmed b. Hanbel 16387)
İslam insanlar arasında bu kadar adaleti
sağlarken kapitalistler insanların ellerindeki her şeye göz
dikmişlerdir. Halkın elinde kalan son kuruşları da nasıl
çalacaklarının planlarını yapmakta, IMF gibi kafir
kurumlarla ortak hareket etmektedirler. Bu idareciler ve
ısmarlama ümmetin başına getirilen Kemal Derviş’ler,
ancak kafir zihniyeti ve gözlüğüyle ümmete bakmaktadırlar.
Onlar için efendilerine en güzel şekilde, ümmetin malını
nasıl sunmaları gerekliliği öğretilmiştir. Toplumun
nefretini kazanarak kafirlere yaltakçılık yapıyorlar. Batı
sermayedarlarının işlerini gütmek için halktan zorla vergi
alıyorlar. Resulullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurdu: “Kendi
rıza ve isteği olmadan bir Müslümanın malını yemek
haramdır.” (Ahmed b. Hanbel M.B. 19774).
Bu ifade sadece şahıs ile sınırlı
değil, devleti de kapsamına alır. Bugün İslam beldelerinde
kukla idareciler Müslümanların gelir kaynaklarını (petrol,
maden, gaz, su gibi) kafirlerin hizmetine karşılıksız
sunmakla kalmayıp, halkı da vergilerle ezmektedirler. Ayrıca
kapitalizme göre “vergilendirilmiş mal kutsaldır.”
Bu tabirle insanların inançlarını da kendi çıkarlarına
alet etmeye yönelmişlerdir.
Kapitalist ve zalim idarecilerin vergi
almaları rıza dışında gerçekleşen bir olaydır. Hiç bir
toplumda gönüllü olarak kapitalizmin ortaya koyduğu vergiyi
içten gelerek insanlar ödeme yoluna gitmezler. Vergiler, kanun
zoru ve polis gücüyle halktan zorla alınır. Bu ise zulümdür.
Deprem vergisi, telefonlara yüklenen ek vergiler, 8 yıllık
eğitime katkı vergisi, kriz vergisi işçi ve memurlardan alınan
vergiler gibi daha burada sayamadığımız vergilerle halkın
üzerinde tamamen maddi bir baskı uygulanmaktadır. Ayrıca
alınan bu vergiler halka değil, kapitali elinde bulunduran
zenginlerin ceplerine inmektedir. Çünkü devlet onlar için
vardır ve onları daha da zengin etmek için elinden geleni
yapmaktadır.
Rıza olmadan bir malın alınması caiz
değildir. İslam bu hususta tam olarak adaleti ortaya
koymuştur. Ümmetin işleri ancak Beytülmalde var olan
imkanlarla giderilmeye çalışılır. Ancak Beytülmalde
bulunan kaynaklar her zaman yeterli olmayabilir. Buradaki sınırlılık
eğer halkın işlerini gütmede aksaklıklar ortaya çıkarırsa
o an devlet bazı girişimlerde bulunmak zorunda kalır. Eğer
Beytülmalde yeterlilik var ise devlet bunu kullanır. Devletin
Müslümanlara farz kılmayıp sadece devlete vacip kıldığı
hususlarda o görevi yerine getirmek için, devletin
Müslümanlara herhangi bir yaptırım, vergi mükellefiyeti
hakkı getirmesini doğru bulmaz, yani caiz değildir. Böyle
bir durumda vergiye tabi tutmayı İslam zulüm saymıştır. Böyle
bir durumda, eğer Beytülmalde mal var ise o görevi yerine
getirir, yoksa o işi tehir eder. Eğer vergi koyarsa Allah’ın
vacip kılmadığı bir hususta hüküm koymuş olur. Aynen bir
mubahı haram, bir haramı helal kılmak gibi olur ki; bu hal
İslam’a tecavüzdür. Böyle bir uygulama İslam devletine
asla caiz olmaz. Örneğin: zekat fonundan almamak kaydıyla
Beytülmalın diğer gelirlerinden bir kısmını zekat
toplayanlara ücret olarak vermek, bir hastane var iken böylesi
hallerde ikinci bir hastaneyi yaptırmak, gibi işler için
vergi koymak helal değildir. Devletin hazinesinde mal var ise
bu işlere harcar, yoksa vergi koyma yoluna gidilmez.
