Sirkat haddi Yüce Allah'ın; "Hırsızlık
yapan kadın ve erkeğin ellerini kesiniz."
*ayetine göre elin kesilmesidir.
Buhari Aişe (r.anha)'den şunu
rivayet etmektedir:
"(Hırsızın) eli, çeyrek dinar ve daha
fazlası (değere sahip mallar) için kesilir. "
*
Yine Nebi (sav)'den rivayet edilen bir başka
hadis ise şöyledir:
"Sizden öncekiler, aralarında
şerefli ve itibarlı biri hırsızlık yaptığı zaman onu
bıraktıkları, zayıf biri hırsızlık yaptığında ise
elini kestikleri için helak oldular."
*
Aişe (r.anha) rivayet ediyor:
"Nebi (sav) hırsızlık yapan bir
kadının elini kesti. Aişe der ki: Daha sonra bu kadın,
Rasulullah (sav)'e gelerek ihtiyacını söyledi, tevbe etti ve
tevbesini en güzel bir şekilde yaptı."
*
Sirkat (hırsızlık), malı sahibinden ya da
naibinden gizlemek suretiyle almaktır. Bunun bir takım
şartları vardır. Bunlar; el kesmeyi gerektirecek nisaba
ulaşmış olması, malı saklandığı yerden çıkartmış
olması ve bu malın şüpheli bir mal olmaması. Malın
gece veya gündüzün alınmış olması,
hırsızlık yaptığı yere sökerek ya da bir başka şekilde
girmiş olması, yerin oturmak için kullanılması
ya da genel bir mekan olması, etrafı bir şeyle çevrilerek
gizlenmiş ya da açıkta olması, beraberinde
silah taşıması ya da taşımaması durumu değiştirmez.
Herhangi bir malın gizli bir şekilde alınması hırsızlık
sayılır. Fakat sahih nasslardan gelmesi koşulu ile şeriatın
belirlediği şartlara haiz olmadıkça hırsızın
eli kesilmez. Bu nedenledir ki yedi şartı gerçekleştirmedikçe
el kesilmez. Bunlar şunlardır:
1- Malın alınması hırsızlığın
tarifine uygun olmalıdır. Hırsızlığın anlamı ise malın,
gizlice ve saklamak suretiyle alınmasıdır. Gasp ederse, mal
sahibinin gafletinden faydalanarak malı alıp kaçması,
yağmalaması ya da ihanet etmesi hırsızlık sayılmaz ve eli
kesilmesi gerekmez.
Ebu Davud, Cabir (ra) aracılığı ile Nebi (sav)'den
şu hadisi rivayet eder:
"Haine, müntehibe ve muhtelise el kesme
cezası uygulanmaz."
*
Yine ödünç olarak aldığı bir mala el
koyan bir kimsenin eli kesilmez. Çünkü bu kişinin durumu
hırsızın durumuna benzemez. Hainin de eli kesilmez. Zira
Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "Haine ve
muhtelise
* el kesme cezası yoktur." İhtilas,
gasbetmenin ve yağmalamanın bir türüdür. Mal sahibinin
gafletinden faydalanarak malı zimmetine geçiren kimse başlangıçta
bu durumunu gizliyordur. Dolayısıyla muhtelis, ödünç olarak
aldığı bir mala el koyan hainden farklıdır. Hakkında var
olan nassa istinaden hainin eli kesilir. Yankesicinin de eli
kesilir. Çünkü gizliden gizliye malı alan yankesicinin
durumu hırsızın tarifine uymaktadır.
2- Çalınan mal belli bir nisaba sahip
olmalıdır. Bazı kimseler ayetin genelliğine dayanarak çalınan
mal az da olsa çok ta olsa hırsızlık yapan bir kimsenin
elinin kesileceğini söylemektedirler. Çünkü "hırsızlık
yapan erkek ve kadın" kelimeleri cins isim olup elif
lam takısı alan genel lafızlardandır, hırsızlık yapan
herkesi kapsamına alır.
Ebu Hüreyre Nebi (sav)'den şu hadisi
rivayet etmektedir:
"Allah, hırsızlık yapan kimseye lanet
etsin. İp çalıp ta eli kesilene, yumurta çaldığı için
eli kesilene lanet etsin."
*
Hadiste yer alan yumurta çeyrek dinar değerinde
dahi olmayan bir maldır. Hadisin siyakına bakıldığı zaman
bizzat yumurtaya değil azlığa delalet ettiği görülür.
Yani hadis, çaldığı şeyin değeri ne olursa olsun
hırsızın eli kesilir anlamına gelmektedir. Ancak diğer
taraftan nisab miktarının şart olduğunu ortaya koyan
deliller de vardır.
Aişe (r.anha)'den:
"Rasulullah (sav) çeyrek
dinar ve daha fazlası (değere sahip mallar) için
hırsızın elini keserdi."
*
Bir rivayette Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Hırsızın eli, ancak çeyrek dinar ve
daha fazlası (değere sahip mallar) için kesilir."
*
Bir başka rivayet ise şöyledir:
"Çeyrek dinar için el kesiniz. Bundan
daha aşağısı için el kesmeyiniz."
*
Bu rivayetlerin tümü hırsızlık
cezasında belli bir nisabın bulunması gerektiği hususunda açık
delillerdir. Zina ayetinin recm ile tahsis edilmesi gibi bu
delillerle de hırsızlık ayetinin genelliği tahsis
edilmektedir. Ebu Hüreyre hadisi ise her iki grup hadisi bir
araya toplamaktadır. Yumurta hadisinin rivayetinde el-Ameş
şöyle der:
"Buradaki yumurtadan maksadın demir
topağı olduğu bazı iplerin de birkaç dirhem ettiği
kanaatinde idiler."
