Günlerdir medya bir yıkımın
tellallığını yaparak, halkın dikkatlerini bir yöne
çekmeye çalıştı. Güncelliğini ve önemini yitirmiş,
yıkılmaya mahkum, insanların hayat tarzlarında pekte etkisi
olmayacak bir kale yıkımından söz edildi. Ayrıca bu konu
üzerinde, kamuoyunun yoğunlaşması için bir yerlerden düğmeye
basıldı. Bu hususta kamuoyunu şaşırtan ve hiç akıllarına
gelmeyen nokta; bu olaylarla birlikte TC.’nin Osmanlıya sahip
çıkması idi.
Türkiye devleti, Suudi Arabistan’ı Osmanlı zamanından
kalan Ecyad kalesini yıkmak istediği için protesto etti.
Şunu belirtmek gerekir ki; Osmanlı eserlerinin bu ülkede yıkımı
ne ilk ne de sonuncusudur. Şu ana kadar yüzlerce eser yıkıma
uğramış hatta bu yıkımda ve yerine inşa edilen bir çok
projede Türkiye inşaat şirketleri doğrudan veya dolaylı
olarak yer almışlardır. Mescid-i Nebevinin genişletilmesi,
çevresinde bulunan eski han ve hamamların yıkımı ve yeni
binaların inşası, Mekke’de bir çok tünel yapımı, eski
tarihi binaların yıkımı ve yerine otellerin inşasında
yıllardır Türk şirketleri çalışmaktadır. Dahası yıllar
önce Suudi yönetimi Kabe’nin çevresinde bulunan Osmanlı
zamanında inşa edilmiş kemerlerin üzerlerine yeni kemerler
bina ettirmiştir. Bunlar yıllardan beri süregelen ve bilinen
olaylardır. Burada bu konunun ilmi tartışmasını yapmak istemiyoruz.
Yine burada konuyu hükmû açıdan aydınlığa kavuşturacak
olan hadarat-medeniyet konusuna da değinmek istemiyoruz. Burada
asıl üzerinde durulmasını istediğimiz husus; Osmanlının
eserinden ziyade, bu yıkımı gerçekleştiren ülke ve yıkımın
karşısında köpüren TC.’nin bugünkü hali ve bunların
taşıdığı misyondur.
Biz şuna inanıyoruz ki, önemli olan husus; toplumları
ayakta tutan, aralarındaki alakaları tespit ve tesis eden,
yaşamlarını düzene koymada esas aldıkları fikir ve düşüncelerdir.
Taş ve beton yığınları değil. Bu yapıtlarda o toplumun
taşıdığı hadaratın koyduğu ilkeler doğrultusunda şekil
kazandırılır. Örneğin; İslami bir toplumda putçuluğun
yasak, küfür toplumlarında ise bütün çıplaklığıyla
meydanları doldurması gibi.
Evet, burada söz konusu olan bir yıkımdır. Fakat İslam
beldelerinde bir ur olan bu iki ülke (Suudi Arabistan ve
Türkiye) bu yıkımlarıyla tarihin en büyük yıkımının
üzerini örtbas ediyorlar. Ve onlar bugün tarihi kalıntılar
üzerinde mücadeleleriyle ümmet mefhumunu biraz daha
köreltmeye çalışıyorlar.
Şu bir gerçektir ki; Türkiye Cumhuriyeti bundan daha
önemli ve büyük bir kaleyi yıkmıştır.
O kale ki; Ümmetin Resulullah (sav)’ın buyurduğu gibi:
"Muhakkak imam (hâlife) kalkandır. Onun arkasında
savaşılır ve onunla korunulur.” (Müslim)
Evet, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, İngilizlerin kapı
kulu ve ajanı olan Mustafa Kemal’le ümmetin arkasında
korunduğu ve onunla güç bulduğu Hilafet kalesi
yıkılmıştır. Böylece ümmetin elindeki kalkan yere düşerek
parçalanmıştır.
İslam akidesinin taşlarıyla örülmüş olan bu kale
(Hilafet) yıkıldıktan sonra İslam hayattan tamamen
uzaklaştırılmış, toplum üzerinde etkisiz hale getirilmiştir.
Bu dehşet verici yıkım koruyucusuz kalan Müslümanları
şeytanların saldırısına maruz bırakmıştır.
