“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış:
Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın,
demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları
sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer
inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!”
(Bakara 93) |
|
Allah’u Teala, İsrailoğullarından söz
alırken; Tur dağını üzerlerine kaldırdı ve bu misakı
kabul edip onu muhafaza etmelerini, yoksa bu dağın üzerlerine
düşeceğini bildirmektedir.
Misak; ahd veya söz anlamındadır.
Istılahı manada; İnsanların kabul ettikleri üzerinde anlaşıp,
karar kıldıkları ilkelerdir. Mesela; Türkiye’de Milli
Misaktan söz ediliyor. Türkiye halkına zorla kabul ettirilen
bu misak, vazgeçilmeyen temel ilkelerdir. Bu misak, ümmet
misakına aykırıdır. Türkiye halkı İslam ümmetinden bir
parça olup, ümmetin kabul ettiği temel ilkeleri kabul eder.
Bunların başında İslam akidesi, İslam ümmetinin birleşmesi,
bütün Müslümanlar için tek bir devletin ve tek halifenin
bulunması, anayasa ve kanunların yalnız Kur-andan ve sünnetten
alınması, İslam davetini bütün dünyaya cihad yoluyla taşıması,
herhangi bir yerde bir Müslüman’a saldırı olursa, bütün
Müslümanlara saldırılmış kabul edilmesi ve ona hemen
yardım edilmesi gibi.
Kafirleri dost edinmek, onlarla yardımlaşmak
haramdır. İslam devletinde Petrol ve diğer madenler gibi
bütün Müslümanlara ait olan mallardan önce muhtaç olanlara
payları verilir. Milliyetçiliğe ve vatancılığa davet
cahilliyedir, bölücülüktür, bunlara davet eden
cehennemliktir ve ağır ceza alır. Bu temel ilkelerde İslam
ümmetinin misakından birer parçalardır. Allah’u Tealanın
İsrailoğullarına kabul ettirdiği misakta şu noktalar
vardır! Tevrat’la amel etmek, Allah’a şirk koşmamak, anne
ve babaya iyilik yapmak, akrabalara, yetimlere ve miskinlere de
iyilik yapmak, insanlara doğru sözü söylemek, namazı
kılmak, zekat vermek, birbirlerini öldürmemek, birbirlerini
diyarlarından çıkartmamak gibi. (Bakara 83-84) Allah’u
Teala 93’ncü ayette bunu onlara hatırlatıyor ve hepsini
kapsayan Tevrat’ı kuvvetlice taşımalarını ve
uygulamalarını istiyor. Onlar buna hiç aldırış etmeden,
hatta alay ederek buna işittik dediler. Fakat onlar isyan
ettiler, buzağıya taparak şirke girdiler ve küfre meyledip
başka şeyler sevmeye başladılar. Allah’u Teala onlara dedi
ki; imanınız bu mudur? Siz böyle mümin olduğunuzu mu
zannediyorsunuz?! gibi onlara çatan ifadeleri kullandı.
Küfür; İslam’ın kesin şekilde kabul
ettiği şeylerden herhangi birini reddetmektir.
Fısk, günah işlemektir, fücur ise açıkta
günah işlemektir. O sebeple gerçek mümin küfür, fısk ve fücurdan
nefret edendir. Ama İsrailoğulları şirki, küfrü, günah işlemeyi
ve Allah’a isyanı sevdiler. Ve sonra hiç utanmadan ahiret ve
cennet yalnız bizimdir dediler.
“(Ey Muhammed, onlara): Şayet (iddia ettiğiniz
gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara değil de
yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz haydi
ölümü temenni edin (bakalım), de. Onlar, kendi elleriyle
önceden yaptıkları işler (günah ve isyanları) sebebiyle
hiç bir zaman ölümü temenni etmeyeceklerdir. Allah zalimleri
iyi bilir. Yemin olsun ki, sen onları yaşamaya karşı
insanların en düşkünü olarak bulursun. Putperestlerden her
biri de arzular ki, bin sene yaşasın. Oysa yaşatılması onu
azaptan uzaklaştırmaz. Allah onların yapmakta olduklarını
eksiksiz görür.” (Bakara 94, 95, 96) |
|
Yahudiler daima büyük konuşmaktadırlar.