*
Müminlerin emiri Ali (ra)'den rivayet
ediliyor: "Ali (ra) çeyrek dinar değerinde demirden bir
yumurta çalan hırsızın elini kesti." Üstelik
bu, azlığa delalet etmez. Tam tersine sınırlı bir azlığa
delalet eder. Bu azlık ise ip ve yumurta ile temsil
edilmiştir. Öyleyse el kesme cezasının uygulanmasında nisab
şarttır. Nisap miktarına ulaşmayan hırsızlıklar için el
kesme cezası uygulanmaz.
El kesme cezasının nisabı ise çeyrek
dinar altındır. Bu ise 1,0625 gram altına eşdeğerdir.
Çünkü şer’î altın dinar 4,25 gram altın eder.
Çeyrek dinar altının hırsızlığa ait
nisab olduğunun delili Aişe (ra)'den rivayet edilen şu
hadistir:
Rasulullah (sav) çeyrek dinar
ve daha fazlası için hırsızın elini kesiyordu."
*
Buhari'nin Hişam'dan onun da babasından
rivayet ettiği hadis ise şöyledir:
"Aişe bana, Rasulullah (sav) zamanında
bir kalkan fiyatından daha aşağı değerdeki hırsızlıklar
için el kesilmediğini bildirdi."
*
Yine Buhari'nin Nafi'den onun da Abdullah b.
Ömer'den rivayet ettiği bir hadis ise şöyledir:
"Rasulullah (sav) üç dirhem
değerindeki bir kalkan çalan hırsızın elini
kesti."
*
Hırsızlığın nisabı ancak altın ile
ölçülür. Zira Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Bir kalkan değerinden daha
aşağıdaki bir malı çalan hırsızın eli kesilmez. Bunun
üzerine Aişe'ye kalkanın değerinin ne olduğu sorulunca,
Üç çeyrek dinardır diye cevap verdi."
*
Nisabın ölçüsü altındır. Dolayısıyla
nassa bağlı kalınarak altına göre ölçülmesi
gerekir. Nisab miktarının tesbitinde altın esas alınmak
suretiyle gümüşle de değerlendirme yapılabilir. Rasulullah (sav)
zamanında gümüşle takdir yapılıyordu. Hırsızlığın
nisabında altın esas alınmak şartıyla günümüzdeki kağıt
paralarla da takdir yapılabilir. Rasulullah (sav) zamanında
çeyrek dinarın üç dirheme eşit olduğunu belirten hadisler
rivâyet edilmektedir. Rasulullah (sav) zamanında bir dirhem
2,975 gram gümüş etmektedir. Bir altın dinar
ise Rasulullah (sav) zamanında yaklaşık olarak 12 dirhem gümüşe
eşdeğerdir. Günümüzde ise bir dinar altının değeri 60
dirhem gümüşün üstündedir. Bu nedenledir ki günümüzde
çeyrek dinar altın 15 dirhem gümüşten daha fazla bir
değere sahiptir. Bir rivayette şöyle
geçmektedir:
"O dönemde çeyrek dinar
üç dirhem etmekteydi"
*
Ahmed b. Hanbel'in rivayeti ise şöyledir:
"O dönemde çeyrek dinar
üç dirhem etmekteydi."
*
İbnü'l Münzir'den: "Osman'a, bir tür
limon ağacı çalan bir hırsız getirildi. Bir dinar, 12
dirhem üzerinden hesaplanarak çaldığı şeyin 3 dirhem
değerinde olduğu görülünce eli kesildi." Bu
rivayetlerin hepsi çeyrek dinarın değerini göstermektedir.
Dolayısıyla çalınan mal bu esasa göre değerlendirilmek
suretiyle nisab, gümüş veya kağıt paralarla
da tespit edilebilir.
3- Çalınan şey Şari'nin mülk
edinilmesine izin verdiği bir mal olmalıdır. Mal sayılmayan
yani Şari’nin mülk edinilmesine izin vermediği bir şeyi
çalarsa eli kesilmez. Şayet hür bir kimseyi çalarsa
eli kesilmez, çünkü çaldığı, mal sayılmaz. Eğer Şari'nin
haram kıldığı yanı mülk edinilmesine izin vermediği bir
malı çalarsa eli kesilmez. Bu nedenledir ki Müslümandan çalınan
içki ve domuz için el kesilmez. Çünkü bunların değeri,
Şari’nin mülk edinilmesine izin verdiği bir mal değildir.
Ancak bunları Müslüman olmayan birisinden çalarsa eli
kesilir. Çünkü Şari, Müslüman olmayanların bunları mülk
edinmelerine izin vermiştir. Müslüman olmayanlar açısından
içki ve domuz, Şari’nin mülk edinilmesine izin verdiği bir
maldır. Aynı şekilde nisab miktarını doldurduğu takdirde içki
kabının çalınması durumunda da el kesilir. Değeri nisab
miktarına ulaşması durumunda çalınan bir Mushaf ya da ilim
kitaplarından dolayı da el kesilir.
4- Mal, saklandığı, koruma altına
alındığı bir yerden çıkarılmış olmalıdır.
Hırsız, açık bir kapı bulursa ya da yırtılmış, parçalanmış
bir muhafazadan çalarsa eli kesilmez. Zira Ebu Davud'un Amr b.
Şuayb'dan onun babasından onun da dedesinden rivayet ettiği
bir hadiste şöyle buyurulmaktadır:
"Müzeyne kabilesinden bir adamın
Rasulullah (sav)'e (harise) meradan çalınan bir koyun
hakkında sorduğunu işittim. Dedi ki: Değerini iki
katıyla öder, ayrıca ceza olarak dayak yer. Şayet koyun
ağıldan alınmış ve değeri de bir kalkan
değerinde ise eli kesilir."
