Cezalar dört türlüdür. Bunlar:
1- Hadler
2- Cinayetler
3- Tazir
4- Muhalefetler
Hadlerden kasıt Allah'ın hakkını almak için
miktarı belirlenmiş cezalardır. Suçluyu suça yönelmekten
engellediği için bunlar "hadler" olarak
isimlendirilmiştir. Suçun kendisi de "had"
olarak isimlendirilir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"İşte bunlar Allah'ın
hudutlarıdır, ona yaklaşmayınız"
*
Aynı zamanda bu suça uygulanan ceza için
de "hadd" kelimesi kullanılmaktadır. Hadd ve hudud
kelimeleri günahkara uygulanacak ceza anlamında
kullanılmıştır. Bu isimlendirme yalnızca Allah'ın hakkı
olan hususlar için kullanılır. Bunların dışında kalanlar
böyle isimlendirilmezler. Bunlar, ne yönetici ne de haksızlığa
uğrayan kişi tarafından affedilemez. Dolayısıyla
insanlardan hiçbiri hiçbir şekilde bu türden suçlara
uygulanacak cezaları affetme hakkına sahip değildir.
Cinayet kapsamına giren cezalar, insan vücuduna
karşı işlenen suçlar için kullanılır. Kısas
yapılmasını veya para cezası uygulanmasını gerektirir.
Cana veya vücudun herhangi bir organına karşı yapılan
saldırıların tümünü kapsar. Burada saldırıdan kasıt
saldırı karşılığında ceza uygulanmasıdır. Bu cezalar
ise kulun hakkıdır. Dolayısıyla kul, bu cezaları affetme ve
hakkından vazgeçme hakkına sahiptir. Yüce Allah: "...Öldürülenler
hakkında size kısas farz kılındı. Hür ile hür (insan),
köle ile köle, kadın ile kadın..."
* ifadesinden
sonra "...öldüren, ölenin kardeşi tarafından
bağışlanmışsa..."
* buyurmaktadır. Yani dileyen
kimse, dinde kardeşi olan kimseden, kısas hakkından vazgeçebilir.
Ayette yer alan bu ifade, hak sahibinin cinayetlerde, hakkından
vazgeçme ve affetme yetkisine sahip olduğuna işaret
etmektedir. Hak sahibinin affetmesinin caiz olduğunu açıklayan
birçok hadis vardır.
Ebu Şüreyh el-Huzaî'den: Dedi ki:
Rasulullah (sav)'i şöyle söylerken işittim:
"Kim bir kan hakkı veya yaralanma
ile karşı karşıya kalırsa üç şeyden birisini seçebilir:
Ya kısas uygulanmasını, ya diyet bedelini isteyebilir ya da
affedebilir. Şayet dördüncü bir istekte bulunursa onu
engelleyiniz."
*
Ebu Hüreyre, Rasulullah (sav)'den şunu
rivayet etmektedir:
"Uğradığı bir zulme rağmen
affeden kimsenin affından dolayı Allah izzetini
artırır."
*
Enes'ten: "Dedi ki: Rasulullah (sav)'e
intikal edip de affetme isteğinde bulunmadığı hiçbir kısas
olayı yoktur." Bu hadislerin tümü affetmenin caiz
olduğunu göstermektedir. Karşılaştığı meselede Allah'ın
hakkı olmadığı sürece hak sahibinin affetmesi durumunda
hakimin de affetmesi gerekir. Hak sahibinden affetme kararının
çıkması ile bir başka şeye gerek kalmaksızın hakim de suçluyu
tamamen affeder. Bu türden olaylarda, kamuoyunun
"güvenlik"ten kaynaklanan hakkı vardır, yani kamu
davası söz konusudur, denilemez. Zira böyle bir iddiada
bulunabilmek için, buna işaret eden bir delilin bulunması
gerekir. Böyle bir delil ise yoktur. Sahabe (Allah onların
hepsinden razı olsun) zamanında yapılan uygulamalara göre
hak sahibi, saldırganı affettiği zaman ceza otomatikman
kalkıyordu. Bu hususta Taberani şu olayı rivayet eder: "Ali'ye,
zimmilerden bir adamı öldüren müslüman bir kimse getirildi.
