Ana Sayfa YIL 13   SAYI 146   ZİLKADE 1422   ŞUBAT 2002 E-Mail

TAMAM! ECYAD KALESİNİ SUUD YIKTI. YA İSLAMIN KALESİ OLAN OSMANLI HİLAFET DEVLETİNİ KİM YIKTI?!

A. Seyfulislam

Günlerdir medya bir yıkımın tellallığını yaparak, halkın dikkatlerini bir yöne çekmeye çalıştı. Güncelliğini ve önemini yitirmiş, yıkılmaya mahkum, insanların hayat tarzlarında pekte etkisi olmayacak bir kale yıkımından söz edildi. Ayrıca bu konu üzerinde, kamuoyunun yoğunlaşması için bir yerlerden düğmeye basıldı. Bu hususta kamuoyunu şaşırtan ve hiç akıllarına gelmeyen nokta; bu olaylarla birlikte TC.’nin Osmanlıya sahip çıkması idi.

Türkiye devleti, Suudi Arabistan’ı Osmanlı zamanından kalan Ecyad kalesini yıkmak istediği için protesto etti.

Şunu belirtmek gerekir ki; Osmanlı eserlerinin bu ülkede yıkımı ne ilk ne de sonuncusudur. Şu ana kadar yüzlerce eser yıkıma uğramış hatta bu yıkımda ve yerine inşa edilen bir çok projede Türkiye inşaat şirketleri doğrudan veya dolaylı olarak yer almışlardır. Mescid-i Nebevinin genişletilmesi, çevresinde bulunan eski han ve hamamların yıkımı ve yeni binaların inşası, Mekke’de bir çok tünel yapımı, eski tarihi binaların yıkımı ve yerine otellerin inşasında yıllardır Türk şirketleri çalışmaktadır. Dahası yıllar önce Suudi yönetimi Kabe’nin çevresinde bulunan Osmanlı zamanında inşa edilmiş kemerlerin üzerlerine yeni kemerler bina ettirmiştir. Bunlar yıllardan beri süregelen ve bilinen olaylardır. Burada bu konunun ilmi tartışmasını yapmak istemiyoruz. Yine burada konuyu hükmû açıdan aydınlığa kavuşturacak olan hadarat-medeniyet konusuna da değinmek istemiyoruz. Burada asıl üzerinde durulmasını istediğimiz husus; Osmanlının eserinden ziyade, bu yıkımı gerçekleştiren ülke ve yıkımın karşısında köpüren TC.’nin bugünkü hali ve bunların taşıdığı misyondur.

Biz şuna inanıyoruz ki, önemli olan husus; toplumları ayakta tutan, aralarındaki alakaları tespit ve tesis eden, yaşamlarını düzene koymada esas aldıkları fikir ve düşüncelerdir. Taş ve beton yığınları değil. Bu yapıtlarda o toplumun taşıdığı hadaratın koyduğu ilkeler doğrultusunda şekil kazandırılır. Örneğin; İslami bir toplumda putçuluğun yasak, küfür toplumlarında ise bütün çıplaklığıyla meydanları doldurması gibi.

Evet, burada söz konusu olan bir yıkımdır. Fakat İslam beldelerinde bir ur olan bu iki ülke (Suudi Arabistan ve Türkiye) bu yıkımlarıyla tarihin en büyük yıkımının üzerini örtbas ediyorlar. Ve onlar bugün tarihi kalıntılar üzerinde mücadeleleriyle ümmet mefhumunu biraz daha köreltmeye çalışıyorlar.

Şu bir gerçektir ki; Türkiye Cumhuriyeti bundan daha önemli ve büyük bir kaleyi yıkmıştır.

O kale ki; Ümmetin Resulullah (sav)’ın buyurduğu gibi: "Muhakkak imam (hâlife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” (Müslim)

Evet, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, İngilizlerin kapı kulu ve ajanı olan Mustafa Kemal’le ümmetin arkasında korunduğu ve onunla güç bulduğu Hilafet kalesi yıkılmıştır. Böylece ümmetin elindeki kalkan yere düşerek parçalanmıştır.

İslam akidesinin taşlarıyla örülmüş olan bu kale (Hilafet) yıkıldıktan sonra İslam hayattan tamamen uzaklaştırılmış, toplum üzerinde etkisiz hale getirilmiştir. Bu dehşet verici yıkım koruyucusuz kalan Müslümanları şeytanların saldırısına maruz bırakmıştır.

