Şehit


Şehitler üç kısımdır: 1- Dünyaya ait hükümler olmaksızın Ahirette şehit. 2- Sadece dünyada şehit. 3- Dünyada ve Ahirette şehit.

1- Dünya hükümleri olmaksızın sadece Ahiret şehidine gelince; onlar, bazı Hadislerde yedi kısım, bazı Hadislerde sekiz kısım, bazı Hadislerde dokuz kısım, bazı Hadislerde on bir kısım olarak zikredilen kimselerdir. Müslim’de geçtiğine göre de, onlar şu beş grup insanlardır: a-) Vebâ hastalığından ölenler, b-) İshal hastalığından ölen, c-) Suda boğularak ölen, d-) Enkaz altında ölen, e-) Savaş olmaksızın Allah’ın Kelimesini yükseltmek uğruna ölen.

- Müslim, Ebu Hureyre’den Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:

بَيْنَمَا رَجُلٌ يَمْشِي بِطَرِيقٍ وَجَدَ غُصْنَ شَوْكٍ عَلَى الطَّرِيقِ فَأَخَّرَهُ فَشَكَرَ اللَّهُ لَهُ فَغَفَرَ لَهُ وَقَالَ الشُّهَدَاءُ خَمْسَةٌ الْمَطْعُونُ وَالْمَبْطُونُ وَالْغَرِقُ وَصَاحِبُ الْهَدْمِ وَالشَّهِيدُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ “Kim yolda yürürken yol üstünde dikenli bir dal görür de onu yoldan alırsa, Allah onu ödüllendirir. Dedi ki: Şehitler şu beş kişidirler: Taun/veba hastalığından ölen, ishal hastalığından ölen, boğularak ölen, enkaz altında ölen, Allah Azze ve Celle yolunda şehit olan.”[1]

- Müslim, Ebu Hureyre’den Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:

مَا تَعُدُّونَ الشَّهِيدَ فِيكُمْ قَالُوا يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ قُتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ قَالَ إِنَّ شُهَدَاءَ أُمَّتِي إِذًا لَقَلِيلٌ قَالُوا فَمَنْ هُمْ يَا رَسُولَ اللَّهِ قَالَ مَنْ قُتِلَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي الطَّاعُونِ فَهُوَ شَهِيدٌ وَمَنْ مَاتَ فِي الْبَطْنِ فَهُوَ شَهِيدٌ قَالَ ابْنُ مِقْسَمٍ أَشْهَدُ عَلَى أَبِيكَ فِي هَذَا الْحَدِيثِ أَنَّهُ قَالَ وَالْغَرِيقُ شَهِيدٌ و “Aranızda kimi şehitten sayıyorsunuz. Dediler ki: Ya Rasulullah, Allah yolunda öldürülen şehittir. Dedi ki: O zaman ümmetimin şehitleri az demektir. Dediler ki: O halde onlar kimdir, ya Rasulullah? Dedi ki: Kim Allah yolunda öldürülürse şehittir. Kim Allah yolunda ölürse şehittir. Kim taun/veba hastalığında ölürse şehittir. Kim ishalden ölürse şehittir. (İbn Muksim dedi ki: Bu Hadis ile ilgili babanın şöyle dediğine şahit oldum: Kim boğularak ölürse şehittir.[2]

Bütün bu kişilerin “şehit” olmalarından kast olunan, onlara Ahirette şehitler sevabının olmasıdır. Dünyada ise gasledilip cenaze namazları kılınır. “Şehit” kelimesi sevaba ulaşanlar hakkında ve bu açıdan zikredildiğinde o kişilere “şehit” denilmesi doğru olur. Fakat beraberinde herhangi bir karine olmaksızın konuşmada “şehit” kelimesi geçtiğinde bu sadece Allah yolunda öldürülenlere hasredilir, o kişilere hasredilmez.

2- Ahiret olmaksızın dünya şehidi ise; dünyada şehit ile ilgili hükümler ona uygulanır. Yani gasbedilmez, cenaze namazı kılınmaz, elbisesi ile defnedilir. Fakat o Ahirette, Allah’ın Kelimesinin yüce olması için savaşan şehitlerin sevabını alamaz. Zira o unvan için ya da sadece ganimet için ya da düzenbazlık için savaşmak gibi Allah yolundan başka bir gaye için savaştı. Nitekim, Hadisler şehit sevabını, Allah yolunda savaşan şehide has kılmıştır. O geriye dönmeden ileriye doğru ilerleyerek savaşmıştır.

