Ana Sayfa YIL 13   SAYI 144   RAMAZAN 1422   ARALIK 2001 E-Mail

TEFSİR

BAKARA SURESİ    AYET: 93 - 96

Esad MANSUR

“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara 93)

Allah’u Teala, İsrailoğullarından söz alırken; Tur dağını üzerlerine kaldırdı ve bu misakı kabul edip onu muhafaza etmelerini, yoksa bu dağın üzerlerine düşeceğini bildirmektedir.

Misak; ahd veya söz anlamındadır. Istılahı manada; İnsanların kabul ettikleri üzerinde anlaşıp, karar kıldıkları ilkelerdir. Mesela; Türkiye’de Milli Misaktan söz ediliyor. Türkiye halkına zorla kabul ettirilen bu misak, vazgeçilmeyen temel ilkelerdir. Bu misak, ümmet misakına aykırıdır. Türkiye halkı İslam ümmetinden bir parça olup, ümmetin kabul ettiği temel ilkeleri kabul eder. Bunların başında İslam akidesi, İslam ümmetinin birleşmesi, bütün Müslümanlar için tek bir devletin ve tek halifenin bulunması, anayasa ve kanunların yalnız Kur-andan ve sünnetten alınması, İslam davetini bütün dünyaya cihad yoluyla taşıması, herhangi bir yerde bir Müslüman’a saldırı olursa, bütün Müslümanlara saldırılmış kabul edilmesi ve ona hemen yardım edilmesi gibi.

Kafirleri dost edinmek, onlarla yardımlaşmak haramdır. İslam devletinde Petrol ve diğer madenler gibi bütün Müslümanlara ait olan mallardan önce muhtaç olanlara payları verilir. Milliyetçiliğe ve vatancılığa davet cahilliyedir, bölücülüktür, bunlara davet eden cehennemliktir ve ağır ceza alır. Bu temel ilkelerde İslam ümmetinin misakından birer parçalardır. Allah’u Tealanın İsrailoğullarına kabul ettirdiği misakta şu noktalar vardır! Tevrat’la amel etmek, Allah’a şirk koşmamak, anne ve babaya iyilik yapmak, akrabalara, yetimlere ve miskinlere de iyilik yapmak, insanlara doğru sözü söylemek, namazı kılmak, zekat vermek, birbirlerini öldürmemek, birbirlerini diyarlarından çıkartmamak gibi. (Bakara 83-84) Allah’u Teala 93’ncü ayette bunu onlara hatırlatıyor ve hepsini kapsayan Tevrat’ı kuvvetlice taşımalarını ve uygulamalarını istiyor. Onlar buna hiç aldırış etmeden, hatta alay ederek buna işittik dediler. Fakat onlar isyan ettiler, buzağıya taparak şirke girdiler ve küfre meyledip başka şeyler sevmeye başladılar. Allah’u Teala onlara dedi ki; imanınız bu mudur? Siz böyle mümin olduğunuzu mu zannediyorsunuz?! gibi onlara çatan ifadeleri kullandı.

Küfür; İslam’ın kesin şekilde kabul ettiği şeylerden herhangi birini reddetmektir.

Fısk, günah işlemektir, fücur ise açıkta günah işlemektir. O sebeple gerçek mümin küfür, fısk ve fücurdan nefret edendir. Ama İsrailoğulları şirki, küfrü, günah işlemeyi ve Allah’a isyanı sevdiler. Ve sonra hiç utanmadan ahiret ve cennet yalnız bizimdir dediler.

“(Ey Muhammed, onlara): Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de. Onlar, kendi elleriyle önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle hiç bir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri iyi bilir. Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden her biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması onu azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını eksiksiz görür.” (Bakara 94, 95, 96)

Yahudiler daima büyük konuşmaktadırlar. Diyorlar ki; ahirette cennet yalnız bizim olacaktır, oraya diğer insanlar giremeyeceklerdir. Allah’u Teala Resulüne diyor ki; Onlara de: “ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de” Çünkü, cenneti isteyen kimse ölümü ister. Hedefi cennet olunca da durmadan ona ulaşmak için çalışır. Fakat Yahudiler hep günah işliyorlar, cennetliklerin amellerini yapmıyorlar. Bundan dolayı onlar, dünya hayatını isterler. Hem de bin sene yaşamak isterler. Basit bir örnek gösterelim: Bir öğrenci imtihana çalışırsa imtihan gününün hemen yaklaşmasını ister, iyi çalışmayan veya hiç çalışmayan öğrenciler ise imtihan gününün gelmesini hiç istemezler. Yahudiler kendilerinin ne kadar günah işlediklerini ve ne kadar saptıklarını çok iyi biliyorlar. Kendilerinin üstün olduklarını ve cennetin yalnız kendilerine ait olduğunu iddia edince Resulullah (sav) onları lanetlemeye çağırdı:

“Sana bu ilim geldikten sonra seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” (Ali imran 61)

Yahudiler bundan kaçtılar ve İslam devletinin başkanı olan Hz. Muhammed (sav)’e cizyeyi vermeyi, İslam devletine teslim olmayı ve susmayı tercih ettiler. Saf süresinde buna benzer bir ayet vardır, Allah’u Teala Resulüne diyor ki:

“(Ey Muhammed, onlara:) Şayet (iddia ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım), de”

Çünkü, elleri çok günah işledi. Allah zalimleri bilir. Onlara deki ya Muhammed; kaçtığınız ölüm er-geç size gelecektir, ondan sonra gizliyi ve açığı bilene sunulacaksınız ve bütün yaptıklarınız size bildirilecektir. İşte, ahiret için çalışmayan veya cenneti hiç düşünmeyen, dünyayı çok seven kimse ölmeyi istemez. Aksine dünyaya yapışır. Yahudiler gibi düşünür; ben nasıl olsa cennete gireceğim derse veya kendi kendini aldatırsa hiç ölümü istemez. Böyle insanlar, malı, refahı, lüks hayatı tatmak ve her süslü şeyi severler. Fedakarlık göstermezler. Vakti hep para toplamak ve hayatını yaşamak için vakfederler. Yahudiler hayata pek düşkündürler. Hatta, putperestlerden daha düşkündürler. Öyle ki, bin sene yaşamayı temenni ediyorlar. Bu nedenle, Yahudiler çok korkaktırlar. Ciddi savaş görünce hemen kaçarlar veya teslim olurlar. Bu nedenle Hz. Muhammed (sav)’in ordusuna teslim oldular. Diyeceksiniz; onlar şimdi Filistin’de güçlüdür, korkmuyorlar, vuruyorlar: Bunun cevabı basittir! Karşılarında ciddi şahıslar yoktur. İslam dünyasındaki bütün devletler ve Filistin’in komşu devletleri Filistin’de ki Yahudilerin varlığını korumak için yarıştadırlar. Hiç bir zaman İsrail adını taşıyan Yahudi varlığı ile ciddi bir savaşa girmediler. Tersine, bu varlığı korumak ve ona daha fazla toprak vermek için sahte savaşlar ilan edildi. Orada çocuklar zırhlı tanklara karşı taşlarla saldırmaya başlayınca Yahudiler korktular ve oradan kaçmaya başladılar. Bu ilk intifadada olmuştur. Bundan dolayı, Yahudilerin varlığını korumak ve kabul etmek için kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü ve liderini bölgeye çağırdılar; Bu saldırılardan korktuklarından ve kurtulmak istediklerinden dolayı göstermelik olarak ve bununla halkı kandırmak için Arafat’a bir devlet kurdurmak istemektedirler. Yahudiler her modern silahlara sahip olmalarına rağmen onlar korku içerisindedirler. Yahudilerin çoğu Filistin’den kaçıyor. Oysa, başta Amerika ve Avrupa gibi dünya devletleri onları korumaya çalışıyorlar, onlara her sene milyarlarca dolar yardımda bulunuyorlar ve onlara her türlü imha edici silahı veriyorlar.

Yahudilere benzemek çok tehlikeli ve kötüdür. Bazı Müslümanlar onlara benzer oldular. Hep dünya için çalışıyorlar. Sürekli para toplamayı hedefliyorlar. Dünyayı çok seviyorlar ve fedakarlık göstermeye yanaşmıyorlar. Allah için daveti yüklenmek, zalimlere karşı gelmek istemiyorlar. Hapisten ve işkenceden korkuyorlar. Çünkü dünya sevgisi onlara yerleşti. Allah’a davet uğrunda veya cihad yapmayı istemeyip, zalim yöneticilere ve küfür sistemlerine teslim olmayı ve boyun eğmeyi tercih ettiler. Resulullah (sav)’ın sahabeleri şevkle ölümü bekliyorlardı. Sümeyye (ra) ve kocası Yasir (ra) Allah’a davet üzerinde ısrar ederken ve işkence altındayken Resulullah (sav) onları görür ve onlara “sabredin, sizin için cennet vardır” deyince o mümin kadın Resulullah’a şöyle cevap verdi: “Sanki onu (cenneti) görüyorum ya Resulullah”.

