Ana Sayfa YIL 13   SAYI 144   RAMAZAN 1422   ARALIK 2001 E-Mail

SÜPER GÜÇLER ARASINDA OLUŞAN ULUSLARARASI ÇIKAR ÇATIŞMASI VE PETROLÜN STRATEJİK ÖNEMİ

Fuad HAMİDOĞLU

İlk petrol çıkarma teşebbüsü 1908’de gerçekleşti. Zira ilk petrol damlası İran’da akmaya başladı. Bunun hemen ardından bütün sömürgeci güç ve devletler Körfez bölgesine akın akın gelmeye başladılar. Önce sömürgeci olan İngiltere bölgede hegemonyasını rakipsiz bir şekilde sürdürdü. Örneğin; Kuveyt emiri 1913’de şunları söyledi: “İngiltere hükümetinin tayin etmediği kimseye imtiyaz hakkını katiyen vermeyeceğiz.” Kral Abdulaziz Al-Suud ise, İngiltere hükümetinin onayı olmadan, kendisinin egemen olduğu toprağın hiçbir parçasını kullandırmayacağını Britanya’ya taahhüt etti.

Birinci Bölüm:

Süper güçlerin Körfez ve Hazar bölgelerindeki uluslararası çatışmaları ve petrolün bu çatışmalarla olan ilişkisi:

Sebepleri ne olursa olsun devletler arasındaki çatışmalar, devletler var olduklarından beri olagelmiştir. Adına Rönesans dedikleri yakın tarihe baktığımızda, belli çıkarları elde etmek için birçok güçler arasında şiddetli çatışmalarla dolu sahneler görürüz. Bu bağlamda Eaden isimli İngiliz siyasetçi şu ifadeyi kullandı: “İngilizler Irak için savaşmaya hazırdır.” Yine İngiliz dışişleri bakanı, Londra’ya son ziyaret yapan Chroşof’a şunları söyledi: “İngiltere, Ortadoğu için antlaşmaya hazırdır.”

Bölgenin stratejik önemini artıran sebep ise, ilgililerin sürekli olarak araştırma ve incelemeler yapmalarıdır. 22/01/1980’de eski Amerikan Başkanı Carter, kongrede yıllık raporu açıklayarak, Körfez ve Hind Okyanusunda egemenlik kurmayı hedeflediklerini bildirmişti. Raporda şu ifadeler yer alıyordu: “Yabancı güçlerin Körfeze nüfuz ederek egemen olma teşebbüsünde bulunması ve ABD’ye karşı bir harekete ilişkin tutumumuz çok açık olması gerekir. Böylesi bir saldırı, askeri alternatif başta olmak üzere her tür imkanı kullanarak bertaraf edilmesi lazım gelir. Hind Okyanusunda bulunan deniz güçlerimizi arttırdık ve şuanda biz, Kuzey Afrika ve Körfez bölgelerinde güçlerimizin kullanabileceği deniz ve hava lojistik kolaylıklarının hazırlıklarını yapıyoruz. Körfez bizim için önem kazandığı gibi birçok dostlarımız ve müttefiklerimiz için de önem arz etmiştir. Petrol kaynakları bize veya başkasına akmadığı takdirde doğrudan güvenimizi tehdit edecektir. Zira petrolün akmasında tehlike arz eden iki durum vardır:

Birincisi; Körfezde istikrarsızlıktan doğan durum.

İkincisi ise; Sovyetler Birliğinden kaynaklanan durum

Bu iki durum ise, tehdit edildiğinde ciddi bir şekilde hayati çıkarlarımızı kollayıp korumamızı gerektirir.”

Bütün bu açık sözlerden anlaşılıyor ki Amerika, Ortadoğu bölgesi ve petrol içeren bölgeleri Amerika’nın hayati ve ulusal çıkarlarından saymıştır. Bu açıklama “Carter Doktrini” olarak biliniyordu. Bu doktrin ise sömürgeci Amerika’nın tarihinde ilk değildir. Zira “Monro Doktrini” adı altında 1823’de Güney Amerika’daki ayaklanmaları kışkırtan ve İspanya’ya yardım eden Avrupa devletlerinin bir araya gelmelerini fark eden Amerika, Güney Amerika kıtasına karşı aynı şeyi yapmıştı. Bu gelişmelerden sonra 2/01/1823’de dönemin devlet başkanı Ceams Monro, kongreye bir öneri getirerek şöyle açıklamıştı: “ABD, Avrupa devletlerinin Amerika kıtasına yaptığı müdahaleler, aslında bir saldırı olup, Amerika’nın güvenini tehdit eden bir durum olarak sayar. Dolayısıyla Amerika buna her türlü imkanlarla karşı çıkar.” Kongre bu öneriyi kabul etti. Ardından ABD sınırları bir anda Güney Amerika kıtasının tümüne yayıldı. Böylece ABD’nin nüfuzu Avrupa’nın nüfuzuna geçti ve Güney Amerika kıtası Amerikanın arka bahçesi oldu.

