 |
"Bilmeyenler
dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize)
gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların
dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine
benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.”
(Bakara
118)
|
 |
“Doğrusu
biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara 119)
|
Bilmeyen
kimselerin manası; düşünmeyenlerdir. Çünkü çok kimse ilim ve
bilgi sahibi olduğu halde Allah’u Teala’nın birliğini;
Resulullah (sav)’in O’nun elçisi olduğunu inkar ediyorlar.
Bunlara cahilliye sıfatı verilir. Allah’u Teala’nın ve
Resulullah (sav)’in hakikatini kabul etmeyenler cahilî kimseler
sayılırlar.
Cahilî
kimseler aklen inanmak istemiyorlar. Kendileriyle Allah’ın
konuşmasını istiyorlar. Oysa insan dünyada her hissettiği şeyi
düşünürse Allah’ın varlığını idrak eder. Zira her şey
bir yaratıcıya muhtaç, sınırlı, eksik ve aciz olduğu ve de hiçbir
şeyi yaratmaya gücünün yetmeyeceğini idrak eder.
Hz.
Muhammed (sav)’in peygamberliği Kur’anın mucizeliğinden
anlaşılır. Hiç bir kimse Kur’anın nüzulünden bu yana Kur’an
gibi bir benzerini getiremedi. Öyle ise, Kur’an Allah (cc)’nun
kelamıdır. Onu getiren Muhammed (sav) O’nun elçisidir. Aklen
insan bu gerçeği idrak eder. Ama inat edenler inat etmelerinden
dolayı cahil ve bilmeyen olarak bu gerçeği kabul etmek istemezler.
Bunlar hiç akıllarını kullanmak istemiyorlar. Israrla; “Allah’ı
bize göster, Allah bizimle konuşsun” veya “bize bir mucize
indir” şeklinde kaçamak yollara baş vururlar. Bunu cahilî
Araplar ve onlardan önce Yahudi ve Hıristiyanlar söylediler. Bu
nedenle ayette Allah’u Teala; “kalplerinin birbirine
benzediğini” söylüyor. Kalpten maksat; akıllar
kastedilmektedir. Çünkü insan düşünerek söylemektedir.
Sözlerin çıkış sebebi akıldır. İnat; bir şartlanmadır,
ayrıca sebebi duygusallıktır. Eğer insan bir şeyden nefret
ederse onu kabullenmemek için inat eder.
İnadın
sebepleri çoktur: Bunlardan bazıları; kibirlenme, çıkar,
liderlik sevgisi, kendi cemaatine taassup, diğerlerini çekememe,
haset, izzeti nefis, şehveti ve zevki tercih etme gibi
hususlardır. Bu nedenle insanın kalbi kör olur, gerçeği gördüğü
halde inanmak istemez.
Her
asırda insanlar aynıdır, ancak araç ve gereçler değişir.
İnsanın mahiyeti asla değişmez.
İtalya
Başbakanı, Batının homoseksüelliğini ve değerlerini İslam’ın
iffet ve değerlerinden üstün göstermeye çalıştı. Sergilediği
tavır, tamamen Lut Kavminin içerikleriyle benzeşir özelliklere
sahiptir.
ABD
Başkanı George; homoseksüelliği, zinayı, oburluluğu,
kibirlenmeyi, diğer insanları hiç saymayı İslam’ın yüksek
değerlerinden daha üstün kılıyor. Bütün bu insanlar eskiden
olduğu gibi bu asırda da aynı şeyleri söylüyor ve tutumu
sergiliyorlar. Allah’u Teala kesin bir şekilde; “inanan
kimseler için ayetleri belirttik” diyerek akıl
sahiplerinin akıllanmaları, akıllarını kullanmaları ve bu
ayetleri görmeleri istenmiştir. Kur’anın ayetlerini herkes
idrak edip, kesin bir şekilde tasdik edebilir. Fakat inat edenler
ayetleri görse de buna inanmayacaktır. Bu tip insanlar
İsrailoğulları gibidirler. Zira onlar Hz. Musa’dan Allah’ı görmeyi
istemişlerdi.
Aklını
kullanan kimse kesin bir şekilde inanır ve tasdik eder. Aklını
kullanmayanlar ise kesin bir şekilde inkara yönelir, inatlaşır
ve şüpheye düşer. Oysa akide için kesin tasdik şarttır.
Bundan dolayı akidenin delilleri kesin olmalı ki; iman gerçekleşmiş
olsun. Aksi takdirde iman gerçekleşmiş olmaz.
