Hayati
değerlerini kaybeden topluluklar
yaşamlarında büyük sarsıntıya uğrarlar. Bakış açıları
değişir, düzenleri bozulur, düşünmekten uzak sorunlu bir yaşam
benliklerini sarar. Bu öyle bir sarsıntı ki, yanı başlarında
evinin içerisindeki ateşin kızıl lavları
bile benliğinde
körelmiş duygularını dahi harekete geçirmez. Yanan, yıkılan,
dağılan, ölen ve öldürülen, zulüm, işkence, baskın ve
aklınıza daha ne geliyorsa bütün bu konularda
hiç mi hiç etkinlik göstermekten uzak bir
yaşam kabullenilmiş olur.
Evet,
ümmeti tasavvur etmeye çalışıyoruz… Geçmişe
gitmeden günümüz Müslüman
kitlelerini anlamaya çalışıyoruz…
Bu gün ümmet bir dönüm noktası üzerinde. Yaşamak veya ölmek…
Bu şekilde bir yaşam sessiz köle
ruhlu bir toplum. Ölümü özümseme ise;
varlığını ortaya koyan, hayati değerlerini
yaşama geçirmenin
görüntüsü demektir.
Hayat
ölçüleri olmayan toplum, bütün değişimlere
seyircidir. Benliğine vurulan prangalar dahi sessizliği bozmaz.
Nasıl bozsun ki? Neye göre düşünecek, neye göre önüne çıkan
meselelere çare bulacak? İslamî bakışı olmadığı gibi
kapitalist bakışı da olmayan bir yaşam,
ancak olan olayları uzaktan
ve sessizce seyretmeyi getirir. İşte, İslam ümmetinin genelinde
olan hastalık bu. Her şeye, her olan olaya tepki
göstermeden sessizce seyretme…
Sesiz
yaşam;
gelişen vakıaları seyretmekten ibarettir. Bunun dışında başka
bir araştırma yoluna gidilmez. Vakıayla ilintili olan şeyler,
his yoluyla algılanarak, söz konusu his
ile ilgili bilgiler arasında bağlantı
kurulmaz. Vakıalar hakkında hüküm koymak sesiz
toplumun işi değildir. Bu yaşam tarzı genellikle düşük
fikirli insanlar ve zeki olup da eğitimsiz ve kültürsüz olan kişilerin
bol olduğu yerlerde yaygındır.
Sessiz
çoğunluk, halklar ve milletler
için bir afettir. Halklar ve milletler,
sessiz bir tavır takınarak sözde sorunsuz
bir hayat yaşayabilirler. Halklar arasında
yaygın olan; “bana
dokunmayan yılan bin yaşasın”
deyimi de buna delalet etse gerek. Fakat bu sessiz toplumun
kalkınmaları, dahası fikren müreffeh
bir hayat yaşamaları mümkün değildir. Aslında bu, sessiz
toplumun ölümü demektir. Çünkü, bu halde bulunuşlarının
ana kaynağı insandaki hissin,
bilginin veya insan beyninin sahip olduğu
bağlantı kurma özelliğinin zayıf olmasıdır.
Bir yerde her hususta “boş ver” anlayışının bilinç altına
yerleşmesidir.
Bu nedenle sessiz bir anlayışı benliklere
yerleştirme,
insanın doğal yaşam biçimi değil, ilkel bir yaşam anlayışıdır.
Zira his ve bağlantı kurma gücü
her insanda aynı değildir. Aynı şekilde
insanlardaki bilgi
miktarı da -bu bilgiler ister eğitimle ister hayat tecrübeleriyle
elde edilmiş olsun- farklıdır. Bu demek oluyor
ki insan, sahip olduğu his, bağlantı kurma
ve bilgilerin gücü oranında düşünür. Yaratılıştan zayıf
olan ya da sonradan
zafiyete düşen azınlığı
saymazsak, insanların genelinde
beyin ve onun sahip olduğu bağlantı kurma özelliği güçlüdür.
Genelde insanlar, okuma-yazma
bilmeseler dahi, her gün bilgilerine yeni bilgiler ekleyerek
bilgilerini yenilerler. Fakat öyle istisna
tipler vardır ki; hiç
bir şey dikkatini
çekmez. Aldıkları eğitimle veya okuduklarıyla,
sahip oldukları bilgileri değerlendiremezler.
Aslında sessiz yaşam
insanın doğasına aykırıdır. Ancak fertlerin sessiz
kalma alışkanlıkları getirdiği sonuçlardan
hoşnut olmaları ve kapasitelerinin
üstündeki şeylere ihtiyaç duymamaları,
onlarda bu yaşamı kabullenmeyi alışkanlık haline getirmiştir.
Bu alışkanlığın
sonucu olarak da bu tarzda hareket,
etki unsurunu devre dışı bırakır.