Çöl Tilkisi adını verdikleri operasyonun komutanı Norman Shfarskof, Amerika’nın 1991’de Irak’a düzenlediği saldırı ile ilgili olarak kendisine bir gazeteci tarafından, Amerikan güçlerinin Körfeze gelmelerinin nedeni sorulduğunda şunları söyledi: “Biz, Allah’ın yaptığı hatayı düzeltmek için geldik. Bu hata ise petrolü Araplara vermesidir.” Hatta uluslararası medyanın eski Amerikan Savunma Bakanı Kohen’in yaptığı şu açıklamayı yayınlaması artık siyasi anormallik sayılmamakta: “Güçlerimiz bu bölgeden artık ayrılmayacaktır.”

Bütün bunlar şüpheye yer vermeyecek kadar kati olup, sırf güç kaynaklarına egemen olmak için süper güçler arasında uluslararası boyutlu çatışmanın var olduğuna delalet etmektedir.

Zamanın süper gücü olan İngiltere, Körfez ve Kızıl Deniz’e 19. yüzyılın sonuna doğru egemen olmaya başladı. Bu bölgeleri, İngiltere’nin baş tacı Hind sömürgesini ve kendisine bağlayacak olan ulaşım güzergahlarını korumak için sömürgeler haline getirdi. Fakat bu bölgenin petrol içerdiği anlaşılınca süper güçlerin açgözlülüğü ve ilgisi daha da arttı. İngiltere ise, bölgede tutunabilmek ve uzun süre kalmak için gücünü artırarak askeri üsler kurdu. Amerika’nın 1933’de petrol firmaları aracığıyla uluslararası çatışma arenasına girmesinden sonra, İngiltere’nin petrolü rakipsiz olarak kullanma çemberi daralmaya başladı. Amerika, ilk olarak bütün ağırlığını petrolün birinci üreticisi olan Suudi Arabistan üzerine koydu. Ancak İngiltere, ikinci dünya savaşından sonra gücünü büyük ölçüde kaybedince, dünyanın yeni süper gücü Amerika, Avrupa’nın Körfez başta olmak üzere her yerde bıraktıkları sömürgelerini teker teker ele geçirip üzerine egemen oldu. İngiltere 1968’de Süveyş kanalından askeri olarak 1971’de çekileceğini açıklamasının ardından Henry Kesinger, Amerikan Milli Güvenlik kurulunun bölgenin boşluğunu doldurmak için Körfez ile ilgili derin bir araştırma yapmasını şiddetle istedi. Yapılan derin araştırmalar gösterdi ki, hem Amerika’nın bölgedeki stratejisini gerçekleştirmek, hem de çıkarlarını korumak için Amerika’ya bağlı, güçlü bir Iran kaçınılmaz idi. Bu yüzden Amerika, İngiltere güdümünde olan İran’ı çok ciddi şekilde almak istiyordu. Amerika’nın buna ihtiyaç duymasının sebebi ise, İngiltere’nin bölgedeki kendi çıkarlarını korumak ve Amerika’nın bölgeye girmesini engellemek için İran’ı kalkan olarak kullanmış olmasıdır.

Şunu da unutmamalıyız ki, İngiltere’nin Körfezden askerî olarak çekileceğini açıklamış olmasının sebebi, medyanın gösterdiği gibi ekonomik nedenlerden dolayı değildi. Asıl neden, Amerika ve Rusya’nın uyguladıkları baskılar ve BM misakında geçen sömürgecilikle ilgili tasarıyı benimsemesidir. Amerika, petrolün üretimini, fiyatını, pazarlamasını belirlemek ve Körfez ülkeleri üzerine egemen olmak için İran’a yavaş yavaş yerleşmeye çalışıyordu. Bu bağlamda Amerikan yetkilileri, petrol kuyuları ve ulaşım güzergahlarının kendi himayesi altında olması için Körfez bölgesi, Arap denizi ve Hind okyanusunda bulunan Amerikan güçlerini arttıracaklarına dair açıklama üstüne açıklama yapıyorlardı. Zira Amerika, 1980’de ani bir duruma müdahale için 100.000 kişiden oluşan bir güç oluşturacağını açıklamıştı.