- Müslim, Ebu Musa el-Eş’ârî kanalı ile şunu rivayet etti: “Bir adam Nebi (u)’e gelip şöyle dedi: Ya Rasulullah, bir kişi ganimet için savaşıyor, bir kişi anılmak için savaşıyor, bir kişi yerini görmek için savaşıyor. Kim Allah yolundadır? Bunun üzerine Rasul (u) şöyle dedi:

 مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللَّهِ “Kim Allah’ın Kelimesi yüce olsun için savaşırsa, o Allah yolundadır.”[3]

- Müslim, Ebu Musa’dan şunu rivayet etti: Rasulullah (u)’e yiğitlik için savaşan, hamiyet/şiddetli tutuculuk için savaşan, riya/gösteriş için savaşan kişiler hakkında; hangisi Allah yolundadır? diye sordu. Bunun üzerine Rasulullah (u) şöyle dedi:

مَنْ قَاتَلَ لِتَكُونَ كَلِمَةُ اللَّهِ هِيَ الْعُلْيَا فَهُوَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ “Kim Allah’ın Kelimesi yüce olsun için savaşırsa, o Allah yolundadır.”[4]

Rasul (u), şehidin günahının affedilmesi için geriye dönmeden ileriye doğru giderek savaşmayı şart koşmuştur. Nitekim Müslim, Abdullah b. Katâde’den o da Katâde’den Rasulullah (u)’den şunu anlatırken işittiğini rivayet etmiştir: “Rasul (u), insanlar arasında ayağa kalkıp onlara, Allah iman ederek, Allah yolunda cihad etmenin en faziletli amel olduğunu hatırlattı. Bunun üzerine bir adam ayağa kalkıp ona şöyle dedi: Ya Rasulullah, ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım benden silinir mi, ne dersin? Bunun üzerine Rasulullah (u) ona şöyle dedi:

نَعَمْ إِنْ قُتِلْتَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَأَنْتَ صَابِرٌ مُحْتَسِبٌ مُقْبِلٌ غَيْرُ مُدْبِرٍ ثُمَّ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَيْفَ قُلْتَ قَالَ أَرَأَيْتَ إِنْ قُتِلْتُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَتُكَفَّرُ عَنِّي خَطَايَايَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَعَمْ وَأَنْتَ صَابِرٌ مُحْتَسِبٌ مُقْبِلٌ غَيْرُ مُدْبِرٍ إِلا الدَّيْنَ فَإِنَّ جِبْرِيلَ عَلَيْهِ السَّلام قَالَ لِي ذَلِكَ “Evet, sen Ahirette sevabını bekleyerek geriye dönmeden ileriye doğru gitmekte sabrederek Allah yolunda öldürülürsen.” Sonra Rasulullah (u) şöyle dedi: Nasıl dedin? O da dedi ki: Ben Allah yolunda öldürülürsem günahlarım benden silinir mi, ne dersin? Rasulullah (u) dedi ki: “Sen geriye dönmeden ahiret sevabını bekleyerek ilerlemekte sabredersen, borç hariç evet. Zira Cebrail (u) bana bunu dedi.”[5]

Bunun mefhumu; geriye dönüp savaşmazsa günahı ondan silinmez ve ona şehit sevabı olmaz. Ayrıca ünvan/şöhret için savaşan kimsenin şehit olarak isimlendirdiği halde azap göreceğini Rasul (u) açıklamıştır. Müslim, Süleyman b. Yesâr’dan şunu rivayet etti: “İnsanlar gruplar halinde Ebu Hureyre’ye gidiyordu. Ona Şam ehlinden gelen birisi şöyle dedi: Ey şeyh, Rasulullah (u)’den işittiğin bir Hadisi bize anlat. O da dedi ki: Evet, Rasulullah (u) şöyle derken işittim:

