Ana Sayfa YIL 13   SAYI 156   ŞEVVAL 1423   ARALIK 2002 E-Mail

Sizin İçin Seçtiklerimiz

Derleyen: Mehmed SAKİN

PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI [1]

Bahaddin YÜKSEL

Din Allah (cc)’dan gelir bu yüzden dinin kaynağı Allah’u Teala’dır. Allah azze ve celle bütün sıfatlarında tek olup, O’nun sıfatlarında hiç bir ortağı yoktur. İşte öyle bir Rab olan Allah (cc) buyuruyor ki:

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat 56)

Hiçbir istisna yok, hiçbir ortak tanıma yok, bütün insan ve cinler Allah’a ibadet ve edecek, kulluk vazifesini yerine getirecektir. Zira, yaratılmışa yaraşan, yaratana kulluk etmesidir. Bu hakikate binaen Allah (cc), yarattığı kullarına öngörmüş olduğu hayat tarzını bildirmek için yine onlar arasında resuller seçer. Bir ilahın elçisi sıradan olmaz. O elçi, Rabbisinin terbiyesinden geçmiş, akıllı, emin, adaletli, ahlaki faziletlere sahip, günahlara dalmayan, isyan etmeyen, hafızası kuvvetli biri olmalı. İnsanlardan aşağı seviyede değil, insanlığın zirvesinde olup, onlara rehber olacak kıvamda olmalı. Nitekim Allah (cc) da buna şahitlik ediyor ve şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki Resulullah da sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır!” (Ahzab 21)

Burada; “neden bir melek değil de insan peygamber olarak gönderiliyor?” şeklinde bir soru sorulabilir. Fakat biz, burada peygamberliğin vakasından kaydettiğimiz konuya sadık kalarak şöyle bir soruyu tercih ediyoruz: “Acaba Allah (cc), insanlara göndereceği dinin bir kısımda görüşüne bırakacağı, insiyatifine terk edeceği için mi Resuller seçer ve gönderir? Diğer bir ifadeyle; Resulün, dinde, hüküm koymada bir ortaklık payı var mı? Bu pay azıcık olsun veya çok olsun fark etmez. Acaba böyle bir hakkı var mı?

Dinin kaynağı Allah (cc)’dur. Bu yüzden bir kısmının akidenin mevzusunu bir kısmının ise amelleri ilgilendiren ve böylece dinin muhtevasını oluşturan Kur’anın Allah’tan geldiği ve onda Peygamberin hiçbir katkısının olmadığı her mümin tarafından kabul edilmektedir. Ama Kur’anın açıklaması, detaylarının izah edilmesi meselesine gelince, bazı kimselerin zihinleri gerçekten büyük çelişkiler içerine girmektedir. Oysa Kur’an da Allah’u Teala hüküm, yani insanların hayatlarına haram-helal yönünde tespitte bulunma hakkının sadece kendisine ait olduğunu müteaddit defa belirlemektedir:

Allah hüküm verenlerin en üstünü değilmidir?” (Tin 8)

“Hüküm sadece Allah’a aittir.” (Yusuf 40)

“Hüküm Allah’tan başkasının değildir.” (Yusuf 67)

“Ancak Allah hükmeder, O’nun hükmünü bozacak kimse yoktur.” (Rad 41)

“De ki : Şüphesiz ben, Rabbimden gelen apaçık bir delil üzerindeyim. Halbuki siz onu yalanladınız. Zira çarçabuk istediğiniz benim yanımda değildir. Hüküm ancak Allah’ın dır. Çünkü o gerçeğe uyar ve o sağlam hüküm verenlerin en hayırlısıdır.” (En’am 57)

“Allah ile birlikte başka bir ilaha yalvarma, O’ndan başka ilah yoktur. O’nun zatından başka her şey helak olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz, O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas 88)

“İyi olmayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Maide 50)

“İşte O Allah’tır, O’ndan başka ilah yoktur. Eninde de sonunda da hamd O’nundur, hüküm onundur ve ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas 70)

