Müslüman
kadınlar, bütün dünyada -bunun içinde Türkiye dahil olmak
üzere- Dar-ül İslam olmayıp, İslam nizamlarının ve Allah’ın
emirlerinin tatbik olunmadığı için İslam’dan bilinmesi ve
yapılması gereken başörtü hükmünü yerine getirmek için
oldukça güçlük çekmektedirler. Hatta dünyanın kritik
noktalarında -Tunus, Fransa, Türkiye ve Almanya’nın bazı
eyaletlerinde- rejim tarafından ilahi emir olan Şer’i
kıyafetle adeta savaşılmaktadır. Şüphesiz Müslüman bir kadının
dışarıda başını, boynunu, ensesini ve göğüs kısmını
başörtüyle örtmesi Allah’ın onun üzerinde bir emri ve Şer’i
yükümlülüğüdür. Allah-u Teala aziz Kur’an’da şöyle
buyurmuştur:
“Mü’min
kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar;
namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna
olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler ve başörtülerini,
yakalarının üzerine örtsünler...” (Nur 31)
Umul
Mü’minin Aişe (r.anha) şöyle anlatıyor: “Allah ilk hicret
eden kadınları rahmet etsin. Allah-u Teala ,
(Başörtülerini, yakalarının üzerine örtsünler) ayeti
kerimeyi indirdiğinde onlar elbiselerinin alt kısmını yırtarak
başlarını örttüler.” (Buhari, Kurtubi)
Bu
Şer’i hüküm hakkında yukarıdaki ayetle sabit olduğu günden
bu güne kadar bütün İslam uleması ve Müslümanlar ittifak etmişlerdir.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının başörtüsünü
-hangi sebeple olursa olsun- çıkarması veya İslam Şeriatının
dışarıda yabancı erkeklere gösterilmesini haram kıldığı
kısımları açması yukarıda zikrettiğimiz Şer’i hüküm
olan başörtü farziyetini çiğnemek ve Allah’ın emrine karşı
gelmek olduğu kadar haram işlemek demektir. Bu nedenle İslam
memleketlerinde olsun veya Batı’da olsun başörtünün
yasaklanmasını öngören kanunların çıkartılması gerekçesiyle
Müslüman baliğ kadının dışarıda başını, boynunu, ensesini
ve göğüs kısmını açması şeran ve Allah katında caiz
değildir, haramdır. Çünkü Allah’a itaat etmek en öncelikli iştir.
Ayrıca Allah’tan başkasına itaat etmek -halife da olsa- İslam’ın
hükümlerine aykırı olmamakla kayıtlı ve sınırlıdır. Zira
Resulullah (sav) şöyle buyurur:
“Allah’ın
emrine aykırı şeylerde hiç kimseye itaat yoktur.” (Ahmed
1041, 3694, 19732, 19735)
Bu
başörtü meselesi çok açık ve İslam’ın temel meselelerinden
biri olmasına rağmen, Müslümanlar arasında tartışılır
hale geldi. Halbuki Şer’i hükümler konusunda Müslümanlara
düşen tek şey Allah’a teslimiyet göstermektir. Örneğin;
bazı Müslümanlar akli bir yaklaşımla şunu ileri sürmekteler:
Başörtünün okullarda, üniversitelerde ve resmi dairelerde
giyilmesini yasaklayan ülkelerde yaşamakta olan Müslüman bir
kadının Şer’i hüküm olan başörtüyü takması yüzünden eğitim-öğretim
ve çalışma imkanlarını kayıp etmesine neden olacaktır. Zira
eğitim-öğretim görmek veya çalışmak Müslüman bir kadının
ihtiyaç duyduğu için öncelikli olan eğitim-öğretim ve çalışmayı
başörtüye tercih ederek onu çıkartmak zorunda kalıyor!!!
Aksi takdirde eğitim-öğretim fırsatı ve çalışma imkanları
tamamen kayıp olacaktır.
Bu
şüpheye cevap olarak da şunu söyleyebiliriz: Şüphesiz ilim
tahsil etmek Müslümanlar üzerine farzdır. Enes bin Malik’ten
rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İlim
tahsil etmek her Müslüman üzerine farzdır.” (İbni
Mace, kitabul mukaddime/220)
İslam,
ilmi tahsil etmeye karşı olmadığı gibi ona Müslümanları
teşvik etmiştir. Kur’an’ın ilk inen şey “Yaratan
rabbinin adına oku” ayeti olmuştur. Ancak ilim tahsil
etmenin iki çeşidi vardır:
Birincisi:
Farz-ı ayın dediğimiz her Müslüman’ın bizatihi yapması gereken
farzdır. Örneğin; namazın rükünleri, şartları ve onu bozan
şeyleri öğrenmek her ergin Müslüman kadın ve erkek üzerine
farzdır. Oruç, İslam davasını taşımak gibi bütün ameller
için aynı şey söylemek mümkündür.
İkincisi:
Farz-ı kifaye dediğimiz toplu Müslümanların yani cemaatin yerine
getirmesi gereken farzdır. Matematik, fizik, uzay ve kimya
bilimleri öğrenmek gibidir. Bu tür farzların en belirgin özelliği
ise Müslümanlardan bir kısmı onu yerine getirdiklerinde diğer Müslümanlar
üzerinden düşer.
