Ana Sayfa YIL 15  SAYI 177-178  RECEB-ŞABAN 1425 / EYLÜL-EKİM 2004 E-Mail

Sessiz Çoğunluktan Seçkin Topluma

Hilafet Dergisi

Hayati değerlerini kaybeden topluluklar yaşamlarında büyük sarsıntıya uğrarlar. Bakış açıları değişir, düzenleri bozulur, düşünmekten uzak sorunlu bir yaşam benliklerini sarar. Bu öyle bir sarsıntı ki, yanı başlarında evinin içerisindeki ateşin kızıl lavları bile benliğinde körelmiş duygularını dahi harekete geçirmez. Yanan, yıkılan, dağılan, ölen ve öldürülen, zulüm, işkence, baskın ve aklınıza daha ne geliyorsa bütün bu konularda hiç mi hiç etkinlik göstermekten uzak bir yaşam kabullenilmiş olur.

Evet, ümmeti tasavvur etmeye çalışıyoruz… Geçmişe gitmeden günümüz Müslüman kitlelerini anlamaya çalışıyoruz… Bu gün ümmet bir dönüm noktası üzerinde. Yaşamak veya ölmek… Bu şekilde bir yaşam sessiz köle ruhlu bir toplum. Ölümü özümseme ise; varlığını ortaya koyan, hayati değerlerini yaşama geçirmenin görüntüsü demektir.

Hayat ölçüleri olmayan toplum, bütün değişimlere seyircidir. Benliğine vurulan prangalar dahi sessizliği bozmaz. Nasıl bozsun ki? Neye göre düşünecek, neye göre önüne çıkan meselelere çare bulacak? İslamî bakışı olmadığı gibi kapitalist bakışı da olmayan bir yaşam, ancak olan olayları uzaktan ve sessizce seyretmeyi getirir. İşte, İslam ümmetinin genelinde olan hastalık bu. Her şeye, her olan olaya tepki göstermeden sessizce seyretme…

Sesiz yaşam; gelişen vakıaları seyretmekten ibarettir. Bunun dışında başka bir araştırma yoluna gidilmez. Vakıayla ilintili olan şeyler, his yoluyla algılanarak, söz konusu his ile ilgili bilgiler arasında bağlantı kurulmaz. Vakıalar hakkında hüküm koymak sesiz toplumun işi değildir. Bu yaşam tarzı genellikle düşük fikirli insanlar ve zeki olup da eğitimsiz ve kültürsüz olan kişilerin bol olduğu yerlerde yaygındır.

Sessiz çoğunluk, halklar ve milletler için bir afettir. Halklar ve milletler, sessiz bir tavır takınarak sözde sorunsuz bir hayat yaşayabilirler. Halklar arasında yaygın olan; “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deyimi de buna delalet etse gerek. Fakat bu sessiz toplumun kalkınmaları, dahası fikren müreffeh bir hayat yaşamaları mümkün değildir. Aslında bu, sessiz toplumun ölümü demektir. Çünkü, bu halde bulunuşlarının ana kaynağı insandaki hissin, bilginin veya insan beyninin sahip olduğu bağlantı kurma özelliğinin zayıf olmasıdır. Bir yerde her hususta “boş ver” anlayışının bilinç altına yerleşmesidir. Bu nedenle sessiz bir anlayışı benliklere yerleştirme, insanın doğal yaşam biçimi değil, ilkel bir yaşam anlayışıdır. Zira his ve bağlantı kurma gücü her insanda aynı değildir. Aynı şekilde insanlardaki bilgi miktarı da -bu bilgiler ister eğitimle ister hayat tecrübeleriyle elde edilmiş olsun- farklıdır. Bu demek oluyor ki insan, sahip olduğu his, bağlantı kurma ve bilgilerin gücü oranında düşünür. Yaratılıştan zayıf olan ya da sonradan zafiyete düşen azınlığı saymazsak, insanların genelinde beyin ve onun sahip olduğu bağlantı kurma özelliği güçlüdür. Genelde insanlar, okuma-yazma bilmeseler dahi, her gün bilgilerine yeni bilgiler ekleyerek bilgilerini yenilerler. Fakat öyle istisna tipler vardır ki; hiç bir şey dikkatini çekmez. Aldıkları eğitimle veya okuduklarıyla, sahip oldukları bilgileri değerlendiremezler. Aslında sessiz yaşam insanın doğasına aykırıdır. Ancak fertlerin sessiz kalma alışkanlıkları getirdiği sonuçlardan hoşnut olmaları ve kapasitelerinin üstündeki şeylere ihtiyaç duymamaları, onlarda bu yaşamı kabullenmeyi alışkanlık haline getirmiştir. Bu alışkanlığın sonucu olarak da bu tarzda hareket, etki unsurunu devre dışı bırakır.