“Ayetleri
belirttik” ten kast; delillerin kesinliğidir. Kesin
delile bağlılık şüphesiz bir imanı doğurur.
 |
“Doğrusu
biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara 129)
|
Allah’u
Teala bu inatçılara karşı Resulünü rahatlatıyor ve ona; bu
cehennemliklerden seni sormayacağız, neden inandırmadın, neden
inanmadılar denmeyecek. Bu konuda hiç bir suçunun olmadığı, görevinin
yalnız insanları uyarmak, müjdelemek, Allah’ın azabından
sakındırmak, korkutmak ve cennetle müjdelemek olduğu, bunun
dışında başka bir şeye gücünün yetmeyeceği bildirmektedir. Eğer
inanırsanız sizin için cennet vardır deyip müjdelersin ve onlar
için başka bir şey yapamazsın. Onlar hesaba çekilecekler ve
inanmadıkları takdirde cehennemlikler olurlar. Halbuki, seni hakla
gönderdik, sen gerçek Resulsün ve seninle beraber olan Kuran da
haktır.
Bugün
daveti yüklenenler için de bu ayet geçerlidir. Çünkü, Hz.
Muhammed’in (sav) yüklendiği daveti ve bu daveti onun metoduyla
yüklenmek farzdır. Ahzap suresinde Resul’den (sav) bize güzel
bir örnek olarak sunulmaktadır. Bir çok surede daveti
yüklenmekle ilgili ayet mevcuttur.
 |
“(İnsanları)
Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım"
diyenden kimin sözü daha güzeldir? (Fussilet 33)
|
Öyleyse
bugün daveti yüklenenlerin işi aynıdır: İnsanları cehennem
yolundan alıkoymak ve cennetle müjdelemek. İnsanları küfür, fısk,
fücur ve günahtan vazgeçirmeye çalışırken veya daveti
taşımaya gayret sarf ederken sadece cennetle müjdeleriz. Çıkar,
makam veya başka bir şey vaat etmeyiz. Kuran ve Resulullah (sav)
yalnız cenneti vaat etmiştir. Bu şekilde insanlar dünyevi bir
hususa bağlanmazlar, ahiret ile ilgili bir hususa bağlanır.
Ölüme kadar buna bağlı olurlar. Ama çıkar, makam veya başka
şey için inandığı takdirde çıkar temin edemezse veya zarar
görürse vazgeçer. Ayette Allah (cc) bunu şöyle belirtmektedir:
 |
“İnsanlardan
kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine
bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa
çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da,
ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta
kendisidir.” (Hac 11)
|
Menfaat,
makam ve başka dünyevi husus için İslam’a gelen veya davaya
gelen fedakarlık gösteremez. Çıkarı, makamı tehlike görürse
hemen vazgeçer veya taviz gösterir. O sebeple vazgeçenler, taviz
gösterenler, dünyaya bağlananlardan, çıkarlarına veya
makamları için var olanlardan olur. Ümmetini, İslam beldelerini,
dinini satar. Bu asırda bunların çok örnekleri vardır. Öyleyse
sadece cennet ve cehennem ölçü kalmalı ve kullanılmalıdır.
Cehennemden
korkut ve cennetle müjdele. İnanırsa veya şeriata uyarsa ne ala.
Hiç kabul etmezse onu bırak, kıyamet gününde ondan
sorulmayacaksın çünkü görevini ifa ettin anlamındadır.
 |
“Dinlerine
uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır.
De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden
sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan
sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara
120)
|
Allah’u
Teala Resulüne hitap ederken onun ümmetine hitap ediyor. Bundan
şu şer’i kaide çıkartıldı: “Resule olan hitap ümmetine
bir hitaptır.”
Yahudiler
ve Hıristiyanlar kendi milletlerine uymazsan senden razı olmazlar.
Burada millet din manasında geçmektedir. O zaman Müslümanlar
Yahudilere ve Hıristiyanlara ne kadar taviz gösterirlerse
göstersinler Yahudi ve Hıristiyanlar asla razı olmazlar, daha
fazla taviz isterler. Ta kendi dinlerine veya milletlerine tabi
oluncaya kadar Müslümanlardan taviz isterler. Aksi takdirde razı
olmazlar. Misal olarak; Türkiye Hilafetten vazgeçti, dini
devletten ayırdı, dinin hakimiyetine davet edenlerle savaştı,
laik ve demokrat oldu. Hâla Hıristiyanlığı kabul eden Batı Türkiye’den
razı değildir. AB hâla onu bünyesine katma hususunda tereddüt
etmektedir. Çünkü Türkiye devleti veya rejimi tam kafir olmasına
rağmen halkı hâla Müslüman’dır ve halk İslam’a bağlanmak
istiyor. İçerisinden bir takım hayırlı gençler ortaya çıkıp
Hilafete, şeriatın dönüşüne ve bütün Müslümanların
birleşmesine davet ediyor. T.C devleti başörtüyü bile yasaklıyor,
İslam’ı sırf vicdani, inanç, ibadet ve ahlaktan ibaret olarak
gösteriyor. Tamamen Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe benzetiyorlar.
