Türkiye’de
seçimler gerçekleşti ve seçim sonuçları tek partiyi iktidara
taşıdı. 1923’ten bu tarafa Müslümanlar sürekle umutlarla,
istedikleri hedeflerin gerçekleşmesi için atılım yapmakta ve bu
yönde önlerine sunulan demokratik seçimleri bir koz olarak
kullanmak istemektedirler. Bu olay yıllardır devam ede
gelmektedir. Her defasında, son gelinen noktada Müslümanların
umutları bir dört yıl sonuna kalmakta, bekledikleri o gün
gelince karşılarında samimi bildikleri kişilere koşuşmaktadırlar.
Diğer İslam beldelerinde olduğu gibi Türkiye’de de umutlar her
seferinde başka bir sonbahara kalmakta, arzular yeni bir yönetimin
gelmesi noktasında düğümlenmektedir. Bu iş bu şekilde devam
ettiği müddetçe Müslümanların asıllarını bulması (İslam’ı
hakim kılmaları) mümkün değildir.
Müslümanlar
dönem dönem darboğaz edilip bazen serbest bırakılmaları, nefes
almaları ve bu dönemlerde rahatlık sunulması geçici ve aldatıcıdır.
Bu noktada Müslümanlar en yakın tarihlerini bir hatırlasınlar;
İnönü dönemi ve arkasından gelen Menderes’le rahatlama,
Ecevit dönemi ve arkasından Demirel’le rahatlama ve 28 şubat sürecinden
bugünkü konuma gelinmesi. Burada şunu görüyoruz ki;
Müslümanlar sık sık hain yönetimlerce tuzağa düşürülmekte
veya düşmektedirler. Oysaki Resulullah (sav) bir hadisinde Ebû
Hüreyre (ra) rivâyetle şöyle buyuruyor:
“(Âkıl
ve reşit olan) mü'min bir yılan deliğinden iki kere sokulmaz!”
buyurmuştur.
Bugün
Müslümanlar demokrasiye ve onun gösterdiği yola umut bağlamakla
küfrün ağına yine düşmüşler yine sokulmuşlardır. Umutları
yumuşak geçiş, hayat standartlarını düze çıkartma, ılımlı
tavırlarla düzenle barışık yaşayıp istenilen noktaya kavuşma
gibi düşünceler etrafında odaklaştırmak Müslümanlara bir
şey kazandırmayacaktır. Çünkü kalkınmaya giden yol,
şartların zorlayıcı yapısı altında aranmaktadır. Bu noktada
hedef kaybedilmekte, asıl yapılması gereken husus sunulan (düzenin
sunduğu süslenip paketlenen çıkış) yollarının gölgesi ile
perdelenmektedir. Aslında bu şekilde yapılanma ümmet üzerindeki
sahte, batılılara bağımlı olan küfür yöne-timlerinin
ömürlerini uzatmasına tam destektir. Bu isterse toplumun
zafiyetinden kaynaklansın veya gelecekte kuvvet bulma düşüncesi
ile bu işe bilinçli olarak sarınılsın. Her iki aşamada da hata
mevcuttur. Geçiş dönemlerine (yani bunu ancak zamanın
akışında çeşitli kesimleri veya kurumları elde ederek,
otoriteye yakın şahısları oralara yerleştirerek, insanların
önce ekonomisini düzelterek başarı beklemelere) bağımlı
kılanlar meseleye makyavelizt (akılcı) bir düşünce ile yaklaşmaktadır.
Bu ise Müslümanlar açısından yanlış bir yolun takibidir.
Hayatı değiştirmek, yaşantıda başarı kazanmak, toplumla ilişkiler
kurallara tabidir. Müslüman olan hayatın akışına göre veya
zamanın şartlarına göre, kendine çizilen veya çizen bir
kurallar (yasalar) yumağını ka-bullenemez. Çünkü; Şer'i hükümlere
bağlanmak, hayatın temelidir. Ve bu İslam'a inanmanın
meyvesidir. Şer’i hükümlere bağlanmak, İslam akidesinden
fışkırmakla beraber, İslam akidesinden ayrılmaz bir bütündür.
Şer’i hükümlere bağlanmak, Müslüman'da İslam akidesinin
bulunduğuna da bir delildir. Allah'u Teâlâ şöyle buyurdu:
"Hayır,
Rabbine andolsun ki, arala rında çıkan anlaşmazlık hususunda
seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden
içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla
kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
Müslümanlar,
Resulullah (sav)'in getirdiği emirler yani vecibeler, menduplar ve
mubahları alması, nehyettiği günahlardan yani haramlardan ve
mekruhlardan, mubahlardan da bazılarını bırakmasını İslam
onlara emrediyor. Ve bu ayet ve diğer bir çok ayetlerde şer’i hükümleri
işlerde, yaşantısında hakem kılmayan kimselerde imanın
bulunmadığı söz konusudur. Bu nedenle şer’i hükümlere bağlanmak
yani Resulullah (sav)'in getirdiğine bağlanmak imanla eş
anlamlıdır. Ve bu Müslümanlarda, imanın bulunmasına açık ve
kesin bir delildir.