Aleyhinde beyyineler (deliller) ortaya konuldu ve bunun üzerine,
adamın öldürülmesini emretti. Ölen kişinin kardeşi
gelerek: Ben onu affettim, dedi. Ali: Belki onlar seni
tehdit ettiler, korkuttular ve vazgeçmeni istediler, deyince
adam: Hayır. Ancak onun öldürülmesi kardeşimi geri
getirmez. Bana bunu anlattılar, ben de razı oldum.
dedi. Bunun üzerine Ali (ra): Sen bilirsin. Ancak bizim
zimmetimiz altında bulunan kimsenin kanı bizim kanımız,
diyeti de bizim diyetimiz gibidir, dedi."
*
Bu olay, hak sahibi tarafından saldırganın
affedilmesi durumunda cezanın kalkacağını göstermektedir.
Tazir ise, hakkında hadd veya keffaret
bulunmayan bir suça uygulanan cezadır. Herhangi bir suç işlendiği
zaman bakılır, şayet Allah tarafından belirli bir ceza
konulmuşsa yani hadler kapsamına giriyorsa suç işleyen
kimse, Allah'ın şeriatı tarafından belirlenen ceza ile
cezalandırılır. Aynı şekilde muayyen bir keffaret ödemesi
söz konusu ise, keffaret ödemeye zorlanır. Ancak suç, hadd
kapsamına girmiyorsa ve Şari tarafından da keffaret
belirtilmemişse tazir cezaları kapsamına girer. Fakat bedene
karşı yapılan saldırılar için tazir yoktur. Çünkü
bunların cezaları Şari tarafından açıklanmıştır.
Tazir cezaları cinayetlerden ve hadlerden
farklıdır. Bu farklılıklar şunlardır:
1- Hadler ve cinayetlere ait cezalar
Şari tarafından belirlenmiştir ve bağlayıcıdırlar.
Herhangi bir şekilde değiştirilmeleri, azaltılmaları veya
artırılmaları mümkün değildir. Tazir cezaları ise, aynen
belirlenmemiş ve ayni olması da gerekmeyen cezalardandır.
2- Hadler ve cinayetler affedilemezler.
Cinayetlerde hak sahibinin affetmesi dışında, hakim
tarafından cezanın düşürülmesi de mümkün değildir.
Tazirler ise böyle değildir. Affedilebilirler ve ceza
kaldırılabilir. Zira Rasulullah (sav) kendisine: “Şüphesiz
ki bu taksimat, Allah için istenilen bir paylaşım değildir”
diyen bir kimseye tazir uygulamamıştır. Oysa bu sözü
söyleyen kimse, cezalandırılmayı gerektiren bir suç işlemiştir.
3- Cinayetler ve hadler, insanların
değişmesi ile değişmez. Delillerin genelliğinden dolayı
cinayetler ve hadler karşısında, insanların hepsi
eşittirler. İnsanların değişmesi ile tazir cezalarının
değişmesi ise caizdir. Tazir cezalarında daha önce suç işlememiş
olma ve iyi hal gibi durumlar dikkate alınır.
Aişe (r.anha)'dan: Rasulullah (sav) şöyle
buyurdu:
"Dürüstlüğü ile (şüpheli durumu
bilinmeyen) tanınan kimselerden had cezaları dışında kalan
hataların hükmünü düşürünüz"
*
Hadiste yer alan
kelimesinden kasıt, onların Allah'ın emirlerine ve
yasaklarına aykırı davranışlarda bulunmalarıdır. Bunun
delili ise hadiste yer alan "hadler müstesna"
ifadesidir. Bu ifade, kastedilen anlamın karinesidir.
