GENEL İLİŞKİLERLE ALAKALI ŞER'İ HÜKÜMLER
1- HİLÂFET |
|
Hilâfet:
İslâm Şeriatının hükümlerini hakim kılması ve İslâm
davetinin tüm dünyaya taşınması için tüm müslümanların
yöneticiliğidir. İmametle aynı anlamı taşır. "İmamet"
ve "Hilâfet" kavramlarının anlamları birdir. Zira sahih hadislerde bu
iki kelime aynı anlamlarda kullanılmıştır. Hiç bir şer’î
nassta yani Kur'an ve Sünnette bu iki kelimeden birinin anlamı
diğerine muhalif olarak kullanılmamıştır. Bu yüzden bu
kavramları kullanırken "İmamet" ya da "Hilâfet"
kelimelerini birbirine tercih için zorlamaya gerek yoktur. Asıl
gerekli olan bu kelimelerin ihtiva ettiği içeriktir.
Hilâfet’in
yeniden kurulması dünyanın dört bir köşesindeki müslümanlar
için farzdır. Tıpkı Allahu Teâla’nın müslümanlara farz
kıldığı diğer farzlar gibi kesin bir emirdir. Müslümanların
Hilâfet’in ikamesi konusunda seçme ve ruhsat kullanma hakkı
da yoktur. Bu nedenle Hilâfet’in kurulması noktasında gösterilecek
ihmal büyük bir günah ve isyandır. Allah bu isyanı işleyenleri
şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır.
Tüm
müslümanların Hilâfet’in ikamesi için çalışmalarının
farziyetinin delili Kitap, Sünnet ve İcma-ı
Sahabedir/Sahabelerin İcmaıdır.
Kur’an’daki
deliller şöyledir:
Allahu
Teâla müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesini/yönetmesini
kesin ve açık bir dille Rasul (u)'e
emretti. Allahu Teâla
Rasulüne hitaben şöyle buyurdu:
فاحكم
بينهم بما
أنزل الله
ولا تتبع
أهواءهم
عما جاءك
من الحق “Aralarında
Allah'ın indirdikleri ile hükmet. Haktan sana gelenin dışında
onların hevalarına (arzularına) uyma."
وأن
احكم بينهم
بما أنزل
الله ولا
تتبع
أهواءهم
واحذرهم أن
يفتنوك عن
بعض ما
أنزل الله
إليك
“Onların
arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet. Onların heva ve
heveslerine uyma ve seni Allah'ın sana indirdiğinin bir kısmından
saptırırlar diye onlardan sakın."
Allah'ın
hitabının sadece Rasulüne has olduğuna dair
bir delil bulunmadıkça Rasule hitap, ümmetine hitaptır.
Burada da ayetlerin Rasulullah (u)'e
has olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır. Bu sebeple bu
hitap müslümanların da Allah'ın indirdikleri ile hükmedilmesini
sağlamaları ile ilgili bir hitaptır. Hilâfet’in kurulması
yönetimin ve sultanın/otoritenin ikame edilmesinden başka bir
anlama gelmez. Nitekim Allahu Teâla kendilerinden olan ulu'l
emre/yöneticiye itaatı, tüm müslümanlara farz kıldı. O
halde ayet, bir yöneticinin yani "veliyyu’l emrin"
varlığının farziyetine işaret etmektedir. Allahu Teâla şöyle
buyurmuştur:
يا
أيها الذين
آمنوا
أطيعوا
الله
وأطيعوا
الرسول
وأولي
الأمر منكم "Ey
iman edenler! Allah'a itaat edin. Rasule itaat edin ve sizden
olan emir sahiplerine/yöneticilere de."
Allahu
Teâla, olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre veliyyu’l
emrin
varlığı farziyet kazanır. Yani Allahu Teâla veliyyu’l
emre itaati emrederken aynı zamanda veliyyu’l emrin var olması
gerekliliğini de emretmiş demektir. Zira ancak veliyyu’l
emrin varlığı durumunda şer’î hükümler
uygulanabilecektir. Yokluğu durumunda ise şer’î hükümlerin
uygulanmaması anlamına gelir. Bu da veliyyu’l emrin varlığının
farzlığına delalet eder. Veliyyu’l emrin yokluğu ve
ikamesi için çalışılmaması şer’î hükümlerin hayattan
uzaklaşması gibi büyük bir haramın işlenmesine sebep olur.