Sessiz
toplumların tedavisi çok zordur. Çünkü her vakıa hakkında duyarsızdır.
İslam aleminin düşmüş olduğu
günümüz vakıası bunun en güzel örneğidir. Kafirler ve küfrün
taşeronu olan devletlerin Müslümanlara karşı açmış olduğu
savaş karşısında, her şeyin
normal olduğu bir anlayışla seyredilişi
sessiz toplumun sergilediği tavırdır.
Amerika’nın ve İngiltere’nin
Afganistan ve Irak’ta işledikleri cürümler
sessiz
toplum üzerinde etki bırakmıyor. Böylesi
toplum, kendilerini Amerika’nın veya en
aşağılık insanların memleketlerini
yönetmelerine rıza göstermesi
sessiz toplumu hiç ilgilendirmiyor. Evlatlarının
küfrün pençesine düşmesi onların ilgi alanında değil. Sessiz
toplum
geçmişte de en önemli değerlerden
olan Hilafetin yıkılışı karşısında da aynı tavrı sergilememiş
miydi?
Sessiz
toplumda her türlü hastalığı bulmak mümkündür.
Bencildir; başkasını düşünmek istemez.
Menfaatçidir;
dost-düşman ayırımı yapmaz. Geri kalmıştır; kalkınmak ve
onun getireceği
açılımdan korkar. Korkaktır; kendini
güçsüz, zayıf, cılız, karşısındakini
üstün görür. Güvenirliliği yoktur; belirli bir ideale sahip
olmadığı için karşıya güven
veremez.
Buna
karşın sessiz toplumların karşı karşıya kaldığı vakıa ve
olayların düzeyini yükselterek, onları yüce fikirler
ve bilgilerle donatarak düşünce düzeylerini
yükseltip seçkin toplum yapmak mümkündür.
Kuvvetli his, bağlantı kurma gücüne sahip
insanları keşfedip sessiz toplumun içerisinde harekete
geçirip etkin kılmadan her hangi bir kalkınmadan veya maddi
ilerlemeden söz edilemez.
Sessiz
topluluğu seçkin topluluğa dönüştürmek için
topluluğun
düşünme biçimi yerine, onun duyularıyla hissettiği
vakıa, olay ve olgulara eğilmek gerekir.
Toplumun vakıaya bakış açısı, vakıayla
ilgili sahip olduğu bilgiler, ancak
bu şekilde çözüme kavuşturulabilir. Bu durumda da sessiz
guruplar bulunsa dahi
bunların etki gücü olmaz. Etkileyici dinamik
gücün çarkında dönmek zorunda
kalırlar. Tabi ki sessiz
toplumu tümden yok etmek mümkün değildir.
Ancak seçkin toplumun doğuşu
ile düzeyin yükselmesi,
hareketlerine yansır.
Seçkin
topluma geçmek için fertlerde sessiz toplumun tehlikelerini
göstererek yok etmek, hafifletmek veya hiç olmazsa en alt seviyeye
indirmek mümkündür. Bu ise üç aşamada
gerçekleştirilebilir:
1.
Kalkınmaya götürecek kültür aşılayarak, sessizliğe bürünmüş
beyinlerine
İslamî idealler yerleştirerek,
seçkin
toplum oldukları bilinci verilip duyarsızca yaşama
alışkanlıklarını yok etmek.
2.
Sönük bakışları uyanık bakışa
çevirip olayları ve hayatın akışını görür
hale getirmek.
3.
Ölü olmadıklarını, yaşadıklarını,
hayatın farkında olmalarını ve belirli
ilkelerle hayatın yürüdüğünü hissettirmek
gerekir.
Bu
üç aşama bittikten sonra insanlar
sessiz kalma alışkanlıklarından vazgeçerler veya bu hal kendiliğinden
onları bırakır. Ümmet içinde bunu başarabilen
fertler çoğaldıkça, seçkin ümmetin fikren kalkınması da bu
oranda
kolay ve kısa vadeli olur. Fertler, ümmet
içinde yaşamalarına ve mevcut bilgileri elde edip mevcut vakıa
ve olayları,
duyularıyla algılamalarına rağmen içinde bulundukları zamanı
aşamazlar
hatta bireyi oldukları ümmetten farklı olamazlar.
