Ana Sayfa YIL 15  SAYI 177-178  RECEB-ŞABAN 1425 / EYLÜL-EKİM 2004 E-Mail

Batı’da İkamet Eden Müslüman Bacılara Bir Sesleniş

Sakın Rızk Kaygısından Dolayı Dininizden Ve Allah’ın Emri Başörtünüzden Vazgeçmeyin

Fuad HAMİDOĞLU

Müslüman kadınlar, bütün dünyada -bunun içinde Türkiye dahil olmak üzere- Dar-ül İslam olmayıp, İslam nizamlarının ve Allah’ın emirlerinin tatbik olunmadığı için İslam’dan bilinmesi ve yapılması gereken başörtü hükmünü yerine getirmek için oldukça güçlük çekmektedirler. Hatta dünyanın kritik noktalarında -Tunus, Fransa, Türkiye ve Almanya’nın bazı eyaletlerinde- rejim tarafından ilahi emir olan Şer’i kıyafetle adeta savaşılmaktadır. Şüphesiz Müslüman bir kadının dışarıda başını, boynunu, ensesini ve göğüs kısmını başörtüyle örtmesi Allah’ın onun üzerinde bir emri ve Şer’i yükümlülüğüdür. Allah-u Teala aziz Kur’an’da şöyle buyurmuştur:

Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler ve başörtülerini, yakalarının üzerine örtsünler...” (Nur 31)

Umul Mü’minin Aişe (r.anha) şöyle anlatıyor: “Allah ilk hicret eden kadınları rahmet etsin. Allah-u Teala , (Başörtülerini, yakalarının üzerine örtsünler) ayeti kerimeyi indirdiğinde onlar elbiselerinin alt kısmını yırtarak başlarını örttüler.” (Buhari, Kurtubi)

Bu Şer’i hüküm hakkında yukarıdaki ayetle sabit olduğu günden bu güne kadar bütün İslam uleması ve Müslümanlar ittifak etmişlerdir. Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kadının başörtüsünü -hangi sebeple olursa olsun- çıkarması veya İslam Şeriatının dışarıda yabancı erkeklere gösterilmesini haram kıldığı kısımları açması yukarıda zikrettiğimiz Şer’i hüküm olan başörtü farziyetini çiğnemek ve Allah’ın emrine karşı gelmek olduğu kadar haram işlemek demektir. Bu nedenle İslam memleketlerinde olsun veya Batı’da olsun başörtünün yasaklanmasını öngören kanunların çıkartılması gerekçesiyle Müslüman baliğ kadının dışarıda başını, boynunu, ensesini ve göğüs kısmını açması şeran ve Allah katında caiz değildir, haramdır. Çünkü Allah’a itaat etmek en öncelikli iştir. Ayrıca Allah’tan başkasına itaat etmek -halife da olsa- İslam’ın hükümlerine aykırı olmamakla kayıtlı ve sınırlıdır. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurur:

“Allah’ın emrine aykırı şeylerde hiç kimseye itaat yoktur.” (Ahmed 1041, 3694, 19732, 19735)

Bu başörtü meselesi çok açık ve İslam’ın temel meselelerinden biri olmasına rağmen, Müslümanlar arasında tartışılır hale geldi. Halbuki Şer’i hükümler konusunda Müslümanlara düşen tek şey Allah’a teslimiyet göstermektir. Örneğin; bazı Müslümanlar akli bir yaklaşımla şunu ileri sürmekteler: Başörtünün okullarda, üniversitelerde ve resmi dairelerde giyilmesini yasaklayan ülkelerde yaşamakta olan Müslüman bir kadının Şer’i hüküm olan başörtüyü takması yüzünden eğitim-öğretim ve çalışma imkanlarını kayıp etmesine neden olacaktır. Zira eğitim-öğretim görmek veya çalışmak Müslüman bir kadının ihtiyaç duyduğu için öncelikli olan eğitim-öğretim ve çalışmayı başörtüye tercih ederek onu çıkartmak zorunda kalıyor!!! Aksi takdirde eğitim-öğretim fırsatı ve çalışma imkanları tamamen kayıp olacaktır.

Bu şüpheye cevap olarak da şunu söyleyebiliriz: Şüphesiz ilim tahsil etmek Müslümanlar üzerine farzdır. Enes bin Malik’ten rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“İlim tahsil etmek her Müslüman üzerine farzdır.” (İbni Mace, kitabul mukaddime/220)

İslam, ilmi tahsil etmeye karşı olmadığı gibi ona Müslümanları teşvik etmiştir. Kur’an’ın ilk inen şey “Yaratan rabbinin adına oku” ayeti olmuştur. Ancak ilim tahsil etmenin iki çeşidi vardır:

Birincisi: Farz-ı ayın dediğimiz her Müslüman’ın bizatihi yapması gereken farzdır. Örneğin; namazın rükünleri, şartları ve onu bozan şeyleri öğrenmek her ergin Müslüman kadın ve erkek üzerine farzdır. Oruç, İslam davasını taşımak gibi bütün ameller için aynı şey söylemek mümkündür.