إِنَّ أَوَّلَ النَّاسِ يُقْضَى يَوْمَ الْقِيَامَةِ عَلَيْهِ رَجُلٌ اسْتُشْهِدَ فَأُتِيَ بِهِ فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَهَا قَالَ فَمَا عَمِلْتَ فِيهَا قَالَ قَاتَلْتُ فِيكَ حَتَّى اسْتُشْهِدْتُ قَالَ كَذَبْتَ وَلَكِنَّكَ قَاتَلْتَ لأنْ يُقَالَ جَرِيءٌ فَقَدْ قِيلَ ثُمَّ أُمِرَ بِهِ فَسُحِبَ عَلَى وَجْهِهِ حَتَّى أُلْقِيَ فِي النَّارِ “Muhakkak ki, Kıyamet gününde hakkında hüküm verilen ilk insan, şehit edilen bir adamdır. O adam getirilip kendisine nimet tanıtılır. O da onu tanımış olur. Allah ona, Bunun için ne yaptın? der. O da; Şehit olasıya kadar Senin için savaştım, der. Allah da; Yalan söyledin, sen cesur desinler diye savaştın, nitekim öyle denildi, der. Sonra onun ateşe atılasıya kadar yüzüstü sürüklenmesini emreder.”[6]

Bu, unvan ve şöhret için savaşmanın dünyada şehit hükümlerine göre muamele görse de Kıyamet Günü onun için şehit sevabı olmadığına bilakis azap olduğuna delâlet etmektedir.

3- Dünya ve Ahiret şehidine gelince; o, Allah’ın Kelimesinin yükselmesi/yücelmesi için kafirlerle savaşıp savaş meydanında müslümanlar ile kafirler arasında öldürülen kimsedir. İster savaş, harb beldelerinde olsun, ister ise İslâm beldelerinde olsun fark etmez.

Allahu Teâlâ şöyle dedi:

وَلا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”[7]

İşte bu şehit, hakkında şer'î hükümlerin yani şehit hükümlerinin geldiği şehittir. Bu şehitlik, kafirlere karşı savaşta öldürülen kimseye hastır. Aynı şekilde savaş meydanında yaralanan sonra bu yarasından dolayı ölen kimse de savaş meydanında öldürülen kimse gibi sayılır. Fakat onun dışında kalanlar şehit sayılmaz. Buna binaen bağilere karşı savaşta öldürülen kimse şehit sayılmaz. Savaş meydanında yaralanan sonra yarası iyileşen daha sonra ölen kimse de şehit sayılmaz. Dolayısıyla hakkında özel hükümler olan ve Allah’ın canlı olduğunu haber verdiği şehit; Allah’ın Kelimesinin yücelmesi için kafirlere karşı savaş meydanında öldürülen kimse ve savaş meydanında yaralanıp bu yarasından dolayı ölen kimsedir, başkası değil.

Zikredilen bu şehidin hükmü şudur: 1- Yıkanmaması, 2- Kefenlenmeyip kanı ve elbisesi ile defnedilmesi. Çünkü şehit, Kıyamet Günü kanının kokusu çok güzel misk olduğu halde haşrolunur.

1- Şehidin gasledilmemesi/yıkanmaması ile ilgili Buhari’nin, Cabir’den rivayet ettiği şu Hadis vardır: “Rasulullah (u), Uhud’da öldürülenlerden iki adamı bir tek elbise içine koyuyordu. Sonra, Bunlardan hangisi daha çok Kur’an okuyordu? diyordu. Ona birisi gösterildiğinde önce onu mezara yerleştiriyordu. Sonra da, Ben bunlara şahidim, diyordu. Onları yıkamaksızın ve cenaze namazı kılmamaksızın kanları ile defnedilmesini emrediyordu.”

- Ahmed b. Hanbel de Nebi (u)’in Uhud’da öldürülen mü’minler hakkında da şöyle dediğini rivayet etti: لا تُغَسِّلُوهُمْ فَإِنَّ كُلَّ جُرْحٍ أَوْ كُلَّ دَمٍ يَفُوحُ مِسْكًا يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلَمْ يُصَلِّ عَلَيْهِمْ “Onları yıkamayın. Zira her yara ya da her kan Kıyamet günü etrafına misk kokusu yayar. Onlara cenaze namazı kılmadı.[8]

- Rivayet edildi ki: Nebi (u), Uhud şehitleri hakkında şöyle dedi: “Onları yıkamaksızın kanları ile gömün. Zira Allah yolunda yaralanan bir kimse, Kıyamet Günü şah damarı, rengi kan, kokusu misk kokusu olan bir kan fışkırtır olduğu halde getirilir.”

- Enes’ten şu rivayet edildi: “Nebi (u), Uhud’da öldürülenler üzerine cenaze namazı kıldırmadı ve onları yıkatmadı.”