Bu ayetler, Allah’ın din belirlemede ve o dinin haram ve helalini, yani şeriatını belirlemede, onun kaidelerini tespitte Allah tek hakimdir. Haram-helali belirlemeyi, şer’i kaideleri tespit etmeyi kendisine has kılmış, böyle bir şey iddia edenleri yeni bir ilah belirlemek fiiliyle, İslam’la olan alakalarını kestiklerini belirlemiş ve böyle bir düşünceyi dahi zammetmiştir:

“Yoksa onların, dinden Allah’ın izin verdiği şeyleri dini kaide kılan ortakları mı var? Eğer azabı erteleme sözü olmasaydı, derhal aralarında hükm verilirdi (işleri bitirilirdi). Şüphesiz zalimler için can yakıcı bir azap vardır.” (Şura 21)

Demek ki, dinin bir kısmında Allah’a (cc) ortak olma düşüncesi dahi Allah’ın azabını gerektirecektir. O halde Resulullahın dini kaide belirlemede Allah’ın bir ortağı değildir. Esasen Kur’anda Allah’u Teala, Resulün görevinin sadece tebliğ olduğunu, insanların önündeki Cehennemin münzeri, Cennetin ise mübeşşiri olduğunu belirtmiştir:

“De ki; ben, size Allah’ın hazineleri yanımdadır demiyorum. Ben, gaybı da bilmek, size ben, bir meleğim demeliyim de demiyorum. Ben bana vahyolunan Kurandan başkasına uymam...” (En’am 50)

“Ben sizin üzerinize bekçi değilim. Allah dileseydi onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onlar üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.” (En’am 107)

“De ki: "Ben kendime bile Allah’ın dilediğinden başka ne bir zarar ne de bir menfaat verme gücüne sahibim." Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri geldiği zaman artık ne bir saat geri kalırlar ne de ileri giderler.” (Yunus 49)

“(Resûlüm!) Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.” (Yunus 109)

“Belki de sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı) terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”(Hud 12)

“(Ey Resûlüm!) Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.” (Nahl 82)

“Ortak koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden başka bir şey düşer mi!” (Nahl 35)

“(Resûlüm!) Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Furkan 56)

“Senden, azabı çarçabuk (getirmeni) istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azap elbette onlara gelip çatmıştı. Fakat onlar farkında değilken, o ansızın kendilerine geliverecektir.” (Ankebut 53)

“Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!” (Şura 48)

“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” (Ahkaf 9)

“Eğer (size tebliğ edileni) yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de (kendilerine tebliğ edileni) yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir tebliğdir.” (Ankebut 18)

“Sen sadece bir uyarıcısın. Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) gelmiştir.” (Fatır 23-24)

“Resûle düşen (vazife), ancak duyurmadır. Allah açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir.” (Maide 99)

Açıkça görülüyor ki; Resulullah, sadece uyaran ve müjdeleyendir. Peki, Peygamber neyi uyaracak, neyi müjdeleyecektir? Ayette Cenabı Allah şöyle buyuruyor.;

“…Sana düşen yalnız uyarmaktır…” (Şura 48)

Duyurmak; belli bir şeyi insanlara ihbar etmek anlamındadır. Demek ki; Resulullahın duyuracağı bu şeyler hazır ve bellidir. İşte Resule, Allah’ın (cc) bildirmiş olduğu bu hazır bilgilerle Hz. Peygamber Efendimiz, Rabbisinin haram bir işi yapma karşılığı olarak insanları Cehennemle uyaracak ve farzlarını yerine getirmenin karşılığı olan Cennetle müjdeleyecek. Demek ki; iki yönde de Allah (cc)’nun emri vardır. İşte Resul de bunları duyurmakla görevlidir. O halde sadece müjdeleme ve korkutmakla görevli olan bir elçinin hangi haram-helal koyma inisiyatifinden söz edilebilir acaba?

YIL 13  SAYI 156  ŞEVVAL 1423  ARALIK 2002

Yukarı