İkincisi: Farz-ı kifaye dediğimiz toplu Müslümanların yani cemaatin yerine getirmesi gereken farzdır. Matematik, fizik, uzay ve kimya bilimleri öğrenmek gibidir. Bu tür farzların en belirgin özelliği ise Müslümanlardan bir kısmı onu yerine getirdiklerinde diğer Müslümanlar üzerinden düşer.

Batı üniversitelerinde verilen eğitim ikinci bölümde geçen farz-ı kifaye türünden sayılır. Eğer farz-ı kifaye olan ilim tahsil etmek farz-ı ayın olan başörtüyle çakışırsa bütün İslam ulemasının ittifak ettikleri gibi kati sürette öncelikli olan başörtü tercih edilir. Ayrıca ilim tahsil etmek için sadece Batı’da faaliyet gösteren ve başörtüyü yasaklayan üniversitelere bağlı kalmak gerekmez. Resmi olmayan birçok üniversitelerde de ilim tahsil edilebilir. Hatta evlerde, camilerde ve çeşitli seminerlerde de mümkündür. Bunun vakıasını bizzat ve yakından müşahede ettiğimiz için söylüyoruz.

Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamaya göre kaim olan durum ile ilim tahsil etmek arasında bir tezatlık bulunmamaktadır. Ayrıca ilim İslam’ın emrettiği şekilde tahsil edilir. Şayet ilim tahsil etmek haram bir yola sevk ederse o da haram olur. Dolayısıyla Müslüman bir kişi eğitim-öğretim ile ilgili olarak harama götürmeyen veya haram işlemeyi gerektirmeyen bir yola yönelmelidir. Zira Şer’i kaideye göre “Harama götüren araç da haramdır.”

Çalışma meselesine gelince: O Allah’ın takdir etmiş olduğu rızkın elde edilmesiyle ilgili bir durumdur. Bütün Müslümanlar şunu unutmamaları gerekir ki; rızk sadece ve sadece Allah’ın elindedir. Rızkı takdir eden ve onu nasip eden sadece Allah-u Teala’dır. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz rızk veren, güç ve kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır.” (Zariyat 58)

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'ın üzerinedir. Allah o canlının durduğu yeri ve sonunda bırakılacağı mekanı bilir. (Bunların) hepsi açık bir kitapta (levh-i mahfuz'da) dır.” (Hud 6)

Zira Allah-u Teala Kur’an-ı kerimde insan oğlunun Allah’ın kendisi için yeryüzünde amade kıldığı her türlü mübah şeylerden yararlanarak rızkını aramasını emretmiştir.

“Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'nadır.” (Mülk 15)

“Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma...” (Kasas 77)

Ancak rızkı talep etmek bir takım Şer’i şartlara bağlıdır. Bunlardan bir tanesi haram kazançlı bir iş olmayışıdır. İçki veya domuz eti satmak yahut onların ticaretini yapmak gibi. Bir başka şart ise Allah’a isyan etmeye götürmeyen bir iş olmasıdır. Namazın terk edilmesine neden olan bir iş gibi.

Avrupa’da ikamet eden birçok Müslüman kadınların dört elle sarılarak çalışmaya hırslı olmalarının sebebine gelince: Yıllardır Avrupa’da bulunmalarından dolayı Batı kültürünün baskısı sonucu olarak psikolojik bir komplekse kapılmalarından kaynaklanmakta. Oysa İslam’ın kadına gösterdiği özel ilgi olarak onun çalışmasını farz kılmamış, nafakasını kocasının üzerine farz kılmıştır. Şayet nafakasını temin edecek kimsesi yoksa ve bundan dolayı çalışmaya ihtiyaç duymuşsa rızkını helal yoldan temin ederek kadının çalışmasına izin vermiştir İslam. İslam’ın bu meseleyle yaklaşımı budur. Müslümanların da dinleri gereği olarak ilmi tahsil etmek ve rızkı elde etmek ile ilgili bakış açıları böyle olmuştur ve böyle olmalıdır.

Böylesi bir durumda Müslüman’a düşen görev İslam akidesinin rızk ile ilgili anlayışını güncel hayatlarında titizlikle riayet etmeleri gerekir. Bu anlayış ise rızkın Allah’ın elinde olmasıdır. Başkasının elinde değildir. Eğer Allah-u Teala bir rızkı takdir etmişse bütün dünya engellemek için bir araya gelseler de asla mani olamaz. Yok eğer Allah’u Teala bir rızkı takdir etmemişse bütün insanlar bir araya gelseler de asla o rızkı elde edemezler. Ayrıca Müslüman bir kimse rızkını haram yerde değil helal yerde arayarak Şer’i hükümlere bağlı kalmak suretiyle Şarin belirlediği kazanç yollarına çok dikkat etmesi gerekir. Çok ve haram olacağına az ve helal olsun. Böylesi bir rızk hem Allah katında makbul ve hayırlı olur hem de dünyada daha bereketli olur. Nice sermayedar, fabrikatör insanlar ve iş adamları vardır ki, koskoca bir ülkeyi satın alacak kadar zengin olmalarına rağmen, bir metre karelik toprak çukuruna mahkum olmaktan kurtardı mı onları? Zira kefenin cebi yoktur.