Başörtüsünü “siyasal simge diyerek” kaldırmak ve yasaklamak, Ecyad kalesinin ve camilerin yıkılışından daha dehşetlidir.

Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı tarihini yakıp-yıkması, arşivleri ortadan kaldırıp silmesi Osmanlı tarihini lekelemesi, okullarında, cami kürsülerinde Osmanlıyı ve onun sahip olduğu Hilafeti aşağılayıp kötülemesi yıkımların en büyüğüdür.

Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman ona sahip çıkmadı. Çıksaydı; onu yeniden ayağa kaldırarak dünyanın efendisi olmaya soyunurdu. Bu anlamsız sahiplenme, ancak kendisinin düştüğü çirkef bataklığında yüklendiği sahtekarlık vasfından bir parçasının yansımasını gösterir.

Oysa ki; Osmanlıların İstanbul’u Bizanslılardan fethederek camiye çevirdiği ve Fatih Sultan Selim’in; “Her kim ki; bu camiyi geri eski haline döndürürse Allah’ın, Resulünün, meleklerin ve bütün Müslümanların laneti üzerine olsun.” diyerek kapatanlar hakkında beddua edilen bu en büyük eser Ayasofya’yı müze adı altında tekrar kiliseye çeviren Türkiye Cumhuriyeti değil midir? Osmanlının üzerini kapattırdığı Hıristiyanların sembollerini ortaya çıkartıp yeniden nakşettiren bu devlet değil mi? Ve yine 1979’da Vatikan papazının İstanbul ziyaretinde Ayasofya camiinde ayin yapmasına müsaade eden bu aşağılık devlet değil mi?

Osmanlının bir çok eserini, tarihi değeri biçilemeyen hazinesindeki eşyaları, mücevherleri, altınları ve daha nice sayamadığımız değerli şeyleri İngiliz ve diğer kafirlerin avuçlarına döken, talan edilmesine seyirci kalan Türkiye Cumhuriyeti değil mi?

Müslümanların kanlarını akıtmaktan zevk alan, dünyanın en büyük teröristi olan aşağılık varlık Bush’a, Osmanlı zamanında altın yaldızlarla yazılmış, Allah’u Tealanın;

“Ona ancak temizlenenler dokunabilir.” (Vakıa 79) buyurduğu o yüce Kitabı (Kur’anı Kerimi) kafirin kirli ellerine teslim eden Türkiye Cumhuriyetinin hain yöneticileri ve onun saray mollaları değil mi?

O sahte çığırtkanlıklarıyla, İslam fikrinden yoksun ümmeti, Osmanlıya sahip çıkma bahanesiyle Arap-Türk milliyetçiliğini kışkırtan bu devlet; son Halifeyi ve ailesini zalimane bir şekilde memleketten kovup, geri dönüşlerini yasaklamadı mı?

Osmanlılara sahip çıkmak şimdi mi akıllarına düştü? Kafirler Osmanlıyı parçalayıp sömürmek için ümmetin üzerine hadisi şerifte de belirtildiği gibi salyalarını akıtarak geldikleri o gün nerede idiler? Yoksa kendileri için, ancak taşlar mı önemli?!

“Bir gün gelecek (kafir) milletler sizin başınıza oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler.” (Ebu Davud)

Oysa ki; İslam, kalesi, kalkanı, ahalisi, başörtüsü, cilbab, Ayasofya o kaleden daha büyük ve daha üstündür. Osmanlıların gerçek eserleri bunlardır. Ek olarak Kudüs ve Mescid-i Aksa’dır. Osmanlılar bunları son ana kadar korudu ve savundu.

II. Abdülhamid, Yahudiler Filistin’de yerleşmek için toprak istediklerinde, (onlar bunun karşılığı Osmanlı devletinin bütün borçlarını ödemeye ve bunun dışında yüklü miktarda altın teklif etmelerine rağmen) onlara; “Paranız sizde kalsın. Vücudumu parçalasalar Filistin’in bir karışından vazgeçmem...” diyerek kapı dışarı kovmuştur. İşte, Osmanlıların en büyük eserlerinden biri sergiledikleri bu tarihi tutumudur. Fakat daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Lozan’da Filistin’i Yahudilere vermek üzere (hem de karşılıksız) İngilizlere teslim etti. 1948’de Yahudiler bu topraklarda devleti kurmak için teşebbüse geçtiklerinde Amerika, İngiltere ve Ruslarla beraber ilk tanıyanlardan biri de Türkiye Cumhuriyetidir. Şu anda bu Yahudi varlığının en büyük destekçisi yine Türkiye devletidir.

