<< önceki konu

bismi.jpg (2678 bytes)

sonraki konu >>

AMERİKA’NIN İSLÂM'I YOK ETME SALDIRISI

KONU

KİŞİSEL ÖZGÜRLÜK

Kapitalistlerin çağrıda bulundukları, gerçekleştirmeye ve korumaya çalıştıkları özgürlüklerin dördüncüsü kişisel özgürlüktür. Kapitalizme göre kişisel özgürlük; başkalarının özel hayatına saldırmadan her insanın özel hayatında dilediği gibi yaşama hakkına sahip olması demektir. Buna göre kişi; evlenebileceği gibi, evlenmeden karşılıklı rıza ile dilediği kadınla/kızla birlikte olabilir. Yine taraflardan biri çocuk yaşta olmadığı sürece kişi eşcinsel ilişkiye girebilir. Kapitalist sisteme göre bir insan; Bir kapitalist sistemden bir başkasına, bir zamandan bir başka zamana göre değişebilen genel sistem çerçevesinde dilediğini giyebilir ve içebilir. Bir Kapitalist toplumdan bir başkasına veya bir zamandan bir başka zamana göre değişiklik gösteren kanuna uygun olarak davrandığı sürece, insanın davranışlarında helal ve haramların, bu hürriyete çağrıda bulunan kapitalistlerde yeri yoktur.

Bu özgürlükte dinin de etkisi yoktur. Kapitalist kanunlara göre sitem dinden ayrılmıştır. Bu özgürlüğün kapitalist toplumlarda uygulanmasının sonucunda rezillik her tarafı kapladı, aralarında şer'i bir bağ olmaksızın kadınlar ile erkekler bir arada yaşar oldular. Hatta kanunların gölgesinde erkeklerle erkekler, kadınlarla kadınlar eşcinsel bir hayat yaşamaya başladılar. Kişisel özgürlüklerin sonucunda Kapitalist toplumlarda sadece cinsel sapıklıklar değil kişisel anormallikler de yayıldı, akla hayale gelmeyecek cinsel çılgınlıklar ortalığı kapladı. Porno filmler, dergiler, telefon hatları, randevu evleri hippiler ve benzeri hususlar, kişisel özgürlüklerin sağladığı avantajla Kapitalist toplumlarda karşılaşılan sapıklıkların ve anormalliklerin ne kadar korkunç boyutlarda olduğunu göstermektedir.

Bu hürriyete yükledikleri anlamlara veya koydukları sınırlara göre Kapitalist sistemin tatbiğinde, Kapitalist bir toplumdan bir diğer Kapitalist topluma farklılıklar görülmektedir.

Şu anda Kapitalist sistemin gölgesinde yaşayan bir zamanlar ise toplumda egemen olan kilise geleneklerinin ve derebeyliğin eleştirisi üzerine bu toplumlar ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu geleneklerin sabahtan akşama değişmesi elbette ki mümkün değildi. Bu nedenle Kapitalistler, bu geleneklerin bir defada hemen ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyenler ile toplumların içerisinde bulunduğu durumu, onlara egemen olan gelenekleri dikkate almanın ve eski geleneklerden, taklitlerden, değerlerden aşamalı olarak kurtulmaya çalışmanın zorunlu olduğunu söyleyenler olarak iki gruba ayrılmışlardır.

İşte bu çerçevede hürriyetleri vakit geçirmeden hemen uygulamaya başlamanın gerekli olduğunu söyleyenler hürriyetçiler yani liberaller olarak isimlendirilirken hürriyetlerin aşamalı olarak uygulanması gerektiğini söyleyenler ise muhafazakârlar olarak isimlendirilmişlerdir. Bu iki grubun arasından ise yeni bir grup daha ortaya çıkmıştır ki bunlar da ılımlılar olarak isimlendirmişlerdir. Ancak ılımlılar da kendi aralarında iki gruba ayrılmışlar; bir kısmı liberallere meyletmiş ve ortanın solu olarak isimlendirilmişler diğer bir kısmı ise muhafazakârlara meylederek ortanın sağı olarak isimlendirilmişlerdir. Bu güne kadar da kapitalist sistem içerisinde bu akımlar varlığını sürdüregelmişlerdir.

Allah'ın haram saydığını mübah saydığı için, bir müslümanın kişisel hürriyeti kabul etmesi caiz değildir. Üstelik bu hürriyet çeşitli toplumsal hastalıklara da kaynak teşkil etmektedir. Kişisel hürriyet; zina etme, eşcinsellik, edepsizlik ve içki içme vb. konularda insanın dilediği gibi hareket etme özgürlüğüne sahip olması demektir.

Kapitalistlerin ülkelerinde tatbik etmekte oldukları ve diğer insanları, toplumları çağırdıkları dört temel hürriyet işte bunlardır. Hatta kapitalistler ideolojilerini "Hür ideoloji" diyerek hürriyetlerle nitelemektedirler.

Bunların tamamı İslâm'la çelişmektedir. Bunların kabul edilmesi veya bunlara çağrıda bulunulması caiz değildir. Amerika'nın çağrıda bulunduğu gibi çağrıda bulunan ve bu hususta Amerika ile yarışan müslümanların başındaki birtakım idareciler, kendilerinin İslâm üzere olduğunu iddia eden yönetici yardakçıları, batı kültürü ile sırtlanlaşanlar ve alçak saptırıcıların dillerine doladıkları ve bayraklaştırdıkları "İnsan Hakları" düşüncesinin aslı işte bu hürriyetlerdir. Kendisini müslüman saydığı halde buna çağıran bir kimse ya cahildir, ya facirdir ya da kâfirdir. Kim "İnsan Hakları" kavramının İslâm'la çeliştiğini idrak edemiyorsa o cahildir. Ancak onun bugünden sonra özürü de yoktur. Kim de "İnsan Hakları" kavramının İslâm'la çeliştiğini bilmesine rağmen isyan ve fısk ederek bu düşünceye çağrıda bulunuyorsa o kimse facirdir. Kim de gerçek şekli ile bu düşünceye inanıyorsa yani küfür akidesi olan dini hayattan ayırma inancından kaynaklandığını bile bile "İnsan Hakları" fikrine çağırıyorsa şüphesiz ki o kimse kâfirdir. Çünkü bu durumda olan kimse İslâm akidesine inanmıyor demektir.