Enes b. Malik'ten: Nebi (sav) dedi ki:
"Ensar dayanağımdır,
sırdaşımdır. İnsanlar sayıca artarken onlar
azalacaklardır. Öyleyse onlara iyi yapışın, kusurlarını
da affedin."
*
Yine bu hadiste yer alan.
kelimesinden kasıt affetmektir
kelimesi ise günah işlemeyi
de kapsar. Zira masiyet, kötü bir şeydir.
Bu açıklamaların tümü insanların
durumlarının ve içerisinde bulundukları ortamların
değişmesi ile tazir cezalarının da değişebileceğini göstermektedir.
Aynı suçu işleyenlerden biri, hapis cezası ile; bir
başkası azarlama ile; diğeri ise kınama ile
cezalandırılabilir.
Muhalefet, yöneticinin çıkardığı
emirlere karşı gelenlere verilen cezalardır. Emrin çıktığı
kaynağın halife, yardımcıları, amiller valiler gibi emirler
çıkarma yetkisine haiz yönetici sınıfından sayılan
otorite sahibi kimselerin herhangi biri olması durumu
değiştirmez. Çıkartılan bir emre muhalefet edilmesinden
dolayı verilen bu cezaya "muhalefet cezası" denir.
Aynı şekilde bu isim, yöneticinin emrine muhalefete delalet
eden fiil için de kullanılır. Yani hem fiil hem de ceza için
aynı ifade kullanılır. Muhalefet cezalarının diğer cezalar
gibi sayılması da Şari’nin emrinden kaynaklanmaktadır.
Çünkü yöneticinin emrine muhalefet etmek, masiyet kapsamına
giren hususlardandır. Yüce Allah ayette: "Allah'a
itaat edin. Rasul’e ve sizden olan emir sahiplerine de"
* diyerek açıkça, emir sahiplerine itaat edilmesini emretmiştir.
Hadislerde de emir sahiplerine itaat edilmesi emredilmiştir.
Ümmü'l Husayn el-Ehmesiyye, Nebi (sav)'den
şöyle işittiğini söyler:
"Aranızda Allah Azze ve Cellenin
kitabıyla hükmettiği sürece başınızdaki Habeşli bir köle
bile olsa emir sahibine itaat ediniz."
*
Enes'den Nebi (sav) şöyle dedi:
"Başı simsiyah Habeşli bir köle
başınıza emir olarak tayin edilse bile dinleyin ve itaat
edin."
*
Bu hadisler emir sahibine itaat etmenin
farziyetine delildir. Emirlik yapan kimsenin vali veya amil
olması durumu değiştirmez. Ebu Seleme b. Abdurrahman'ın, Ebu
Hüreyre'den işittiği bir hadiste Nebi (sav) şöyle
buyurmaktadır:
"Kim bana itaat ederse Allah'a itaat
etmiş olur. Bana isyan eden, Allah'a isyan etmiş olur. Emîrime
itaat eden bana itaat etmiş, isyan eden de bana isyan etmiş
olur."
*
Bir başka rivayet ise şöyledir:
"Emîre itaat eden bana itaat etmiş
olur. Emîre isyan eden bana isyan etmiş olur."
