Allah’ın indirdikleri ile hükmet / yönet. Onların arzularına
uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni
saptırmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki Allah, ancak
günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister.
İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır. Yoksa onlar
cahiliyye (İslâm dışı) yönetim mi istiyorlar? İyi anlayan bir
toplum için, hükmü Allah’tan daha güzel kim vardır?
[Maide: 49-50]
Sudan Cumhuriyeti Başkanına,
Sudan Hükümetine,
Sudan Milli Meclis Başkanına ve Üyelerine,
Müslüman
Sudan Halkına,
Dünyadaki Tüm Müslümanlara...
Hizb-ut Tahrir’den
Açık Mektup
Allah’ın
selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Hizb-ut Tahrir,
28 Mart 1998 / H. 30 Zilkade 1418 tarihli Sudan Milli Meclisi’nin
oluru ile kabul edilen “1998 Sudan Anayasa Tasarısı”
nın; İslâmî olup olmadığına, bu anayasayı benimseyen ve uygulayan
devletin İslam Devleti olup olmadığına hüküm vermek ve belirlemek
üzere, şer’î hükümlerin ışığı altında İslâmî bakış açısı ile
inceledi. Tâ ki böylece Müslümanlar, bu anayasayı kabul eden ve
uygulayan devletin gerçek durumunu ve bu devlete karşı şeriatın
gerekli gördüğü tavrı ortaya koysunlar.
Allah’ın
indirdikleri ile hükmetmesi / yönetmesi Müslümanları ve İslam
dünyasında kurulu varlıkları Hilâfet Devleti’nde
birleştirmesi, onları küfür sistemlerinden, düşüncelerinden,
Amerika, İngiltere, Fransa ve diğer sömürgeci kâfir devletlerin
hegemonyasından kurtarması, yahudi varlığını yok etmesi ve Cihâd
yolu ile köklerini söküp atması, İslam’ı Cihâd ve davet yoluyla
tüm dünyaya hidayet, nur ve bir mesaj olarak taşıması için
Allah’ın Kitâbı ve Rasulü’nün Sünneti üzere bey’at edilecek
Halîfe’yi nasbederek Hilâfet’i ikâme etme yolu ile İslâmî
hayatı yeniden başlatmak için siyasi çalışma yapan İslam
akidesinden kaynaklanan şer’î hükümlere ve İslam Akîde’ye göre
kurulu bir parti niteliğine sahip olması nedeniyle Hizb-ut
Tahrir böyle bir harekete kalkışmıştır.
Hizb-ut Tahrir,
aralarında Arap ülkelerinin de bulunduğu tüm İslam topraklarında
çalıştığı gibi İslam toprağı olması itibariyle Sudan’da da
çalışmaktadır.
Bu nedenledir ki; özellikle
İslam dünyasındaki toplumun duygu ve düşüncesinin gözetleyicisi
olması nedeniyle onu İslâmî duygu, düşünce ve sistemlerle
birleştirildiği İslâmî bir topluma dönüştürmeye çalışan bir parti
olan bu Hizb-ut Tahrir’in bu anayasa tasarısını incelemesi
gâyet doğaldır.
Bu
anayasa incelendiği zaman bunun İslam akidesi üzere kurulu
olmadığı ve şer’î hükümlerden alınmadığı görülür. Zira onda İslam
hükümlerine, İslam Akîde’ye veya helâl ve harama işaret eden
herhangi bir işaret bile yoktur.
Bu anayasanın batı düşünceleri üzerine kurulu
olduğu açıkça ortadadır.
Maddelerinin çoğunluğu, küfür akidesi olan dini hayattan ayırma
esasına göre hazırlanmış batı sistemlerinden ve kanunlarından
alınmıştır.
Bu nedenle bu anayasa tasarısı İslâmî değildir,
dolayısıyla bu anayasayı benimseyen
ve uygulayan devlet de İslâmî devlet olmaz. Bunun detaylı
nedenleri ve açıklamaları şöyledir:
1-
Anayasanın giriş bölümünde şu ifade yer almaktadır:
“...Biz Sudan halkı; Allah’ın yardımı, tarihten alınan ders ve
yenilenen milli kurtuluş devriminin itici gücü ile bu anayasayı
kendimiz için genel hayat sistemi olarak hazırladık...”
Bu ifade, bu anayasayı Sudan halkının yaptığını
göstermektedir, yani bu anayasa beşer tarafından yapılmış bir
anayasadır. Diğer bir ifade ile egemenlik şeriata değil halka ait
demektir. Bu durum ise şer’î
hüküm ile tamamen çelişmektedir. Çünkü İslam, egemenliği halka
veya ümmete değil şeriata vermektedir. Bu nedenle anayasa Allah’ın
Rasulü’ne indirdiklerinden alınmalıdır, beşer tarafından yapılması
câiz değildir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Rabbine and olsun ki aralarında
çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin
hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (ona) tam manası
ile teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar.
[Nisa 65]
Ey îmân edenler! Allah’a itaat edin. Rasul’e ve
sizden olan yönetim sahiplerine
itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, -Allah’a ve
Ahiret gününe inanıyorsanız- onu Allah ve Rasulü’ne götürün. Bu
hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir.
[Nisa 59]
Hüküm ancak Allah’ındır.