Başörtüsünü “siyasal simge diyerek” kaldırmak ve
yasaklamak, Ecyad kalesinin ve camilerin yıkılışından daha
dehşetlidir.
Türkiye Cumhuriyetinin Osmanlı tarihini yakıp-yıkması,
arşivleri ortadan kaldırıp silmesi Osmanlı tarihini
lekelemesi, okullarında, cami kürsülerinde Osmanlıyı ve
onun sahip olduğu Hilafeti aşağılayıp kötülemesi yıkımların
en büyüğüdür.
Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman ona sahip çıkmadı. Çıksaydı;
onu yeniden ayağa kaldırarak dünyanın efendisi olmaya
soyunurdu. Bu anlamsız sahiplenme, ancak kendisinin düştüğü
çirkef bataklığında yüklendiği sahtekarlık vasfından bir
parçasının yansımasını gösterir.
Oysa ki; Osmanlıların İstanbul’u Bizanslılardan
fethederek camiye çevirdiği ve Fatih Sultan Selim’in; “Her
kim ki; bu camiyi geri eski haline döndürürse Allah’ın,
Resulünün, meleklerin ve bütün Müslümanların laneti
üzerine olsun.” diyerek kapatanlar hakkında beddua
edilen bu en büyük eser Ayasofya’yı müze adı altında
tekrar kiliseye çeviren Türkiye Cumhuriyeti değil midir?
Osmanlının üzerini kapattırdığı Hıristiyanların
sembollerini ortaya çıkartıp yeniden nakşettiren bu devlet
değil mi? Ve yine 1979’da Vatikan papazının İstanbul
ziyaretinde Ayasofya camiinde ayin yapmasına müsaade eden bu aşağılık
devlet değil mi?
Osmanlının bir çok eserini, tarihi değeri biçilemeyen
hazinesindeki eşyaları, mücevherleri, altınları ve daha
nice sayamadığımız değerli şeyleri İngiliz ve diğer
kafirlerin avuçlarına döken, talan edilmesine seyirci kalan
Türkiye Cumhuriyeti değil mi?
Müslümanların kanlarını akıtmaktan zevk alan, dünyanın
en büyük teröristi olan aşağılık varlık Bush’a,
Osmanlı zamanında altın yaldızlarla yazılmış, Allah’u
Tealanın;
“Ona ancak temizlenenler dokunabilir.” (Vakıa
79) buyurduğu o yüce Kitabı (Kur’anı Kerimi) kafirin kirli
ellerine teslim eden Türkiye Cumhuriyetinin hain yöneticileri
ve onun saray mollaları değil mi?
O sahte çığırtkanlıklarıyla, İslam fikrinden yoksun
ümmeti, Osmanlıya sahip çıkma bahanesiyle Arap-Türk
milliyetçiliğini kışkırtan bu devlet; son Halifeyi ve
ailesini zalimane bir şekilde memleketten kovup, geri dönüşlerini
yasaklamadı mı?
Osmanlılara sahip çıkmak şimdi mi akıllarına düştü?
Kafirler Osmanlıyı parçalayıp sömürmek için ümmetin
üzerine hadisi şerifte de belirtildiği gibi salyalarını
akıtarak geldikleri o gün nerede idiler? Yoksa kendileri
için, ancak taşlar mı önemli?!
“Bir gün gelecek (kafir) milletler sizin başınıza
oburların yemek çanağına üşüştükleri gibi üşüşecekler.”
(Ebu Davud)
Oysa ki; İslam, kalesi, kalkanı, ahalisi, başörtüsü,
cilbab, Ayasofya o kaleden daha büyük ve daha üstündür.
Osmanlıların gerçek eserleri bunlardır. Ek olarak Kudüs ve
Mescid-i Aksa’dır. Osmanlılar bunları son ana kadar korudu
ve savundu.