Uhud şehitleri yıkanmadığı gibi, Bedir şehitleri de yıkanmadı. Aynı şekilde Hendek ve Hayber şehitleri de yıkanmadı. Bu da gösteriyor ki şehit yıkanmaz.

2- Aynı şekilde şehit, ölünün kefenlendiği gibi kefenlenmez. O sadece, üzerindeki elbise ile kefenlenir. Bunun delili de Rasul (u)’in Uhud şehitleri hakkında söylediği şu sözdür: زَمِّلُوهُمْ بِكُلُومِهِمْ وَدِمَائِهِمْ “Onları yaraları ve kanları ile gömün.”[9]

- İbn Abbas’tan da şu rivayet edilmiştir: “Rasulullah (u), Uhud’da öldürülenlerin üzerinden deri ve demir parçalarının uzaklaştırılıp kanları ve elbiseleri ile defnedilmesini emretti.”[10]

Şehidin cenaze namazının kılınmamasına gelince; Ona cenaze namazı kılınması caizdir, kılınmaması da caizdir. Caiz oluşu, Rasul (u)’in Uhud’da öldürülenler için onları defnettikten sonra, Hamza için, savaş meydanında öldürülen bir adam için cenaze namazı kıldığına dair rivayetlerden dolayıdır.

- Buhari, Ukbe İbn Âmir’den şunu rivayet ett: “Nebi (u), Uhud’da öldürülen mü’minler için sekiz sene sonra, ölenlere ve dirilere veda eden kimse gibi cenaze namazı kıldı.”

- Ebu Davud, Ebu Selâm’dan o da Nebi (u)’in ashabından bir adamdan şöyle dediğini rivayet etti: “Biz Cüheyn’den bir kabileye saldırdık. Müslümanlardan bir adam onlardan bir adam talep etti. Ona saldırdı, isabet etmedi ve kendisi darbe aldı. Rasulullah (u), Ey müslümanlar topluluğu kardeşinize bakın, dedi. İnsanlar hemen onun yanına gittiler, onu ölmüş buldular. Rasulullah (u) onu, elbisesi ve kanı ile sarmalayıp onun cenaze namazını kıldırıp defnetti. Dediler ki; Ya Rasulullah, o şehit mi? Dedi ki; Evet, ve ona şahidim.”

Bu üç Hadis, sâbit Hadislerdir. Bunlar şehit için cenaze namazı kılındığına dair gayet açıktırlar.

Şehit için cenaze namazı kılmamanın caiz olmasına gelince, o da Rasul (u)’in şehit için cenaze namazı kılmadığına dair başka rivayetlerin olmasındandır.

- Nitekim Ebu Davud ve Tirmizi, Enes’ten şunu rivayet etti: “Nebi (u), Uhud’da ölenler için cenaze namazı kıldırmadı ve onları yıkattırmadı.”

- Ahmed, Enes’tan şunu rivayet etti: Uhud şehitleri yıkanmadan kanları ile defnedildiler.”

- Buhari, Câbir b. Abdullah (t)’dan şöyle dediği rivayet edildi: “Nebi (u), Uhud’da öldürülenlerden iki adamı bir tek elbisede birleştirip sonra; Hangisi daha çok Kur’an okuyordu? diyordu. Onlardan birisi gösterilince önce onu kabre koyuyordu. Kıyamet Günü ben onlara şahidim, diyordu. Onları yıkattırmadan, cenaze namazları kılınmadan kanları içinde defnedilmelerini emretti.”

Bu Hadisler, sâbittir ve şehit için cenaze namazı kılınmadığına dair delaleti açıktırlar. Nitekim Şafi; İbn Abbas Hadisi hakkında, Uhud şehitleri için defnedilmelerinden önce namaz kılınmamasının manası hakkında sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Nebi (u)’in, Uhud’da ölenler için cenaze namazı kıldırmadığına dair haberler mütevatir şeklinde gelmiştir.”

İster Nebi (u)’in şehit için namazı kıldırdığına dair olsun, ister ise kıldırmadığına dair olsun bu haberlerin tamamı sabittir. Onlardan herhangi birisinin sübutunu ve hem rivayet ve hem de dirayet bakımından delil getirilenlerden olmasını reddetmeye bir yol yoktur. Onlardan birisini diğerine tercih etmeya de bir yol yoktur. Çünkü Rasul (u)’in o şehitler için cenaze namazı kıldırdığından sahabelerin gafil olması ihtimal dışıdır. Yine Rasul (u)’den ölenler için cenaze namazı kıldırdığı sabit olduğu halde bunun tersine olan cenaze namazının terk edilmesinden de gafil olmaları ihtimal dışıdır. Şu halde iki haberden birisi diğerine nasıl tercih edilir.