[Yusuf 40]
Rasul size her ne getirdiyse
onu alın ve sizi her neyden nehyettiyse ondan da kaçının.
[Haşr 7]
Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, mü’min bir kadın ve erkeğe o işi
kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur.
[Ahzâb 36]
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’de
hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
Muhakkak ki Allah,
birtakım şeyleri size farz kılmıştır, onları yerine getirin.
Birtakım sınırlar koymuştur, onları aşmayın ve bir kısım şeyleri
de yasaklamıştır, onları da ihlal etmeyin.
Her kim bizim
işimizden (dinimizden) olmayan bir şeyi ihdâs ederse, sonradan
ortaya çıkarırsa reddedilir.
[Muslim, Ukdiyye 3242]
İşte tüm bunlara binaen giriş bölümünde yer
alan o ifade, bu anayasanın insanlar tarafından hazırlandığını
dolayısıyla da İslâmî
olmayan bir anayasa olduğunu göstermektedir.
2- Anayasa Sudan’daki
devletin kimliğini yani, İslâmî mi yoksa laik bir devlet mi
olduğunu açıklamadığı gibi devletin dinini de açıklamamaktadır.
Birinci maddede yer alan; “İslam,
Sudan’da yaşayanların çoğunluğunun dinidir” ifadesi, Sudan’daki halkın
çoğunluğunun durumunu nitelendirmektedir. Ne Sudan’daki devletin
dininin niteliğini, ne kimliğini ne de devlet başkanının dinini
belirtmektedir.
İslam’ın
halkın çoğunluğunun dini olmasına rağmen, Sudan’da yaşayanların
çok az bir kısmını oluşturan Müslüman olmayanları, solcu ve laik
partilere ait muhalifleri, İslam Devletinin kurulmasını
engellemeye çalışan ve İslam’a düşmanlık yapan batılı kâfir
devletleri razı etmek üzere devletin dininin ve kimliğinin
belirtilmemesi ve bundan kaçınılması, Sudan’daki devletin İslam
devleti olmadığını açıkça göstermektedir. Kâfir Batının İslam
dünyasındaki devletleri ve bundan bir parça olan Arap devletlerine
hayat için bir sistem vasfıyla İslam’ı toplum ve devletten
uzaklaştırmak için zorla kabul ettirmek istediği -ister partisel
çoğulculuk olsun isterse dini çoğulculuk olsun- “çoğulculuk”
düşüncesine çağrı da İslam dışı bir çağrıdır.
3-
2 numaralı madde Sudan’daki yönetim şeklinin Federal Cumhuriyet
Nizamı olduğunu şu şekilde ifade etmektedir: “Federal
bir cumhuriyet olan Sudan, en üst otoritesi içinde Federal
sistem esasına göre hükmeder...”
Federal Cumhuriyet sistemi
İslam dışı bir sistemdir. Bu sistem dini hayattan ayırma esası
üzere kurulu batı kaynaklı bir sistemdir. Bu sistemde kanunları
insanın bizzat kendisi yapar. Dinin insanın hayatıyla herhangi bir
alakası yoktur. Bu sistem İslam’daki yönetim sisteminden tamamen
farklı bir özelliğe sahiptir. Zira İslam’daki yönetim sisteminin
şekli, İslam akidesi ve şer’î hükümler üzerine kurulu olan
Hilâfet’tir. İslam yönetim sisteminde egemenlik halkın veya
ümmetin değil şeriatındır. Halîfe yasama hakkına sahip değildir.
Yasama hakkı yalnızca yüce Allah’a aittir. Halîfe ancak, Allah’ın
Kitâbı’ndan, Rasulü’nün Sünneti’nden ve bu ikisinin işaret ettiği
kıyastan ve sahabenin icmâ’ından çıkartılmış hükümleri anayasa ve
kanun olarak benimseme hakkına sahiptir.
İslam’daki
yönetim şeklinin Hilâfet sistemi olduğu ve halîfeyi
nasbetme metodunun da bey’at olduğu Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi
ve Sellem]’in şu hadislerine dayanmaktadır:
Kim boynunda bir halîfeye bey’at olmadan ölürse
cahiliyye ölümü ile
ölmüş olur.
[Muslim, İmâra 3441]
Birçok halîfeler olacaktır.
Dediler ki, “Bize ne emredersin? Dedi ki: Kendisine
ilk bey’at edilene vefâlı olun. [Muslim, İmâra 3429]
İki halîfeye bey’at edildiği zaman diğerinin
(ikincisinin) boynunu vurun!
[Muslim, İmâra 3444]
Her kim bir imâma (Halîfeye) bey’at eder, elinin
ayasını ve kalbinin meyvesini ona verirse gücü yettiğince ona
itaat etsin. [Muslim, İmâra 3431]
Râşid
halîfelerin hepsi bey’at yolu ile nasbedilmişler ve bu durum
sahabenin icmâ’ı ile de sübut bulmuştur.
Bu nedenledir ki; “İslam
nizamı cumhuriyet sistemidir”
demek veya “İslam Cumhuriyeti”
demek kesinlikle câiz değildir. Zira her iki sistemin üzerine
kuruldukları esaslar arasında çok büyük çelişkiler vardır. Her iki
sistem arasında asılda ve detaylarda farklılıklar vardır.
