Ana Sayfa YIL 13   SAYI 156   ŞEVVAL 1423   ARALIK 2002 EMail

TEFSİR: BAKARA SURESİ / AYET: 118-121

Esad MANSUR

"Bilmeyenler dediler ki: Allah bizimle konuşmalı ya da bize bir âyet (mucize) gelmeli değil miydi? Onlardan öncekiler de işte tıpkı onların dediklerini demişlerdi. Kalpleri (akılları) nasıl da birbirine benzedi? Gerçekleri iyice bilmek isteyenlere âyetleri apaçık gösterdik.” (Bakara 118)

 

“Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara 119)

Bilmeyen kimselerin manası; düşünmeyenlerdir. Çünkü çok kimse ilim ve bilgi sahibi olduğu halde Allah’u Teala’nın birliğini; Resulullah (sav)’in O’nun elçisi olduğunu inkar ediyorlar. Bunlara cahilliye sıfatı verilir. Allah’u Teala’nın ve Resulullah (sav)’in hakikatini kabul etmeyenler cahilî kimseler sayılırlar.

Cahilî kimseler aklen inanmak istemiyorlar. Kendileriyle Allah’ın konuşmasını istiyorlar. Oysa insan dünyada her hissettiği şeyi düşünürse Allah’ın varlığını idrak eder. Zira her şey bir yaratıcıya muhtaç, sınırlı, eksik ve aciz olduğu ve de hiçbir şeyi yaratmaya gücünün yetmeyeceğini idrak eder.

Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliği Kur’anın mucizeliğinden anlaşılır. Hiç bir kimse Kur’anın nüzulünden bu yana Kur’an gibi bir benzerini getiremedi. Öyle ise, Kur’an Allah (cc)’nun kelamıdır. Onu getiren Muhammed (sav) O’nun elçisidir. Aklen insan bu gerçeği idrak eder. Ama inat edenler inat etmelerinden dolayı cahil ve bilmeyen olarak bu gerçeği kabul etmek istemezler. Bunlar hiç akıllarını kullanmak istemiyorlar. Israrla; “Allah’ı bize göster, Allah bizimle konuşsun” veya “bize bir mucize indir” şeklinde kaçamak yollara baş vururlar. Bunu cahilî Araplar ve onlardan önce Yahudi ve Hıristiyanlar söylediler. Bu nedenle ayette Allah’u Teala; “kalplerinin birbirine benzediğini” söylüyor. Kalpten maksat; akıllar kastedilmektedir. Çünkü insan düşünerek söylemektedir. Sözlerin çıkış sebebi akıldır. İnat; bir şartlanmadır, ayrıca sebebi duygusallıktır. Eğer insan bir şeyden nefret ederse onu kabullenmemek için inat eder.

İnadın sebepleri çoktur: Bunlardan bazıları; kibirlenme, çıkar, liderlik sevgisi, kendi cemaatine taassup, diğerlerini çekememe, haset, izzeti nefis, şehveti ve zevki tercih etme gibi hususlardır. Bu nedenle insanın kalbi kör olur, gerçeği gördüğü halde inanmak istemez.

Her asırda insanlar aynıdır, ancak araç ve gereçler değişir. İnsanın mahiyeti asla değişmez.

İtalya Başbakanı, Batının homoseksüelliğini ve değerlerini İslam’ın iffet ve değerlerinden üstün göstermeye çalıştı. Sergilediği tavır, tamamen Lut Kavminin içerikleriyle benzeşir özelliklere sahiptir.

ABD Başkanı George; homoseksüelliği, zinayı, oburluluğu, kibirlenmeyi, diğer insanları hiç saymayı İslam’ın yüksek değerlerinden daha üstün kılıyor. Bütün bu insanlar eskiden olduğu gibi bu asırda da aynı şeyleri söylüyor ve tutumu sergiliyorlar. Allah’u Teala kesin bir şekilde; “inanan kimseler için ayetleri belirttik” diyerek akıl sahiplerinin akıllanmaları, akıllarını kullanmaları ve bu ayetleri görmeleri istenmiştir. Kur’anın ayetlerini herkes idrak edip, kesin bir şekilde tasdik edebilir. Fakat inat edenler ayetleri görse de buna inanmayacaktır. Bu tip insanlar İsrailoğulları gibidirler. Zira onlar Hz. Musa’dan Allah’ı görmeyi istemişlerdi.

