Harpte Yalan Söylemek


Yalan söylemenin hepsi Kur’an’ın kati/kesin nassı ile kesin olarak haramdır. Haram kılınması, dinden zaruretle bilinen hükümlerdendir. Müslümanların menfaati için ya da dinin maslahatı için olması ile onun aksi olması arasında bir fark yoktur. Bunun haram kılınması hakkındaki nasslar, genel olarak, mutlak olarak kesinlikle illetli olmayarak gelmişlerdir. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

إِنَّمَا يَفْتَرِي الْكَذِبَ الَّذِينَ لا يُؤْمِنُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ “Allah’ın ayetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur.”[1]

ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللَّهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ “Sonra da dua edelim de Allah’tan yalancılar üzerine lanet dileyelim.”[2]

Bu kesinlik, mutlak ve genellik başka bir nass olmadıkça illetlendirilmez, sınırlandırılmaz ve tahsis edilmez. Nassı anlama dışında bu hususta aklın müdahale hakkı yoktur. Kitapta ve Sünnette herhangi bir illetlendirmeyi ya da takyidi/sınırlandırmayı ifade eden herhangi bir nass geçmedi.

Nassın tahsisine gelince: Onun hakkında, yalan söylemenin haram kılınmasından belirli şeyleri istisna eden ve bu istisnayı da sadece o şeylerle sınırlandıran bir nass geçmiştir. Herhangi bir durumda bu istisna edilen şeylerin aşılması caiz olmaz. Dolayısıyla Hadislerde zikredilen hususlardan delilin tahsis ettiği husus dışında bir şey yalanın haram kılınmasından istisna edilmez. O hususlar şunlardır: 1- Harp hali, 2- Kadına karşı, 3- İki kişinin arasını düzeltmek için. Bunlar hakkında şu nasslar geçmiştir:

- Ahmed, Müslim ve Ebu Davud; Ummü Kalsûm bint Ukbe’den şöyle dediğini rivayet ettiler: “Nebi (u)’in şu üç durum dışında insanlara söylediği bir şeyde ruhsat verirken işitmedim: Harpte, insanlar arasını ıslahta, erkeğin kadınına, kadının erkeğine konuşmasında.”[3]

- Esmâ’û bint Yezid’den Rasulullah (u)’in şöyle dediği rivayet edildi:

أَيُّهَا النَّاسُ مَا يَحْمِلُكُمْ عَلَى أَنْ تَتَابَعُوا فِي الْكَذِبِ كَمَا يَتَتَابَعُ الْفَرَاشُ فِي النَّارِ كُلُّ الْكَذِبِ يُكْتَبُ عَلَى ابْنِ آدَمَ إِلا ثَلاثَ خِصَالٍ رَجُلٌ كَذَبَ عَلَى امْرَأَتِهِ لِيُرْضِيَهَا أَوْ رَجُلٌ كَذَبَ فِي خَدِيعَةِ حَرْبٍ أَوْ رَجُلٌ كَذَبَ بَيْنَ امْرَأَيْنِ مُسْلِمَيْنِ لِيُصْلِحَ بَيْنَهُمَا “Ey insanlar! Sizi, kelebeğin ateşe tabi olması gibi yalana tabi olmanıza iten nedir? Şu üç özel durumda, yalan söylemenin hepsi Ademoğluna haramdır: 1-Hoşnut etmek için adamın kadınına yalan söylemesi, 2-Harpte yalan söylenmesi, zira harp hiledir, 3-İki müslümanın arasını düzeltmek için kişinin yalan söylemesi.”[4]

Bu üç durum, yalanın haram kılınmasından sahih bir nassla istisna kılınanlardandır. Bunların dışında yalanın söylenmesi helal olmaz. Zira nassı genelliğinden sadece delilin belirlediği istisna kılınır.

Hadiste geçen  في الحرب  “harpte” kelimesinin başka değil tek bir manası vardır. O da harp hususunda fiili harp halidir. Dolayısıyla harp hali dışında yalan söylemek kesinlikle caiz olmaz.