İslam’daki
yönetim şekli; Cumhuriyet olmadığı gibi, genel yönetimde birliğin
ancak bölgesel yönetimde ise özerkliğin geçerli olduğu federal bir
sistem değil, her yönüyle vahdet nizamıdır. İslam’daki yönetim
sisteminde başkentin Kahire, Şam, Bağdad veya İstanbul gibi
şehirlerden herhangi birisi olması durumunda Hartum ile Kahire,
Marakeş ile Tahran, Şam ile İstanbul, Kudüs ile Mekke arasında
hiçbir fark yoktur. Tüm bölgelerin maliyesi tektir. Her bir
bölgeden elde edilen gelirin azlığına veya çokluğuna bakılmaksızın
tek bütçeden tüm tebaanın ihtiyaçları için harcama yapılır. Şayet
bir bölgeden elde edilen gelirler ihtiyaçların çok üstünde ise
topladıkları gelir kadar değil ihtiyaçları kadar harcama yapılır.
Aynı şekilde bir eyâlette toplanan gelirler ihtiyaçları
karşılayamıyorsa genel bütçeden ihtiyaçları karşılayabilecek
miktarda harcama yapılır.
Üstelik bu sistemde merkezi yönetim vardır.
Genel merkezde (başkentte) bulunan en üst otoritenin, devletin tüm
parçaları üzerinde
otoritesi vardır ve devletin parçalanmaması için hiçbir parçanın
bağımsızlığına izin verilmez. Komutanları, valileri, yöneticileri,
maliyeden ve ekonomiden sorumlu olanları halîfe tayin eder. Tıpkı
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] ve ondan sonra gelen
Râşid halîfeler zamanında olduğu gibi yaptığı iş yönetimden
sayılan kimseleri halîfe belirler. Devlette birliğin var olması
gerektiğini ve parçalanmanın haram olduğunu belirten hadisler
vardır. Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle
buyurmaktadır:
Sizin işiniz (devlet başkanlığınız) tek bir adam üzerinde toplanmışken her
kim gelip te sizin âsânızı (dayanağınızı) parçalamak ve
cemaatınızı (birliğinizi) dağıtmak isterse onu öldürün.
[Muslim, İmâra 3443]
...Kim bir imama bey’at eder, elinin
ayasını ve kalbinin meyvesini ona verirse, gücü yettiğince ona
itaat etsin. Bir başkası gelir de (yönetim hususunda) onunla
çekişirse diğerinin (ikincisinin) vurun. [Muslim, İmâra 3431]
İki halîfeye bey’at edildiği zaman onlardan
ikincisini öldürün.
[Muslim, İmâra 3444]
Tüm bu açıklamalar, Federal Cumhuriyet
sisteminin İslâmî bir sistem olmadığını ve İslam’la
hiçbir bağının bulunmadığını göstermektedir. Bu sistem batıdaki
yönetim şekillerinden birisidir.
4-
Dört numaralı maddede egemenlik ve hakimiyet konusunda şu
ifadeler yer almaktadır: “Devlette
hakimiyet beşerin yaratıcısı Allah’a aittir. Egemenlik ise
halîfe olarak atanmış olan Sudan halkınındır...”
Bu maddedeki ifadeler birbiri ile
çelişmektedir. Hakimiyetin yüce Allah’a
ait olması, halkın veya ümmetin değil Allah’ın kanun koyucu olması
demektir. Egemenliğin Sudan halkına ait olması ise, Allah’ın
değil. Sudan halkının yasama hakkına sahip olması demektir. Bu ise
apaçık bir çelişkidir. Bu maddede yer alan “Hakimiyet Allah’ındır” ifadesi, bu anayasada vakıası olmayan ve bu anayasa tarafından
garanti altına alınmamış bir ifadedir. 67. maddenin l. bendinde
yer alan; “Milli meclis yasama
işlerini üstlenmek üzere seçilmiştir” ifadesi, hakimiyeti Allah’a değil,
insana verdiklerinin açık delilidir. 67. maddenin, hakimiyetin
Allah’a ait oluşunu yok sayarak beşere ait olduğunu
sabitleştirmesi, bu anayasanın İslâmî bir anayasa olmadığının,
İslam dışı olduğunun ve bu anayasayı uygulayacak olan devletin de
İslam Devleti olmadığının delilidir.
5- 6. maddede şu ifade yer almaktadır:
“Vatan, tüm halkı arasında velâyet,
dostluk ve dürüstlük ruhu ile birleşmenin, otoritenin ve milli
servetlerin paylaşılması üzere yardımlaşmanın yaşandığı
yerdir....”
Bu maddede iki durum vardır:
a. Madde, velâyetin,
dostluğun kime ait olacağını, Allah’a mı, vatana mı yoksa
devlete mi ait olacağını sınırlandırmadan olduğu gibi
bırakmıştır. Bu anayasadaki maddelerin birçoğunda kapalılık,
karışıklık dikkati çekmektedir. Öyle ki konular anlaşılmaz,
sınırlandırılmamış ve düzensizlik içerisinde bulunmakta,
maddenin neyi kastettiğini anlamakta insanın aklı karışmaktadır.
