B- Köleleştirme İle İlgili Çözüm


İslâm geldiğinde, dünyada yürürlükte olan eski sistemlerde köleleştirmenin kapıları çok idi.

- Müflis/iflas eden borçlunun köleleştirilmesine hükmolunuyordu. Zira borçlu olan kimse daha çok fakirleşip iflas edince, borç verenin onu köleleştirme hakkı oluyordu.

- Bazı suçlar ve hataların işlenmesinde insanların köleleştirilmesine hükmolunuyordu.

- Hür kimseye, kendisinin köleleştirilmesini kabul etmesi hakkı veriliyordu. Zira o, aralarında anlaştıkları belirli bir zaman sonra azad etmesi şartı ile kendisini başkasına köle olarak satıyordu.

- Güçlü kabileler, zayıf kabilenin fertlerini köleleştirmeyi kendilerine bir hak görüyorlardı.

- Genel bir şekilde, harpler ve savaşlar esirlerin köleleştirilmelerini gerektiriyordu. Bir ülke işgal edildiğinde, halkının tamamının köleleştirilmesi yasal görülüyordu. Bazı ülkeler, sadece savaşta esir olarak ele geçirilen erkekler, kadınlar ve çocukların köleleştirilmesini yasal görüyordu. Dolayısıyla savaşta esir olarak ele geçirilen kimse köleleştirilince, o yasal olarak köle sayılmaktaydı ve onun köle oluşu duyurulmaktaydı.

İslâm gelince; içerisinde köleleştirmenin yapıldığı hallerle/durumlarla ilgili, köleleştirmekten başka bir takım şer'î hükümler koydu.

- İflas eden borçlu ile ilgili olarak; borç verenin, borçlunun işi yoluna giresiye kadar beklemesini açıkladı. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

 وَإِنْ كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَى مَيْسَرَةٍ “(Borçlu) eğer darda ise, işi yoluna giresiye kadar/eli genişleyesiye kadar bekleyin.[1]

- İşlenen suçlara dair cezaları tafsilatlı bir şekilde açıkladı. Özellikle cezası köleleştirmek olan hırsızlık cezasını açıklamıştır. Buna Allahu Teâlâ Kur’an’da şöyle işaret etmiştir:

 قَالُوا جَزَاؤُهُ مَنْ وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ “Dediler ki; Onun cezası; kayıp eşya kimin yükünde bulunursa işte o (şahsa el koymak) onun cezasıdır.”[2]

İslâm onun cezasını yani hırsızlığın cezasını, elin kesilmesi olarak açıkladı. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُوا أَيْدِيَهُمَا “Hırsızlık yapan erkek ile hırsızlık yapan kadının ellerini kesin.”[3]

- Köle ile efendisi arasında, kölelikten kurtarma hakkında anlaşma getirdi, köleleştirme hakkında değil.

- Hür olan kimselerin köleleştirilmesini kesin olarak haram kılmıştır. Rasul (u), Allah Azze ve Celle’nin şöyle dediğini söyledi:

ثَلاثَةٌ أَنَا خَصْمُهُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ رَجُلٌ أَعْطَى بِي ثُمَّ غَدَرَ وَرَجُلٌ بَاعَ حُرًّا فَأَكَلَ ثَمَنَهُ وَرَجُلٌ اسْتَأْجَرَ أَجِيرًا فَاسْتَوْفَى مِنْهُ وَلَمْ يُعْطِ أَجْرَهُ Kıyamet Günü üç kişinin hasmıyım/düşmanıyım: 1-Benim (adım) ile söz verip sonra vefasızlık eden adam, 2-Hür bir kimseyi köle olarak satıp bedelini yiyen adam, 3-Bir kişiyi ücretle çalıştırıp ondan faydalandıktan sonra ücretini vermeyen adam.”[4]

Buna göre Allah, hür kimseyi köleleştirip satanın düşmanı olmaktadır.