Bu isimlendirme ile "İnsan hakları" kavramı 1789 Fransız ihtilali ile kullanılmaya başlanmış ardından da 1791 yılında hazırlanan Anayasaya eklenmiştir. Bundan önce ise 1776 yılında Amerikan Devrim Hakları ile bu düşünceye çağrıda bulunulmuştur. Genel olarak ondokuzuncu asırda diğer Avrupa devletleri bu düşünceyi benimsemişlerdir. Ancak o tarihlerde yalnızca herbir Devleti’n iç meselesi olarak kalmıştır.

"İnsan Hakları" düşüncesi Avrupa toplumlarının benimsemeleri ile hemen devletlerarası kanun haline dönüşmedi. Ancak ikinci dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş milletlerin kurulması ve 1948 tarihinde çıkarılan "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi" ile devletlerarası kanun haline getirilmiştir. 1961 yılında ise buna "Devletlerarası Medeni ve Siyasi İnsan Hakları Sözleşmesi" ilave edilmiştir. Ardından ise 1966 yılında "Devletlerarası sosyal, ekonomik ve kültürel İnsan Hakları sözleşmesi" çıkarılmıştır.

Ancak bütün bunlar devletlerarası kanun olarak kaldı. Evrensel bir kanun olarak işletilmeye hemen başlamadı. Yani sadece devletlerin değil halkların da benimsediği bir kanun haline gelmedi. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının ardından 1993 yılında Kapitalist ideoloji devletlerarası sahnede yalnız kalıncaya kadar bu durum devam etti. 1993 yılında İnsan Hakları alanında faaliyet gösteren hükümet dışı örgütler 1993 yılında Viyana'da bir konferans düzenlediler. Bu konferansta "Hükümet Dışı İnsan Hakları Örgütlerin Viyana Bildirisi" adı altında bir bildiri yayınlandı. Bu konferansın; "Evrensel İnsan Hakları"nı destekleyen çalışmalar bütünün özünü oluşturduğu, farklı kültürel ve kanunların hakim olduğu ortamlarda bu bildiri gereğince aşamalı olarak uygulamaya geçilmesi gerektiği, bu hakların farklı toplumlara göre değişebileceği iddiasının da reddedilmesi gerektiği vurgulandı. Özellikle son ifade şu anlama gelmekteydi: İslâm topraklarında "İnsan Hakları"nın uygulanmasında İslâm'ın dikkate alınmaması gerekir.

"İnsan Hakları"nın devletlerarası kanun gibi destek bulması için Amerika Birleşik Devletleri bunu, dış politikasının temel yapı taşlarından biri haline getirdi. Bu nedenle 1970'lerin sonlarından (Başkan Carter döneminden) beri Amerika Dışişleri Bakanlığı dünya devletlerinin İnsan Haklarının uygulanmasına bağlı kalıp kalmadıkları ve bu haklarını kullanmalarında vatandaşlarına ne derecede müsamahalı davrandıkları hususunda yıllık raporlar çıkarmaya başladı. İşte bu çerçevede Amerika, Sovyetler Birliği’ne Amerikan Buğdayı satılması ile Sovyet Yahudi'lerin İsrail'de Filistin'e göç etmesine izin verilmesi arasında bir bağlantı kurdu. Ve yine Amerika, 1994 yılında Haiti'ye askeri müdahalede bulunmak için "İnsan Hakları"nı bir bahane olarak kullandı. Şu anda da Amerikan dış siyaseti aynı çerçevede devam etmektedir. Devletlerarası arenadan soyutlanmış ülkelere karşı Washington politikası da bu noktada yoğunlaşmaktadır. İnsan Haklarını ihlal etmesine rağmen Amerikan çıkarları gereğince birtakım ülkelerin yaptıkları işleri görmemezlikten gelip hoşgörülü davranırken veya sadece sözlü eleştirilerde bulunurken, Haiti'de olduğu gibi birtakım ülkelere karşı askeri yaptırımlar, Çin'de olduğu gibi birtakım ülkeler karşı ticari ve ekonomik yaptırımlar veya diğer ülkelere karşı yaptığı gibi siyasi ve diplomatik yaptırımlar uygulamaktadır. Bütün bu işleri yaparken Amerikan çıkarları gereğince davranmakta ve belirli ülkeler üzerinde nüfuzunun olmasını istemektedir.

Ancak müslümanlar açısından "İnsan Hakları"nın reddedilmesinin aslı Kapitalist ideolojinin bozuk akidesinden ve bu ideolojinin ferde ve topluma bakış açısından kaynaklanmaktadır. Kapitalistlerin çağrıda bulundukları hürriyetlerin aslı işti budur. Bu ideolojinin temelini oluşturan akide, ondan çıkan veya ona dayanan bütün fikirler topluca ve tek tek İslâm'la çelişmektedir. Dolayısıyla bir müslümanın bunları reddetmesi, geçersiz hale getirmesi, çürütmesi ve insanları bu hürriyetlere çağıranlara, şirin gösterenlere karşı savaş açması farzdır.

<< önceki konu

kitabı yükle 69KB

sonraki konu >>