Sessiz toplumların tedavisi çok zordur. Çünkü her vakıa hakkında duyarsızdır. İslam aleminin düşmüş olduğu günümüz vakıası bunun en güzel örneğidir. Kafirler ve küfrün taşeronu olan devletlerin Müslümanlara karşı açmış olduğu savaş karşısında, her şeyin normal olduğu bir anlayışla seyredilişi sessiz toplumun sergilediği tavırdır. Amerika’nın ve İngiltere’nin Afganistan ve Irak’ta işledikleri cürümler sessiz toplum üzerinde etki bırakmıyor. Böylesi toplum, kendilerini Amerika’nın veya en aşağılık insanların memleketlerini yönetmelerine rıza göstermesi sessiz toplumu hiç ilgilendirmiyor. Evlatlarının küfrün pençesine düşmesi onların ilgi alanında değil. Sessiz toplum geçmişte de en önemli değerlerden olan Hilafetin yıkılışı karşısında da aynı tavrı sergilememiş miydi?

Sessiz toplumda her türlü hastalığı bulmak mümkündür. Bencildir; başkasını düşünmek istemez. Menfaatçidir; dost-düşman ayırımı yapmaz. Geri kalmıştır; kalkınmak ve onun getireceği açılımdan korkar. Korkaktır; kendini güçsüz, zayıf, cılız, karşısındakini üstün görür. Güvenirliliği yoktur; belirli bir ideale sahip olmadığı için karşıya güven veremez.

Buna karşın sessiz toplumların karşı karşıya kaldığı vakıa ve olayların düzeyini yükselterek, onları yüce fikirler ve bilgilerle donatarak düşünce düzeylerini yükseltip seçkin toplum yapmak mümkündür. Kuvvetli his, bağlantı kurma gücüne sahip insanları keşfedip sessiz toplumun içerisinde harekete geçirip etkin kılmadan her hangi bir kalkınmadan veya maddi ilerlemeden söz edilemez.

Sessiz topluluğu seçkin topluluğa dönüştürmek için topluluğun düşünme biçimi yerine, onun duyularıyla hissettiği vakıa, olay ve olgulara eğilmek gerekir. Toplumun vakıaya bakış açısı, vakıayla ilgili sahip olduğu bilgiler, ancak bu şekilde çözüme kavuşturulabilir. Bu durumda da sessiz guruplar bulunsa dahi bunların etki gücü olmaz. Etkileyici dinamik gücün çarkında dönmek zorunda kalırlar. Tabi ki sessiz toplumu tümden yok etmek mümkün değildir. Ancak seçkin toplumun doğuşu ile düzeyin yükselmesi, hareketlerine yansır.

Seçkin topluma geçmek için fertlerde sessiz toplumun tehlikelerini göstererek yok etmek, hafifletmek veya hiç olmazsa en alt seviyeye indirmek mümkündür. Bu ise üç aşamada gerçekleştirilebilir:

1. Kalkınmaya götürecek kültür aşılayarak, sessizliğe bürünmüş beyinlerine İslamî idealler yerleştirerek, seçkin toplum oldukları bilinci verilip duyarsızca yaşama alışkanlıklarını yok etmek.

2. Sönük bakışları uyanık bakışa çevirip olayları ve hayatın akışını görür hale getirmek.

3. Ölü olmadıklarını, yaşadıklarını, hayatın farkında olmalarını ve belirli ilkelerle hayatın yürüdüğünü hissettirmek gerekir.

Bu üç aşama bittikten sonra insanlar sessiz kalma alışkanlıklarından vazgeçerler veya bu hal kendiliğinden onları bırakır. Ümmet içinde bunu başarabilen fertler çoğaldıkça, seçkin ümmetin fikren kalkınması da bu oranda kolay ve kısa vadeli olur. Fertler, ümmet içinde yaşamalarına ve mevcut bilgileri elde edip mevcut vakıa ve olayları, duyularıyla algılamalarına rağmen içinde bulundukları zamanı aşamazlar hatta bireyi oldukları ümmetten farklı olamazlar. Ancak bireyler, bağlı oldukları ümmet içerisinde sessiz konumlarından sıyrılabilirler ve sessiz toplumu seçkin toplum yapısına taşıyabilirler. Çünkü fertler, doğru, kesin ve şüphesiz fikirleri ve görüşleri kabul ederek ve çeşitli görüşleri birbirinden ayırt edip görüş olgusunu kavrayarak huzurlu hayatı gerçekçi bir şekilde kafalarında canlandırabilirler. Kişi, kesin ve doğru fikirleri ve görüşleri elde edip bunları birbirinden ayırt ettiğinde, onda, düşünsel his, yani bilgi, kavrayış ve söz konusu his mantığından doğan salt bir his meydana gelir. Onları diğer insanlardan ayıran, beyinlerindeki bağlantı kurma yetisinin güçlü olması ve his ile ön bilgiler arasında doğru bir bağlantı kurarak olayları ve olguları hemcinslerine göre daha fazla özümseyip kavramalarıdır. Bu kavrayışın sonucu olarak da bireylerde his mantığını geliştiren bir faktör olan düşünsel his oluşur. Bu nedenle fertler sessiz kalmayı terk etme açısından topluluklara göre daha avantajlıdır. Fakat bu yeteneklerini topluluklar benimsemedikçe, fertlerin sahip olduğu bu avantajın hiç bir değeri olmaz.