- Harp haline gelince; İslâm o konuda ayrıntılı açıklama yapmıştır. Esirlerin köleleştirilmesini kesin olarak yasaklamıştır. Hicretin ikinci senesinde esirlerle ilgili hükmü açıklamıştır. Bu hükme göre; ya onları karşılık olmaksızın serbest bırakarak onlara lütuf edilir, ya bir mal veya müslümanlardan veya zımmilerden onun dengi bir esir ile fidye karşılığı serbest bırakılır. Böylelikle esirlerin köleleştirilmesi engellenmiş olur. Allahu Teâlâ şöyle dedi:

فَإِذا لَقِيتُمْ الَّذِينَ كَفَرُوا فَضَرْبَ الرِّقَابِ حَتَّى إِذَا أَثْخَنتُمُوهُمْ فَشُدُّوا الْوَثَاقَ فَإِمَّا مَنًّا بَعْدُ وَإِمَّا فِدَاءً حَتَّى تَضَعَ الْحَرْبُ أَوْزَارَهَا “Savaşta kafirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın. Savaş sona erince, onları ya karşılıksız ya da fidye ile salıverin.”[5]

Ayet şu manada gayet açıktır: Ya karşılıksız ya da fidye ile salıvermek. Bu manadan başkasına kesinlikle yorumlanmaz. Arap dili, esirlerle ilgili hükmü, ya karşılıksız ya da fidye ile serbest bırakmaktan birisi ile sınırlandırmayı gerektirmektedir. Çünkü  إما –“ya”, edatı iki şey arasında serbest oluşa ve bu iki şeyde hasredilmeyi/sınırlı oluşu ifade eder. Burada ayet, karşılıksız serbest bırakmak ile fidye ile serbest bırakmak arasında bırakarak ve hükmü bu ikisi ile sınırlandırarak gelmiştir. Sınırlandırmayı da;  فإما متا بعد وإما فداء “ya karşılıksız ya da fidye ile serbest bırakın” derken seçenekli kılma ve o seçeneklerle sınırlı kılma edatı olan  إما –“ya”, edatını ifade ederek yapmıştır.

Burada, bazı fakihlerde oluşan şüphe konusu soru olarak ileri sürülebilir. Zira onlar, ondan halifenin uygun gördüğünde esirleri köleleştirme hakkının olduğu görüşünü almışlardır. O soru ise şudur: “Nebi (u), bu ayetin indirilmesinden sonra köleleştirme yapmıştır. Zira bu ayet, hicretten sonra Rasul (u) ile Kureyş’in kafirleri arasında savaşın başlaması esnasında indirilmiştir. Rasul (u) ise Huneyn savaşında köleleştirme yapmıştır. Rasulün ameli Allah’ın ayetleri için tefsir sayıldığı gibi, teşrî/şer'î hüküm kaynağı da sayılmaktadır. O halde Rasul (u), bu ayettin indirilmesinden sonra Huneyn savaşında köleleştirme tapmış olduğu halde, bu ayet ile esirlerin köleleştirilmesi nasıl yasaklanır?”

Buna cevap şudur: Rasulin ameli ve sözü Kur’an ayetleri için ya bir mücmelin tafsili/açıklamasıdır ya mutlakın takyididir/sınırlandırılmasıdır, ya da bir umumun/genelin tahsisidir/özelleştirilmesidir. Rasulün ameli ve sözü Kur’an için nesh edici olmaz. Esirlerle ilgili o ayet, mücmel değildir ki tafsili olsun, lafızları genellik lafızları değildir ki tahsisi olsun, mutlak değildir ki takyidi olsun. Şu halde, Rasulün bu ayetin indirilmesinden sonra köleleştirme yaptığı rivayeti sahih olduğunda, bu ayeti nesh eden olur ki bu caiz değildir. Buna ilaveten, Rasulün esirleri köleleştirmiş olması, bu haber ile çelişen bir ahad haberidir. Ahad haber, ayetlerden ve hadislerden kati olan ile çeliştiğinde, ahad haberi dirayeten/anlam bakımından reddolunur. Buna binaen esirlerle ilgili bu ayetin indirilmesinden sonra Rasulün esirleri köleleştirdiğine dair rivayetin bir itibarı olmaz.