*
Hadiste yer alan
kelimesi merada çoban tarafından otlatılan hayvanlar
anlamına gelmektedir. Amr b. Şuayb'dan onun babasından onun
da dedesinden rivayet ettiği bir hadiste Müzeyne kabilesinden
bir adamın Rasulullah (sav)'e meyveler hakkında sorduğu bir
hadiste şöyle buyurulmaktadır:
"Yenlerinin dışında taşıdıklarının
değerini iki misliyle öder. Saklandığı yerden
alırsa ve değeri de kalkan değerine ulaşırsa eli kesilir."
*
Nesei ve Ebu Davud'un Amr b. Şuayb'dan onun
da babasından ve dedesinden rivayet ettiği bir hadis şöyledir:
"Rasulullah (sav)'e dalındaki meyve
hakkında sorulduğunda şöyle dedi: İhtiyaç
sahibi olmak kaydıyla eteğine almaksızın sadece yiyene bir
şey gerekmez. Kim ağaçtan beraberinde meyve götürürse aldığının
bedelini iki katıyla borçlanır ve ayrıca ceza çeker. Kim de
kurutma yerine getirilmiş meyveden bir şey
çalarsa ve çaldığının bedeli bir kalkanın değerine
ulaşırsa elinin kesilmesi gerekir."
*
Bu hadislerin tamamı el kesme cezasının
uygulanmasında çalınan malın "koruma altına alınan
bir yerden" alınmış olmasının şart
olduğunu göstermektedir. Yayılım halindeki hayvanlar meradan
çalındığı takdirde el kesilmez. Çünkü koruma altına
alınan bir yerden çalınmış değildir. Ahır,
ağıl ya da bunlar gibi koruma altına alınan yerlerden
birinden alınması durumunda el kesilmesi gerekir. Meyve
dalından alındığı takdirde el kesilmez. Ancak saklandığı
bir yerden alınırsa -ki burası "cerin" (muhafaza
altına alınan bir yer hükmündedir)- el kesilmesi gerekir. Hırsızlıkla
ilgili her şey böyledir. Yani çalınan bir mal
muhafaza altına alınan bir yerin dışından alınmışsa el
kesilmez. Muhafaza altına alınan bir yerden çalınır ve
değeri de çeyrek dinar altın olursa el kesilir.
"Hırz"ın (muhafaza
altında bulunmanın) ne olduğu hususunda, ne sözlük anlamına
ne de şer’î nasslara değil insanların ıstılahına yani
anlayışına müracaat edilir. Çünkü bu, bir vakıanın
nitelenmesi ve bu vakıayı isimlendirmek üzere kullanılan bir
terimdir. Dolayısıyla bu hususta delile müracaat edilmez,
insanların bu konu hakkındaki ıstılahına müracaat etmek
gerekir. Diğer bir ifadeyle hırz, insanların bir malı koruma
altına almak için kullandıkları terimdir. Bu nedenledir ki
malların türlerinin ve beldelerin değişimiyle değişiklik gösterir.
Nakitlerin korunduğu yer hayvanların, elbiselerin veya diğer
eşyaların korunduğu yerden farklıdır. Buna göre el kesme
cezasının uygulanabilmesi için malın saklandığı yerden çıkarılması
şarttır. Saklandığı yerden çıkarılmazsa el kesilmesi
gerekmez. Bu kuraldan yalnızca ödünç olarak verilen mallar
istisna edilmiştir. Ödünç olarak verilen bir mala ihanet
ettiği zaman el kesilir. Zira Üsame'nin şafaatçılık
etmek istediği ve bunun üzerine de Rasulullah (sav)'in
kızım Fatıma hırsızlık etse onun da elini keserdim dediği
ve had uyguladığı Mahzumlu kadının durumu bu idi. Zira bu
kadın ödünç bir şey alıyor sonra da aldığını inkar
ediyordu. Ödünç olarak ya da emaneten aldığı şeye ihanet
ettiği için Rasulullah (sav) elini kesmiştir. Bu nedenledir
ki ödünç olarak alınan bir mala ihanet etmek
hadisin nassı ile koruma altına alma kuralından istisna
edilmiştir.
Aişe (r.anha)'den. Dedi ki:
"Mahzum kabilesinden bir kadın insanlardan
ödünç mal aldı sonra da onu kendi mülkiyetine geçirerek
inkar etti. Durum Nebi (sav)’e bildirilince elinin kesilmesini
emretti. Bunun üzerine kadının akrabaları Üsame b. Zeyd'e
gelerek şefaatçılık yapması için konuştular. Üsame bu
konuda Nebi (sav) ile konuşunca Allah Rasülü (sav): Ey
Üsame, Allah'ın hadlerinden birisi hakkında
şefaatçılık yapmanı uygun görmüyorum dedi
sonra ayağı kalktı ve şu konuşmayı yaptı: Sizden
öncekileri helak eden şey şudur. İçlerinden
şerefli birisi hırsızlık ettiği zaman onu
(cezalandırmayıp) serbest bırakırlardı. Ancak aralarında güçsüz,
kimsesiz bir kimse hırsızlık yaptığı zaman ise hemen elini
keserlerdi. Canımı elinde bulundurana yemin olsun ki
Muhammed'in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa
mutlaka onun da elini keserdim, dedi ve Mahzumlu
kadının elini kesti."