*
Bu hadislerin tümü, yöneticiye muhalefetin
günah olduğunu göstermektedir. Bu nedenle yöneticinin emrine
muhalefet edenlere karşı, cezai yaptırım vardır. Ancak
Şari, bu türden cezaların miktarını tayin etmemiş,
miktarını belirlemeyi hakime bırakmıştır. Yöneticinin de
karşılaştığı masiyetle ilgili olarak, ceza belirleme
hakkı vardır. Bu nedenle bazı fakihler, tazir cezalarını
muhalefet cezaları kapsamında değerlendirmişlerdir. Çünkü
bu türden cezaların miktarı, Şari tarafından
belirlenmemiştir. Ancak doğru olan bunların, tazir cezaları
kapsamında değerlendirilmesidir. Muhalefet kapsamına giren
cezalar, Allah'ın emrine karşı gelmek değildir. Tazir,
Allah'ın emir ve yasaklarına karşı gelenlere verilen bir
ceza iken muhalefet, böyle değildir. Ancak bu türden cezalar
kendisine itaat edilmesi emredilen bir yöneticiye
itaatsizlikten dolayı, Allah'ın emrine muhalefet sayılır. Bu
nedenle de ceza miktarı yalnızca yönetici tarafından
belirlenir, emirlere ve yasaklara muhalefet ettiği kadarı ile
cezalandırılır. Özetle muhalefet kapsamında
değerlendirilen cezaların tümü yalnızca şeriat tarafından
kendisine tanınan yetkilerden dolayı yönetici tarafından çıkartılan
emir ve yasaklara karşı gelinmesi ile ilgili suçları
ilgilendirir.
Burada bilinmesi gereken husus şudur: Yönetici
tarafından çıkartılan emirler, ister yapılması isterse
yapılmaması gereken hususlarla ilgili olsun, görüş ve
ictihadı ile şeriat tarafından tanınan yetkilerle
sınırlıdır. Bunlar da beytülmalın idaresi, şehirler
kurulması, ordunun düzenlenmesi gibi işlerdir. Bu türden işlerde
şeriat, yöneticiye, görüş ve ictihadı ile birtakım
şeyleri emretme, birtakım şeyleri de yasaklama yetkisi
vermiştir. İşte bu türden işlerde aykırı davranışlar,
muhalefet kapsamına giren cezalardandır. Buradaki uygulama şu
hadise istinaden yapılır:
"Kim emire isyan ederse bana isyan
etmiş olur."
*
Muhalefet kapsamına giren hususlar işte
bunlardır. Bunların dışında kalan hususlar, müminlerin
emîri tarafından emredilmiş olsa bile, bu kapsama girmez. Bu
nedenledir ki halife bir helalı, haram veya bir haramı helal,
mendup veya mübah olan bir hususu farz veya mekruhu haram
haline getiremez. Böylesi bir durumda itaat etmek de vacip değildir.
Mübah ya da mendub olan bir şeyi, zorunlu hale getirdiği
zaman itaat edilmez ve emirlerine itaat etmemek de suç sayılmaz.
Mekruh olan bir şeyin yapılmasını yasakladığı zaman
mekruhu haram haline getirmiş olur. Aynı şekilde haramı mübah,
mübahı da haram haline getirmesi caiz değildir. Çünkü bu
durumda haramı helal, helalı da haram haline getirmiş olur.
Üstelik Kur'an'da sarih bir şekilde yer alan bu husus, genel
bir ifade ile gelmiş olmasından dolayı, halifeyi de
dışındakileri de kapsar. Ancak şeriatın, halifeyi görüşü
ve ictihadı ile yerine getirmede yetkili kıldığı
hususlarda, emretme ve yasaklama hakkı vardır. Bu nedenle
muhalefet cezaları, tek bir hususla, yöneticinin görüş ve
ictihadı ile düzenlemesi gereken iş türleri ile sınırlıdır.
Ceza türleri bunlardan ibarettir. Bunların
dışında bir başka ceza türü yoktur. İnsandan kaynaklanan
ve cezalandırılmayı gerektiren her fiil, bu dört grup ceza
türlerinden birinin kapsamına girmektedir. Çünkü cezalandırılmayı
gerektiren bir fiil ya şeriatın doğrudan miktarını tesbit
ettiği bir cezadır, ya şeriatın doğrudan doğruya
miktarını tesbit etmediği bir cezadır, ya da insan bedenine
karşı işlenmiş bir suçtur. Bu üç tür fiile ilave olarak
bir de yöneticinin emirlerine karşı işlenen suçlar vardır.
İşte dört çeşit suç türü bunlardır. Bunların
detayları, dört bölüm halinde açıklanacaktır.
|