Ne gariptir ki, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlıların en büyük ve en önemli eserlerini bu şekilde silerken, önemli olmayan taşlardan örülmüş bir kaleye sahip çıkmaya çalışıyor.

Onun maksadı kaleye mi sahip çıkmak, yoksa Allah (cc) buyurduğu;

“Ancak müminler kardeştirler.” (Hucurat 10)

"Siz (ey Müslümanlar) insanlar arasında çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz...” (A-li İmran 110) kavramını Müslümanların zihinlerinden silerek kardeş olan Türkler ve Araplar arasına Peygamber Efendimizin hadisinde; “Onu (milliyetçiliği) terk edin, çünkü o kokuşmuştur.” diyerek lanetlediği milliyetçiliği yeniden kökleştirerek kini, nefreti, kışkırtmak ve arttırmak mı?! Ne yazık ki; hain Türkiye yöneticileri küfür yönetimleriyle bugün bu işi yapıyorlar.

Zira, Türkiye Cumhuriyeti İslam’la savaş hamlesinde, Araplara ve Arapça’ya karşı “Arap emperyalizmi” diyerek, Müslüman Türk halkının değerlerine saldırmaktadır. Olası bir ABD-Irak savaşında veya kafirlerin Müslüman Araplara karşı saldırısında Müslüman Türklerin, kardeşleri olan Müslüman Araplarla birleşip, kafirlere karşı savaşmasını engellemek ve önlem almak için Araplara karşı halkı devamlı kışkırtmaktadır. Lozan anlaşmasının mimarı olan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Crozun, Türkiye’den İngiliz askerlerini çekmesi üzerine Avam Kamarasında milletvekillerinin Türkiye’nin tekrar Araplarla birleşerek İslam’a döneceğinden korkularını belirtmeleri karşısında onlara şöyle dedi: “Türkiye’nin Araplar ve Arapçayla alakası kesildi, Kuran ve onun devleti olan Hilafet kaldırıldı.” Milletvekilleri bunu duyunca rahatlayarak Lord Crozun’u alkışladılar. Çünkü, Türkiye’nin ruhu, damarı ve silahı bunlardı ve bunlar olmadan Türkiye artık bir ceset yığını idi. İngiliz dostları olan dönme Yahudiler o cesedi istedikleri şekilde parçaladılar ve de halen parçalamaya devam ediyorlar.

İşte, İslam’ın kalesi ve kalkanı olan Hilafet, yıkıldıktan sonra Türkiye’nin geldiği nokta! Dünya devletleri nezdinde hiçbir değeri olmayan, dünya siyasetinde etkisiz, her yerde aşağılanan bir konuma geldi. İslam korkusundan dolayı Afganistan’da, Amerika ve İngiltere’nin egemenliklerini sağlamlaştırmaları için diz çöküp yalvardı. Hatta bu işte ortak hareket etmek için kendine değer verilmesini, tecrübelerini ortaya koyarak onlara yardımcı olacağını kapılarının eşiklerini yalayarak dile getirmeye çalıştı.

1920’lerde Afganistan İngilizler tarafından işgal edilmesine rağmen, Osmanlılara bağlı kaldılar ve sembolik bir konuma düşen Osmanlı Halifesinin emriyle savaşıyorlardı. Bundan dolayı da Afganistan Osmanlıların eserlerinden biridir. Türkiye devleti o eseri yıkmak için Amerika’ya ve İngiltere’ye her türlü imkanı tanıdı. ABD ve İngiliz askerleri incirlik üssünü bu olayda istedikleri gibi kullandılar. Türkiye de bu eseri tamamen ortadan silmek için onlarla beraber hareket etmek için son gayretlerini sarfetmekte, Afganistan’da kafirlerin ayaklarını sabitleştirecek olan laikliği, demokrasiyi, kapitalizmi ve küfrün pisliklerini yerleştirmek için, bütün imkanlarını seferber etmek istemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti bütün bu yaptıkları ve yapmaya devam ettikleri cürüm karşısında utanmalıdır. Yada bütün pisliklerden kurtulmak için Osmanlıya ve eserlerine bütün normlarıyla sahip çıkmalıdır. İşte o zaman ümmet bir bütün olarak onunla övünç duyacak, Raşidi Hilafete dönüşle ümmet izzet ve şerefine tekrar kavuşacaktır.