*
5- Çalınan mal üzerinde hakkı olması
veya malı almaya hakkı olması türünden şüpheler çalınan
maldan yok olmalıdır. Buna göre bir kimse babasının ya da
oğlunun malından veya ortak olduğu bir maldan çalarsa
eli kesilmez. Zira Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Sen ve malın babana aittir."
*
Bir başka hadiste ise şöyle
buyurulmaktadır:
"Kişinin yediğinin en güzeli kendi
kazancından ve çocuğunun kazancından yediğidir."
*
Aynı şekilde beytülmaldan çalan hırsızın
da eli kesilmez. İbni Mace isnadı İbni Abbas'a dayanan bir
rivayete göre ganimet malları içinde yer alan bir köle
ganimet malından çalmıştı. Durum Rasulullah (sav)'e
bildirilince şöyle dedi:
"Allah'ın malını
birbirinden çalmıştır."
*
İbni Mesud, beytülmaldan çalan bir kişiye
ne yapılması gerektiği hususunda Ömer (ra)'e sorduğunda
Ömer şöyle dedi: "Onun elini kesme.
Çünkü beytülmalda hakkı olmayan hiçbir kimse yoktur." Şa'bi'nin
Ali (ra)'den rivâyatine göre şöyle demiştir:
"Beytülmaldan çalan kimsenin eli kesilmez." Genel
mülkiyet içerisinde yer alan malların durumu da beytülmal
gibidir. İster petrol gibi genel mülkiyete ait bir malın
kendisi olsun isterse genel mülkiyetten sayılan elektrik ve su
gibi hima (koruma altına alınan) bir mal olsun, çaldığı
malda hakkı olduğu yönünde şüphe olduğu için el
kesilmez. Fakat şüphenin var olması nedeniyle tazir cezası
ile cezalandırılır. Zira bunlar beytülmala ait mallar
gibidir. Aynı şekilde birbirlerinin mallarından çaldıkları
takdirde karı-kocanın elleri de kesilmez. Çünkü bunların
her biri diğerinin gıyabında harcama yapmaktadırlar. Bu şüphe
nedeniyle el kesilmez. Özetle, alınmasında şüphe bulunan
her bir malın çalınması durumunda el kesilmez. Zira şüpheler
hadleri ortadan kaldırır.
6- Hırsız; akıllı, buluğa ermiş ve
İslâm hükümlerini iltizam etmiş yani
uygulanmasını kabul etmiş zimmi veya Müslüman
bir kimse olmalıdır. Hırsız çocuk veya deli ise el
kesilmez. Çünkü Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Üç kişiden kalem kaldırılmıştır:
Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan
ve akıl sahibi oluncaya kadar deliden."
*
Bu kişilerden kalemin kaldırılmış olması
bunların mükellef olmadıkları anlamına gelmektedir.
7- Hırsızlığın ikrar veya adil bir
beyyine ile sabit olması gerekir. Ancak ıkrar vasıfla bir
arada bulunmalıdır. Yani hırsız çaldığı şeyin
niteliğini de ortaya koymalıdır. Zira hırsız
el kesmeyi gerektirmeyen bir malı çalmış olabilir.
Ancak kendisi elinin kesilmesi gerektiğini zannedebilir. Ahmed
Ebu Ümeyye el-Mahzumi'den şunu
rivayet etmektedir:
"Rasulullah (sav)'e hırsızlığını
itiraf eden bir kimse getirildi. Ancak çaldığı mal
beraberinde bulunamadı. Bunun üzerine Allah Rasülü (sav) şöyle
dedi: Senin çaldığını zannetmiyorum.
Hırsız: Hayır, çaldım diye ısrar etti ve bunu iki veya
üç kere tekrarladı. Allah Rasülü (sav) de elini kesmelerini
söyledi."
*
Bu olayda Allah Rasülü (sav) adamın çaldığı
malın el kesmeyi gerektirecek bir mal olup olmadığını
tespit etmek istemiş ve bu amaçla da senin çaldığını
zannetmiyorum demiştir. Hırsız birkaç defa aynı şeyi
tekrarlayınca elinin kesilmesini emretmiştir. Her ne kadar her
ikrarda olduğu gibi bir defalık ikrar yeterli olsa da,
hakimin, önünde suçunu ikrar eden kimseden haddi düşürmek
amacıyla hatırlatmada bulunması ve suçun ispatında mübalağaya
gitmesi menduptur. Yukarıdaki rivayette olduğu gibi ikrarın
tekrarlanmasından maksat suçu tespit etmektir. İkrarı
tekrarlatmak şart değildir. Beyyinede ise ceza
beyyinelerinde olduğu gibi şu hususların
bulunması şarttır.
a- Adalet sahibi iki erkeğin veya ikisi
kadın bir erkeğin bulunması,
b- Çalınan mal ortada yoksa
hırsızlığın vasfını net bir şekilde ortaya koymaları,
çalınan mal ortada ise çalınan malı işaret etmeleri,
c- Birbirleri ile çelişkiye düşecek
şekilde ihtilaflı bir şahitlikte bulunmamaları
gereklidir. Şahitlerden biri perşembe günü diğeri de cuma günü
çaldığını söylerse veya birisi otomobil diğeri de
motosiklet çaldığını söylerlerse,
şahitlikte aranan nisabın tamamlanmamış olması
nedeniyle el kesilmez.
Hırsızlıktan dolayı el kesme cezasının
uygulanmasında aranan şartlar bunlardır. Hırsızlık
olayında bu şartlar bulunduğu takdirde hırsızın eli
kesilir. Ancak hırsızın elinin kesilmesiyle yetinilmeyip çalınan
mal da sahibine iade edilir. Ebu Davud'un Hasan b. Semure'den
yaptığı rivayete göre Rasulullah (sav) şöyle
buyurmaktadır:
"Kişi çalınan malının
aynısını bir adamın yanında bulursa onu almaya hak
sahibidir. Satılanı satandan geri alır."