Dolayısıyla herkes kendi arzusuna göre anlamaktadır.
b. Madde, devletin tek gruptan değil birçok
gruptan oluştuğunu ifade etmekte ve devletin birliğini ortadan
kaldırmaktadır. Aynı zamanda devletin yöneticisinin ğayri muslim
bir kimse olmasını da mubah görmektedir. Oysa İslam kâfir bir
kimsenin Müslümanlara yönetici olmasını haram kılmaktadır.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla
bir yol vermeyecektir. [Nisa 141]
6- 7.
maddede şöyle geçmektedir: “Vatanı
savunmak şereftir ve bu uğurda Cihâd etmek vaciptir...”
Cihâd ancak, Allah’ın
kelimesini yüceltmek için Allah yolunda savaşmakla olur. İslam
topraklarını korumak için savunmayı, kâfir düşmanları oradan
kovmayı Allah Müslümanlara emretmiştir.
7-
8. maddede şu ifadeler yer almaktadır: “Devlet;
çalışmak, üretmek ve serbest pazara dayalı planlama ile milli
ekonominin gelişmesini destekler...”
Bu maddede yer alan “serbest pazar” tâbiri,
Sudan’ın,
ekonomik sistem olarak kokuşmuş kapitalizmi benimsediği anlamına
gelmektedir. Kapitalist sistem ise İslam ekonomisi ile tamamen
çelişmektedir. Zira kapitalist sistem, menfaatçılık, halkları
sömürme, servetlerini yağmalama temeli üzere kuruludur. Bu yöntemi
Amerika ve Kâfir Batı ülkeleri; İslam dünyası, onların
isimlendirmeleri ile üçüncü dünya veya geri kalmış ülkeler
üzerinde egemenlik kurmak ve servetlerini yağmalamak için
kullanmaktadırlar. Zira bu ifade, yeni “serbest pazar” ifadesi;
kapitalist sistemin ne kadar bozuk bir sistem olduğu, aşırı
derecede rahatsızlık eden kokusunun ne kadar da arttığı,
tiksindiriciliği, iğrençliği ve halkların servetlerini sömürmedeki
açgözlülüğü açıkça ortaya çıktıktan sonra “kapitalizm” kelimesine
alternatif olarak kullanılmaktadır.
8-
12. maddede şu ifadeler yer almaktadır: “...Devlet,
sanatın her türünü geliştirmeye, canlandırmaya çalıştığı
gibi...”
Bu ifade sanat kapsamında değerlendirilen;
dans, müzik, heykeltıraşlık,
resim ve tiyatro gibi İslâmî açıdan haram olan veya olmayan tüm
sanatları kapsar. Bu nassın, mubah veya haram olmalarına
bakmaksızın sınırlandırma yapmadan bütün çeşitleri ile sanatı
geliştirmeyi teşvik etmesinden dolayı bu teşvik mubah olsun haram
olsun bütün sanatları kapsar kılmaktadır. Bu demektir ki
Sudan’daki devlet, şeriata göre haram da olsa sanatları
geliştirmeye ve teşvike çalışacaktır. Bu da Sudan Devleti’nin bir
İslâmî devlet olmadığını teyid etmektedir.
9-
Dış siyasetle alakalı 17. Maddenin metni BM sözleşmesinden
alınmıştır. Bu sözleşme; Amerika ve Batılı kâfir devletlerin,
hegemonyalarını İslam dünyasına ve üçüncü dünya ya da geri kalmış
dünya devletleri dedikleri devletlere zorla kabul ettirmek için
kullandıkları bir vasıta konumundadır. Bu sözleşme, İslam
hükümleri ile çelişmektedir ve bir küfür sözleşmesidir. Sudan
Devleti’nin bu sözleşmeyi benimsemesi, bir küfür sistemini
benimsemesi demektir. Kâfir devletlerin emirlerine boyun bükmesi
ve bu küfür sözleşmesinin iyice yerleşmesine ortak olması
demektir.
Dünya barışı, dünya güvenliği, çatışmaların
güzellikle çözülmesi, insan haklarına ve özgürlüklere saygı,
mezhepler-dinler ve hadâratlar arası diyalog, dünya düzenini
oluşturmak… Bu tâbirlerin tümü Amerika ve Batılı devletlerin diğer
ülkelerin işlerine müdahale edebilmeleri, onlar üzerinde
hegemonyalarını gerçekleştirebilmeleri ve servetlerini çalıp
çırpmalarına imkan sağlaması, ürettikleri ürünlere ve sanayilerine
pazar oluşturması, hayat ve devlet nizamı olması özelliğine sahip
İslam’ın tekrar hayata dönmemek üzere İslam ile savaşmaları ve yok
edebilmeleri için konulmuş ifadelerdir. Biz bu duruma yeryüzünde
sürekli olarak şahit olmaktayız.
Sudan devleti
İslam devleti olsaydı bu sözleşmeyi kabul etmezdi. Onu yıkmak için
ve bütün dünyayı Allah’ın Kitâbı’ndan ve Rasulü’nün Sünneti’nden
alınmış bir sözleşme etrafında birleştirmek için çalışırdı.
10-
20. madde şöyledir: “Her insan
yaşama ve özgürlük hakkına sahiptir.”