Amerika, İngiltere’nin Körfezdeki nüfuzuna son vermeyi, yerine kendi nüfuzunu koymayı, petrolün üretimi, fiyatı ve pazarlamasında egemen olmayı hedefleyince, özellikle İngiltere ekseninde olan İran’ı ele geçirme üzerinde yoğunlaşarak bölgede İslami bir koz olarak kullandı. Hedefine ulaşan Amerika, Körfezi korumak için bölge jandarmalığını İran’a teslim etti. Zira 1979’da gelişen olaylar bunu belirgin şekilde göstermiştir. İran’ın İslam devrimini, dünyanın en hassas bölgesi olan Körfezi kargaşa haline getirerek ihraç etmesi, Amerika’nın bölge hakkında belirlediği stratejiye tam olarak uygunluk arz ediyordu. Buna karşılık olarak İngiltere ise, bölgeyi ve kendi çıkarlarını koruma misyonunu bu siyasi denklemin öteki kutbu olan Irak’a verdi. İşte bu yüzden bu acımasız çatışmalar gün ışığına çıktı.

Körfez bölgesinin önemi, petrolün sadece büyük servet olup, maddi değere sahip olduğundan dolayı değil. Avrupa ve Japonya’nın can damarları konumunda olduğundan kaynaklanmaktadır. Zira Amerika’nın Körfezde egemen ve aktif olmak istemesinin nedeni; sadece siyasi amaçlarla değil, Avrupa ve Japonya’ya karşı bir baskı faktörü olarak kullanmak içindir. Körfez, İngiltere için can damarı iken Avrupa ve Japonya için uygun fiyatla enerji kaynağı sağlayarak, ekonomilerinin gelişmesine katkıda bulunmakta idi. Ancak Avrupa, 70’li yılların başından beri Amerika’ya isyan bayrağını çekmeye başladı ve Amerika’ya rakip olacak kadar güçlü bir ekonomiye sahip oldu. Yine Japonya uluslararası piyasada olduğu gibi Amerikan piyasasında da ciddi bir rakipti. Amerika, Avrupa Birliğine dağıtılmasında, gerek Avrupa gerekse Japon pazarlarının Amerikan pazarına açılmaması üzerine İngiltere, Avrupa ve Japonya’nın can damarı olan petrol musluğunu kesmeyi uygun gördü. Zira Amerika’nın siyasi literatüründe yer alan “Avrupa’ya egemen olmanın etkin yolu Körfezden geçer” doktrini hayati bir önem arz eder.

Avrupa’nın siyasi ve ekonomik geleceğinin Körfeze bağlı olması da ölüm-kalım meseledir.

Süper güçlerin Körfez bölgesi üzerine çatışmalarının git-gide ivme kazanmasının başlıca nedenleri şunlardır:

Birincisi: Petrolün bir çok bölgelerde bitmeye yakın bir durumda olması söz konusu iken Körfez petrolünün bitmeyecek kadar çok olması.

İkincisi: Sanayileşmenin büyümesinden dolayı dünyanın petrole gereksinim duyması.

Üçüncüsü: En azından önümüzdeki 30 yıl içerisinde petrol dışında bir alternatifin bulunamamasıdır.

Bu faktörler, Körfez bölgesinin uzun süre Amerika ve İngiltere başta olmak üzere süper güçlerin tahakkümü altında kalmasına neden olmuştur, hâla da kalmaktadır. Çünkü Körfez bölgesi, dünyanın petrol ihtiyaçlarını sürekli olarak karşılamaya en elverişli bir bölgedir. Kafir ve sömürgeci devletler, günlük olarak 2005 yılına kadar 30 milyon, 2010 yılına kadar 34 milyon ve 2020 yılına kadar 50 milyon varil petrol üretmeyi planlıyorlar.

Uluslararası raporlara göre, yukarıda zikredilen miktarın üretilmemesi halinde, bütün dünyanın ekonomisi ve sanayisi felce uğrayacak kadar krizlerle karşı karşıya kalacaktır. Şimdi, Amerika ve İngiltere başta olmak üzere kafir devletlerin Körfez petrolüne neden bu denli göz dikerek el koyup bölgede yerleşmek istedikleri ve yine dünyaca ünlü petrol firmalarının Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri gibi petrol üreten devletçiklerle neden bu kadar uzun vadeli anlaşmalar yaptıkları daha da iyi anlaşılmış olmalı. Zira Kuveyt olayından sonra petrol kaynaklarının modernizasyonu gerekçesiyle Texaco, Şifron, Xson Mobil ve Amoco adlı dört Amerikan kökenli petrol firmaları ani bir şekilde Fransız, İngiliz, Hollanda ve İtalyan kökenli diğer firmalarla birlikte Kuveyt’e akın etmeye başladılar.