*
Bu kural hırsız, gasbeden, muhtelis ve hain
için de geçerlidir. Ahmed'in Hasan'dan ve Semre'den tahric
ettiği bir hadiste Rasulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:
"Bir adamın malı çalınır veya kaybolur
sonra da malını aynıyla bir başka adamın yanında bulursa
onu almaya hak sahibidir. Müşteri ise bedelini almak
üzere satıcıya müracaat eder."
*
Bu hadis, çalınan malın sahibine iade
edileceğine delalet eden nasstır. Şayet çalınan
mal telef olur veya tüketilirse değerinin mal sahibine ödenmesi
gerekir. Şayet ayn (malın kendisi), yerde elbisenin güvelenmesi,
otomobilin paslanması gibi kullanılmaksızın durduğu yerde
kayba uğrarsa tazminat alınması gerekir. Noksanlığın,
malın kullanılmasından kaynaklanması durumunda da hüküm
aynıdır. Şayet ayn, uçak veya deve gibi fayda sağlayan,
getirisi olan bir şey ise, mal sahibi hırsızın
elinde kaldığı süre için malının sağlayacağı faydayı
talep eder. Çalan kişinin çaldığı maldan herhangi bir
fayda elde edip etmemesi durumu değiştirmez.
El Kesilmeyecek Durumlar
El kesmemeye delalet eden birtakım
hadislerin varlığı nedeniyle bazı durumlarda el kesilmez.
Çünkü bu durumlar el kesmeyi gerektiren şartlar kapsamına
girmemektedir. Rafi b. Hadic (ra)'den: Rasulullah (sav) şöyle
dedi: "Semerde ve keser(hurma özün)de el
kesme yoktur."
*
Semer diye ağaçta asılı bulunan meyveye
denir. Keser ise bir başka toprağa ekilmek üzere
çalınan hurma ağacının içinden çıkan dalı beyaz olan
kısma denir. Hurma ağacının ortasından çıkan yağa da
keser denir. Hasen (ra)'den: Rasulullah (sav) şöyle
dedi: "Yenmek üzere hazırlanmış yiyecek
için el kesme yoktur." Burada ev halkının
yemesi için hazırlanmış olan yemek ile,
satılmak üzere lokanta sahibi tarafından hazırlanan yemekler
arasında fark yoktur. Hadisin nassı insanların yemeleri için
hazırlanmış olan her yemeğe uygundur. Ancak
henüz tane halinde olan veya buğday başağı gibi başak
halinde bulunan yiyecekler yenmek üzere hazırlanmış
şeyler sayılmaz. İster hasat edilmiş olsun
isterse hasat edilmemiş olsun henüz
koruma altına alınmamış tarladaki buğdayın
çalınması durumunda el kesilmez. Fakat ambar gibi koruma
altına alınmış bir yerden çalınırsa
el kesilir. Zira Nebi (sav)'e dağda otlamayan henüz ağıla
girmemiş koyun hakkındaki bir soruya şöyle
cevap vermiştir:
"Ey Allah’ın Rasülü. Meradan çalınan
koyun hakkında ne dersin? Dedi ki: Meradan çalınan koyun için
el kesme yoktur. Ağılda ve kalkan değerinde ise el kesilir.
Kalkan değerinde değilse bir mislini ödemeye zorlanır, ceza
olarak da dayak yer."
*
Amr b. Şuayb Hadisi ise şöyledir:
"Ey Allah Rasülü dalında asılı bulunan
meyve ceplere doldurulursa ne olur? Dedi ki: Kim eteğine
almaksızın sadece yer ise bir şey gerekmez. Kim de
beraberinde bir şey alırsa hem aldığını iki misli ödemesi
hem de ceza gerekir. Saklandığı yerden alınmışsa ve
alınanın bedeli kalkan değerinde ise el kesilir."
*
Bu hadislerin tümü bahçelerden ve tarladan
çalınması veya dağda yayılan hayvanların alınması
durumunda el kesilmeyeceğine işaret etmektedir.
Kıtlık zamanlarında yapılan
hırsızlıklar için de el kesme yoktur. Mekhul (ra) Rasulullah
(sav)'den şunu rivayet etmektedir: "Açlığa mahkum
olunması durumunda kesmek yoktur." Hasen bir adamdan
şunu zikreder: "Birbirine sarılmış ve
aralarında et olan iki adam gördüm ve onlarla birlikte Ömer (ra)'e
gittim. Etin sahibi şöyle dedi: Benim uşara (on
aylık gebe olan ve doğumu yakın olan) devem vardı. Baharı
bekler gibi onu bekliyordum. Şu iki adam onu boğazlar halde
buldum. Ömer (ra) şöyle dedi: Senin devenin
yerine iki tane etine buduna dolgun on aylık gebe deven
olmasına razı olmaz mısın? Biz hurma salkımından dolayı
ve açlık zamanında el kesmeyiz." Bu olay
kıtlığın yaşandığı bir dönemde cereyan etmişti. Uşara
diye on aylık gebe olan ve doğumu yaklaşan deveye derler. Bu
deve sahipleri, nezdinde çok kıymetlidir. Sütünün bolluğundan
ve verimliliğinden faydalanmak için baharı bekler gibi
beklerlerdi. Yiyecek bir şey bulamayan aç bir kimsenin durumu
da böyledir. Aç olan bir kimse karnını doyurmak ve açlığını
gidermek için bir şey çalarsa eli kesilmez.