Bu maddede yer alan “özgürlük” kelimesi “köle
olmama” anlamına
geldiği gibi “demokraside” var olan inanç hürriyeti, mülk edinme
veya kişisel özgürlükler anlamına da gelmektedir. Demokratik
anlamı ile özgürlükler kavramı İslam hükümleri ile tamamen ve her
yönü ile çelişmektedir. Çünkü Müslüman inancında hür değildir,
inancını terk ederek yahudi, hıristiyan, laik veya dinsiz olması
câiz değildir. İnancını terk eden bir Müslüman tövbe etmeye
çağrılır, şayet İslam’a dönmezse öldürülür. Zira Rasulullah
[SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmaktadır:
Kim dinini
değiştirirse onu öldürün!
[Buhari, Cihâd ve’s-Seyr 2794]
Aynı şekilde Müslüman mülk edinmede şer’î hükümlerle
kayıtlıdır. Faiz, stokçuluk, kumar, hırsızlık ya da İslam’ın haram
kıldığı diğer yollardan birisi ile mülk edinmesi câiz değildir.
Oysa kapitalist demokratik sistem insanın mülk edinebildiği tüm
yolları kullanmasını mubah görmektedir.
Aynı şekilde demokratik anlamıyla İslam’da
kişisel özgürlükler de yoktur. Müslüman tüm davranışlarında İslam
hükümleri ile kayıtlıdır. Müslüman zîna edemez, içki içemez ya da
İslam’ın yapılmasını haram kıldığı hiçbir işi yapamaz. Oysa
demokratik sistem böyle değildir.
11-
21. madde şöyledir: “...Sudanlılar,
genel hayatla ilgili görevlerde, sorumluluklarda ve haklarda
eşittirler. Irk, cins veya din farklılığı nedeniyle ayırım
yapılamaz. Genel görevleri yerine getirmede bunların hepsi
eşittirler...”
Bu maddeye göre ğayri muslim bir şahsın Sudan’da
devlet başkanı veya yönetici olması câizdir. Bu durum İslam ahkâmı
ile tamamen çelişmektedir. Zira şer’î hükme göre Müslüman olmayan
bir kimsenin Müslümanlara yönetici olması kesinlikle câiz
değildir. Çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla
bir yol vermeyecektir. [Nisa 141]
Kâfir olan bir kimsenin Sudan devletinde
yönetici olabilmesi, bu devletin
İslam devleti olmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
12-
24. madde şöyledir: “Her insanın
vicdan ve dini inanç özgürlüğü vardır.”
Bu maddeye göre Müslüman olsun ya
da olmasın her insanın dini inancında özgür olma hakkı vardır,
dilediği akideye inanabilir. Yani Müslüman bir kimse İslam
inancını terk ederek yahudiliğe, hırıstiyanlığa veya bir başka
dine inanabilir. Dini açıdan her Müslümanın bilmesi, ve bu konunun
cahili olmaması gereken hususlardan dolayı bu durum İslam ile
büsbütün çelişmektedir. Allah Subhanehu ve Teâlâ mürted olan bir
kimsenin kıyamet günü ebedi cehennemliklerden olacağını ayette
şöyle bildirmektedir:
İçinizden her kim dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte
onlar hem dünyada hem de Âhirette amelleri boşa gidenlerin ta
kendileridir ve işte onlar ateş ehlidirler ki içerisinde ebediyen
kalacaklardır.
[Bakara 217]
Dininden dönen bir kimsenin öldürülmesi gereği
ise Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şu hadisine
dayanmaktadır:
Kim dinini
değiştirirse onu öldürün!
[Buhari, Cihâd ve’s-Seyr 2794]
Bir başka hadiste ise şöyle buyurmaktadır:
Üç durum dışında Müslüman bir kimsenin kanı helâl
değildir: Cana can (kısas), zîna eden evli ve cemâatten ayrılmak
üzere veya ayrılıp ta dinini terk eden.
[Ahmed b. Hanbel, Mükessirin min es-Sahabe 4197]
Bu nedenledir ki Müslüman bir belde olan
Sudan’da bu türden maddelerin benimsenmesi ve kabul edilmesi
gerçekten çok gariptir.
Maddede yer alan şu ifade: “...Onun,
dinini veya inancını üstün kılma ve yayma hakkı vardır...” Müslüman olmayanların dinlerini
yaymalarına hak tanıdığı gibi Müslüman olanlar ve olmayanlar
arasında o dinin misyonerliğini yapmalarına da hak tanımaktadır.
Halbuki İslam, İslam Devleti içerisinde Müslüman olmayanların,
Müslüman olanlar veya olmayanlar arasında inançlarını yaymalarını,
misyonerliğini yapmalarını yasaklamaktadır. Tam tersine
Müslümanlara onları İslam’a çağırmalarını emretmektedir. Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır:
De ki: Ey Ehl-i Kitâb! Ancak Allah’a kulluk
etmek, O’na hiçbir şeyi ortak
koşmamak ve Allah’ı bırakıp ta birbirimizi rabler edinmemek üzere
bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin. Eğer yüz
çevirirlerse, onlar şöyle deyin: Şâhit olun ki biz Müslümanız.
[Âl-i İmrân 64]
Şüphesiz ki
Allah katında tek din İslam’dır.
[Âl-i İmrân 19]
Her kim
İslam’dan başka bir din ararsa, bu ondan kesinlikle kabul
edilmeyecektir. [Âl-i İmrân 85]
Bu nedenledir ki Müslümanların,
yahudi ve hıristiyanlarla yaptıkları anlaşmalar dinlerini
yaymayacakları, misyonerliğini yapmayacakları şartı ile
imzalanmıştır.