Sünnetteki delillerden
biri Nafi'den rivayet
edilmiştir. Rivayet şöyledir:
"Abdullah
b. Ömer bana dedi
ki: Rasulullah (u)'i
şöyle derken işittim:
مَنْ
خَلَعَ
يَدًا مِنْ
طَاعَةٍ
لَقِيَ
اللَّهَ
يَوْمَ
الْقِيَامَةِ
لا حُجَّةَ
لَهُ
وَمَنْ
مَاتَ
وَلَيْسَ
فِي
عُنُقِهِ
بَيْعَةٌ
مَاتَ
مِيتَةً
جَاهِلِيَّةً
"Kim
itaatten elini çekerse, Kıyamet Gününde lehine hiç bir
delil bulunmaksızın Allahu Teâla’nın karşısına çıkacaktır.
Kim de boynunda biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.”
Bu
rivayetle Rasulullah(u)
Bütün müslümanlara bir Halife’ye biat etmesini (boynunda
biat halkası bulunmasını) farz kılmış, boynunda biat
halkası olmadan ölenin ölümünü "Cahiliye Ölümü"
ile vasıflandırmıştır. Biat bir başkasına değil ancak
devlet otoritesinin başı olan Halife’ye
yapılır. Rasulullah bu sözü ile; her müslümanın boynunda
bir halifeye biatın bulunmasını farz kılmıştır, her müslümanın
Halife’ye biat etmesini değil. İfadeyi biraz daha açacak
olursak burada farz olan, varlığı ile her müslümanın
boynunda biatın bulunmasını sağlayacak bir Halife’nin var
olmasıdır. Halife’nin bulunması ister bilfiil biat etsin
isterse etmesin her müslümanın boynunda biatın bulunduğu
anlamına gelir. Bu nedenle bu hadis bir Halife’nin nasbının
farziyetine delildir, yoksa biatın farziyetine değil. Zira
Rasulullah'ın yerdiği şey ölünceye dek bir müslümanın
boynunda biatın bulunmayışıdır. Dolayısı ile Rasulullah
hadiste müslümanların biat etmemesini değil, boynunda biatın
(Allah’ın hükümleri ile hükmedecek bir Halife’nin)
bulunmamasını yermiştir. Müslim’in rivayetine göre
A’rac, Ebu Hüreyre'den şu hadisi rivayet eder: “Nebî (u)
şöyle dedi:
إِنَّمَا
الإمَامُ
جُنَّةٌ
يُقَاتَلُ
مِنْ
وَرَائِهِ
وَيُتَّقَى
بِهِ
"İmam
bir kalkandır. onun arkasında savaşılır ve onunla
korunulur.”
Yine
Müslim, Ebu Hazim'den şu hadisi rivayet eder: "Hişam b.
Urve ve Ebu Salih, Ebu Hureyre'den o da Rasulullah'tan şunu
rivayet etmiştir: "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber
bulundum. Bana Rasulullah (u)'den
şunu işittiğini söyledi:
كَانَتْ
بَنُو
إِسْرَائِيلَ
تَسُوسُهُمُ
الأنْبِيَاءُ
كُلَّمَا
هَلَكَ
نَبِيٌّ
خَلَفَهُ
نَبِيٌّ
وَإِنَّهُ
لا نَبِيَّ
بَعْدِي
وَسَيَكُونُ
خُلَفَاءُ
فَيَكْثُرُونَ
قَالُوا
فَمَا
تَأْمُرُنَا
قَالَ فُوا
بِبَيْعَةِ
الأوَّلِ
فَالأوَّلِ
أَعْطُوهُمْ
حَقَّهُمْ
فَإِنَّ
اللَّهَ
سَائِلُهُمْ
عَمَّا
اسْتَرْعَاهُمْ
"İsrail oğulları
Nebîler tarafından siyaset (idare) edilirdi. Bir Nebî öldüğünde
onu bir diğeri takip ederdi. Benden sonra artık Nebî yoktur.
Ancak bir çok Halifeler olacaktır.”
Oradakiler
dediler ki: “Bu durumda bize ne emredersin?” Dedi ki: “İlk
biat edilene vefakar olun ve ona karşı olan görevlerinizi
yerine getirin. Muhakkak ki Allah size karşı görevlerini
yerine getirip getirmediklerini onlardan soracaktır.”