Batı
üniversitelerinde verilen eğitim ikinci bölümde geçen farz-ı
kifaye türünden sayılır. Eğer farz-ı kifaye olan ilim tahsil
etmek farz-ı ayın olan başörtüyle çakışırsa bütün
İslam ulemasının ittifak ettikleri gibi kati sürette
öncelikli olan başörtü tercih edilir. Ayrıca ilim tahsil
etmek için sadece Batı’da faaliyet gösteren ve başörtüyü
yasaklayan üniversitelere bağlı kalmak gerekmez. Resmi olmayan
birçok üniversitelerde de ilim tahsil edilebilir. Hatta evlerde,
camilerde ve çeşitli seminerlerde de mümkündür. Bunun vakıasını
bizzat ve yakından müşahede ettiğimiz için söylüyoruz.
Yukarıda
yapmış olduğumuz açıklamaya göre kaim olan durum ile ilim
tahsil etmek arasında bir tezatlık bulunmamaktadır. Ayrıca
ilim İslam’ın emrettiği şekilde tahsil edilir. Şayet ilim
tahsil etmek haram bir yola sevk ederse o da haram olur.
Dolayısıyla Müslüman bir kişi eğitim-öğretim ile ilgili
olarak harama götürmeyen veya haram işlemeyi gerektirmeyen bir
yola yönelmelidir. Zira Şer’i kaideye göre “Harama
götüren araç da haramdır.”
Çalışma
meselesine gelince: O Allah’ın takdir etmiş olduğu rızkın
elde edilmesiyle ilgili bir durumdur. Bütün Müslümanlar şunu
unutmamaları gerekir ki; rızk sadece ve sadece Allah’ın
elindedir. Rızkı takdir eden ve onu nasip eden sadece Allah-u
Teala’dır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz
rızk veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.”
(Zariyat 58)
“Yeryüzünde
yürüyen her canlının rızkı, yalnızca
Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda
bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta
(levh-i mahfuz'da) dır.” (Hud 6)
Zira
Allah-u Teala Kur’an-ı kerimde insan oğlunun Allah’ın
kendisi için yeryüzünde amade kıldığı her türlü mübah
şeylerden yararlanarak rızkını aramasını emretmiştir.
“Yeryüzünü
size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde)
dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş
ancak O'nadır.” (Mülk 15)
“Allah'ın
sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste;
ama dünyadan da nasibini unutma...” (Kasas 77)
Ancak
rızkı talep etmek bir takım Şer’i şartlara bağlıdır.
Bunlardan bir tanesi haram kazançlı bir iş olmayışıdır. İçki
veya domuz eti satmak yahut onların ticaretini yapmak gibi. Bir
başka şart ise Allah’a isyan etmeye götürmeyen bir iş
olmasıdır. Namazın terk edilmesine neden olan bir iş gibi.
Avrupa’da
ikamet eden birçok Müslüman kadınların dört elle sarılarak
çalışmaya hırslı olmalarının sebebine gelince: Yıllardır
Avrupa’da bulunmalarından dolayı Batı kültürünün baskısı
sonucu olarak psikolojik bir komplekse kapılmalarından
kaynaklanmakta. Oysa İslam’ın kadına gösterdiği özel ilgi
olarak onun çalışmasını farz kılmamış, nafakasını
kocasının üzerine farz kılmıştır. Şayet nafakasını temin
edecek kimsesi yoksa ve bundan dolayı çalışmaya ihtiyaç duymuşsa
rızkını helal yoldan temin ederek kadının çalışmasına
izin vermiştir İslam. İslam’ın bu meseleyle yaklaşımı
budur. Müslümanların da dinleri gereği olarak ilmi tahsil
etmek ve rızkı elde etmek ile ilgili bakış açıları böyle
olmuştur ve böyle olmalıdır.
Böylesi
bir durumda Müslüman’a düşen görev İslam akidesinin rızk
ile ilgili anlayışını güncel hayatlarında titizlikle riayet
etmeleri gerekir. Bu anlayış ise rızkın Allah’ın elinde
olmasıdır. Başkasının elinde değildir. Eğer Allah-u Teala bir
rızkı takdir etmişse bütün dünya engellemek için bir araya
gelseler de asla mani olamaz. Yok eğer Allah’u Teala bir
rızkı takdir etmemişse bütün insanlar bir araya gelseler de
asla o rızkı elde edemezler. Ayrıca Müslüman bir kimse rızkını
haram yerde değil helal yerde arayarak Şer’i hükümlere bağlı
kalmak suretiyle Şarin belirlediği kazanç yollarına çok dikkat
etmesi gerekir. Çok ve haram olacağına az ve helal olsun. Böylesi
bir rızk hem Allah katında makbul ve hayırlı olur hem de dünyada
daha bereketli olur. Nice sermayedar, fabrikatör insanlar ve iş
adamları vardır ki, koskoca bir ülkeyi satın alacak kadar zengin
olmalarına rağmen, bir metre karelik toprak çukuruna mahkum
olmaktan kurtardı mı onları? Zira kefenin cebi yoktur.