Aklını kullanan kimse kesin bir şekilde inanır ve tasdik eder. Aklını kullanmayanlar ise kesin bir şekilde inkara yönelir, inatlaşır ve şüpheye düşer. Oysa akide için kesin tasdik şarttır. Bundan dolayı akidenin delilleri kesin olmalı ki; iman gerçekleşmiş olsun. Aksi takdirde iman gerçekleşmiş olmaz.

“Ayetleri belirttik” ten kast; delillerin kesinliğidir. Kesin delile bağlılık şüphesiz bir imanı doğurur.

“Doğrusu biz seni Hak (Kur'an) ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.” (Bakara 129)

Allah’u Teala bu inatçılara karşı Resulünü rahatlatıyor ve ona; bu cehennemliklerden seni sormayacağız, neden inandırmadın, neden inanmadılar denmeyecek. Bu konuda hiç bir suçunun olmadığı, görevinin yalnız insanları uyarmak, müjdelemek, Allah’ın azabından sakındırmak, korkutmak ve cennetle müjdelemek olduğu, bunun dışında başka bir şeye gücünün yetmeyeceği bildirmektedir. Eğer inanırsanız sizin için cennet vardır deyip müjdelersin ve onlar için başka bir şey yapamazsın. Onlar hesaba çekilecekler ve inanmadıkları takdirde cehennemlikler olurlar. Halbuki, seni hakla gönderdik, sen gerçek Resulsün ve seninle beraber olan Kuran da haktır.

Bugün daveti yüklenenler için de bu ayet geçerlidir. Çünkü, Hz. Muhammed’in (sav) yüklendiği daveti ve bu daveti onun metoduyla yüklenmek farzdır. Ahzap suresinde Resul’den (sav) bize güzel bir örnek olarak sunulmaktadır. Bir çok surede daveti yüklenmekle ilgili ayet mevcuttur.

“(İnsanları) Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım" diyenden kimin sözü daha güzeldir? (Fussilet 33)

Öyleyse bugün daveti yüklenenlerin işi aynıdır: İnsanları cehennem yolundan alıkoymak ve cennetle müjdelemek. İnsanları küfür, fısk, fücur ve günahtan vazgeçirmeye çalışırken veya daveti taşımaya gayret sarf ederken sadece cennetle müjdeleriz. Çıkar, makam veya başka bir şey vaat etmeyiz. Kuran ve Resulullah (sav) yalnız cenneti vaat etmiştir. Bu şekilde insanlar dünyevi bir hususa bağlanmazlar, ahiret ile ilgili bir hususa bağlanır. Ölüme kadar buna bağlı olurlar. Ama çıkar, makam veya başka şey için inandığı takdirde çıkar temin edemezse veya zarar görürse vazgeçer. Ayette Allah (cc) bunu şöyle belirtmektedir:

“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 11)

Menfaat, makam ve başka dünyevi husus için İslam’a gelen veya davaya gelen fedakarlık gösteremez. Çıkarı, makamı tehlike görürse hemen vazgeçer veya taviz gösterir. O sebeple vazgeçenler, taviz gösterenler, dünyaya bağlananlardan, çıkarlarına veya makamları için var olanlardan olur. Ümmetini, İslam beldelerini, dinini satar. Bu asırda bunların çok örnekleri vardır. Öyleyse sadece cennet ve cehennem ölçü kalmalı ve kullanılmalıdır.

Cehennemden korkut ve cennetle müjdele. İnanırsa veya şeriata uyarsa ne ala. Hiç kabul etmezse onu bırak, kıyamet gününde ondan sorulmayacaksın çünkü görevini ifa ettin anlamındadır.

“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 120)

Allah’u Teala Resulüne hitap ederken onun ümmetine hitap ediyor. Bundan şu şer’i kaide çıkartıldı: “Resule olan hitap ümmetine bir hitaptır.”

Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi milletlerine uymazsan senden razı olmazlar. Burada millet din manasında geçmektedir. O zaman Müslümanlar Yahudilere ve Hıristiyanlara ne kadar taviz gösterirlerse göstersinler Yahudi ve Hıristiyanlar asla razı olmazlar, daha fazla taviz isterler. Ta kendi dinlerine veya milletlerine tabi oluncaya kadar Müslümanlardan taviz isterler. Aksi takdirde razı olmazlar. Misal olarak; Türkiye Hilafetten vazgeçti, dini devletten ayırdı, dinin hakimiyetine davet edenlerle savaştı, laik ve demokrat oldu. Hâla Hıristiyanlığı kabul eden Batı Türkiye’den razı değildir. AB hâla onu bünyesine katma hususunda tereddüt etmektedir. Çünkü Türkiye devleti veya rejimi tam kafir olmasına rağmen halkı hâla Müslüman’dır ve halk İslam’a bağlanmak istiyor. İçerisinden bir takım hayırlı gençler ortaya çıkıp Hilafete, şeriatın dönüşüne ve bütün Müslümanların birleşmesine davet ediyor. T.C devleti başörtüyü bile yasaklıyor, İslam’ı sırf vicdani, inanç, ibadet ve ahlaktan ibaret olarak gösteriyor. Tamamen Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe benzetiyorlar. Buna rağmen Batı Türkiye’den razı olmadı ve olmayacaktır da. Oysa; Türkiye Batının ayaklarını öpüyor, ayakları önünde secde ediyor. Buna rağmen Batı yine de ondan memnun değildir.