Nebi (u)’in bir gazveye çıkmak istediğinde, tevriye yaparak ondan başkasını gösterdiğine dair salih rivayete gelince: Bundan kast olunan, bir hususu kast ettiğinde bunu açığa vurmazdı. Mesela doğu yönüne gazveye çıkmayı kast ettiğinde, batı yönünde bir husus hakkında sorar ve sefer/yolculuk için hazırlık yapardı. Böylece onu gören ve işiten batı yönünü kast ettiğini sanırdı. Ancak, kastı doğu olduğu halde batıyı kast ettiğini açıkça ortaya koyduğu hasıl olmamıştır. Dolayısıyla vakıanın hilafına haber vermek caiz olmaz. Bu sadece “tevriye” kabilindendir. Ayrıca fiili harp haline ve harp konumuna dahildir. Çünkü o, düşman ile fiilen savaşmak için savaş alanına gitmektedir. Bu Rasul (u)’in  الحرب خدعة  “Harp hiledir.”[5]  sözünde geçen “hile”dendir.

Câbir’den rivayet edilen şu hususa gelince: “Rasulullah (u) dedi ki: Ka’ab el-Eşref için kim var? Zira o Allah ve Rasulüne hakaret etmiştir. Muhammed b. Müselleme; Onu öldürmemi ister misin, ya Rasulullah? dedi. Dedi ki;  Evet. Dedi ki; Bana izin ver de ona bazı şeyler söyleyeyim. O da; Verdim, dedi. (Râvi) dedi ki; (Müselleme) ona gidip şöyle dedi: Bu, yani Nebi (u) bizden sadaka isteyerek bizi sıkıntıya düşürdü. Dedi ki; “Vallahi” de dedi. Biz ona tabi olduk, fakat onun işinin nereye ulaştığına bakar olarak kalmamızdan hoşlanmıyoruz. Dedi ki; Onun yanında imkan elde edesiye kadar konuşmaya devam etti. Sonra onu öldürdü.”

Bu da harp halindedir. Muhammed b. Müselleme’nin söylediği lafızları belirleyen Hadisin lafızları her ne kadar doğru olup yalan olmasa da sadece ta’riz/üstü kapalı söylemek olsa da Muhammed b. Müselleme, her şeyi söyleme izni istedi ve her şey hakkında ona izin verildi. Bunda açıkça ima ederek yalan söylemek hususunda izin vermek de dahildir. Bu ise harp haline dahildir.

Ahmed ve Nesei’nin, Enes Hadisinden el-Haccac b. Alât’ın kıssasına tahriç ettikleri şu hususa gelince: O, Nebi (u)’den Mekke halkının malını kurtarmak hususunda maslahatı için istediğini onun hakkında söyleme izni istedi. Bunun üzerine Nebi (u) ona bu hususta ve Mekke halkına Hayber halkının müslümanları bozguna uğrattığı haberini vermesine izin verdi. Bu da aynı şekilde harp haline dahil olmaktadır. Çünkü Mekke halkı, müslümanlar ile bir fiili savaş halinde idiler. El-Haccac b. Alât da müslümanlardandır. O, fiili bir savaş halinde olan düşman kafirlerin yanına gitmekteydi. Dolayısıyla onlara karşı yalan söylemek caiz olmaktadır. Zira yalan söylemenin caiz oluşu sadece savaş alanı ile ve savaşçılar ile sınırlı değildir. Bilakis müslümanların kendisiyle fiili harp hali olduğunda düşman kafirlere karşı yalan söylemeleri caizdir.

Taberâni’nin el-Evsat’da tahriç ettiği şu hususa gelince: “Müslümanın yararı olan ya da bir borcu def eden durum olmadıkça yalanın hepsi de günahtır.” Bezzâr’da şu lafızla geçmektedir: “Müslümanın kendisi ile yararlanması ya da bir şeyi kendisinden def etmesi olmadıkça yalan söylemek kesin olarak haram kılınmıştır.” Mecmu’u el-Zevâid’de şöyle denilmektedir: “Bu rivayetin senedinde iki erişkin ve Abdurrahman b. Ziyâd b. En’am vardır. O ikisi zayıftırlar. Buna binaen bu bir zayıf Hadistir. Dolayısıyla red olunur, kendisi ile delil getirilmez. Zira o delil olmaya uygun değildir.”