İbni
Abbas Rasulullah (u)'den
şu hadisi rivayet eder:
مَنْ
كَرِهَ
مِنْ
أَمِيرِهِ
شَيْئًا
فَلْيَصْبِرْ
فَإِنَّهُ
مَنْ
خَرَجَ
مِنَ
السُّلْطَانِ
شِبْرًا
مَاتَ
مِيتَةً
جَاهِلِيَّةً
"Emirinden hoşlanmadığı
bir şeyi gören kimse sabretsin. Zira insanlardan, kim
otoriteden bir karış ayrılırsa cahiliye ölümü üzere ölür.”
Bu
hadislerde, Rasulullah (u)
müslümanların bir takım yöneticilerinin olacağını haber
verdiği gibi Halife’nin "kalkan" yani ümmet için
koruyucu vasfını da beyan etmiştir. Rasulullah’ın imamı
"kalkan" olarak nitelenmesi, bir imamın bulunmasının
faydalarına işaret eden bir taleptir. Zira Allah ve Rasulünün
bir şeyi bildirişi yerme ifadesi içeriyorsa o şeyi terk
etmeyi (nehyi) gerektiren bir talep demektir. Eğer bildirim bir
övgü ifadesi taşıyorsa o fiilin yapılmasını gerektiren
bir talep demektir. Eğer Allah ve Rasulünce talep
edilen fiilin yapılması şer’î bir hükmün yerine
getirilmesini gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin terki
herhangi bir şer’î hükmün uygulanmamasına sebep oluyorsa
bu talep kesinlik ifade eder. Rasulullah'ın yukarıdaki
hadislerinde; hem müslümanları yönetecek kişilerin
Halifeler olduğuna hem müslümanların başında her zaman için
bir halifenin bulunmasının farz olduğuna hem de müslümanların
sultadan, yönetim otoritesinden, dışarı çıkmalarının
haram olduğuna dair bir bildirim vardır. Bu da müslümanların
yönetilmeleri için bir otorite tesis etmelerinin farziyetine işaret
eder.
Ayrıca
Rasul (u)
müslümanlara, Halife’ye itaatı ve Halife’yle mücadele
edenlerle savaşmayı da emretti. Bu talep, bir Halife seçmek
ve onunla mücadele eden herkesle savaşıp Hilâfet müessesini
korumakla ilgili bir emirdir. Nitekim Müslim'in Rivayetine göre
Nebî (u)
şöyle buyurmuştur:
وَمَنْ
بَايَعَ
إِمَامًا
فَأَعْطَاهُ
صَفْقَةَ
يَدِهِ
وَثَمَرَةَ
قَلْبِهِ
فَلْيُطِعْهُ
إِنِ
اسْتَطَاعَ
فَإِنْ
جَاءَ
آخَرُ
يُنَازِعُهُ
فَاضْرِبُوا
عُنُقَ
الْآخَرِ
"Kim
bir imama biat edip elini sıkarsa ve kalbinin meyvesini ona
verirse (rıza gösterirse) gücü yettiğince itaatte bulunsun.
Eğer (yönetimi ele geçirmek için) onunla savaşacak birisi
ortaya çıkarsa o kişinin boynunu vurun.”
İmama
itaatle ilgili emir, aynı zamanda bir Halife’nin seçilmesi
ile de ilgili bir emirdir. İlaveten Halife ile çekişen kişi
ile savaşmaya dair emir tek
bir Halife’nin
bulunması ilgili kesin bir emrin varlığına işarettir.
Sahabelerin
İcmaına gelince: Sahabeler (r.anhum) Rasulullah (u)'in
vefatından hemen sonra bir Halife seçilmesinin gerekliliği
hususunda icma etmişlerdir. Sahabelerin (r. anhum); Ebu Bekir (t),
Ömer (t)
Osman (t)
ve Ali (t)’yi
Halife seçip onlara bizzat biat etmeleri ile de bu icma tekerrür
etmiştir Sahabelerin bir Halife’nin seçimi ve ona biat
noktasındaki icmalarını daha açık olarak ortaya koyan asıl
olay şudur:
Sahabeler
Rasulullah (u)'ın
vefatından sonra onun gömülmesi işini erteleyerek Halife seçilmesi
işi ile ilgilenmişlerdir. Halbuki ölünün en kısa zamanda
defnedilmesi farz olduğu gibi ölünün defnedilmesinin
kendilerine farz olduğu kişilerin bir başka işle meşgul
olmaları ve defni ertelemeleri de haramdır. Rasulullah'ın
cenazesinin techizi ve defni üzerlerine farz olan bir kısım
sahabenin Halife’nin seçimi ile uğraştığı sırada diğer
sahabelerin itiraz hakları olduğu halde sükut ederek defnin
iki gece ertelenmesine taraftar olmaları icmaya en iyi
delildir. Peygamber'in cenazesinin defni ile değil de
Halife’nin seçilmesi işi ile meşgul olmak üzerinde gerçekleşen
bu icma, Halife seçiminin cenaze defninden (bu cenaze insanların
en hayırlısına ait olsa da) daha önemli bir farz olduğunu göstermektedir.