Diyorlar ki; ahirette cennet yalnız bizim olacaktır, oraya
diğer insanlar giremeyeceklerdir. Allah’u Teala Resulüne
diyor ki; Onlara de: “ve bu iddianızda doğru iseniz haydi
ölümü temenni edin (bakalım), de” Çünkü, cenneti
isteyen kimse ölümü ister. Hedefi cennet olunca da durmadan
ona ulaşmak için çalışır. Fakat Yahudiler hep günah işliyorlar,
cennetliklerin amellerini yapmıyorlar. Bundan dolayı onlar, dünya
hayatını isterler. Hem de bin sene yaşamak isterler. Basit
bir örnek gösterelim: Bir öğrenci imtihana çalışırsa
imtihan gününün hemen yaklaşmasını ister, iyi çalışmayan
veya hiç çalışmayan öğrenciler ise imtihan gününün
gelmesini hiç istemezler. Yahudiler kendilerinin ne kadar
günah işlediklerini ve ne kadar saptıklarını çok iyi
biliyorlar. Kendilerinin üstün olduklarını ve cennetin
yalnız kendilerine ait olduğunu iddia edince Resulullah (sav)
onları lanetlemeye çağırdı:
“Sana bu ilim geldikten sonra
seninle bu konuda çekişenlere de ki: Geliniz, sizler ve bizler
de dahil olmak üzere, siz kendi çocuklarınızı biz de kendi
çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi
kadınlarımızı çağıralım, sonra da dua edelim de
Allah'tan yalancılar üzerine lânet dileyelim.” (Ali
imran 61) |
|
Yahudiler bundan kaçtılar ve İslam devletinin
başkanı olan Hz. Muhammed (sav)’e cizyeyi vermeyi, İslam
devletine teslim olmayı ve susmayı tercih ettiler. Saf süresinde
buna benzer bir ayet vardır, Allah’u Teala Resulüne diyor
ki:
“(Ey Muhammed, onlara:) Şayet (iddia
ettiğiniz gibi) ahiret yurdu Allah katında diğer insanlara
değil de yalnızca size aitse ve bu iddianızda doğru iseniz
haydi ölümü temenni edin (bakalım), de”
|
|
Çünkü, elleri çok günah işledi. Allah
zalimleri bilir. Onlara deki ya Muhammed; kaçtığınız ölüm
er-geç size gelecektir, ondan sonra gizliyi ve açığı bilene
sunulacaksınız ve bütün yaptıklarınız size
bildirilecektir. İşte, ahiret için çalışmayan veya cenneti
hiç düşünmeyen, dünyayı çok seven kimse ölmeyi istemez.
Aksine dünyaya yapışır. Yahudiler gibi düşünür; ben nasıl
olsa cennete gireceğim derse veya kendi kendini aldatırsa hiç
ölümü istemez. Böyle insanlar, malı, refahı, lüks hayatı
tatmak ve her süslü şeyi severler. Fedakarlık göstermezler.
Vakti hep para toplamak ve hayatını yaşamak için
vakfederler. Yahudiler hayata pek düşkündürler. Hatta,
putperestlerden daha düşkündürler. Öyle ki, bin sene yaşamayı
temenni ediyorlar. Bu nedenle, Yahudiler çok korkaktırlar.
Ciddi savaş görünce hemen kaçarlar veya teslim olurlar. Bu
nedenle Hz. Muhammed (sav)’in ordusuna teslim oldular.
Diyeceksiniz; onlar şimdi Filistin’de güçlüdür,
korkmuyorlar, vuruyorlar: Bunun cevabı basittir!
Karşılarında ciddi şahıslar yoktur. İslam dünyasındaki bütün
devletler ve Filistin’in komşu devletleri Filistin’de ki
Yahudilerin varlığını korumak için yarıştadırlar. Hiç
bir zaman İsrail adını taşıyan Yahudi varlığı ile ciddi
bir savaşa girmediler. Tersine, bu varlığı korumak ve ona
daha fazla toprak vermek için sahte savaşlar ilan edildi.
Orada çocuklar zırhlı tanklara karşı taşlarla saldırmaya
başlayınca Yahudiler korktular ve oradan kaçmaya başladılar.
Bu ilk intifadada olmuştur. Bundan dolayı, Yahudilerin
varlığını korumak ve kabul etmek için kurulan Filistin
Kurtuluş Örgütü ve liderini bölgeye çağırdılar; Bu
saldırılardan korktuklarından ve kurtulmak istediklerinden
dolayı göstermelik olarak ve bununla halkı kandırmak için
Arafat’a bir devlet kurdurmak istemektedirler. Yahudiler her
modern silahlara sahip olmalarına rağmen onlar korku içerisindedirler.
Yahudilerin çoğu Filistin’den kaçıyor. Oysa, başta
Amerika ve Avrupa gibi dünya devletleri onları korumaya çalışıyorlar,
onlara her sene milyarlarca dolar yardımda bulunuyorlar ve
onlara her türlü imha edici silahı veriyorlar.
Yahudilere benzemek çok tehlikeli ve
kötüdür. Bazı Müslümanlar onlara benzer oldular. Hep
dünya için çalışıyorlar. Sürekli para toplamayı
hedefliyorlar. Dünyayı çok seviyorlar ve fedakarlık göstermeye
yanaşmıyorlar. Allah için daveti yüklenmek, zalimlere karşı
gelmek istemiyorlar. Hapisten ve işkenceden korkuyorlar.
Çünkü dünya sevgisi onlara yerleşti. Allah’a davet uğrunda
veya cihad yapmayı istemeyip, zalim yöneticilere ve küfür
sistemlerine teslim olmayı ve boyun eğmeyi tercih ettiler.
Resulullah (sav)’ın sahabeleri şevkle ölümü bekliyorlardı.