Müslüman bir kadın Allah’ın onun üzerine farz kıldığı başörtüyü -sebepler ne olursa olsun- çıkarmamalı ve bir başörtü yüzünden Müslümanların yahudilerle savaştıklarını unutmamalıdır. Böylesi bir durumda başörtüden asla vazgeçmeyip iman üzere sabretmesi ve Allah indinde ecrini beklemesi gerekir. Zira başörtü onun için bir ölüm-kalım meselesidir. Elbette kafirler onunla uğraşacaklardır. Zira Allah-u Teala bu dünyada her Müslüman’ın imanını ve salih amelini sınayacaktır.

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır” (Ankebut 2-3)

Rızkını da İslam’ın mübah kıldığı alanda arayarak Allah’ın ona nasip ettiği rızkı az da olsa içinden hiçbir burukluk duymaksızın tam teslimiyet gösterip razı olmalıdır.

Ancak Müslüman kadınların kafalarını karıştıran tek şey bazı yanlış fetva kaynakları ve Allah’tan korkmayıp beş kuruş karşılığında dinini ve imanını takas eden hocalardır. Yani ‘Zaruri durum haramları kaldırır’ cümlesine dayanarak başörtünün çıkartılmasına cevaz veren fetva kaynakları ve hocalarıdır. Yukarıdaki cümlenin ve fetvanın yanlışlıklarını tartışmaya gerek yok. Çünkü İslam’da zaruret gibi bir durum yok ki, böyle bir fetva verilsin ve ona dayanarak haram olan bir şey helal kılınsın.

Aslında İslam’ın Avrupa’da ikamet eden Müslüman kadınlardan rızk ve başörtü hakkında beklediği tavır Habeşistan’a hicret eden Resulullah (sav)’in ashabının gösterdiği tavırdır. Umul müminin Ümmü Seleme Habeşistan’a hicret eden Müslümanların durumunu şöyle anlatıyor:

“...biz orada güven içindeydik ve ibadetlerimizi o kadar rahat yapıyorduk ki, kimse bize karışmaz ve hiç kimse bizi rahatsız etmezdi. Bundan rahatsızlık duyan Kureyşliler bizi geri teslim almak için Necaşi’ye çok değerli hediyelerle beraber iki elçi gönderdiler. Bunun üzerine Necaşi bizimle görüşmek için bizi çağırdı. Resulullah (sav)’in ashabının bazısı dediler ki; biz Necaşi’nin ülkesinde yaşıyoruz, onun huzuruna çıktığımızda ne diyeceğiz? Diğerleri dediler ki; Allah’a yemin olsun ki sonuç ne olursa olsun ona ancak Resulullah (sav)’in bize öğrettiği ve bizi emr ettiği şeyleri anlatırz...” (Ahmed b. Hanbel, müsnedi)

Konu ile ilgili olarak yukarıda açıkladığımız gibi asıl mesele zaruret meselesi değil, eğitim-öğretime yönelik olarak farz-ı ayın ile farz-ı kifaye arasında bir öncelik ve tercih meselesidir. Hepsi bu kadar. Çünkü ergin bir Müslüman bayan eğitime başlayıp belli bir süreden sonra kesintiye uğraması hiçbir şekilde zaruret gibi bir durum gerektirmez. Ayrıca İslam ümmetine beraberinde büyük bir zarar da getirmez. Çünkü bu konuda Müslümanlar arasında yeterlilik hasıl olmuştur. Zira İslam ümmetinin diploma azlığı ve tahsil kıtlığı gibi bir sıkıntısı yok. Halkı Müslüman memleketlerde iş veren firmaların ve resmi dairelerin kapısında iş aramak üzere bekleyen nice diplomalı ve üniversiteli gençler vardır. Ve iş bulamayıp da diploması duvara asılı üniversitelilerin haddi hesabı yok.

Çalışma meselesine gelince: İslam akidesi çalışmayı başlangıç olarak rızka bağlamıştır. Rızk ise bize hakim olan daire yani kaza dairesinde cereyan etmektedir. Rızkın ne kadar, ne zaman ve ne şekilde olacağını ancak Allah-u Teala bilir. Müslüman bir kimse ise rızkını elde etmek için onun hakim olduğu daire yani Şer’i hüküm ölçüsü çerçevesinde aramaya koyulmalı ve haram yollardan değil helal yollardan temin etmelidir. Abdullah bin Mesud’tan rivayetle Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Ruhul-Kudüs benim gönlüme üfledi ki, hiçbir nefis rızkını, ecelini ve kendisine takdir edileni tamamıyla tüketmedikçe asla ölmeyecektir. Bunun için Allah’tan korkun ve güzel dileklerde bulunun.” (İbn-i Hibban)

YIL 15  SAYI 177-178  RECEB-ŞABAN 1425 / EYLÜL-EKİM 2004

Yukarı