Şöylesi
bir iddia da kabul edilemez: “Efemdim, önce insanların midesi
doysun, ekonomi düzelsin, iş imkanları doğsun, insan hakları
gerçekleşsin ki; sonra İslamî hayata geçiş kolaylaşsın ve
meseleler çözebilsin.” Bu iddiayı ortaya atan kişilere şu
soru yönetilir: Peki kişi midesini doyurma, o imkanı arama,
kazanma, veya ortamı oluşturma noktasında hangi kurallar
çerçevesinde amel edecektir?.. Buna verecekleri cevap elbette ki
mevcut düzenler veya mevcut düzenlerin düzeltilmesi şeklinde
olacaktır. Oysa bugün İslam beldeleri ve Türkiye’de de hakim
olan kapitalizm düzenidir. Bu, alakaları Müslümanlar ya bu
düzenin kanunlarına uymakta veya köhnemiş kanunları
kanaatlerince düzenleme yoluna yönelmektedirler. Ki; her iki
şekilde de haram işlemektedirler. Ayni şekilde Müslümanlar arasında,
ferdi meselelerde şer’i hükümlere bağlanan kimseler
bulunmasına rağmen, genel hayat ile ilgili konularda Müslümanlar,
şer’i hükümlere bağlanmada titizlik göstermiyorlar. Oysa
Müslümanlar arasındaki alış- verişte İslam hükümlerini,
kendi ticaretine hakim kılabilirler. Ayrıca ferdi davranışlarda
da İslam'ı önder olarak kabul edebilirler. Fakat günümüzde,
ezici Müslüman çoğunluk özellikle Türk halkı genel hayat ile
ilgili konularda şer’i hükümlerle hiç ilgilenmemektedir.
Müslümanlar, hükmetme nizamında, İslam dışındaki kapitalist
ve Demokrasi nizamlarıyla idare edilmektedir. Demokrasi,
Cumhuriyet, Laiklik ve Kapitalizm, gayri İslamî nizamlar ve
hükümler olmasına rağmen Müslümanlar buna karşı
susmaktadırlar. Ve bu münkeri izale etmek için de herhangi bir teşebbüste
bulunmuyorlar. Hatta bazıları buna razı olup susuyorlar, bu
kokuşmuş düzen içerisinde yer edinmek için canla başla çalışıyorlar.
Seçimlerde olduğu gibi genel hayatla ilgili olan diğer İslamî
hususlarda da tavırları başörtü konusunda sergiledikleri tavır
gibidir. Kısacası küfür nizamı Müslümanlar tarafından kabul
edilmekte ve bunlardan hoşlanmaktadırlar.
Allah
şer’i hükümler dışında başka hükümleri ittihaz eden
kimseyi şöyle vasıflandırdı:
“Sana
indirilene ve senden öncekilere indirilene iman ettiklerini iddia
edenleri görmedin mi? Tağut’a inanmamaları kendilerine
emrolunduğu halde, Tağut’un önünde muhakemeleşmek istiyorlar.
Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.” (Nisa
60)
Kur’ana
inanmayı iddia etmek, Kur’anla hüküm olunmayı gerektirir. Ve
kesinlikle Kur’anla hükmedilmeyi yani, Kur’anın getirdiğine
bağlanmayı gerektirir. Kur’anın ve Sünnetin dışındaki
şeyle hüküm olunmayı isteyen kimsenin mümin olduğunu iddia
etmesi batıldır, düşüklüktür, sefihliktir.
Çünkü
mümin olan kimsenin tağutu inkar etmesi için emir verilmiştir.
Bu gereklidir. Aksi taktirde, küfür yolu takip edilmiş olur.
Düzenlerden
rahatsızlık yıllar boyu sürmektedir. Bu düzenler halkla barışık
yaşamadıklarının da farkındadırlar. Halkın sevgisini
kazanmış kişileri iktidara taşımakla toplumla uzlaşma sürecine
girmek istiyorlar. Bu süreçte kullanılan yöntem ve ilke ise
İslamî kurallar değil sadece Müslüman kişilerdir. Yasamada
ancak ve ancak Cumhuriyet ilkelerine bağımlı kalınması ve bu
ilkelerin her halükarda korunması şiddetle vurgulanmaktadır. Şu
halde bu düzenle nasıl barış yaşanabilinir ki?!. Çünkü asıl
sürtüşme Müslümanların taşıdıkları akide ve düzenin taşıdığı
akide arasında zuhur etmektedir. Müslümanlar için değiştirmenin
yolu ve uzlaşmanın yolu düzen içerisinde gedikler arama değil,
orada her hangi şart olursa olsun şer’i hükümler
çerçevesinde hareket etmesidir.