Dünyayı sevenlere, ve Allah uğrunda fedakarlık göstermek istemeyenlere, kafirlere taviz gösteren veya boyun eğen kimselere bu örneği gösterince bunu duymak istemeyerek, Yasir’in oğlu Ammar’ın misalini öne sürüyorlar. Ammar zayıflık gösterdi, annesi kadar sebatlık göstermedi, ağır işkence çekti, bir kuyuya atıldı ve ölüme terk edildi diyerek kendilerine haklılık payı çıkarmak istemektedirler. Fakat bu durum için ruhsat geldi. Ancak sebatlık göstermek bundan daha üstündür. Resulullah (sav) yalancı Müseyleme’ye iki elçi göndermişti. Yalancı Müseyleme onlara; benim hakkımda ne diyorsunuz diye sorunca biri (Müseyleme’nin yalan Peygamberliğini) ret ederek; “senin dediğini işitmiyorum” deyince Müseyleme onun kellesini uçurdu. Öteki elçi; “sen peygambersin”, deyince kurtuldu. Bu kurtulan kişi Resulullah (sav)’e dönüp olayı anlattı. Resulullah (sav) ona şöyle dedi;“öldürülen senin arkadaşın senden daha üstündür. O şehitliği kazandı, ona ne mutlu, fakat sen ruhsatı kullandın.” Ammar’ın durumuna tekrar dönelim; Ammar ağır işkenceden ve gerçek ölüm tehdidinden dolayı ruhsatı kullanmış olmasına rağmen davadan vazgeçmedi, evinde oturmadı, Resulullah (sav)’la beraber taviz göstermeden faaliyeti sürdürdü, güçlü oldu ve daha sonra şehitliği kazandı.

Allah’u Teala Al-i İmran süresinde 143 ayetinde; Uhud savaşı şiddetlenince müminlerin ölümü temenni ettiklerini kendilerine hatırlatıp sebatlığa çağırıyor. İşte temenni ettiğiniz ölüm budur. onlara diyor ki; Güzel ölüm şehitliktir. İsrailoğullarının peygamberleri onlara gidin savaşın ve ölümü isteyin deyince, İsrailoğulları korkuyorlardı ve hiç savaşmak istemiyorlardı. Sadece çok az sayıda müminler savaşıyorlardı. Çünkü, bunlar Allah’ın azabından korkuyorlardı ve cenneti düşünüyorlardı. Peki; insan bin sene yaşatılırsa azaptan kurtulacak mı?

Hayır. Bin sene Allah indinde (cennette) bir gün eder. Ama insan bunları çok görüyor. Allah’ın karşısına insanlar çıkartılacaklar ve bütün yaptıklarını Allah (cc) kendilerine gösterecektir. Öte yandan, Yahudiler gibi hiç bir kimse cenneti kendisi için garanti etmesin. Tersine, cenneti zor kazanacağını düşünsün ve buna göre hareket etsin. Cenneti kendileri için garanti edenler, günah işlese de aldırış etmez, nasıl olsa ben cennete gireceğim, çünkü Müslüman’ım diyerek daveti yüklenmez ve zalimlere karşı dikilmez. Niye bu zahmet, zaten ben Müslüman’ım, cennete gireceğim, şeklinde bir vehime kapılarak tamamen Yahudiler gibi olur. Sadece hayatı, malı, parayı, çocukları ve ailesini düşünür. Cenneti garantilediğini düşünerek, dünyayı kazanmaya meyleder. Bu tür kişiler kafirlere veya zalimlere karşı pek tavizkar olurlar, tavizkar partilere veya cemiyetlere katılırlar. Aynı anda, fedakarlık gösteren müminlere karşı gelirler ve büyük iddialarda bulunurlar. Yahudilerin Resulullah (sav) ve sahabelerine karşı büyük iddiada bulundukları gibi: Allah’ın dostları, Allah’ın evlatları biziz ve cennetliklerde biziz gibi.

Bu ayetten önce (Al-i İmran 142 ayette) savaş şiddetlenince;

“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?”

Çünkü cennet ucuz değil pahalıdır. Zorluklarla ancak elde edilir.

Bundan önceki 141. ayette geçtiği gibi Allah bu zor durumlarda müminlerin kalplerini, imanlarının güçlü olup olmadığını deneyecektir. Bunu da Al-i İmran 140. ayette belirtiyor. Müslümanların başlarına yenilgi musibeti ve düşmanların eziyetlerini dokundurur. Bu nedenle, müminler Allah uğrunda musibetleri ve eziyetleri normal görmeliler. Cennetlik olan peygamberlerin başlarına da böyle şeyler geldi. Allah’ın rızasını kazanan sahabelerin başlarına da aynı şeyler geldi.

YIL 13  SAYI 144  RAMAZAN 1422  ARALIK 2001

Yukarı