II. Abdülhamid, Yahudiler Filistin’de yerleşmek için
toprak istediklerinde, (onlar bunun karşılığı Osmanlı
devletinin bütün borçlarını ödemeye ve bunun dışında yüklü
miktarda altın teklif etmelerine rağmen) onlara; “Paranız
sizde kalsın. Vücudumu parçalasalar Filistin’in bir karışından
vazgeçmem...” diyerek kapı dışarı kovmuştur. İşte,
Osmanlıların en büyük eserlerinden biri sergiledikleri bu
tarihi tutumudur. Fakat daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Lozan’da
Filistin’i Yahudilere vermek üzere (hem de karşılıksız)
İngilizlere teslim etti. 1948’de Yahudiler bu topraklarda
devleti kurmak için teşebbüse geçtiklerinde Amerika,
İngiltere ve Ruslarla beraber ilk tanıyanlardan biri de Türkiye
Cumhuriyetidir. Şu anda bu Yahudi varlığının en büyük
destekçisi yine Türkiye devletidir.
Ne gariptir ki, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlıların en büyük
ve en önemli eserlerini bu şekilde silerken, önemli olmayan
taşlardan örülmüş bir kaleye sahip çıkmaya çalışıyor.
Onun maksadı kaleye mi sahip çıkmak, yoksa Allah (cc)
buyurduğu;
“Ancak müminler kardeştirler.” (Hucurat 10)
"Siz (ey Müslümanlar) insanlar arasında çıkartılmış
en hayırlı ümmetsiniz...” (A-li İmran 110) kavramını
Müslümanların zihinlerinden silerek kardeş olan Türkler ve
Araplar arasına Peygamber Efendimizin hadisinde; “Onu
(milliyetçiliği) terk edin, çünkü o kokuşmuştur.”
diyerek lanetlediği milliyetçiliği yeniden kökleştirerek
kini, nefreti, kışkırtmak ve arttırmak mı?! Ne yazık ki;
hain Türkiye yöneticileri küfür yönetimleriyle bugün bu işi
yapıyorlar.
Zira, Türkiye Cumhuriyeti İslam’la savaş hamlesinde,
Araplara ve Arapça’ya karşı “Arap emperyalizmi”
diyerek, Müslüman Türk halkının değerlerine
saldırmaktadır. Olası bir ABD-Irak savaşında veya
kafirlerin Müslüman Araplara karşı saldırısında Müslüman
Türklerin, kardeşleri olan Müslüman Araplarla birleşip,
kafirlere karşı savaşmasını engellemek ve önlem almak
için Araplara karşı halkı devamlı kışkırtmaktadır.
Lozan anlaşmasının mimarı olan İngiltere Dışişleri
Bakanı Lord Crozun, Türkiye’den İngiliz askerlerini
çekmesi üzerine Avam Kamarasında milletvekillerinin Türkiye’nin
tekrar Araplarla birleşerek İslam’a döneceğinden
korkularını belirtmeleri karşısında onlara şöyle dedi: “Türkiye’nin
Araplar ve Arapçayla alakası kesildi, Kuran ve onun devleti
olan Hilafet kaldırıldı.” Milletvekilleri bunu duyunca
rahatlayarak Lord Crozun’u alkışladılar. Çünkü, Türkiye’nin
ruhu, damarı ve silahı bunlardı ve bunlar olmadan Türkiye
artık bir ceset yığını idi. İngiliz dostları olan dönme
Yahudiler o cesedi istedikleri şekilde parçaladılar ve de
halen parçalamaya devam ediyorlar.
İşte, İslam’ın kalesi ve kalkanı olan Hilafet,
yıkıldıktan sonra Türkiye’nin geldiği nokta! Dünya
devletleri nezdinde hiçbir değeri olmayan, dünya siyasetinde
etkisiz, her yerde aşağılanan bir konuma geldi. İslam
korkusundan dolayı Afganistan’da, Amerika ve İngiltere’nin
egemenliklerini sağlamlaştırmaları için diz çöküp
yalvardı. Hatta bu işte ortak hareket etmek için kendine değer
verilmesini, tecrübelerini ortaya koyarak onlara yardımcı
olacağını kapılarının eşiklerini yalayarak dile getirmeye
çalıştı.
1920’lerde Afganistan İngilizler tarafından işgal
edilmesine rağmen, Osmanlılara bağlı kaldılar ve sembolik
bir konuma düşen Osmanlı Halifesinin emriyle
savaşıyorlardı. Bundan dolayı da Afganistan Osmanlıların
eserlerinden biridir. Türkiye devleti o eseri yıkmak için
Amerika’ya ve İngiltere’ye her türlü imkanı tanıdı.