Burada, Arap ülkeleri fonu adlı kuruluşun özellikle petrol üreten Arap ülkelerin borcu ile ilgili yayınladığı ilgi çekici rakamlara dikkatinizi çekmek istiyoruz:

1999 yılında sadece petrol üreten Arap ülkelerinin borç toplamı 328,3 milyar dolara ulaşmıştı. Bu borcun faiz oranı ise %11, 6 yani yaklaşık olarak 57 milyar dolar idi. Bu korkunç rakamlar bize, halkı Müslüman olan ülkelerdeki yöneticilerin ne kadar ajan ve kukla olduklarını, en azından fakirlik, yoksulluk, işsizlik gibi İslam ümmetinin ekonomik sorunlarını umursamadıklarını göstermektedir.

1969’de Avusturya’da Chroşof ile Kenedy arasındaki yapılan anlaşmalardan biri de Amerika’nın Ortadoğu, Uzakdoğu ve Afrika bölgelerinde çok serbest hareket etmesi ve Rusya’nın İngiltere’ye karşı gerektiğinde Amerika’ya yardımcı olacağını taahhüt etmesidir. Zira bu yardım taahhüdü uluslararası düzeyde tezahür ediyordu. Tıpkı “Ortadoğu sorunu” veya “Basra Körfezi’nin istikrarı ve korunması sorunu” meselelerinde olduğu gibi.

Amerika ile İngiltere arasındaki cereyan eden bu çatışma konusuna girmişken şunları hatırdan çıkarmamak gerek:

1-İngiltere’nin 1971’de askeri olarak bölgeden çekildikten sonra doğan boşluğu doldurmak üzere Amerikan Dışişleri Bakanlığının bölgeye girmelerini hararetli şekilde açıkladığını,

2-1973’ün baharında Amerikan sözcüsünün, kendi çıkarlarını korumak için gerekirse Amerikanın petrol kaynaklarını işgal edeceğini açıkladığını,

3-Ve bütün bunların karşısında İngiltere’nin, önceden planladığı ve süratle gerçekleşmesini istediği konfedere birliği projesini Körfez yöneticilerine yaptırmak için harekete geçtiğini.

Yine aynı konu ile ilgili olarak 24 Haziran 1968’de Beyrut kaynaklı El-Nahar gazetesi Basra Körfezi’ni korumak için “Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt ve İran”dan oluşan dörtlü blok başlığı altında bir haber yayınlamış, haberde amacın; “dostane güvenlik şeridini oluşturmak” diye bahsedilmişti.

Aslında bu güvenlik şeridinden amaç, dünyanın petrol ihtiyacının 1/5’ni karşılayan petrol ülkelerinin petrol politikasını dizginlemek ve petrol gücüne el koymaktır. Ayrıca bu federal projenin ana nedeni ise; İngiltere, bölgeden askeri olarak çekildikten sonra uzun vadeli olarak petrolü koruma görevini bölge yöneticilerine teslim etmektir. Şüphesiz İngiltere’nin kendisinden kaygı duyduğu ve dünyanın yumuşak karnı olan Körfezdeki çıkarlarını tehdit eden tek nokta Amerika idi.

Körfez bölgesi kadar öneme haiz olan Hazar havzasına gelince:

Bu büyük gölün sularını beş ülke paylaşmaktadır. Türkmenistan, Kazakistan, İran, Azerbaycan ve Rusya’dır. Ancak Hazar havzasının petrol ve doğal gazının büyük bir kısmına sahip olan Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan diğerlerinden daha büyük önem arz etmektedir. Aşağıda sömürgeci kafir devletlerin iştahını kabartan Hazar havzasının hem petrol hem de doğal gaz rezervine bakıldığında bölgenin ne kadar hassas olduğu anlaşılmaktadır:

Hazar havzasında bulunan petrol ve doğal gaz servetinin gerçek anlamda kimin elinde olduğu sorusu, uzmanların merak konusu idi. 20. yüzyılın başında her ikisinin ortak olarak kullanım alanı/gölü konusunda, İran ile eski Sovyetler Birliği arasında ikili anlaşma imzalanmıştı. Bugün her ne kadar uluslararası arenada yıldızı sönmüş de olsa Rusya, bu anlaşma gereği olarak Hazar’daki haklarına tutunmaya çalışmaktadır. Bu durum, Konsorsiyum şirketlerinin, Hazar petrol ve doğal gaz güzergahları için büyük ölçüde diplomatik yöntemlere başvurmalarına neden olmuştur.