13-
25. maddede aşağıdaki ifadeler yer almaktadır: “Vatandaşların
herhangi bir bilgiyi elde etmeye çalışmaları veya otorite
tarafından zorlama olmaksızın herhangi bir ekolün fikrine veya
düşüncesine inanması, ifade özgürlüğüne sahip olması, bilgi
toplama, yayma ve basın özgürlüğü garantilenir...”
Bu madde; devletin, komünizm, laiklik ve
kapitalizm gibi küfür düşüncesi, görüşü veya ekolüne ait olsa bile Müslümanların ve ğayri muslimlerin diledikleri
herhangi bir düşünceye veya görüşe inanmalarını, bu türden
düşünceleri yaymalarının ve çağrıda bulunmalarının garanti altına
alındığını ifade etmektedir. Oysa bu durumun şer’î hüküm ile
çeliştiğini ispatlamak için delil göstermeye bile ihtiyaç yoktur.
Çünkü bu türden haramlar zarureti diniyeden olup herkesin bilmesi
gereken haramlardandır. Bu anayasa tasarısında yer alan bu madde,
bundan önceki maddeler ve birçok madde; kullanılan İslâmî
sloganların ve bunları bayraklaştıranların ne kadar sahte olduğunu
ve Sudan devletinin kesinlikle İslam devleti olmadığını açıkça
ortaya koymaktadır.
14-
27. madde, bir ğayri muslimin veya kadının Sudan’da cumhurbaşkanı
olmasına cevaz vermektedir. Maddede bir kimsenin
cumhurbaşkanlığına aday olabilmesi için “Sudanlı
olması” şartı Müslüman olması şartı ile sınırlandırılmamıştır. Bu ise
kâfir bir kimsenin de cumhurbaşkanı olabileceği anlamına
gelmektedir. Oysa İslam, yöneticinin ğayri muslim bir kimse
olmasını şu ayet-i kerime ile kesinlikle yasaklamaktadır:
Allah, kâfirler için mü’minler aleyhine asla
bir yol vermeyecektir. [Nisa 141]
Bu maddeye göre kadın Sudan’da
cumhurbaşkanı olabilecektir. Çünkü cumhurbaşkanlığına aday olacak
kişilerde aranan şartlar arasında erkek olma şartı yer
almamaktadır. Oysa İslam kadının yönetici olmasını
yasaklamaktadır. Zira Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]
İranlıların başlarına Kisra’nın kızını başkan olarak seçtikleri
haberini alınca şöyle buyurmuştur:
(Yönetim) işlerini bir kadına teslim eden bir
toplum kesinlikle iflah olmayacaktır.
[Buhari, Meğâzi 4073]
Bu madde de Sudan devletinin kesinlikle bir
İslâmî devlet olmadığını teyid etmektedir.
15- Üçüncü bölümde yer alan: Liderlik ve
uygulamanın birinci faslında cumhurbaşkanlığı ile ilgili 36-46
maddeler, ikinci fasılda yer alan federal yürütme cihazı olan
Bakanlar Kurulu ile ilgili 47-55 maddeler, -başkanlık esasına
dayalı bir Cumhuriyet Nizamı olması ve Cumhurbaşkanının özel
görevlerinin bulunması, federal Bakanlar Kurulu’nun varlığı ve bu
kurulda yer alan her bir bakanın özel görevlerinin varlığı-
Sudan’daki yönetim şeklinin batıdaki yönetim şekillerinden
alındığının, İslam’dan alınmadığının delilleridir.
16-
Yasama kaynakları: 65. madde yasama kaynaklarını şöyle
açıklamaktadır: “Yasama kaynakları
İslam şeriatı, fetva, anayasa ve örf olarak ümmetin
icmâ’ıdır...”
Bu maddede dikkatle incelenmesi gereken birçok
husus vardır:
a. Bu maddede
İslam şeriatı ile fetva, anayasa ve örf olarak ümmetin icmâ’ı,
yasama kaynağı olma noktasında eşit tutulmuştur. Ümmetin
icmâ’ının İslam şeriatı ile birlikte yasama kaynağı olarak kabul
edilmesi, ümmetin icmâ’ının İslam şeriatının dışında olduğu
anlamına gelmektedir.
b. İslam şeriatının burada yasama kaynağı
olarak kabul edilmesi;
tıpkı 4. maddede yer alan hakimiyet Allah’ındır ifadesi gibi bu
anayasanın vakıası ile ilgisi olmayan şekli bir işlemdir. Zira
anayasada yer alan maddelerin tümü hakimiyetin Allah’a ait
olması ile çelişmektedir. Çünkü anayasada hakimiyet, Milli
Meclise yani beşere aittir. Aynı şekilde bu anayasada yer alan
maddeler, İslam şeriatının yasama kaynağı olması gerçeği ile de
çelişmektedir. Her ne kadar açıkça ifade etmese de bu anayasanın
batı kapitalist sisteminden alınmış olduğu açıkça ortadadır.