Bu eserler ise, Hilafeti tekrar kurmak, şeriatı tekrar uygulamak, başörtüyü bütün kadınlara İslam’ın bir gereği olarak mecbur kılmak, Ayasofya’yı tekrar camiye çevirmek, Mescid-i Aksa’yı, Filistin’i, Afganistan’ı ve kafirlerin sömürüsü ve işgali altında bulunan bütün İslam topraklarını kurtarmaktır. İşte o zaman Suud yönetimine bir şey deme hakkı doğar.

Suud yönetimine gelince; Suud krallığı da Türkiye Cumhuriyeti gibi Osmanlıların düşmanıdır. Bu krallık Türkiye Cumhuriyeti gibi Osmanlılarla ve onun taşıdığı değerlerle savaştı. Nasıl ki; Mustafa Kemal İngilizlerin yardımıyla Osmanlılara karşı mücadele verdi, Suud krallığı kurucusu Abdülaziz bin Suud da yine İngilizlerin güdümünde Osmanlı Hilafet devletine karşı mücadele etti. Aynı zihniyete hizmet eden biri Türklerden öteki Araplardan (ikisinin de aslı meşkuk, şüpheli) olan hain.

Bugün Afganistan’da Karazai Peştun, Rabbani, Abdullah ve Yunus Kanuni Tacik ve Raşid Dostum Özbek, hepsi ayrı kavimden, fakat hepside ellerini Amerika’nın ve İngiltere’nin ellerinin içerisine koydular. Karazai ve Afganistan’daki diğer ajanlar aynen Mustafa Kemal ve Suud oğlu Abdülaziz gibidir.

Taliban’ın ne kadar hataları varsa da bunların hataları onlarınkinden kat kat fazladır. Taliban bütün hatalarına rağmen, İslam’a yöneldiği için Amerika ve İngiltere onlara karşı savaş açtı ve hiçbir kural tanımadan bütün zalimliklerini sergilediler. Aynı şekilde Osmanlıların da son dönemlerin de bir çok hatalar vardı.

Suud krallığı kendi varlığını korumak için çarpık bir şekilde İslam’ın bazı hükümlerini uygulamakta, aynı anda, Türkiye Cumhuriyeti gibi Amerika’ya ve İngiltere’ye yönelik her türlü imkanı sağlamaktadır. Bu iki devlet arasında sadece üslup farkı vardır. Türkiye Cumhuriyeti İslam’la açıkça savaşıyor, Suudi Krallığı ise İslam’la sinsice savaşıyor. Bunların Amerika’ya ve İngiltere’ye bağlılıkları eşit derecededir. İkisi de bu iki sömürgeci devlete üs ve her türlü imkanı sağlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Türkleri Araplara, Suud Krallığı da Arapları Türklere karşı kışkırtıyor. İkisinin de amaçları Müslümanların birleşmelerini ve tekrar Hilafetin kurulmasını engellemektir. Türkiye’de Hilafet için çalışmak nasıl büyük suç sayılıyorsa Suudi Arabistan’da da aynı şekilde büyük suç sayılıyor. Bu yolda çalışanlar işkenceye maruz bırakılarak hapse atılıyor.

Müslüman Türk ve Araplar halklarına sesleniyoruz!

İçerisinde bulunduğunuz bugünkü zillet dolu hayatı sizlere reva gören, kafirlerin rahatlığı için beldelerinizi kafirlerin sömürüsüne açan bu hain yöneticilerin tahriklerine kapılmayın. Onlar sizin kalkınmanızı, İslam’la izzet bulmanızı asla istemezler. Onlar sizin, kalelerin en değerlisi olan Raşidi Hilafeti yeniden ikame etmekte gösterdiğiniz çabanızı engellemek için bünyenizde bir ur olarak kalmaya devam etmek isterler. Allah’u Teala şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.” (Bakara 208)

Sizlerin gücünü bölen bu Cumhuriyeti ve o krallığı yıkmak için harekete geçin. Hilafeti kurmak için çalışanlarla beraber olun. Bu üzerinizde Allah’ın ve Resulünün koymuş olduğu şer’i bir farzdır. İslam kalesi olan Hilafetin duvarını örmek için mücadeleye yönelin. Bu kalkanı tekrar taşımak için harekete geçin ki, dünya zilletinden ve ahiretin azabından bununla korunabilesiniz.

“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil geldi ve size apaçık bir nur indirdik.” (Nisa 174)

YIL 13  SAYI 146  ZİLKADE 1422  ŞUBAT 2002

Yukarı