Görüldüğü gibi sessiz durumdan kurtuluş, fertler aracılığıyla tedavi edilmektedir. Fertlerin elde ettiği fikirleri topluma yaymak, tedavinin bir ayağını meydana getirirken, toplumu aynı anda pek çok yeni hadiselerle, yüce fikirlerle baş başa bırakıp bunları algılamasını sağlamak ise diğer ayağını oluşturmaktadır. Fertleri idealist yapmadan bu yolda doğrudan doğruya topluma eğilmenin bir değeri olmaz. Aynı şekilde fertlerin seçkin şahsiyetler olmasını sağlarken toplumun hiçbir kesimini göz ardı etmemek gerekir. Zira fertler, ümmetin ayrılmaz parçalarıdır. Ümmet, hayatta aralarında belli bir bağ olan insanlar topluluğundan meydana gelir. Halk ise aynı kökenden gelip, bir arada yaşayan insanlar topluluğudur. Fertler hem halkı hem de ümmeti oluştururlar. Dolayısıyla tüm insanların seçkin toplum olması için bu yoldaki çabanın aynı anda hem bireylere hem de ümmete yönelik olması gerekir.

İslam ümmetini sessiz konumdan kurtarıp seçkin kılmak diğer ümmetlerden daha çabuk gerçekleşir. Çünkü bu ümmet kendisini her an ateşleyecek İslam akidesine sahiptir. Şu bir gerçektir ki, ümmet bu sessizliğinden hoşnut değildir. Memleketlerindeki sistemden, onun polislerinden veya ardı ardına gelen sahte liderler ve hükümetlerinden razı değildir. Her ne kadar siz sessiz olarak görseniz de o kaynayan bir kazandır. Nitekim üzerinde denenmiş beşerî (insan yapımı) yasalardan ve sistemlerden kaynaklanan zilletin, horlanmanın, baskının ve eziyetin acısını yaşamıştır.

Nitekim sessiz insanların çoğu için sadakat ve dostluk ancak Allah içindir, İslam içindir. Zira onlar yalnızca yemek ve içmek amacıyla yaşıyor değildirler.

Müslüman, ideolojisine sarılan bir siyâsetçidir. Zira İslam ideolojisi, ne kadar ruhî ise aynı oranda da siyâsî bir ideolojidir. Ondan kaynaklanan fikirler siyâsî fikirlerdir. İnsanlığın tüm alâkalarını hakkıyla düzenlemektedir. Onun sayesinde kişi, kendisinden sonra ailesine ve toplumuna yönelir, nihayet tüm dünyaya onu yüklenir. Allah (cc) ona tüm insanların işlerini gözetmesini emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz...” (Al-i İmran 110)

Allah (cc) İslam Ümmeti’ni tüm insanların sorumlusu haline getirmiştir.

İslam’ın Mekke ve Medîne’nin dışına taşması ve yeryüzünün farklı bölgelerine erişmesi sessiz toplumları seçkin topluma dönüştürmek için değil miydi?

Öyle ise Ey Müslümanlar!

Bu sessizliği bozmanın zamanı gelmedi mi? Haydi bozun şu sessizliğinizi, seçkin ümmet olduğunuzu gösterin de dünya sizinle birlikte kurtulsun…

Dininize yönelip kafir ve uşaklarının lânet olası demokrasilerini yüzlerine çarpınız. Sesinizi öyle bir yükseltin ki, Memleketlerinizi işgal eden sömürgeci kafirler ve uşakları korkudan şaşkına dönsün…

Öyle ise, haydi haykırın, bozun şu sessizliği!

“…Muhakkak ki Allah sizinle beraberdir ve O sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.” (Muhammed 35)

YIL 15  SAYI 177-178  RECEB-ŞABAN 1425 / EYLÜL-EKİM 2004

Yukarı