c. Ümmetin icmâ’ının
fetva kaynağı olduğunu vurgulayan 65. madde, 66. maddede yer
alan: “Oylamaya katılanların
yarıdan fazlasının oyuna ulaşan her karar kanun üstünde bir
karar olur. Oylamaya katılanların yarıdan bir fazlası ile
çoğunluk sağlanmış sayılır, fakat bu icmâ’ sayılmaz” ifadesi ile geçersiz hale
getirilmektedir. Bir yönden durum budur. Bir ikinci yönden ise,
hangi problemde veya kanunda olursa olsun ümmetin icmâ’ının
sağlanması kolay değildir ve vakıa dışıdır. Bir üçüncü yönden
ise, şeran geçerli olan icmâ’ sahabenin icmâ’ıdır. Çünkü o bir
delili göstermektedir, ümmetin icmâ’ değil. Çünkü o herhangi bir
şer’î delile dayanmamaktadır. Dördüncü açıdan ise ümmet, İslam
hükümleri ile çelişen bir hüküm üzerinde icmâ’ etse bile onun
alınması haramdır.
d. Şer’î bir hükümle çeliştiği zaman örfün
hiçbir kıymeti yoktur. Ancak şer’î hüküm ona delâlet ederse, şer’î hüküm olması vasfıyla
alınır.
17-
67. madde şöyledir: “Milli meclis, yasama otoritesini, yetkisini
üstlenmek üzere seçilmiştir...” 73. madde ise şöyledir: “Milli
meclis yasama konusunda halkın iradesini temsil eder...”
Bu iki madde de egemenliği şeriata değil halka
vermektedir. Milli meclis halkın iradesini ifade etmekte ve tıpkı
dini hayattan ayırma esasına göre kurulu olan batı
demokrasilerinde olduğu gibi anayasa ve kanun yapma işlevini
yerine getirmektedir. Bu iş ise İslam Akîde’ye göre kurulu olan,
egemenliği halka veya ümmete değil de şeriata veren, beşerin
yaptığı her kanunu tağut hükmü olarak kabul eden ve inkar
edilmesini emreden İslam
ile tamamen çelişmektedir. Çünkü Yüce Rabbimiz şöyle
buyurmaktadır:
Onlar tâğut
ile muhâkeme olunmak istiyorlar. Halbuki onu inkâr etmekle
emrolunmuşlardı.
[Nisa 60]
Yine Allahu
Teâla, hükümler koyanları, kanunlar yapanları Allah’ın dışında
rablar edinmek olarak kabul etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
Onlar,
râhiplerini ve hahamlarını Allah’tan başka rabler edindiler.
[Tevbe 31]
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]
bu ayeti yanına gelen Adiyy b. Hatem’e okuduğu zaman ayeti işiten
Adiyy şöyle dedi: “Onlar (yahudiler
ve hristiyanlar) onlara (râhiplerine ve hahamlarına)
tapmıyorlardı.“ Bunun üzerine
Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] şöyle dedi:
Onlar size Haramı helâl, Helâli de haram
kılmadılar mı?
Dedi ki: “Evet!” Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]
de dedi ki: Onlara ibadetiniz işte böyledir.
18-
a-
Yargı ile ilgili beşinci bölümde, hakimler kurulu, sorumlulukları,
idari yapıları, yargının bağımsızlığı, hiyerarşik yapısı,
hakimlerin tayinleri ve mahkemelerin çeşitleri açıklanmaktadır.
Ancak insanlar arasındaki anlaşmazlıkları ortadan kaldırmada,
toplumun hakkına zarar veren şeyleri engellemede veya insanlar
arasında var olan çekişmeleri gidermede ya da yönetici veya memur
konumundaki devlet cihazları ile herhangi bir şahıs arasındaki
problemi çözüme kavuşturmada hakimlerin kullanacakları kanunların
nitelikleri açıklanmamaktadır. Yani hakimler Allah’ın Kitâbı’ndan
ve Rasulü’nün sünnetinden alınan kanunlarla mı yoksa batı
kanunlarından alınan ve insan tarafından konulan kanunlarla mı
hükmedecekler. Bu durumun anayasada açıkça belirtilmesi gerekirdi.
Anayasada belirtilmemiş olması, kanunların da anayasa ile aynı
cinsten olması geleneğini aklımıza getirmektedir. Zira bu
anayasanın vakıasında batı sistemlerine dayanması ve batıdan
alınmış olması, kanunların birçoğunun da batı kanunlarından
alınacağını göstermektedir. 140. maddenin 5. bendinde şu andaki
kanunların tümünün yeni uygulama hayata geçesiye kadar devam
ettirileceği ifade edilmektedir. Ki bu da yukarıdaki hususa
delâlet etmektedir. Şahsi hallerle ilgili kanunların ve
Numeyri’nin getirdiği ceza kanunlarının dışında şu anda
mahkemelerde uygulanan kanunların tümü batı kanunlarından
alınmıştır.