Bu
konudaki icma sahabelerin hayatları boyu süren bir icma olmuştur.
Sahabeler yeri geldiğinde hangi şahsın Halife olacağı
konusunda ihtilaf etmelerine rağmen ne Rasulullah (u)'in
ne de Raşit Halifelerin vefatlarından sonra bir Halife’nin
seçilmesi gerekliliğinde kesinlikle ihtilaf etmemişlerdir.
Dolayısıyla sahabelerin halife nasbetmenin farziyeti
meselesindeki icmaları, kuvvetli, açık ve net bir delildir.
Dinin
hakim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili Şeriat hükümlerinin
tümünün uygulanması subutu ve delaleti kesin delille müslümanlara
farz kılınmıştır. Bu hedefin gerçekleşmesi de ancak sulta
sahibi bir yönetici ile yani Halife’nin varlığı ile mümkündür.
Bu konu ile alakalı şer’î kaide şudur:
“Bir farzı yerine getirmek için gerekenler de farzdır."
Bu kaide gereği dinin tüm hükümlerinin uygulanabilmesinin şartı
olan Halife’nin seçilmesi de farzdır.
Tüm
bu deliller müslümanların yönetilmeleri için bir yönetim
ve otorite tesis etmelerinin farziyetine açık bir delildir.
Aynı deliller otoritenin başında bulunacak ve İslâm’ın hükümlerini
uygulayacak bir Halife’nin seçilmesinin farziyetinin de
delilleridir. Burada bahsi geçen sulta ya da yönetim soyut bir
yönetim değil aksine Şeriatı uygulamak için var olan bir
sultadır. Rasulullah (u)'in
şu sözüne kulak verelim:
خِيَارُ
أَئِمَّتِكُمِ
الَّذِينَ
تُحِبُّونَهُمْ
وَيُحِبُّونَكُمْ
وَيُصَلُّونَ
عَلَيْكُمْ
وَتُصَلُّونَ
عَلَيْهِمْ
وَشِرَارُ
أَئِمَّتِكُمِ
الَّذِينَ
تُبْغِضُونَهُمْ
وَيُبْغِضُونَكُمْ
وَتَلْعَنُونَهُمْ
وَيَلْعَنُونَكُمْ
قِيلَ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
أَفَلا
نُنَابِذُهُمْ
بِالسَّيْفِ
فَقَالَ لا
مَا
أَقَامُوا
فِيكُمُ
الصَّلاةَ
"Sizin hayırlı yöneticileriniz (imamlarınız) şunlardır:
Siz onları seversiniz onlar da sizi severler, onlar sizin için
dua ederler, siz de onlar için dua edersiniz. Şerli imamlarınızdan
nefret edersiniz, onlar da sizden nefret ederler. Siz onlara
lanet edersiniz onlar da size lanet ederler.”
Denildi ki: “Ya Rasulullah
onlara kılıçla karşı çıkmayalım mi?" Dedi ki;
“İçinizde namazı ikame ettikleri sürece hayır.”
Bu
hadis hayırlı ve şerli imamların bulunacağını açıkça
bildirmektedir. Hadis dini tam anlamı ile tatbik
ettikleri sürece Halifelere kılıçla karşı çıkmanın
haramlığına da açık bir delildir. Hadisteki "namazı
ikame etmek" ifadesi bir dolaylı anlatımdır ve bu
ifadeden kastedilen "dini uygulamak"tır. Bu sebeple
İslâm’ın hükümlerini uygulamak ve onun davetini yüklenmek
için bir Halife’nin seçilmesinin tüm müslümanlar üzerindeki
farziyeti sahih şer’î nasslarla açıktır.