İslam’ın Müslümanlara vacip kıldığı
hususlara gelince; bunu 6 ana nokta da ele almak mümkündür:
1-Cihad ve cihadla ilgili harcamaları para
var ise Beytülmaldan, para yok ise, harcamalar bütün
Müslümanlara intikal eder. Çünkü hem malları hem de
canları ile cihad etmek Müslümanlara farzdır. Resulullah
(s.a.v.) Tebük ordusuna yardıma teşvik ettiği gibi.
2-Harp sanayisi için gerekli olan miktar
Beytülmalda bulunmazsa, ümmete bu fabrikaları kurmak farz
olur. Çünkü cihad doğrudan silahla bağlantılıdır. Silah
olmadan savaşılamaz.
3-Fakirler, miskinler, yolda kalmışların
ihtiyaçlarının karşılanması için Beytülmalda para yoksa
ümmete müracaat edilir. Çünkü fakirlerin, miskinlerin,
yolda kalmış kişilerin ihtiyacını karşılamayı, Allah’ın
Müslümanlar üzerine farz kıldığı hususlardandır.
Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Yanında komşusunun
aç olarak sabahladığını bildiği halde kendisi tok olarak
sabahlayan kimse iman etmiş sayılmaz.”
4-Askerlerin, memurların, kadıların, öğretmenlerin
ve bunların dışında topluma hizmet sunan kişilerin
ücretlerinin karşılanması Beytül-maldan gerçekleşemiyorsa,
ümmetin üzerine bir borç olarak karşılanması
gerekliliğini yükler.
5-Varlığı kesinlikle zaruret arz eden,
yapılmadığında ise ümmetin zarara uğramasının söz
konusu olduğu; yollar, okullar, hastaneler, üniversiteler,
mescitler ve su şebekeleri gibi tesislerin kurulması için
Beytülmalda para bulunmadığı takdirde bunları tesis etmek
ümmet üzerine farz olur. Resulullah (s.a.v.) bir hadisinde; “Zarar
vermek de yoktur, zarara zarar ile karşılık vermekte yoktur”
(Ebu Davud 3635) buyurmuştur.
6-Açlık, deprem, su felaketleri ve düşman
saldırıları gibi olağan üstü olayları karşılamak için
Beytülmalda para bulanmazsa bunu karşılamak ümmetin üzerine
farz olur.
Yukarıda saydığımız durumların
karşılanabilmesi devlet bütçesinden mümkün olmadığı an
ümmete gidilir. Ancak Müslümanlardan bu hususlarda maddi
taleplerde bulunmak, vergi veya yardımlar, Müslümanlardan
güçleri nispetinde alınır.
Mahkeme harçları, damga pul bedeli, emlak
vergisi, gibi vergi ve harçlar alması caiz olmadığı gibi,
devletin bu gibi işlere dolaylı yardım ve vergi alması da
caiz olmaz. Bu zulüm sayılmıştır. Görüldüğü gibi
ihtiyacı karşılayacak kadar bütçede para bulunduğu
takdirde ümmetten vergi alınamaz. Bunun için de Beytülmala
lazım olan miktar ancak tahsil edilir. Fazlası alınmaz. Hz.
Ali (r.a.) Beytülmalda bir şey bırakmamasını Hz. Ömer
(r.a.) önermiş ve ona şöyle demiştir: “Her sene sana
gelen miktarı taksim et ve ondan hiç bir şey yanında tutma.”
Rivayet edildiğine göre, Ömer (r.a.) Beytülmalda ki bütün
malları harcardı. Hatta hiç bir şey kalmaması için
süpürttürürdü. Yani zaruri olan yerlere harcandığı için
Beytülmalda bir şey kalmazdı.