Buna binaen yalan söylemenin hepsi de haramdır. Sadece şu üç durumda yalan söylemek helal olmaktadır: 1-Harpte, 2- İnsanlar arasını düzeltmek, 3- Erkeğin kadınına ve kadının erkeğine konuşması. Bunların dışında yalan söylemek kesin olarak haramdır. Çünkü yalan söylemenin haram kılınması Kur’an-Kerim’de genel olarak gelmiştir, her yalanı kapsamaktadır. Hadis gelip bu hükmü; savaş, insanlar arasını düzeltmek, erkeğin kadınına, kadının erkeğine söylemesi dışına tahsis etti. Bu üç durumu haram kılmaktan istisna etti. Dolayısıyla sadece bu üç durumda yalan söylemek helal olmaktadır, bunların dışında haramdır. Özellikle Hadis, helal oluşu bu üç durumla sınırlandırmıştır: يُكْتَبُ عَلَى ابْنِ آدَمَ إِلا ثَلاثَ خِصَالٍ “Yalan söylemek, şu üç durumun dışında Ademoğluna haramdır:...” ve “Nebi (u)’i şu üç durum dışında insanlara söylediği her şeyde ruhsat verirken işitmedim.” Bu sınırlandırma, başka durumlarda haram olması demektir. Hadislerin tamamı fiili harp hali hakkında geçmiştir. Bunların dışındakiler zayıf Hadistirler, red olunurlar ve kendileri için delil getirilmezler.

Harp dışında tevriyeye gelince: Ondan işitenin vakıanın hilafını anlamasıdır. Bu da lafzın dil ve genel ıstılah olarak konuşan ve işiten yanında vakıaya ve başkasına delâlet etmemesi ile olursa yalan olur, helal olmaz. Mesela; özel bir cemaatin bir kelimeyi ıstılah olarak kullanması ve onu bu ıstılahı bilmeyen kimseye söylemesi gibi, ya da konuşana ait bir ıstılah olup işitenin onu bilmemesi gibidir. Bunun tamamı yalandır, helal değildir. Bu her ne kadar konuşan katında tevriye olsa da, işiten o lafızdan vakıanın hilafını anlar. Dolayısıyla bu tevriye türünden sayılmaz ve helal olmaz. Fakat lafızdan vakıa ve başkası anlaşılırsa, o belâgat çeşidinden olur. Bu gerçeği söylemektir, yalan söylemek değil. Mesela;  ليت عينه سواء  -“keşke iki gözü bir olsaydı” demek gibi. Bu kişinin lehinde ve aleyhinde dua olarak kullanılır.

Tevriye, sözün birisi yakın diğeri uzak iki manasının olmasıdır. Böylece konuşan uzak manayı kast ediyor, işiten yakın manayı anlıyor. Bunun gibi durumlarda her ne kadar işiten konuşanın kast ettiğinin hilafını anlıyor olsa da cümlenin delâlet ettiği vakıanın hilafını anlamıyor.

Nebi (u) tevriye üslubunu kullanmıştır. Buhari’nin sahihinde, Enes b. Mâlik (t)’den şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Nebi (u), Medine’ye yöneldi. Ona Ebu Bekir eşlik ediyordu. Ebu Bekir, tanınan yaşlı birisidir. Nebi (u) tanınmayan genç birisidir. Dedi ki; Bir adam Ebu Bekir ile karşılaşıp ona; Ey Ebu Bekir, bu önünde giden adam kimdir? dedi. Ebu Bekir ise ona; Bu adam bana yol göstermektedir, dedi. Böylece o, yolu anladı. Halbuki kast edilen, hayrın yolu idi.”[6]  



[1] Nahl: 105

[2] Ali İmran: 61

[3] Buhari, Müslim, Ebu Davud

[4] Ahmed b. Hanbel, Müs. Kebâil, 26289

[5] Müslim

[6] Buhari