Müslüman
bir kadın Allah’ın onun üzerine farz kıldığı başörtüyü
-sebepler ne olursa olsun- çıkarmamalı ve bir başörtü
yüzünden Müslümanların yahudilerle savaştıklarını
unutmamalıdır. Böylesi bir durumda başörtüden asla
vazgeçmeyip iman üzere sabretmesi ve Allah indinde ecrini
beklemesi gerekir. Zira başörtü onun için bir ölüm-kalım
meselesidir. Elbette kafirler onunla uğraşacaklardır. Zira
Allah-u Teala bu dünyada her Müslüman’ın imanını ve salih
amelini sınayacaktır.
“İnsanlar,
imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle
bırakılıvereceklerini mi sandılar?
Andolsun
ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir.
Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da
mutlaka ortaya koyacaktır” (Ankebut 2-3)
Rızkını
da İslam’ın mübah kıldığı alanda arayarak Allah’ın ona
nasip ettiği rızkı az da olsa içinden hiçbir burukluk
duymaksızın tam teslimiyet gösterip razı olmalıdır.
Ancak
Müslüman kadınların kafalarını karıştıran tek şey bazı
yanlış fetva kaynakları ve Allah’tan korkmayıp beş kuruş
karşılığında dinini ve imanını takas eden hocalardır. Yani
‘Zaruri durum haramları kaldırır’ cümlesine dayanarak başörtünün
çıkartılmasına cevaz veren fetva kaynakları ve hocalarıdır.
Yukarıdaki cümlenin ve fetvanın yanlışlıklarını tartışmaya
gerek yok. Çünkü İslam’da zaruret gibi bir durum yok ki, böyle
bir fetva verilsin ve ona dayanarak haram olan bir şey helal kılınsın.
Aslında
İslam’ın Avrupa’da ikamet eden Müslüman kadınlardan rızk
ve başörtü hakkında beklediği tavır Habeşistan’a hicret
eden Resulullah (sav)’in ashabının gösterdiği tavırdır. Umul müminin
Ümmü Seleme Habeşistan’a hicret eden Müslümanların durumunu
şöyle anlatıyor:
“...biz
orada güven içindeydik ve ibadetlerimizi o kadar rahat yapıyorduk
ki, kimse bize karışmaz ve hiç kimse bizi rahatsız etmezdi.
Bundan rahatsızlık duyan Kureyşliler bizi geri teslim almak için
Necaşi’ye çok değerli hediyelerle beraber iki elçi
gönderdiler. Bunun üzerine Necaşi bizimle görüşmek için
bizi çağırdı. Resulullah (sav)’in ashabının bazısı
dediler ki; biz Necaşi’nin ülkesinde yaşıyoruz, onun huzuruna
çıktığımızda ne diyeceğiz? Diğerleri dediler ki;
Allah’a yemin olsun ki sonuç ne olursa olsun ona ancak
Resulullah (sav)’in bize öğrettiği ve bizi emr ettiği
şeyleri anlatırz...” (Ahmed b. Hanbel, müsnedi)
Konu
ile ilgili olarak yukarıda açıkladığımız gibi asıl mesele
zaruret meselesi değil, eğitim-öğretime yönelik olarak farz-ı
ayın ile farz-ı kifaye arasında bir öncelik ve tercih
meselesidir. Hepsi bu kadar. Çünkü ergin bir Müslüman bayan eğitime
başlayıp belli bir süreden sonra kesintiye uğraması hiçbir
şekilde zaruret gibi bir durum gerektirmez. Ayrıca İslam
ümmetine beraberinde büyük bir zarar da getirmez. Çünkü bu
konuda Müslümanlar arasında yeterlilik hasıl olmuştur. Zira
İslam ümmetinin diploma azlığı ve tahsil kıtlığı gibi bir
sıkıntısı yok. Halkı Müslüman memleketlerde iş veren
firmaların ve resmi dairelerin kapısında iş aramak üzere
bekleyen nice diplomalı ve üniversiteli gençler vardır. Ve iş
bulamayıp da diploması duvara asılı üniversitelilerin haddi
hesabı yok.
Çalışma
meselesine gelince: İslam akidesi çalışmayı başlangıç olarak
rızka bağlamıştır. Rızk ise bize hakim olan daire yani kaza
dairesinde cereyan etmektedir. Rızkın ne kadar, ne zaman ve ne
şekilde olacağını ancak Allah-u Teala bilir. Müslüman bir
kimse ise rızkını elde etmek için onun hakim olduğu daire
yani Şer’i hüküm ölçüsü çerçevesinde aramaya koyulmalı
ve haram yollardan değil helal yollardan temin etmelidir. Abdullah
bin Mesud’tan rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Ruhul-Kudüs
benim gönlüme üfledi ki, hiçbir nefis rızkını, ecelini ve
kendisine takdir edileni tamamıyla tüketmedikçe asla
ölmeyecektir. Bunun için Allah’tan korkun ve güzel dileklerde
bulunun.” (İbn-i Hibban)
|