Sümeyye (ra) ve kocası Yasir (ra) Allah’a davet üzerinde
ısrar ederken ve işkence altındayken Resulullah (sav) onları
görür ve onlara “sabredin, sizin için cennet vardır”
deyince o mümin kadın Resulullah’a şöyle cevap verdi: “Sanki
onu (cenneti) görüyorum ya Resulullah”.
Dünyayı sevenlere, ve Allah uğrunda fedakarlık
göstermek istemeyenlere, kafirlere taviz gösteren veya boyun eğen
kimselere bu örneği gösterince bunu duymak istemeyerek, Yasir’in
oğlu Ammar’ın misalini öne sürüyorlar. Ammar zayıflık gösterdi,
annesi kadar sebatlık göstermedi, ağır işkence çekti, bir
kuyuya atıldı ve ölüme terk edildi diyerek kendilerine haklılık
payı çıkarmak istemektedirler. Fakat bu durum için ruhsat
geldi. Ancak sebatlık göstermek bundan daha üstündür.
Resulullah (sav) yalancı Müseyleme’ye iki elçi göndermişti.
Yalancı Müseyleme onlara; benim hakkımda ne diyorsunuz diye
sorunca biri (Müseyleme’nin yalan Peygamberliğini) ret ederek;
“senin dediğini işitmiyorum” deyince Müseyleme onun
kellesini uçurdu. Öteki elçi; “sen peygambersin”, deyince
kurtuldu. Bu kurtulan kişi Resulullah (sav)’e dönüp olayı
anlattı. Resulullah (sav) ona şöyle dedi;“öldürülen
senin arkadaşın senden daha üstündür. O şehitliği kazandı,
ona ne mutlu, fakat sen ruhsatı kullandın.” Ammar’ın
durumuna tekrar dönelim; Ammar ağır işkenceden ve gerçek
ölüm tehdidinden dolayı ruhsatı kullanmış olmasına
rağmen davadan vazgeçmedi, evinde oturmadı, Resulullah (sav)’la
beraber taviz göstermeden faaliyeti sürdürdü, güçlü oldu
ve daha sonra şehitliği kazandı.
Allah’u Teala Al-i İmran süresinde 143
ayetinde; Uhud savaşı şiddetlenince müminlerin ölümü
temenni ettiklerini kendilerine hatırlatıp sebatlığa çağırıyor.
İşte temenni ettiğiniz ölüm budur. onlara diyor ki; Güzel
ölüm şehitliktir. İsrailoğullarının peygamberleri onlara
gidin savaşın ve ölümü isteyin deyince, İsrailoğulları
korkuyorlardı ve hiç savaşmak istemiyorlardı. Sadece çok az
sayıda müminler savaşıyorlardı. Çünkü, bunlar Allah’ın
azabından korkuyorlardı ve cenneti düşünüyorlardı. Peki;
insan bin sene yaşatılırsa azaptan kurtulacak mı?
Hayır. Bin sene Allah indinde (cennette) bir
gün eder. Ama insan bunları çok görüyor. Allah’ın
karşısına insanlar çıkartılacaklar ve bütün yaptıklarını
Allah (cc) kendilerine gösterecektir. Öte yandan, Yahudiler
gibi hiç bir kimse cenneti kendisi için garanti etmesin.
Tersine, cenneti zor kazanacağını düşünsün ve buna göre
hareket etsin. Cenneti kendileri için garanti edenler, günah işlese
de aldırış etmez, nasıl olsa ben cennete gireceğim,
çünkü Müslüman’ım diyerek daveti yüklenmez ve zalimlere
karşı dikilmez. Niye bu zahmet, zaten ben Müslüman’ım,
cennete gireceğim, şeklinde bir vehime kapılarak tamamen Yahudiler
gibi olur. Sadece hayatı, malı, parayı, çocukları ve
ailesini düşünür. Cenneti garantilediğini düşünerek,
dünyayı kazanmaya meyleder. Bu tür kişiler kafirlere veya
zalimlere karşı pek tavizkar olurlar, tavizkar partilere veya
cemiyetlere katılırlar. Aynı anda, fedakarlık gösteren
müminlere karşı gelirler ve büyük iddialarda bulunurlar.
Yahudilerin Resulullah (sav) ve sahabelerine karşı büyük
iddiada bulundukları gibi: Allah’ın dostları, Allah’ın
evlatları biziz ve cennetliklerde biziz gibi.
Bu ayetten önce (Al-i İmran 142 ayette) savaş
şiddetlenince;
“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri
belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi
mi sandınız?” |
|
Çünkü cennet ucuz değil pahalıdır.
Zorluklarla ancak elde edilir.
Bundan önceki 141. ayette geçtiği gibi Allah bu zor
durumlarda müminlerin kalplerini, imanlarının güçlü olup
olmadığını deneyecektir. Bunu da Al-i İmran 140. ayette
belirtiyor. Müslümanların başlarına yenilgi musibeti ve düşmanların
eziyetlerini dokundurur. Bu nedenle, müminler Allah uğrunda
musibetleri ve eziyetleri normal görmeliler. Cennetlik olan
peygamberlerin başlarına da böyle şeyler geldi. Allah’ın
rızasını kazanan sahabelerin başlarına da aynı şeyler
geldi.
|