Şöyle denilmez: “Şehit için namaz kıldığının sabit olduğu Hadislerdeki الصلاة –Salât’dan kast olunan “dua”dır. Böylece صلى –Sallâ sözü, “dua” manasında olur.” Böyle denilmez. Çünkü bir karine geçmedikçe, şer'î hakikatler lügavî hakikatlerin önüne geçer. Burada ise bir karine geçmedi. Dolayısıyla ölü için “salâttan” kasıt; ölü için kılınan şer'î salâttır (yani cenaze namazıdır).

 Şöyle de denilmez: “Ölü için namaz kılınmasıyla ilgili Hadisler, namaz kılınmamasıyla ilgili Hadisleri neshederler. Çünkü onlardan birisi, Uhud şehitleri için sekiz sene sonra namaz kılındığına dairdir. Bu Hadisin bu konuyla ilgili bütün Hadislerin sonuncusu olduğu sabit olmuştur. Çünkü bu İbn Habbân’ın rivayetinde şöyle geçmektedir: “Sonra evine girdi. Allah onu katına alasıya kadar dışarı çıkmadı.”

Böyle denilmez. Çünkü Hadisin sadece sonra gelmiş olması neshe delâlet etmesi için yeterli değildir. Bilakis kendisinden neshin anlaşıldığı başka bir karinenin olması kaçınılmazdır. Burada öylesi bir karine yoktur. Dolayısıyla o Hadislerde nesh yoktur.

Böylece bu konudaki yukarıda geçen bütün rivayetler muteberdir. Şehit için cenaze namazı kılınmaması caiz olarak yorumlanır. Zira Rasul (u)’in Bedir şehitleri için, Hendek şehitleri için, Hayber şehitleri için cenaze namazı kıldığı rivayet edilmemiştir. Aynı şekilde şehitler için cenaze namazı kılındığında bunda bir mahzur olmadığına yorumlanır. İnsanların şehit için cenaze namazı kılmaları engellenmez.

Şehidin “şehit” olarak isimlendirilmesi, kendisine cennetlik olduğuna dair Kur’an nassı ile şahitlik olmasından dolayıdır. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

إِنَّ اللَّهَ اشْتَرَى مِنْ الْمُؤْمِنِينَ أَنفُسَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ بِأَنَّ لَهُمْ الْجَنَّةَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ “Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını kendilerine cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar öldürürler, öldürülürler.”[11]

- Müslim, Câbir’den şunu rivayet etti: “Bir adam şöyle dedi: Öldürülürsem ben neredeyim ya Rasulullah? Rasulullah da ona; Cennette, dedi. Bunun üzerine elindeki hurmaları yere atıp öldürülesiye kadar savaştı.” Süveyd’in Hadisinde ise şöyle geçti: “Bir adam Uhud günü, Nebi (u) dedi ki:....”

- Enes b. Malik’ten şu rivayet edildi: “Rasulullah (u), ashabı ile birlikte sefer için erkenden yola çıktılar. Bedir’e müşriklerden önce vardılar. Sonra müşrikler geldiler. Bunun üzerine Rasulullah (u) şöyle dedi:

لا يُقَدِّمَنَّ أَحَدٌ مِنْكُمْ إِلَى شَيْءٍ حَتَّى أَكُونَ أَنَا دُونَهُ فَدَنَا الْمُشْرِكُونَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قُومُوا إِلَى جَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ وَالأرْضُ قَالَ يَقُولُ عُمَيْرُ بْنُ الْحُمَامِ الأنْصَارِيُّ يَا رَسُولَ اللَّهِ جَنَّةٌ عَرْضُهَا السَّمَوَاتُ وَالأرْضُ قَالَ نَعَمْ قَالَ بَخٍ بَخٍ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَا يَحْمِلُكَ عَلَى قَوْلِكَ بَخٍ بَخٍ قَالَ لا وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِلا رَجَاءَةَ أَنْ أَكُونَ مِنْ أَهْلِهَا قَالَ فَإِنَّكَ مِنْ أَهْلِهَا فَأَخْرَجَ تَمَرَاتٍ مِنْ قَرَنِهِ فَجَعَلَ يَأْكُلُ مِنْهُنَّ ثُمَّ قَالَ لَئِنْ أَنَا حَيِيتُ حَتَّى آكُلَ تَمَرَاتِي هَذِهِ إِنَّهَا لَحَيَاةٌ طَوِيلَةٌ قَالَ فَرَمَى بِمَا كَانَ مَعَهُ مِنَ التَّمْرِ ثُمَّ قَاتَلَهُمْ حَتَّى قُتِلَ “Ben ondan önce olmadıkça sizden birisi bir şeye önce varmasın.” Müşrikler yaklaştı. Bunun üzerine Rasul (u) şöyle dedi: “Genişliği yeryüzü ve gökler kadar olan cennete koşun!” Dedi ki; Umeyr İbn el-Hımâm el-Ensâri şöyle diyordu: Ya Rasulullah! Genişliği yer ve gökler olan bir cennet mi? Rasulullah (u) şöyle dedi: “Evet, o; Çok iyi, dedi. Rasulullah (u); Seni, çok iyi demeye sevk eden nedir? dedi. O da; O Cennetin ehlinden olmam beklentisinden başka bir şey değil, Allah’a yemin olsun ya Rasulullah, dedi. Rasul (u) de ona; Sen onun ehlindensin, dedi. Çantasından biraz hurma çıkardı, onlardan yemeye başladı. Sonra da; Eğer ben bu hurmalarımı yiyesiye kadar yaşarsam, bu uzun bir hayat olur, deyip yanındaki hurmaları attı, sonra da öldürülesiye kadar müşriklerle savaştı.”[12]

Böylece Allah ve Rasulullah (u), şehidin cennette olduğuna şehitlik ettiler. Şahidin diri olmasına gelince, bu Kur’an’ın nassı ile sabittir. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

وَلا تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتًا بَلْ أَحْيَاءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ (169) فَرِحِينَ بِمَا آتَاهُمْ اللَّهُ مِنْ فَضْلِهِ وَيَسْتَبْشِرُونَ بِالَّذِينَ لَمْ يَلْحَقُوا بِهِمْ مِنْ خَلْفِهِمْ أَلا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلا هُمْ يَحْزَنُونَ (170) يَسْتَبْشِرُونَ بِنِعْمَةٍ مِنْ اللَّهِ وَفَضْلٍ وَأَنَّ اللَّهَ لا يُضِيعُ أَجْرَ الْمُؤْمِنِينَ “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler, Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini duymaktadırlar. Onlar Allah’tan gelen nimet ve keremin Allah’ın mü’minlerin ecr zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindirler.”[13]

Şehitlere ait bu hayat/diri oluş, bizim idrak edemediğimiz ve algılayamadığımız gaybî bir hayattır. Çünkü o hayat, ebediyet aleminde bir hayattır. Biz her ne kadar şehitlere ait bu hayatı idrak edemezsek de algılayamazsak da onun varlığına inanmamız kesin zorunlu bir husustur. Çünkü Kur’an’ın kesin nassı ile sabittir. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

وَلا تَقُولُوا لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَكِنْ لا تَشْعُرُونَ “Allah yolunda öldürülenlere ölüler, demeyin. Bilakis onlar diridirler. Fakat siz algılayamazsınız.”[14]

Şehitlere ait hayat, kendilerine iman edilmesi vacib olan mugayyebattan/gayıpla ilgili hususlardandır.

Şehitlerin faziletine gelince; bu dengi olmayan büyük bir fazilettir. Bunun Rasul (u) birkaç Hadiste açıklamıştır.

- Buhari, Katâde’den şöyle dediğini rivayet etti: “Enes b. Malik’i (t), Nebi (u)’in şöyle dediğini rivayet ederken işittim:

مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَلَهُ مَا عَلَى الأرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلا الشَّهِيدُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنَ الْكَرَامَةِ “Şehitten başka cennete girip de dünya yüzünde hiçbir şeyi olmadığı halde, dünyaya dönmeyi arzu eden bir kimse yoktur. Zira yalnız şehit, gördüğü şeref ve itibardan dolayı dünyaya dönüp on defa öldürülmeyi arzu eder.”[15]

- Buhari’nin bir başka rivayetinde ise şöyle geçti: “Mugire b. Şube şöyle dedi: Nebi (u)’miz bize Rabbimizden, bizden kim öldürülürse cennete gideceği mesajını bildirdi. Ömer, Nebi (u)’e dedi ki: Bizim öldürülenlerimiz cennette, onların öldürülenleri ise cehennemde, değil mi? O da (u); Evet, gerçekten öyle, dedi.” (Buhari)