Çünkü onun durumu Rasulullah (sav)'in şu hadisine
uymaktadır: "Açlığa mahkum olunması durumunda
kesmek yoktur."
Bu açıklamalara göre bir başka toprağa
ekilmek üzere alınan hurma özü ve tüm hurma
fidelerinden, hurma ağacının ortasından çıkan yağ için,
Rasulullah (sav)'in: "Semerde ve keser(hurma
özün)de el kesme yoktur."
* hadisine istinaden el
kesilmez. Hadiste yer alan "keser" herhangi bir şeyle
kayıtlanmamıştır. Dolayısıyla mutlak surette el kesilmez.
Bunlar ister saklandıkları yerden alınsınlar isterse bir
başka yerden alınmış olsunlar el kesilmez.
Yine hazır olan yemeği kayıtlayan herhangi bir şey
olmadığı için ister saklandığı yerden çalınmış olsun
isterse bir başka yerden alınmış olsun
el kesilmez. Çünkü hadis aynen şöyledir: "Yenmek
üzere hazırlanmış yiyecek için el kesme yoktur."
Ancak ağaçta asılı bulunan meyve, buğday ve benzerleri
saklandığı yerin dışında bir yerden alındığında el
kesilmez, fakat koruma altına alınan bir yerden çalınmışsa
Rasulullah (sav)'in; "Saklandığı yerden alınmışsa
el kesilir"
* hadisi gereğince el kesilir.
Kesilecek Miktar
Yüce Allah'ın;
"Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini
kesiniz"
*
ayeti, el kesme cezasının nassıdır. Ayette yer alan
"ellerini" ifadesindeki el kelimesinin
tefsirinde sözlüğe müracaat etmek gerekir. El kelimesi
sözlükte avuç içi, parmaklar ve avuç içinin sonuna yani
bileğe kadar olan kısım için kullanılır. Beraberinde
karine olmaksızın bunun dışında bir başka anlamda
kullanılmaz. Bu nedenledir ki abdest ayetinde
"ellerinizi dirseklerinize kadar"
* ifadesi
ile ellerin dirseklere kadar yıkanması gerektiği açıklanmıştır.
Şayet ayette dirseklere kadar kelimesi yer almamış olsaydı
elleri bileklere kadar yıkamak gerekirdi. Diğer bir ifade ile
ellerin yıkanmasından yalnızca sözlük manası
anlaşılırdı. Buna göre hırsızın eli avuç mafsalından
kesilir ki burası da bilektir. Ebu Bekir ve Ömer
(r.anhüma)'in şöyle dedikleri rivayet edilir: "Bir kimse
hırsızlık yaptığı zaman sağ bilekten
kesiniz." Onların bu sözüne sahabeler muhalefet etmemişlerdir.
Ayette yer alan "ellerini" kelimesi el için
kullanılmıştır. Ayette belirleme olmadığından aralarında
herhangi bir fark olmaksızın sağ elin ve sol elin
kesilmesinin de caiz olduğuna delalet etmektedir. Ancak İbni
Mesud'un kıraatına göre bu ayet: sağlarını (ellerini)
kesiniz" şeklinde okunmaktadır. Diğer taraftan ise
Ebu Bekir ve Ömer (r.anhüma)'in de: "Sağ ellerini
kesiniz" dedikleri sabittir. Dolayısıyla kesme sağ
eli bileğe kadar olan kısımdan yapılır. Yani avucun
son kısmından parmakların sonuna kadar olan kısım kesilir.
Bu kısım ise bilek ile avuç arasında kalan kemiklerdir.
Herhangi bir karine bulunmadığı zaman el lafzı sözlükte bu
kısım için kullanılmaktadır.
Hırsızın eli kesildiği zaman dağlanır.
Ebu Hüreyre'den gelen rivayet şöyledir: "Rasulullah (sav)'e
pelerin çalmış olan bir hırsız
getirildi. Dediler ki: Ey Allah Rasülü: Bu adam hırsızlık
yaptı. Rasulullah (sav): Onun çaldığını sanmıyorum?
deyince, hırsız: Evet, Ey Allah Rasülü ben çaldım dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (sav): Onu götürünüz elini
kesiniz sonra da dağlayınız, buyurdu." Dağlama
iyece kaynamış zeytin yağı ile yapılır. El
kesildiği zaman elin kesilen kısmı, kanın akıp gitmesini
engellemek için kaynamış zeytin yağına
daldırılır. Zira kanın akması hırsızın ölmesine neden
olur. Dağlama, yalnızca dağlama olduğu için değil,
hırsızın helak olmaması illetine binaen vaciptir. Bu
nedenledir ki kanın akmasını engellemek üzere dağlamanın
yerini tutacak değişik tıbbi yöntemlerin kullanılması da
caizdir.
Hırsızın eli mümkün olan en kolay bir
şekilde kesilir. Zira hırsızı cezalandırmaktan kasıt onu
öldürmek ya da işkence yapmak değildir. Eli kesilmesi
gerektiği zaman kesilecek eli yoksa, herhangi bir afette elini
kaybetmişse veya bir saldırganın saldırısına uğramışsa
el kesme cezası düşer ve ona bir şey yapmak gerekmez. Zira yüce
Allah (cc) elin kesilmesini emretmiştir. Ortada kesilecek el
yoksa ceza da düşer ve bir başka şey
gerekmez. Bu nassın dışında eli kesmeye delalet edecek bir
başka nass yoktur. Bu nass ise yalnızca el kesmeye delalet
etmektedir. Hamile olan bir kadının hamileliği devam ettiği
ve doğum yaptıktan sonra da nifastan kurtuluncaya kadar eli
kesilmez. Çünkü bu halde el kesme cezasının uygulanması
hem kendisinin hem de çocuğunun telef olmasına neden olur.
