Din
Allah (cc)’dan gelir bu yüzden dinin kaynağı Allah’u Teala’dır.
Allah azze ve celle bütün sıfatlarında tek olup, O’nun
sıfatlarında hiç bir ortağı yoktur. İşte öyle bir Rab olan
Allah (cc) buyuruyor ki:
“Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zariyat 56)
Hiçbir
istisna yok, hiçbir ortak tanıma yok, bütün insan ve cinler
Allah’a ibadet ve edecek, kulluk vazifesini yerine getirecektir.
Zira, yaratılmışa yaraşan, yaratana kulluk etmesidir. Bu
hakikate binaen Allah (cc), yarattığı kullarına öngörmüş
olduğu hayat tarzını bildirmek için yine onlar arasında
resuller seçer. Bir ilahın elçisi sıradan olmaz. O elçi,
Rabbisinin terbiyesinden geçmiş, akıllı, emin, adaletli, ahlaki
faziletlere sahip, günahlara dalmayan, isyan etmeyen, hafızası
kuvvetli biri olmalı. İnsanlardan aşağı seviyede değil,
insanlığın zirvesinde olup, onlara rehber olacak kıvamda
olmalı. Nitekim Allah (cc) da buna şahitlik ediyor ve şöyle
buyuruyor:
“Andolsun
ki Resulullah da sizin için, Allah’a ve ahiret
gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en
mükemmel bir örnek vardır!” (Ahzab 21)
Burada;
“neden bir melek değil de insan peygamber olarak gönderiliyor?”
şeklinde bir soru sorulabilir. Fakat biz, burada peygamberliğin
vakasından kaydettiğimiz konuya sadık kalarak şöyle bir soruyu
tercih ediyoruz: “Acaba Allah (cc), insanlara göndereceği dinin
bir kısımda görüşüne bırakacağı, insiyatifine terk edeceği
için mi Resuller seçer ve gönderir? Diğer bir ifadeyle; Resulün,
dinde, hüküm koymada bir ortaklık payı var mı? Bu pay azıcık
olsun veya çok olsun fark etmez. Acaba böyle bir hakkı var mı?
Dinin
kaynağı Allah (cc)’dur. Bu yüzden bir kısmının akidenin
mevzusunu bir kısmının ise amelleri ilgilendiren ve böylece
dinin muhtevasını oluşturan Kur’anın Allah’tan geldiği ve
onda Peygamberin hiçbir katkısının olmadığı her mümin tarafından
kabul edilmektedir. Ama Kur’anın açıklaması, detaylarının
izah edilmesi meselesine gelince, bazı kimselerin zihinleri gerçekten
büyük çelişkiler içerine girmektedir. Oysa Kur’an da Allah’u
Teala hüküm, yani insanların hayatlarına haram-helal yönünde
tespitte bulunma hakkının sadece kendisine ait olduğunu müteaddit
defa belirlemektedir:
“Allah
hüküm verenlerin en üstünü değilmidir?” (Tin 8)
“Hüküm
sadece Allah’a aittir.” (Yusuf 40)
“Hüküm
Allah’tan başkasının değildir.” (Yusuf 67)
“Ancak
Allah hükmeder, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.”
(Rad 41)
“De
ki : Şüphesiz ben, Rabbimden gelen apaçık bir delil
üzerindeyim. Halbuki siz onu yalanladınız. Zira çarçabuk istediğiniz
benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ın dır. Çünkü o
gerçeğe uyar ve o sağlam hüküm verenlerin en hayırlısıdır.”
(En’am 57)
“Allah
ile birlikte başka bir ilaha yalvarma, O’ndan başka ilah yoktur.