Buna rağmen Batı Türkiye’den razı olmadı ve olmayacaktır da.
Oysa; Türkiye Batının ayaklarını öpüyor, ayakları önünde
secde ediyor. Buna rağmen Batı yine de ondan memnun değildir.
Arafat
ve onun yapay Filistin otoritesi Yahudilere ne kadar taviz göstermişse
de yinede Yahudiler ondan, otoritesinin hükümetinden hiç razı
değiller. Diğer Arap ve İslam memleketlerinin yöneticileri ve
hükümetleri taviz üstüne taviz veriyorlar. Amerika, Avrupa ve
Yahudi varlığı onlardan memnun kalmıyorlar.
Bazı
İslami cemaatler dinlerarası diyalog yapıyorlar. Vatikan’a
gidip, oradaki kafirlerin baş papazına saygı gösteriyorlar. Buna
rağmen Hıristiyanlar ve Yahudiler onlardan memnun kalmıyorlar.
“De
ki; hidayet Yahudilik ve Hıristiyanlık değil,
yalnız Allah’ın hidayetidir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanların
heva ve heveslerine uyarsan, hem de sana gelen ilimden sonra Allah
yanında ne dost ne yardımcı bulursun.” Bunun manası;
Yahudilik ve Hıristiyanlık hidayet değildir. Yalnız Allah’tan
Hz. Muhammed’e gelen ilim hidayettir. İlim kesin delil manasında
geçer. Buna göre Hz. Muhammed’e indirilen kesindir o haklıdır,
yalnız hak O’ dur, hidayet yalnız O’ dur. Bundan dolayı
Yahudiler ve Hıristiyanlara uyan kimse onların heva ve heveslerine
uymuş olur. Çünkü onlarda hiç hidayet yoktur. Onlarda yalnız
heva ve heves vardır. Müslümanlar onlara uyarlarsa hidayete tâbi
olmuş olmazlar. Onların heva ve heveslerine uymuş olurlar. Bu
durumda Allah yanında hiç yardımcı ve dost bulamazlar. Allah
onlara yardım etmez. Amerika ve Avrupa’ya tâbi olanlar (Türkiye’nin
hain idarecileri, Arafat ve benzeri uşak idareciler) Amerika’nın,
Avrupa’nın, Yahudilerin dostluğu ve yardımını arıyorlar
fakat bunu bulamıyorlar. Onlara zillet gösteriyorlar ve onlar karşısında
zelil oluyorlar. Buna rağmen kafir Amerika, Avrupa ve Yahudiler
onlardan razı olmazlar. Taviz gösteren cemaatlerden de memnun değiller.
Allah yalan mı söylüyor?! (Haşa!!) bütün bu gerçekler Yüce
Allah’ın sözlerini doğruluyor:
 |
“Kendilerine
kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek
okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkar
edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.”
(Bakara 121)
|
Hakkıyla
kitabı okuyanların manası; kitabı anlayarak ve düşünerek
okurlar, onu uygulamak için okurlar. Zira Kur’an uygulamak için
okunur. Çünkü emirler ve neyhlerle doludur. Yani Kur’an, Allah’ın
emirlerini ve nehiylerini içerir. İnsan bunları okursa ve
uygulamazsa Kur’anı hakkıyla okumuş sayılmaz. Nitekim
hakkıyla onu okuyanlar ona inanırlar veya ona inananlar onu hakkıyla
okurlar. Ona inanmak; onu uygulamayı gerektirir. Kur’ana inanıp
onun dediklerini yerine getirmeyen kişilerin imanı neye yarar?!
Kur’anı
inkar edenler veya Kur’ana inanmayanlar hüsrana uğrayanlardır,
onlar cehennemliklerdir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Canımı
elinde tutana yemin olsun. Yahudi olsun, Hıristiyan olsun kim beni
duyarsa ve bana inanmazsa cehenneme girecektir.”
|