Bunun yanında İslam’ın adaletine bakın
ki; bu hususlar Müslümanları ilgilendirdiği için gayri
müslimlerden bu vergiler talep edilmemiştir. Allah’ın farz
kılmadığı bir vergiyi Müslüman olmayanlardan almak zulüm
olduğu gibi Allah’ın emrine muhalif gelinmiş olur. Onlardan
ancak cizyeden başka bir şey alınmaz. Bu adaletin gerçekleşmesi
ancak İslam ile mümkündür. Gayri İslami düzenler,
kafirlerin hak ve hukuklarını korumak için ümmete yük
getiren vergiler uygulanmaktadırlar.
Kafir devletlerin, Irak üzerinde yaptıkları
savaş ve uğranılan zararlar, bölge halklarından (Müslümanlardan)
olan; Suudi Arabistan’a, Kuveyt v.s. devletlerden tahsil
edilmiştir. Sadece Suudi Arabistan halkı o gün itibariyle
Amerika’ya savaş masrafları karşılığında 30 milyar
doların üzerinde vergi ödemiştir. Irak’ta elde edilen
petrolün büyük bir miktarı yine kafirlere vergi (tazminat
altında) ödenecektir. Amerika buralardan elde ettiğiyle bütçesini
şişirmiştir.
Netice olarak; “vergilendirilmiş kazanç
kutsaldır” sözünü ortaya atanlar, çıkarttıkları vergi
kanunlarıyla bozuk düzene uzanan elleri kırmak
istemektedirler. İnsanlar bu vergi zulmü altında inlerken,
fakirleşip bir parça ekmek için uğraş içerisine
girdiklerinde, zulmün kaynağı olan hain devleti ve
idarecileri unutacaklardır. Devletin amacı budur. Yoksa
ümmetten topladıkları vergilerle kalkınmayı sağlamak
amacı gütmedikleri ortadadır.
Halktan topladıkları vergilerle şu ana
kadar kalkındıkları da müşahede edilmiş değildir.
Kapitalist ideolojinin getirdiği uygulamaları tertip eden
idareciler, zenginleri daha zengin yaparken büyük bir kesim
fakirleşmiş, hatta ekmek bulmakta zorlanır hale
gelmişlerdir. Devleti hortumlayanlar fakirler değil
zenginlerdir. Ve de devlet onların arkasındadır. Allah (cc)
şöyle buyuruyor:
Bugün kapitalistler bütün İslam
beldelerinde hakim konumundadır. Devletin bütün kurumları
onlar için vardır. Devlet bundan dolayı bütün insanları
zenginlerin işçi ve hizmetçisi kılmıştır. Bu durum
toplumu rahatsız ettiği gibi insanları da mutsuz
kılmaktadır. T.C. ve diğer İslam beldelerindeki karton
devletçikler, ümmetin halini düşünmezler. Ekonomilerini
Derviş gibi sebataycı bir yahudiye vermeleri, IMF’ye
ekonominin kaynaklarını teslim etmeleri, onlar için bir
övünç kaynağıdır.
Bütün bunlar Müslüman için esef
vericidir. Müslümanlar bu gidişata boyun bükerek zelil
olmaya layık değillerdir.
Ey Müslümanlar!!!
Problemleri çözecek olan ancak ve ancak
İslam’dır. Ve de İslam devleti Hilafettir. Öyleyse neyi
bekliyorsunuz?.. Bu hainlerin sizleri sokaklarda birer
sürüngenler gibi aç sefil bırakmasını mı? Her gün
gözlerinizin önünde dönen entrikalara son vermenizin günü
geldi de geçti bile... Sizin için var olan, sizden olan,
sizlere adaletli bir yaşam tarzı sunan, Allah’ın hükümleriyle
hükmedecek İslam devleti Hilafeti bir an önce ikame edin ki;
dünya ve ahirette gerçek saadet gerçekleşsin.
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a
(Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder,
ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed 7)
|