Hastalığı süresince hastanın da eli kesilmez ve iyileşmesi
beklenir. Elini kesmeden birçok kere hırsızlık yapmışsa
yalnızca bir kere eli kesilir. Hırsızın eli kesildiği zaman
sonradan tekrar hırsızlık yaparsa eli tekrar kesilmez, ancak
hapsedilmesi gerekir. Elinin tekrar kesilmemesinin nedeni ayetin
el kesmeye delalet etmesidir ki bu hüküm de uygulanmıştır.
Ayetin bir başka şeyin kesilmesine delalet
etmemesi belirli bir haddin varlığını gösterir.
Hapsedilmesi ise, ikince defa hırsızlık
yaptığında ne tür bir had uygulanması gerektiğine dair bir
nassın bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda ise
tazir cezası uygulanır.
Hırsızlık Haddi Allah (cc)'ın
Hakkıdır
Hırsızlık haddi içerisinde, Ademoğluna
ait bir hak bulunsa da diğer hadler gibi Allah'a ait bir
haktır. Bu nedenle çağrılmadan şahitlik yapan kimsenin
şahitliği kabul edilir. Malı çalınanın kişinin talebine
gerek olmadığı gibi hak sahibinin hakkından vazgeçmesiyle
de düşmez. Üstelik ayet, zina haddini gösteren ayet gibi
geneldir. Allah (cc)’ın; "Hırsızlık yapan kadın ve erkeğin ellerini
kesiniz"
* ayeti gereğince hırsızlık yapan kimsenin
elinin kesilmesi sabittir. Bu vucubiyet zina haddinde olduğu
gibi talebi gerektirmeksizin uygulanması gerekir. Mahzumlu
kadın ile ilgili hadis buna delildir. Bu olayda Rasul (sav)
hırsızlık haddinin uygulanması için Üsame'nin şefaatçi
olmasına aşırı şekilde kızmış ve şöyle
demiştir:
"Sizden öncekileri helak
eden şey şudur. İçlerinden şerefli birisi
hırsızlık ettiği zaman onu (cezalandırmayıp) serbest
bırakırlardı. Ancak aralarında güçsüz, kimsesiz bir kimse
hırsızlık yaptığı zaman ise hemen elini keserlerdi.
Canımı elinde bulundurana yemin olsun ki Muhammed'in kızı
Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini
keserdim."
*
Yani onların helak olmalarının nedeni
hadlerin zayi olmasıdır. Ebu Hüreyre Nebi (sav)'den şu
hadisi rivayet etmektedir:
"Yeryüzünde herhangi bir haddin
uygulanması yer ehlinin üzerine kırk sabah yağmur
yağmasından daha hayırlıdır."
*
İbni Ömer'den: Nebi (sav) şöyle dedi:
"Kim Allah'ın hadlerinden
birinin uygulanmaması hususunda şefaatçi olursa işinde
Allah'a karşı gelmiş olur."
*
Bu delillerin tamamı hadlerin düşmeyeceği
hususunda net ifadelerdir. Zira bunlar, Allah'ın hakkı
kapsamına girenlerdendir. Bu nedenle davacıya gerek yoktur ve
çağrılmadan şahitlik yapan kimsenin şahitliği caizdir.
Ancak burada sorulan bir soru vardır: Dava
hakime çıkmadan önce hak sahibinin hakkından vazgeçmesi
haddi düşürür mü düşürmez mi? Dava hakime çıkmadan
önce affetmekle haddin düşeceğini söyleyenler vardır.
Bunlar, Safvan b. Ümeyye'nin rivayet ettiği şu
hadisle istidlal etmektedirler:
"Mescitte uyuyordum. Üzerimde hamiysa (hırka)
vardı ve çalındı. Sonra hırsızı yakaladılar ve Allah Rasülü
(sav)'in huzuruna çıkardılar ve elinin kesilmesini emretti.
Bunun üzerine ben dedim ki: Ey Allah Rasülü! hırkanın
değeri otuz dirhem değil mi, öyleyse onu ona hibe ediyorum
veya ona satıyorum." Rasulullah (sav): "Onu bana
getirmeden önce yapsaydın ya?"
* buyurdu.
Ebu Davud Amr b. Şuayb'dan onun da
dedesinden şu hadisi rivayet etmektedir: Rasulullah (sav) şöyle
dedi:
"Aranızda meydana gelen had konusu
sorunları affediniz. Zira bana ulaştı mı benim haddi
uygulamam gerekir."
*
Yine Darakutni'nin Zübeyr'den rivayet ettiği
hadis ise şöyledir: Rasulullah (sav) şöyle dedi: "Şefaatinizi,
suçlu valinin önüne çıkmadan önce yapınız. Dava valiye
çıktıktan sonra şefaatte bulunursanız ve vali onu affetse
de Allah, valiyi affetmez."
Ancak nassları dikkatlice inceleyen kimse
hırsızlık haddinin, ne hakime çıkartılmadan önce ne de
sonra affetme ile kesinlikle düşmeyeceğini görür. Bunun
delili hırsızlık ayetinin genelliğidir. Zira el kesme, farz
hükmünü aldığı zaman herhangi bir talep olmaksızın bu
farzın yerine getirilmesi gerekir. İbni Abdilberr, "Suç
hakime ulaştığı zaman hakimin haddi uygulaması
gerektiğinde icma olduğunu söyler. Bahr sahibi de bu hususta
icma olduğunu" söyler. Zira şefaatı nehyeden hadisler,
davanın hakime ulaşması öncesini de sonrasını da
kapsayacak şekilde geneldir. Çünkü hırsızlık haddinin
Allah'a ait bir hak olduğunda şüphe yoktur. Her ne kadar
bunda insanoğluna ait bir hak bulunsa da Allah'a ait bir hak,
insanoğlunun hakkından vazgeçmesiyle düşmez. Bütün
bunlar, insanoğlunun hakkından vazgeçmesiyle hırsızlık
haddinin düşmeyeceğinin sabit olduğunu göstermektedir.