Bu
delillere ilaveten Halife nasbının bütün müslümanlar üzerine
farziyeti şu açıdan da açıklanabilir: Allahu Teâla İslâm
hükümlerini ve yönetimini kurmayı ve müslümanların varlıklarını
korumayı müslümanlara farz kılmıştır. Bu farzın bir yansıması
olarak bir Halife’nin nasbedilmesi farz-ı kifaye olarak karşımıza
çıkar. Yani bir kısım müslüman bu farzı yerine getirirse
farz diğerlerinden kalkar. Ancak bu farzla uğraşan kişiler
farzı yerine getirmekte zorlanıyor ama yine de yerine
getirmeye çalışıyorlarsa bu durumda farz diğer müslümanlardan
kalkmaz, müslümanlar Halifesiz kaldıkları müddetçe bu farz
hiç bir müslümandan kalkmaz.
Müslümanların bir Halife nasbetmek için
çalışmaması, bu hususta gayret göstermeyip geride oturması
en büyük günahlardan birisidir. Zira bu farzdan geri kalmak,
İslâm’ın gerçekten en önemli farzlarından geri kalmak
anlamına gelir. Gerçekte dinin hükümlerinin uygulanabilmesi
ancak bu farzın yerine gelmesi ile mümkündür. Hayatta İslâm’ın
mevcudiyeti ancak bu farzın yerine getirilmesiyle mümkündür.
Bu öneme binaen müslümanların kendileri için bir Halife
nasbetmekten geri kalmaları ve bu uğurda çalışmamaları
hepsini günahkâr kılar. Dünyanın hangi coğrafyasında yaşıyor
olursa olsunlar bu farz için çalışmayıp geri kalmakta birleşirlerse
müslüman olan herkes fert fert günahkâr olur.
Eğer
müslümanların bir kısmı Halife’nin nasbı ve İslâm’ın
hükümlerinin tatbiki için çalışır diğer kısmı çalışmazsa
günah sadece çalışanlar üzerinden kalkar çalışmayanlardan
düşmez. Bu farziyet Halife nasbedilinceye kadar herkes üzerinde
bâkidir. Farzın yerine gelmesi için çalışmak sadece
vaktinde uygulanmamasından ya da farzı işlememekten doğacak
günahı kaldırır. Çünkü İslâm’ı hakim kılmaya çalışanlar
karşılarındaki kahredici ve engelleyici sebeplerden dolayı
başaramamaktadırlar. Ancak diğerleri yardımcı olsaydı bu
sebepler ortadan kalkabilecekti. Farzı yerine getirmeye çalışmayanlar,
Halife’nin ölüm veya bir başka nedenle gitmesinden üç gün
sonrasından Halife’nin seçildiği güne kadar doğacak günahtan
mesul olurlar. Zira Allahu Teâla kendilerine İslâm’ı hakim
kılmayı farz kıldığı halde onlar üzerlerine düşenleri
yapmadılar. Bu sebeple bu kişiler Allah'ın azabına müstahak
oldukları gibi dünya ve ahirette de rezil ve zelil olmaya müstahaktırlar.
Bu günaha muhatap olmalarının sebebi bu farza karşı ilgisiz
tutumları yüzündendir. Açıktır ki Allah'ın kendine farz kıldığı
bir farzı terketmek müslümanı azaba muhatap kılar. Kaldı
ki bu farz (bir Halife’nin atanması) İslâm’ın en önemli
farzlarından birisidir. Çünkü diğer bir çok farzın
uygulanabilmesinin temel şartı bu farzdır. Bu farz gerçekleştiğinde
dinin hükümleri tam olarak uygulanır ve İslâm’ın şanı
yükselir. Allah'ın Kelimesi İslâm beldelerinde ve dünyanın
sair bölgelerinde yücelir.
Tam
tersine yeryüzü Hilâfet’ten mahrum olunca Allah'ın müslümanlara
farz kıldığı dinin hakim kılınması ve bunun için bir
Halife’nin seçilmesi doğrultusunda çalışmaktan geri
durulmasının hiçbir özür ve mazereti olamaz. Yeryüzünde
Allah'ın koyduğu sınırları korumak için cezaları
uygulayan, dinin hükümlerini yerine getiren ya da "La
ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" sancağı altında müslümanları
birleştiren bir otorite olmayınca, yeniden Hilâfet’i kurmak
ve Halife’yi seçmek için geri kalmalarının hiç bir
mazereti olmaz. Bu farzın yerine getirilmemesi noktasında İslâm’ın
ortaya koyduğu hiç bir ruhsat da yoktur.