O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur
ve siz, O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas 88)
“İyi
olmayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel
kim vardır?” (Maide 50)
“İşte
O Allah’tır, O’ndan başka ilah yoktur. Eninde de sonunda da
hamd O’nundur, hüküm onundur ve ancak O’na
döndürüleceksiniz.” (Kasas 70)
Bu
ayetler, Allah’ın din belirlemede ve o dinin haram ve helalini,
yani şeriatını belirlemede, onun kaidelerini tespitte Allah tek
hakimdir. Haram-helali belirlemeyi, şer’i kaideleri tespit etmeyi
kendisine has kılmış, böyle bir şey iddia edenleri yeni bir
ilah belirlemek fiiliyle, İslam’la olan alakalarını
kestiklerini belirlemiş ve böyle bir düşünceyi dahi zammetmiştir:
“Yoksa
onların, dinden Allah’ın izin verdiği şeyleri dini kaide
kılan ortakları mı var? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı,
derhal aralarında hükm verilirdi (işleri bitirilirdi).
Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura
21)
Demek
ki, dinin bir kısmında Allah’a (cc) ortak olma düşüncesi dahi
Allah’ın azabını gerektirecektir. O halde Resulullahın dini
kaide belirlemede Allah’ın bir ortağı değildir. Esasen Kur’anda
Allah’u Teala, Resulün görevinin sadece tebliğ olduğunu,
insanların önündeki Cehennemin münzeri, Cennetin ise mübeşşiri
olduğunu belirtmiştir:
“De
ki; ben, size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben,
gaybı da bilmek, size ben, bir meleğim demeliyim de demiyorum. Ben
bana vahyolunan Kurandan başkasına uymam...” (En’am 50)
“Ben
sizin üzerinize bekçi değilim. Allah dileseydi onlar ortak
koşmazlardı. Biz seni onlar üzerine bir bekçi kılmadık. Sen
onların vekili de değilsin.” (En’am 107)
“De
ki: "Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir
zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin
bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri
kalırlar ne de ileri giderler.” (Yunus 49)
“(Resûlüm!)
Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O
hakimlerin en hayırlısıdır.” (Yunus 109)
“Belki
de sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi
veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü
sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk
edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak
bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”(Hud 12)
“(Ey
Resûlüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık
bir tebliğden ibarettir.” (Nahl 82)
“Ortak
koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de
babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir
şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı.
Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer
mi!” (Nahl 35)
“(Resûlüm!)
Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”
(Furkan 56)
“Senden,
azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin
edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı.
Fakat onlar farkında değilken, o ansızın kendilerine
geliverecektir.” (Ankebut 53)
“Eğer
yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi
göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana
katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama
elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük
gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şura
48)
“De
ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne
yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben
sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 9)
“Eğer
(size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki
birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan
saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.”
(Ankebut 18)
“Sen
sadece bir uyarıcısın. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak
hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı
(peygamber) gelmiştir.” (Fatır 23-24)
“Resûle
düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da
gizlediğinizi de bilir.” (Maide 99)
Açıkça
görülüyor ki; Resulullah, sadece uyaran ve müjdeleyendir. Peki,
Peygamber neyi uyaracak, neyi müjdeleyecektir? Ayette Cenabı Allah
şöyle buyuruyor.;
“…Sana
düşen yalnız uyarmaktır…” (Şura 48)
Duyurmak;
belli bir şeyi insanlara ihbar etmek anlamındadır. Demek ki;
Resulullahın duyuracağı bu şeyler hazır ve bellidir. İşte
Resule, Allah’ın (cc) bildirmiş olduğu bu hazır bilgilerle Hz.
Peygamber Efendimiz, Rabbisinin haram bir işi yapma karşılığı
olarak insanları Cehennemle uyaracak ve farzlarını yerine
getirmenin karşılığı olan Cennetle müjdeleyecek. Demek ki; iki
yönde de Allah (cc)’nun emri vardır. İşte Resul de bunları
duyurmakla görevlidir. O halde sadece müjdeleme ve korkutmakla
görevli olan bir elçinin hangi haram-helal koyma inisiyatifinden
söz edilebilir acaba?
|