Ayrıca; Rasulün o amelinin vakıası şudur: Huneyn Gazvesinde, müşriklerin savaşçıları beraberlerinde kadınları ve çocukları da savaş alanına getirmişlerdi. Bunu da sayılarını çok göstermek ve erkeklerini savaşa coşturmak için yapmışlardı. Müşriklerin savaşçıları savaş alanında bozguna uğrattıklarında kadınlar ve çocuklar sebiy/tutsak oldular. Rasul (u) de onları müslümanların savaşçıları arasında paylaştırdı. Bu sebiy/tutsakların durumu tekrar gözden geçirildiğinde, onların sebiyi hakkındaki iyi muamele ve sebiy ehline geri verme hakkından kendilerine lütfederek verilmesini müslümanladan istedikleri görülür. Bu da sebiyi köleleştirmenin caiz olduğuna delâlet etmektedir. Sebiy ise, sayıyı çok göstermek ve savaşçıları coşturmak için savaş meydanına savaşçılarla birlikte gelmiş olan kadınlar ve çocuklardır. Bununla birlikte Nebi (u), Hayber’de sebiyleri köleleştirmedi. Zira Nebi (u), Hayber’de savaşıp halkına karşı zafer elde ettikten sonra, Hayber halkını hür kişiler olarak terk ettiği gibi oranın arazisini de, ürününün yarısına karşılık ziraat yapmaları için onların elleri altında bıraktı. Ebu Ubeyd, sebiy hakkında şöyle dedi: “İmam onları paylaştırıp paylaştırmamak hakkında serbesttir. Onları paylaştırdığında onlar üzerinde, kendilerine ait olduğu kimselere güzel muamele ve lütuf istemekten başka bir yol yoktur. Rasulullah (u)’in Huneyn halkına yaptığı gibi. Onlardan sebiy olanlardan  kimse, lütufta bulunmak ve güzel muameleden başka yolla geri dönen olmadı. Çünkü onları paylaştırmıştı. Bunu Hayber ehline yapmadı. Çünkü onları hür kimseler olarak terk etti. Kimse onlara lütufta bulunmadı. Çünkü onlar üzerinde paylaştırma olmadı.”

Sebiy olmayanlara gelince: Onlar savaşan erkeklerden esir edilenlerdir. Onlar esir edildiklerinde Rasul (u) onlardan kimseyi kesinlikle köleleştirmedi. Rasul (u) savaşan erkeklerden esir olanları köleleştirdiğine dair rivayet sahih değildir. Ne Araplardan, ne yahudilerden ne de hıristiyanlardan savaşan erkeklerden esir olanı hiç köleleştirmedi.

“Esir” kelimesi, sadece savaşan erkeklerden kimse kast edilerek söylenir. Kadın ve çocuklar için “sebiy” denilir, esirler değil.

Buradan da açığa çıkıyor ki; İslâm savaşan erkeklerden esir olanların köleleştirmesini yasaklamıştır ve sebiy hakkında ise, onları köleleştirmesi ve serbest bırakması hakkında halifeye serbestiyet vermiştir. Onlar hakkında fidye ile serbest bırakmak yoktur. Rasul (u)’in Huneyn sebiylerine yaptığı gibi yapılır. Zira o (u) onları köleleştirdi ve sonra da serbest bıraktı. Hayber sebiyleri hakkında yaptığı gibi yapılır. Onlar hakkında da onları köleleştirmeyip hür kimseler olarak terk etti.

Bu sebiy hükmü, düşmanın kadınları ve çocukları harpte orduya eşlik ettiklerinde söz konusudur. Fakat evlerinde kaldıklarında onlara bir şey olmaz, ne esir olurlar ne de sebiy olurlar.

Halifenin, sebiyleri köleleştirmesi meselesindeki işi, düşmanla muamele hususunda dış siyasetin gerektirdiği hususa göre şekillenir. Onunla kast olunan köleleştirmek değildir. Zira o sadece, hakkında takdirin sadece halifeye terk edilen harp muamelelerinden bir muameledir. Bu hususta halife düşman ile ilgili konumun gerektirdiği hususa ve kendisinin uygun gördüğü hususa göre amel eder. Bundan açığa çıkıyor ki, İslâm köleleştirmek sorununa çözüm getirmiştir. Zira içerisinde köleleştirmenin meydana geldiği bütün halleri yasaklamıştır. Sebiy durumunda ise, düşmanın konumuna/tutumuna bağlı olarak hüküm verme hususunda halifeyi serbest bırakmıştır.

Böylelikle köleleştirmeye son verilebilir. Özellikle de son asırlardan bugüne kadar modern savaşlarda olduğu gibi; insanlar, savaşçıları coşturmak ve sayılarını çoğaltmak için kadınları ve çocukları orduyla birlikte savaş alanına çıkarmayı iptal ettiklerinde, köleleştirmeye son verilebilir. Zira içerisinde köleleştirmenin meydana geldiği bir tek hal dahi kesinlikle kalmamaktadır. Böylelikle de İslâm köleleştirmeyi yasaklamış oluyor.



[1] Bakara: 280

[2] Yusuf: 75

[3] Maide: 38

[4] Buhari, K. Buyu’, 2075

[5] Muhammed: 4