İnziva
veya insanlardan uzaklaşarak sadece şahsi, özel meseleleri
ile ilgili dini hükümlere bağlanmak hakkındaki hadisler
Halife’nin varlığı için çalışmamak veya geri kalmaktan
doğacak günahı müslümanlardan düşürmek için delil
olarak gösterilemez. Çünkü söz konusu hadisler bir
Halife’nin var olması için çalışmamaya cevaz vermez. Bu
konulardaki hadisleri dikkatlice inceleyen kimse bunların
Halife’nin tayini için çalışmamak ya da çalışmaktan
geri kalmak için ruhsat vermediklerini, aksine dine sımsıkı
bağlanmakla ilgili emirler olduklarını görürler.
Bişr İbni
Ubeydullah El Hadrami, Ebu İdris El Hulani'nin Huzeyfe İbn El
Yeman'dan şu hadisi işittiğini rivayet etmişti:
كَانَ
النَّاسُ
يَسْأَلُونَ
رَسُولَ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّه
عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
عَنِ
الْخَيْرِ
وَكُنْتُ
أَسْأَلُهُ
عَنِ
الشَّرِّ
مَخَافَةَ
أَنْ
يُدْرِكَنِي
فَقُلْتُ
يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
إِنَّا
كُنَّا فِي
جَاهِلِيَّةٍ
وَشَرٍّ
فَجَاءَنَا
اللَّهُ
بِهَذَا
الْخَيْرِ
فَهَلْ
بَعْدَ
هَذَا
الْخَيْرِ
مِنْ شَرٍّ
قَالَ
نَعَمْ
قُلْتُ
وَهَلْ
بَعْدَ
ذَلِكَ
الشَّرِّ
مِنْ
خَيْرٍ
قَالَ
نَعَمْ
وَفِيهِ
دَخَنٌ
قُلْتُ
وَمَا
دَخَنُهُ
قَالَ
قَوْمٌ
يَهْدُونَ
بِغَيْرِ
هَدْيِي
تَعْرِفُ
مِنْهُمْ
وَتُنْكِرُ
قُلْتُ
فَهَلْ
بَعْدَ
ذَلِكَ
الْخَيْرِ
مِنْ شَرٍّ
قَالَ
نَعَمْ
دُعَاةٌ
عَلَى
أَبْوَابِ
جَهَنَّمَ
مَنْ
أَجَابَهُمْ
إِلَيْهَا
قَذَفُوهُ
فِيهَا
قُلْتُ يَا
رَسُولَ
اللَّهِ
صِفْهُمْ
لَنَا
قَالَ هُمْ
مِنْ
جِلْدَتِنَا
وَيَتَكَلَّمُونَ
بِأَلْسِنَتِنَا
قُلْتُ
فَمَا
تَأْمُرُنِي
إِنْ
أَدْرَكَنِي
ذَلِكَ
قَالَ
تَلْزَمُ
جَمَاعَةَ
الْمُسْلِمِينَ
وَإِمَامَهُمْ
قُلْتُ
فَإِنْ
لَمْ
يَكُنْ
لَهُمْ
جَمَاعَةٌ
وَلا
إِمَامٌ
قَالَ
فَاعْتَزِلْ
تِلْكَ
الْفِرَقَ
كُلَّهَا
وَلَوْ
أَنْ
تَعَضَّ
بِأَصْلِ
شَجَرَةٍ
حَتَّى
يُدْرِكَكَ
الْمَوْتُ
وَأَنْتَ
عَلَى
ذَلِكَ
"İnsanlar Rasulullah
(u)'e
hayır hakkında soruyorlardı. Fakat ben, bana dokunmasından
korkarak şer hakkında soruyordum. Dedim ki; "Ya
Rasulullah biz cahiliye ve şer içindeydik Allahu Teâla bize
bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?"
Dedi ki; Evet.