Hazar havzasında özellikle Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan üçgeninde bulunan petrol ve doğal gazın kaynakça çok olduğu ve bu zengin servetin aslan payını kimseye kaptırmamak için dünya petrol şirketlerinin Körfezde yaptıkları gibi burada da sömürme politikasını sürdürmeleridir. Zira bu şirketler, petrol servetine dikkat çekmek için Hazar ülkeleri hükümetlerini Washington nezdinde savunmak ve siyasi sorunlarına sahip çıkmak için Hazar havzası ile ilgili siyasi meseleleri Washington’a taşımayı amaçlamaktadırlar. Ancak Hazar bölgesinin coğrafik ve stratejik yapısından dolayı oyuncuların çok olmasına yol açtı. Orta Asya’daki bu çatışma, petrol şirketleri ile birlikte Amerika ve İngiltere başta olmak üzere süper güçlerin girmesiyle, Rusya ve Çin gibi bölge ülkelerinin de oyuna katılmasına yol açtı. Son olarak Iran ve Türkiye gibi pay almak isteyen ülkelerinde görüyoruz.

Tabi ki, Rusya kendisine Orta Doğuda pay vermeyen Amerika’nın Hazar bölgesine yerleşmesini hiç istemez ve Sovyetler Birliğinin doğal mirasçısı gerekçesiyle bölgenin kaymağının büyük bir kısmını yemek ister. Ayrıca Rusya’nın bu bölgeye tahakkümü 19. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır.

Amerika da bu bölgeyi ikinci merhale olarak; “petrol kaynaklarının tükenme” doktrini açısından son derece hayati ve önemli görmektedir. Uluslararası araştırmalar, Amerika’nın petrol kaynaklarına olan ihtiyacının git gide artığını gösteriyor. Örneğin; 1973’teki ihtiyaç oranı %36 iken şu anda %65’lere yükseldi. Yine Amerika, petrol kaynaklarının tükenme doktrinini hayata geçirmek için 1973’de uluslararası enerji krizini büyüterek kasıtlı bir şekilde gündeme alarak getirdi. 1974’de ise, petrol tüketen sanayi ülkelerini koruma gerekçesiyle uluslararası enerji konseptini kurdu. Orta Asya bölgesinin önemini, içinde bulunan kaynakları, sahip olduğu coğrafik ve stratejik konumunu hissettirmek için Amerikan hükümeti ve Kongre üyeleriyle uğraşan Amoco şirketi koordinatörü yanında sürekli bölgeye ait harita bulunduruyordu.

İngiltere’nin bölgedeki oynadığı rol;

British Petroleum şirketinin bölgede yer alması için İngiliz yetkililerin Azerbaycan’a yaptıkları siyasi baskılar olarak beliriyordu. Örneğin; Eylül 1992’de İngiltere eski başbakanı Maregry Thatcher Azerbaycan’a giderek BP’un diğer şirketlere göre birincisi olması için Azerbaycan hükümetine 30 milyon dolarlık iki çek verdi. Hatta öyle ki, İngiltere diplomatik heyeti, bütün işlerini şirketin bürolarından takip ediyordu.

Çin’e gelince:

Uluslararası raporlar, Çin’in önceden petrol üreten bir ülke iken şimdi petrol ithal eden bir ülke durumuna geldiği konusunda birleşiyor.

Bölge ülkeleri ise; dış borçlara mahkum olan ekonomisini kalkındırmak için petrolden gelen gelir düzeyini artırma niyetindedirler.

Her ne kadar Amerikan uzmanları, Hazar denizinin 2010 yılına kadar yıllık 14 milyar dolar gelir düzeyini gerçekleştirecek üretimin günde 3 milyon varile varabileceğini açıklasalar da ve her ne kadar Amerikan Dışişleri Bakanlığı raporları, Hazar denizinin doğal gaz rezervinin Orta doğu ve Rusya’dan sonra üçüncü konumunda olduğunu açıklasa da, bazı yorumcular bu rakamların abartıldığı görüşünü savunmaktadırlar. Hazar petrolünün boru hatları ise, aşağıdaki şemada gösterilmektedir:

YIL 13  SAYI 144  RAMAZAN 1422  ARALIK 2001

Yukarı