Arafat ve onun yapay Filistin otoritesi Yahudilere ne kadar taviz göstermişse de yinede Yahudiler ondan, otoritesinin hükümetinden hiç razı değiller. Diğer Arap ve İslam memleketlerinin yöneticileri ve hükümetleri taviz üstüne taviz veriyorlar. Amerika, Avrupa ve Yahudi varlığı onlardan memnun kalmıyorlar.

Bazı İslami cemaatler dinlerarası diyalog yapıyorlar. Vatikan’a gidip, oradaki kafirlerin baş papazına saygı gösteriyorlar. Buna rağmen Hıristiyanlar ve Yahudiler onlardan memnun kalmıyorlar.

“De ki; hidayet Yahudilik ve Hıristiyanlık değil, yalnız Allah’ın hidayetidir. Çünkü Yahudi ve Hıristiyanların heva ve heveslerine uyarsan, hem de sana gelen ilimden sonra Allah yanında ne dost ne yardımcı bulursun.” Bunun manası; Yahudilik ve Hıristiyanlık hidayet değildir. Yalnız Allah’tan Hz. Muhammed’e gelen ilim hidayettir. İlim kesin delil manasında geçer. Buna göre Hz. Muhammed’e indirilen kesindir o haklıdır, yalnız hak O’ dur, hidayet yalnız O’ dur. Bundan dolayı Yahudiler ve Hıristiyanlara uyan kimse onların heva ve heveslerine uymuş olur. Çünkü onlarda hiç hidayet yoktur. Onlarda yalnız heva ve heves vardır. Müslümanlar onlara uyarlarsa hidayete tâbi olmuş olmazlar. Onların heva ve heveslerine uymuş olurlar. Bu durumda Allah yanında hiç yardımcı ve dost bulamazlar. Allah onlara yardım etmez. Amerika ve Avrupa’ya tâbi olanlar (Türkiye’nin hain idarecileri, Arafat ve benzeri uşak idareciler) Amerika’nın, Avrupa’nın, Yahudilerin dostluğu ve yardımını arıyorlar fakat bunu bulamıyorlar. Onlara zillet gösteriyorlar ve onlar karşısında zelil oluyorlar. Buna rağmen kafir Amerika, Avrupa ve Yahudiler onlardan razı olmazlar. Taviz gösteren cemaatlerden de memnun değiller. Allah yalan mı söylüyor?! (Haşa!!) bütün bu gerçekler Yüce Allah’ın sözlerini doğruluyor:

“Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler (den bazısı) onu, hakkını gözeterek okurlar. Çünkü onlar, ona iman ederler. Onu inkar edenlere gelince, işte gerçekten zarara uğrayanlar onlardır.” (Bakara 121)

Hakkıyla kitabı okuyanların manası; kitabı anlayarak ve düşünerek okurlar, onu uygulamak için okurlar. Zira Kur’an uygulamak için okunur. Çünkü emirler ve neyhlerle doludur. Yani Kur’an, Allah’ın emirlerini ve nehiylerini içerir. İnsan bunları okursa ve uygulamazsa Kur’anı hakkıyla okumuş sayılmaz. Nitekim hakkıyla onu okuyanlar ona inanırlar veya ona inananlar onu hakkıyla okurlar. Ona inanmak; onu uygulamayı gerektirir. Kur’ana inanıp onun dediklerini yerine getirmeyen kişilerin imanı neye yarar?!

Kur’anı inkar edenler veya Kur’ana inanmayanlar hüsrana uğrayanlardır, onlar cehennemliklerdir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Canımı elinde tutana yemin olsun. Yahudi olsun, Hıristiyan olsun kim beni duyarsa ve bana inanmazsa cehenneme girecektir.”

YIL 13  SAYI 156  ŞEVVAL 1423  ARALIK 2002

Yukarı