Dedim ki; “O şerden sonra hayır var mı?” Dedi ki; "Evet
fakat içinde karışıklık var" Dedim ki; "O
karışıklık nedir?" Dedi ki; "Bir
takım insanlar benim gösterdiğim yolun/hidayetin dışında/benim
Sünnetimin tersine yol takip edecekler. Onları bileceksiniz ve
onları kabul etmeyeceksiniz." Dedim ki; Bu hayırdan
sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet. Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Kim onlara
uyarsa onu cehenneme atacaktır" Dedim ki; "Ya
Rasulullah, bize onları tarif et? Dedi ki; Onlar
bizim hemşerimiz insanlardır. Bizim dilimizle konuşurlar"
Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne
emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların
cemaatından ve Halifesinden ayrılmazsın" Dedim
ki; "Eğer müslümanların cemaatı ve Halifesi
yoksa" Dedi ki; "O
zaman bütün cehenneme davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir
ağacın köklerini ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye
kadar o durum üzere kal"[10]
Bu hadis;
Rasulullah (u)'in
müslümanların cemaatına ve Halifesine bağlanmayı müslümanlara
emrettiği gibi cehennem davetçilerinden de uzak kalmayı
emrettiğini açık şekilde göstermektedir. Soru soran,
Rasul'e müslümanlar için bir Halife ya da cemaat olmazsa
cehennem davetçilerine karşı ne yapılması gerektiğini
sorduğunda; Rasul (u)
ona bu gruplardan uzak durmayı emretti, uzlete çekilip müslümanlardan
uzak durmayı ya da Halife’nin ikamesinden geri kalıp vazgeçmeyi
değil.
Rasul (u)
soru sorana: فَاعْتَزِلْ
تِلْكَ
الْفِرَقَ
كُلَّهَا
"O
grupların hepsinden uzak kal"
diye açık ve net olarak emretti. Hatta ona bir ağacın köklerini
dişleri ile ısırıp kalsa dahi o cehenneme çağıran grupları
terk edecek ve ölüm kendisine ulaşıncaya kadar o durumunu
muhafaza edecektir. Hadis, böylesi bir ortamda yaşayan
kimsenin dinine sımsıkı sarılmasını ve
cehenneme davet edenlerden uzak durması gerektiği anlamını
vurgulamaktadır.
Bu
hadiste, Hilâfet’in kurulması için çalışmayı terk
etmeye dair hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur. Hadis kişinin
dininin selameti için ağacın köklerini yese dahi Cehenneme
davet edenlerden uzak kalmasını emretmektedir. Kim ki bu
hadisi delil gösterip Hilâfet’in kurulması için çalışmazsa bu farzın günahı üzerinde kalır. Müslümana, müslümanların
cemaatından uzak kalması ya da dinin hükümlerini
uygulamaktan ve Hilâfeti kurmaktan uzak durması emr olunmamıştır.
Yine
Buhari Ebu Said El Hudri (t)'dan
Rasulullah (u)'
in şöyle dediğini rivayet etmiştir:
يُوشِكُ
أَنْ
يَكُونَ
خَيْرَ
مَالِ
الْمُسْلِمِ
غَنَمٌ
يَتْبَعُ
بِهَا
شَعَفَ
الْجِبَالِ
وَمَوَاقِعَ
الْقَطْرِ
يَفِرُّ
بِدِينِهِ
مِنَ
الْفِتَنِ
"Öyle bir zaman gelecek ki, müslümanın en hayırlı malı,
kendi dinini fitnelerden korumak için dağ başlarında
gezdirip (birikmiş) yağmur
suyu başlarında güttüğü davarlar(dan ibaret)
olacaktır."[11]
Bu
hadisten de çıkan anlam yeryüzü bir Halifeden yoksun olduğu
zaman müslümanların cemaatından uzak kalmak ya da dinin hükümlerinin
hakim kılınması ve Hilâfet’in kurulmasından geri kalmak
değildir. Hadis, fitne günlerinde müslümanın malından hayırlı
olanı ve fitneden kaçmak için ne yapacağını beyan
etmektedir. Hadis, inziva ve insanlardan uzak durmayı teşvik
amacını gütmeyen bir hadistir.
Sonuç
olarak diyebiliriz ki; yeryüzü Hilâfet’ten yoksunken müslümanların
dini hakim kılmak ve Hilâfeti kurmaktan geri kalmasına hiçbir
şekilde mazeret ve ruhsat yoktur.
Yeryüzünde Allah'ın tayin ettiği sınırları korumak
için hadleri uygulayan ya da dinin hükümlerini yerine getirip
"La ilahe illallah
Muhammedun Rasulullah" sancağı altında müslümanların
cemaatını birleştiren bir devlet olmayınca Hilâfeti kurup
Halife’yi tayin maksadı ile bir çalışma yapmaktan geri
kalmak için hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur.
|