Ancak bireyler, bağlı oldukları ümmet
içerisinde sessiz konumlarından
sıyrılabilirler ve sessiz toplumu seçkin toplum yapısına
taşıyabilirler. Çünkü fertler, doğru, kesin
ve şüphesiz fikirleri ve görüşleri kabul ederek ve çeşitli görüşleri
birbirinden
ayırt edip görüş olgusunu kavrayarak
huzurlu hayatı gerçekçi bir şekilde
kafalarında canlandırabilirler. Kişi, kesin
ve doğru fikirleri ve görüşleri elde edip bunları birbirinden
ayırt ettiğinde, onda,
düşünsel his, yani bilgi, kavrayış ve söz konusu his mantığından
doğan salt bir his meydana gelir. Onları diğer insanlardan
ayıran, beyinlerindeki bağlantı
kurma yetisinin güçlü olması ve his ile ön bilgiler arasında
doğru bir bağlantı kurarak olayları ve
olguları hemcinslerine göre daha fazla
özümseyip kavramalarıdır. Bu kavrayışın
sonucu olarak da bireylerde his
mantığını geliştiren bir faktör olan düşünsel
his oluşur. Bu nedenle fertler sessiz kalmayı terk etme açısından
topluluklara göre daha avantajlıdır.
Fakat bu yeteneklerini topluluklar
benimsemedikçe, fertlerin sahip olduğu bu
avantajın
hiç bir değeri olmaz.
Görüldüğü
gibi sessiz durumdan kurtuluş,
fertler aracılığıyla tedavi edilmektedir.
Fertlerin elde ettiği fikirleri
topluma yaymak, tedavinin bir ayağını
meydana getirirken, toplumu aynı anda
pek çok yeni hadiselerle, yüce fikirlerle baş
başa bırakıp bunları algılamasını
sağlamak ise diğer ayağını oluşturmaktadır. Fertleri idealist
yapmadan bu yolda doğrudan doğruya topluma
eğilmenin bir değeri olmaz. Aynı şekilde
fertlerin seçkin şahsiyetler olmasını
sağlarken toplumun hiçbir kesimini
göz ardı etmemek gerekir. Zira fertler, ümmetin ayrılmaz parçalarıdır.
Ümmet,
hayatta aralarında belli bir bağ olan insanlar topluluğundan meydana
gelir. Halk ise aynı kökenden gelip,
bir arada yaşayan insanlar topluluğudur.
Fertler hem halkı hem de ümmeti
oluştururlar. Dolayısıyla tüm insanların
seçkin toplum olması için bu yoldaki çabanın aynı anda hem
bireylere hem de ümmete yönelik olması
gerekir.
İslam
ümmetini sessiz konumdan kurtarıp seçkin kılmak diğer ümmetlerden
daha çabuk gerçekleşir. Çünkü bu ümmet kendisini her an ateşleyecek
İslam
akidesine sahiptir. Şu bir gerçektir
ki, ümmet bu sessizliğinden hoşnut değildir.
Memleketlerindeki sistemden, onun
polislerinden veya ardı ardına
gelen sahte liderler ve hükümetlerinden razı
değildir. Her ne kadar siz sessiz olarak
görseniz de o kaynayan bir kazandır. Nitekim
üzerinde denenmiş beşerî (insan yapımı)
yasalardan ve sistemlerden
kaynaklanan zilletin, horlanmanın, baskının
ve eziyetin acısını yaşamıştır.
Nitekim
sessiz insanların çoğu için sadakat
ve dostluk ancak Allah içindir, İslam içindir. Zira onlar yalnızca
yemek ve içmek amacıyla yaşıyor değildirler.
Müslüman,
ideolojisine sarılan bir siyâsetçidir. Zira İslam ideolojisi, ne
kadar ruhî ise aynı oranda da siyâsî bir ideolojidir. Ondan
kaynaklanan fikirler siyâsî fikirlerdir. İnsanlığın tüm alâkalarını
hakkıyla düzenlemektedir. Onun sayesinde kişi, kendisinden sonra
ailesine ve toplumuna yönelir,
nihayet tüm dünyaya onu yüklenir. Allah (cc) ona tüm insanların işlerini gözetmesini
emretmiş
ve şöyle buyurmuştur:
“Siz,
insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...”
(Al-i İmran 110)
Allah
(cc) İslam Ümmeti’ni tüm insanların
sorumlusu haline getirmiştir.
İslam’ın
Mekke ve Medîne’nin dışına taşması ve
yeryüzünün farklı bölgelerine
erişmesi sessiz toplumları seçkin topluma
dönüştürmek için değil miydi?
Öyle
ise Ey Müslümanlar!
Bu
sessizliği bozmanın zamanı gelmedi mi? Haydi bozun şu sessizliğinizi,
seçkin ümmet olduğunuzu gösterin
de dünya sizinle birlikte kurtulsun…
Dininize
yönelip kafir ve uşaklarının
lânet olası demokrasilerini yüzlerine
çarpınız. Sesinizi öyle bir yükseltin ki, Memleketlerinizi işgal
eden sömürgeci kafirler
ve uşakları korkudan şaşkına dönsün…
Öyle
ise, haydi haykırın, bozun şu sessizliği!
“…Muhakkak
ki Allah sizinle beraberdir ve O sizin amellerinizi asla
eksiltmeyecektir.”
(Muhammed
35)
|