Fakat yukarıda; geçen Safvan, Amr b. Şuayb
ve Zübeyr hadislerinin hiçbiri haddin düşeceğine delalet
etmez. Bu hadisler yalnızca mal sahibinin affedici olmasının
caiz olduğuna delalet eder. Mal sahibinin affedici olması ise
haddin düşeceği yani hakimin affedeceği anlamına gelmez.
Safvan hadisi şöyleydi:
"Ona hibe ediyorum veya ona satıyorum."
Rasulullah (sav): "Onu bana getirmeden önce niye
yapmadın?" Yani onu bana getirmeden önce niye
affetmedin. Bu ifade dava, hak sahibi aracılığı ile hakime
ulaşmadan önce hak sahibi affederse sonra da bir şahit
gelerek onun hırsızlık yaptığını iddia ederse, şahidin
iddiasının kabul edilmeyeceği ve hırsızın affedileceği
anlamına gelmez. Evet, hadis bu anlama gelmez. Zira hırkanın
sahibi, çaldığı hırka sebebi ile hırsızın elinin
kesileceğini gördüğünde Rasüle şöyle dedi: Ben hırkayı
ona hibe ediyorum veya satıyorum. Bu ifade, hırsızlık suçundan
dolayı affedilmesini istediğini gösteren bir sözdür.
Rasülün ona cevabı ise; dava kendisine gelmeden önce hırkayı
ona bağışlaması veya satması şeklinde olmuştur. Yani bana
gelmeden önce affetmen gerekirdi, bana geldikten sonra
affedemezsin. Diğer bir ifade ile, dava hakime çıkmadan önce
affetme hakkın vardır, hakime çıktıktan sonra affetme
hakkın yoktur. Bu ifade, hakime ulaşmadan önce hak sahibi
tarafından affedilen bir hırsızlık olayında hırsıza
uygulanacak haddin düşeceğine delalet etmez. Aynı şekilde
bu ifade, hak sahibi tarafından dava hakime çıkarılmadığı
takdirde hakimin davaya bakamayacağı, hatta hak sahibinin
affetmesine binaen affedeceği anlamına da gelmez. Hadis, hiçbir
şekilde bu anlama delalet etmemektedir. Hadisteki ifadenin
delaleti, hırsızlığın hakime intikalinden sonra affetmekle,
mal sahibinin hakkının düşmesi ile sınırlıdır. Dava
konusu hırsızlık olayı, hakime ulaşmadan önce hak
sahibinin affetmesinin caiz olduğuna da delalet etmektedir.
Hadisteki ifade bunun dışında bir başka şeye delalet
etmemektedir.
Ancak Amr b. Şuayb hadisi, davalı ile
davacının arasında affetme olayının caiz olduğuna
delildir. Bu nedenledir ki hadiste şöyle denilmiştir:
"Zira bana ulaştı mı benim haddi
uygulamam gerekir."
*
İster hak sahibinin iddiası ulaşmış
olsun isterse bir başkasının iddiası ulaşmış olsun haddin
uygulanacağı hususunda bu hadis geneldir. "Şefaatınızı
suçlu valinin önüne çıkmadan önce yapınız," şeklindeki
Zübeyr hadisi de böyledir. Yani birbirinize şefaatçı
(affedici) olunuz. Bu nedenledir ki hadisin hemen devamında şöyle
denilmektedir: "Dava valiye çıktıktan sonra vali
onu affetse de Allah, valiyi affetmez." Aynı
şekilde bu ifade de; hırsızlık olayı ister hak sahibi
tarafından ulaştırılmış olsun isterse bir başkası
tarafından ulaştırılmış olsun, affetmenin söz konusu
olmayacağı hususunda geneldir. Amr b. Şuayb ve Zübeyr
hadisi; hırsızlık olayı herhangi bir şekilde hakime
ulaşmışsa, hakime ulaşmadan önce hak sahibinin affetmesiyle
haddin düşmeyeceğini teyid etmektedir. Ancak her halde hakime
ulaşmadan önce mal sahibinden affetme kararının çıkmasında
bir sakınca yoktur.
Özetle hırsızlık haddi yüce Allah'a ait
bir haktır. İster hakime ulaşmadan önce olsun isterse ulaştıktan
sonra olsun hak sahibinin affetmesiyle hak kesinlikle düşmez.
Hırsızlık olayı, hak sahibi veya hırsızlığa şahit olan
bir kimse ya da polis tarafından hakime ulaştığı zaman
hakimin davayı dinlemesi gerekir. Hırsızlığın hakime
ulaşması için davacının bulunmasına gerek olmadığı gibi
davanın kabulünü reddetme hakkı da yoktur. Hırsızlık
sabit olduğu zaman haddi uygulaması gerekir. Çünkü hırsızlık
hak sahibinin hakkından vazgeçmesiyle veya şefaatçi olmasıyla
düşmez. "Zira bana ulaştı mı benim haddi
uygulamam gerekir", "Dava valiye çıktıktan
sonra vali onu affetse de Allah, valiyi affetmez" hadislerinin
içeriğinde affetme anlamı yer almamaktadır.
|