b- “Yargı
sistematiğinin üst mahkeme, istinaf mahkemesi ve ilk
mahkemelerden”
oluştuğunu açıklayan 103. maddedeki yargı sistematiği, İslam’daki
yargı sistematiği ile tamamen çelişmektedir. İslam’daki yargı
yapısında istinaf mahkemesi veya temyiz mahkemesi yoktur. Hükümler
açısından yargı tek derecelidir. Hakim bir konuda konuştuğu yani
hüküm verdiği zaman onun hükmü uygulanır. Allah’ın Kitâbı’ndan,
Rasul’ün sünnetinden veya sahabenin icmâ’ından kesin nasslara ters
düşmediği sürece bir hakimin verdiği hüküm bir başka hakim
tarafından bozulamaz. Bir hakimin verdiği hükmün ne kendisi ne de
bir başka hakim tarafından bozulması mümkün değildir. Bunun delili
sahabenin -Allah onlardan razı olsun- bu hususta icmâ’ etmiş
olmalarıdır. Ebu Bekr [RadiyAllahu ‘Anh] birçok konuda Ömer
[RadiyAllahu ‘Anh]’in muhalefetine rağmen kendi ictihadı ile
hükmetmiştir. Ancak Ömer [RadiyAllahu ‘Anh]’in muhalefeti bu hükmü
bozmamıştır. Osman [RadiyAllahu ‘Anh] da ictihadında Ömer
[RadiyAllahu ‘Anh]’e muhalefet etmesine rağmen onun verdiği hükmü
bozmamıştır. Ebu Bekr ve Ömer [RadiyAllahu ‘Anh] ‘Alî
[KerramAllahu Vechehu]’ya muhalefet etmelerine rağmen verdikleri
hükümler bozulamamıştır. Necran halkı ‘Alî [KerramAllahu
Vechehu]’ya gelerek şöyle dediler: “Ey
mü’minlerin emiri! Kitâbın elindedir, şifân lisanındadır.”
Dedi ki: “Yazıklar olsun size! Ömer
işini en iyi yapan kimse idi, Ömer’in verdiği bir hükmü kesinlikle
geri çevirmem.”
19-
139. maddede temel esaslardan ve hükümlerden sayılan “z” bendi
şöyledir: “Güney Sudan, Güney
eyâletleri ile uyum sağlaması ve birliği sağlaması için geçiş
süreci sistemine tâbidir. Bu süreç, geleceğini belirleme hakkı
ile son bulur.”
Bu bentle Güney eyâletleri,
geleceklerini belirleyinceye kadar bu anayasa hükümlerinin
uygulanmasından istisna edilmiştir.
Bu istisna, Sudan’ın
bölünmesi ve Güneyin ayrılmasına veya özerklik verilmesine
hazırlık içindir. Bu durum şu andaki Sudan yöneticilerinin ve bu
anayasayı hazırlayarak buna muvafakat eden milli meclis üyelerinin
ve bunların dışında Sudan halkından bu anayasaya muvafakat eden
herkesin yüklendikleri bir ağır yükümlülüktür.
Ortaya konulan tüm bu açıklamalar, bu
anayasanın İslam dışı bir anayasa olduğunu, bir bütün olarak Kâfir
Batı kanunlarından alındığını açıkça göstermektedir. Vakıası
itibarı ile bu anayasa Sudan
halkının görüşlerini ve iradesini yansıtmamaktadır. Çünkü Sudan
halkının çoğunluğunu Müslümanlar oluşturmakta ve İslam’ı
sevmektedirler, Allah’ın indirdikleri ile hükmedilmesini
istemektedirler. Bu anayasa Sudan’daki Müslüman halka, başına
musallat olmuş ve bu anayasayı koymakla laikleri, Güneydeki
isyancıları razı etmek, İslam’ı birinci düşman kabul eden,
İslam’ın toplum ve devlette hayata bir nizam olarak dönmesini
önlemek için çalışan Kâfir Batılı devletlerin iradesine boyun
bükmek gayreti içinde olan hakim zümre tarafından zorunlu
kılınmaktadır.
Buna binaen, bu
İslâmî olmayan anayasayı benimseyip tatbik mevkiine koyan ve
uygulayan devlet İslâmî bir devlet olmaz. Onun için, Sudan
halkının bu anayasa taslağını red etmeleri üzerlerine farzdır.
Ey Müslümanlar!
Biz Sudan halkının önüne ve -Hilâfet’in
kurulması ve Allah’ın indirdikleri ile yönetimi tekrar geri
getirmek için çalışmakta olan- dünyadaki tüm müslümanların önüne,
İslâm Devleti için, İslâm Akîdesi’nden kaynaklanmış, Allah’ın
Kitabı ile Rasulü’nün Sünneti’nden ve bu ikisinin gösterdiği
Sahâbe’nin İcmâı ve Şer’î Kıyas’tan alınmış bir İslâmi Anayasa Tasarısı
sunmaktayız.
Bu bir tasarı
başkası değil ancak İslâmi anayasadır! Onda İslâm’dan başka hiçbir
şey yoktur. Bu anayasa herhangi bir belde veya bölgeye has
değildir. Bu anayasa, bütün dünyada Hilâfet Devleti için bir
anayasadır. Biz, bütün müslümanları bu anayasayı benimsemeye,
Hilâfet’in kurulması ve Allah’ın indirdikleri ile yönetimin tekrar
geri getirilmesi için çalışanlar ile beraber çalışmaya
çağırıyoruz.
Allah’tan en yakın zamanda âcilen bu İslâmî Anayasa’yı
tatbik ve uygulama mevkiine koyması için Hilâfet’in kurulmasıyla
müslümanları şereflendirmesini diliyoruz.
Ey iman edenler! Allah ve Rasulü sizi,
size hayat veren şeye davet ettiklerinde icâbet edin.
[Enfal 24]
|
H. 1419 |
Hizb-ut Tahrir |
M. 1998 |
|