Çünkü
Müslümanların, yöneticilerinin, kadılarının ve bütün
kurumlarının şeriata bağlanmaları emredilmiştir. Allah
Subhanehu ve Teala bu hususta şöyle buyuruyor:
“...Her
kim (insanları) Allah’ın indirdikleriyle yönetmezse,
işte onlar kafirlerin ta kendileridirler” (Maide 44)
“…zalimlerin
ta kendileridirler” (Maide 45)
“…fasıkların
ta kendileridirler” (Maide 47)
İslam'ın
bu dönemde uygulanmasının, ekonomik şartlar düzeltilmeden
böyle bir çalışmanın zor olduğunu veya mümkün olmadığını
ileri sürmek abesle iştigaldir. İdarecilerden korkarak veya
İslamîyet'i tatbik etmeye kudretli olmadıklarına kani olarak
kafirlere veya küfür yönetimlere taviz gösterip, İslam'ın
dışındaki hükümleri tatbik etmeyi kabul edip, tatbik ederlerse;
zalim ve fasık olurlar. Bundan dolayı, şeri hükümlere bağlanmayan
kimse ister idareci olsun, isterse diğer insanlardan olsun ya kafir
ya zalim ya da fasık olur. Herhangi bir kişi bir meseleyi çözmek
için İslam'ın elverişli olmadığına diğerinin elverişli olduğuna
inanırsa; kafir olur.
Şeriatın
hükmü budur. Ve bu hükümlere bağlanmak, çağa, zamana, mekana
ve olaylara bakılmaksızın, her Müslüman'a farzdır. Şeriatın
hükmü herhangi bir mesele için kapsamlı bir hükümdür. Zaman
ve mekanın değişikliği ile değişmeksizin Kıyamet Gününe
kadar devam edecektir. Bu bugün içerisinde bulunduğumuz durum açısından
da bu böyledir. Bu nedenle bugünkü oluşan ortama susmak veya
destek (her kim olursa olsun) vermek caiz değildir. Bu nedenle kim
bunu (İslam’ı) uygularsa; şer’i hükmü uygulamış olur.
Herhangi bir bahaneyle kim de bundan yüz çevirirse şer’i hükme
yüz çevirmiş olur. Dolayısıyla, günah kazanır.
Çünkü
İslam'ın iktidar ve mahkemeler için elverişli olduğu gibi her dönemde
uygulanabilecek, her türlü meseleyi çözecek yapıyı kendisinde
barındırmaktadır. Bundan dolayı Müslümanlar kalkınmak için
İslam’ı ve İslam’ın getirdiklerini (metodu) kullanarak otoriteye
ulaşmak için çalışmalıdırlar.
Müslümanlar,
şeriata bağlanmak, insanları sadece şeriatı hakem kabul etmeye
ve şer’i hükümlere bağlanmaya davet ettiğinde, bunu
şeriatın bütün hükümlerine bağlanmaya çağırmalıdır. Bu
çağırma ister namaz, evlenme, ekonomi ve cezalar hususlarında
olsun, ister İslam memleketlerindeki bölünmeye karşı savaşmak,
kafirleri dost edinmemek ve genel hayatla ilgili diğer hükümlerde
olsun, aynıdır.
Bundan
dolayı Müslümanlara sesleniyoruz!!!
İslam
hükümlerine bağlanın. Bu hükümler ister İslam ekonomi gibi,
hakları gözetme ile ilgili fertlerle ilgili olan hükümler olsun.
İsterse İslam memleketlerinin birer devletler haline bölünmesine
karşı savaşmak, kafirleri dost edinmemek, dünyada Dar-ül
İslam'ı meydana getirmek ekonomik durumu düzeltmekle ilgili ve
sair hükümler gibi hayatla ilgili olsun. Şer’i hükümlere bağlanmak
farz olmakla beraber imanın gereğidir.
Ey
Müslümanlar!!
Sizi
İslam Hükümlerine inanmaya ve bu hükümlerle amel etmeye davet
ediyoruz.
AYRICA
TÜM MÜSLÜMANLARIN MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMLARINI TEBRİK EDİYOR,
BU BAYRAMIN HAYIRLARA VESİLE OLMASINI YÜCE ALLAH’TAN TEMENNİ
EDİYORUZ.
HİLAFET
DERGİSİ
|