FIKIHTAN ÖRNEKLER/KESİTLER |
|
Sahabeler (rıdvanullahi aleyhim),
Arap idiler. Arapça onların mizaçları idi. Arap lisanını
çok dakik ve kapsamlı bir şekilde bilen alim kişilerdi.
Rasulullah (u)’in
yanından ayrılmıyorlardı. Kur'an, onlar Peygamberin yanında
iken inmekteydi. Peygamberin haklarında Allah’ın hükümlerini
açıkladığı Hadiseler onların gözleri önünde cereyan
ediyordu. Onlar, şeriatı da kapsamlı bir şekilde tam olarak
bilen alim kişilerdi. Onlar, kendilerine hakkında Allah’ın
hükmünün açıklanması gereken bir vakıa sunulunca, onun
hakkındaki şer'î hükmü, nasstan yada nassın anlamından çıkartmış
oldukları görüşlerini açıklayarak ortaya koymaktaydılar.
Onlar genellikle delili açıklamaksızın hükmü gösteriyorlardı.
Onun için sahabelerin vermiş oldukları hükümler onların
(kendi) görüşleri şeklinde nakledilmiştir. Bu durum bazı
insanları, sahabelerin davalar yada sorunlar hakkında kendi görüşleri
ile hüküm verdikleri şeklinde bir anlayışa sahip olmaya
sevk etmiştir. Gerçekte ise; sahabeler, şer'î nasslardan
anlayışları ile çıkardıkları şer'î hükmü ortaya
koymaktaydılar. Fakat o şer'î hükmü delili ile birlikte
ortaya koymuyorlar yada hükmün illetini ve illetin delilini açıklamıyorlardı.
Bu da bazılarını; ‘Bu hüküm sahabelerin görüşüdür,
o halde Arapçayı bildiği ve aklı da İslâm’la dolu olduğu
sürece insanın bir dava hakkında görüşü ile hüküm
vermesi caiz olur’ şeklinde bir yanlış anlamaya sevk etmiştir.
Arap dilinin bozulmaya başladığı
asırlar gelince; Arapça,
dili muhafaza etmek ve bozulanı düzeltmek için esasları ile
öğretilmeye başlandı. Rivayetlere yalan sızmaya ve
Rasulullah (u)’in
söylemediği sözler Hadis diye rivayet edilmeye başlayınca Hadis,
usul ile öğretilen bir “fen”/uzmanlık konusu ilim oldu.
Onun için şer'î hükümleri istinbat etmek/çıkartmak, Arapçayı
ve şer'î nassları bilmeye gereksinim duyar oldu. Şer'î hüküm
delil ile birlikte ve hatta delilden hükmü çıkartma şekliyle
birlikte ortaya konulur oldu. Böylece fıkıh, araştırmada
yeni bir oluşum halinde şekillenmeye ve tasnifte özel bir
tertiple düzenlenmeye başladı. Tasnif ve tertipte üslup
farklılığı olmasına rağmen; hükmü açıklarken şer'î hükmün
delilini açıklamak ve hüküm ihtilafı olduğunda delilden çıkartılış
şeklini açıklamak kaçınılmaz oldu.
Nitekim İslâmî kütüphaneler, fıkıh
hakkında tasnif ve sunuş bakımından çeşitli üsluplarla
yazılmış yüz binlerce eserle dolmuştu. Ancak kafirler
miladi 18. yüzyılın ikinci yarısında müslümanlara saldırılarında
başarılı olduktan sonra, müslümanları İslâmî ilimler
hakkında yanıltmak için çalışmaya başladılar. Demegogun
‘arı dışkısıdır’ diyerek balı insanlara çirkin göstermesi
gibi kafirler de fıkıh kitaplarını müslümanlara çirkin gösterdiler,
onları fıkıh kitaplarından soğuttular. Müslümanların
kendisinden yüz çevirmeleri için kafirler İslâm fıkhını
siyah bir çerçeve içine koydular. Müslümanlar fıkıhtan yüz
çevirince, İslâm’ın hükümlerini öğrenmekten yüz çevirmiş
olup Allah’ın dini hakkında cehalete düştüler. Bu bilfiil
oldu.
Bundan dolayıdır ki; fıkıh öğrenimine
yönelik bir şevk oluşturmak için İslâm fıkhından
kesitler sunarak müslümanları fıkıh öğrenimine önem
vermeye teşvik etmek kaçınılmaz oldu. İnsanlara; bugün
siyasi hükümler yada anayasal fıkıh dedikleri genel ilişkilerle
alakalı şer'î hükümlerden örnekler/kesitler sunmak,
bugün medeni kanun dedikleri fertlerin birbirleriyle ilişkileri
hakkında şer'î hükümlerden kesitler sunmak, cezalarla
alakalı şer'î hükümlerden kesitler sunmak, beyyinât/ispat
vasıtaları ile alakalı şer'î hükümlerden kesitler
sunmak insanlar için faydalı olacaktır. Ta ki fıkhi resim açıkça
ortaya çıksın. Umulur ki, fıkhın muteber ana kitaplarından
İslâm fıkhını öğrenmeye şevk/istek olsun.
|