- Abdullah b. Amru b. el-Âs, Rasulullah (u)’in şöyle dediğini rivayet etti:

 يُغْفَرُ لِلشَّهِيدِ كُلُّ ذَنْبٍ إِلا الدَّيْنَ “Şahidin kul borcu hariç her günahı affolunur.”[16]

- Yine Nebi (u)’in şöyle dediği rivayet edildi:

القتل في سبيل الله يكفر كُلُّ شيء إِلا الدَّيْنَ “Allah yolunda öldürülenlerin kul borcu hariç her şeyi bağışlanır.”[17]

_ Buhari ve Müslim, Ebu Hureyre’den Nebi (u)’in şöyle dediğini rivayet ettiler:

تَضَمَّنَ اللَّهُ لِمَنْ خَرَجَ فِي سَبِيلِهِ لا يُخْرِجُهُ إِلا جِهَادًا فِي سَبِيلِي وَإِيمَانًا بِي وَتَصْدِيقًا بِرُسُلِي فَهُوَ عَلَيَّ ضَامِنٌ أَنْ أُدْخِلَهُ الْجَنَّةَ أَوْ أَرْجِعَهُ إِلَى مَسْكَنِهِ الَّذِي خَرَجَ مِنْهُ نَائِلاً مَا نَالَ مِنْ أَجْرٍ أَوْ غَنِيمَةٍ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ مَا مِنْ كَلْمٍ يُكْلَمُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ إِلا جَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كَهَيْئَتِهِ حِينَ كُلِمَ لَوْنُهُ لَوْنُ دَمٍ وَرِيحُهُ مِسْكٌ وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوْلا أَنْ يَشُقَّ عَلَى الْمُسْلِمِينَ مَا قَعَدْتُ خِلافَ سَرِيَّةٍ تَغْزُو فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَبَدًا وَلَكِنْ لا أَجِدُ سَعَةً فَأَحْمِلَهُمْ وَلا يَجِدُونَ سَعَةً وَيَشُقُّ عَلَيْهِمْ أَنْ يَتَخَلَّفُوا عَنِّي وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ لَوَدِدْتُ أَنِّي أَغْزُو فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَأُقْتَلُ ثُمَّ أَغْزُو فَأُقْتَلُ ثُمَّ أَغْزُو فَأُقْتَلُ “Allah, evinden ancak Allah yolunda cihad için çıkan kimseye kefil olmuştur. O kimse evinden Allah’ın; yolunda cihad edenleri cennete koyacağına ya da sevap ve ganimetten elde ettiğini elde etmiş olduğu halde evine döndüreceğine dair sözünü tasdik ederek çıkmıştır. Muhammed’in canı elinde olan yemin olsun ki; Allah yolunda alınan bir yara yoktur ki, ilk meydana geldiği şekli ile, rengi kan rengi, kokusu da misk kokusu olduğu halde Kıyamet Gününde çıkıp gelmesin. Yine Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, mü’minlerden bir takım erkekler, ben savaşa çıktığım halde kendileri istemeyerek benden geride kalmasalardı ve ben onları taşıyacak binek bulamıyor olmasaydım, Allah yolunda savaşan hiçbir seriyeden geri kalmazdım. Muhammed’in canı elinde olana yemin olsun ki, Allah yolunda öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi, sonra dirilmemi, sonra yine öldürülmemi arzularım.”[18]  



[1] Müslim, K. İmârat, 3538

[2] Müslim, K. İmârat, 3539

[3] Müslim, İmârat, 3524

[4] Müslim, K. İmârat, 3525

[5] Müslim, K. İmârat, 3497

[6] Müslim, K. İmârat, 3527

[7] Ali İmran: 169-171

[8] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. Mükessirîn, 13674

[9] Ahmed b. Hanbel, B. Müs. El-Ensâr, 22549

[10] Ebu Davud

[11] Tevbe: 111

[12] Müslim, İmârat, 3520

[13] Ali İmran: 169-171

[14] Bakara: 154

[15] Buhari, K. Cihâd ve’s Seyr, 2606

[16] Müslim, K. İmârat, 3498

[17] Müslim, K. İmârat, 3499

[18] Müslim, K. İmârat, 3484