ABD ve İngiliz askerleri incirlik üssünü bu olayda
istedikleri gibi kullandılar. Türkiye de bu eseri tamamen
ortadan silmek için onlarla beraber hareket etmek için son
gayretlerini sarfetmekte, Afganistan’da kafirlerin ayaklarını
sabitleştirecek olan laikliği, demokrasiyi, kapitalizmi ve
küfrün pisliklerini yerleştirmek için, bütün imkanlarını
seferber etmek istemektedir.
Türkiye Cumhuriyeti bütün bu yaptıkları ve yapmaya devam
ettikleri cürüm karşısında utanmalıdır. Yada bütün
pisliklerden kurtulmak için Osmanlıya ve eserlerine bütün
normlarıyla sahip çıkmalıdır. İşte o zaman ümmet bir
bütün olarak onunla övünç duyacak, Raşidi Hilafete dönüşle
ümmet izzet ve şerefine tekrar kavuşacaktır.
Bu eserler ise, Hilafeti tekrar kurmak, şeriatı tekrar
uygulamak, başörtüyü bütün kadınlara İslam’ın bir
gereği olarak mecbur kılmak, Ayasofya’yı tekrar camiye
çevirmek, Mescid-i Aksa’yı, Filistin’i, Afganistan’ı ve
kafirlerin sömürüsü ve işgali altında bulunan bütün
İslam topraklarını kurtarmaktır. İşte o zaman Suud yönetimine
bir şey deme hakkı doğar.
Suud yönetimine gelince; Suud krallığı da Türkiye
Cumhuriyeti gibi Osmanlıların düşmanıdır. Bu krallık Türkiye
Cumhuriyeti gibi Osmanlılarla ve onun taşıdığı değerlerle
savaştı. Nasıl ki; Mustafa Kemal İngilizlerin yardımıyla
Osmanlılara karşı mücadele verdi, Suud krallığı kurucusu
Abdülaziz bin Suud da yine İngilizlerin güdümünde Osmanlı
Hilafet devletine karşı mücadele etti. Aynı zihniyete hizmet
eden biri Türklerden öteki Araplardan (ikisinin de aslı
meşkuk, şüpheli) olan hain.
Bugün Afganistan’da Karazai Peştun, Rabbani, Abdullah ve
Yunus Kanuni Tacik ve Raşid Dostum Özbek, hepsi ayrı
kavimden, fakat hepside ellerini Amerika’nın ve İngiltere’nin
ellerinin içerisine koydular. Karazai ve Afganistan’daki diğer
ajanlar aynen Mustafa Kemal ve Suud oğlu Abdülaziz gibidir.
Taliban’ın ne kadar hataları varsa da bunların hataları
onlarınkinden kat kat fazladır. Taliban bütün hatalarına
rağmen, İslam’a yöneldiği için Amerika ve İngiltere
onlara karşı savaş açtı ve hiçbir kural tanımadan bütün
zalimliklerini sergilediler. Aynı şekilde Osmanlıların da
son dönemlerin de bir çok hatalar vardı.
Suud krallığı kendi varlığını korumak için çarpık
bir şekilde İslam’ın bazı hükümlerini uygulamakta, aynı
anda, Türkiye Cumhuriyeti gibi Amerika’ya ve İngiltere’ye
yönelik her türlü imkanı sağlamaktadır. Bu iki devlet
arasında sadece üslup farkı vardır. Türkiye Cumhuriyeti
İslam’la açıkça savaşıyor, Suudi Krallığı ise İslam’la
sinsice savaşıyor. Bunların Amerika’ya ve İngiltere’ye
bağlılıkları eşit derecededir. İkisi de bu iki sömürgeci
devlete üs ve her türlü imkanı sağlamaktadır. Türkiye
Cumhuriyeti Türkleri Araplara, Suud Krallığı da Arapları Türklere
karşı kışkırtıyor. İkisinin de amaçları Müslümanların
birleşmelerini ve tekrar Hilafetin kurulmasını engellemektir.
Türkiye’de Hilafet için çalışmak nasıl büyük suç sayılıyorsa
Suudi Arabistan’da da aynı şekilde büyük suç sayılıyor.
Bu yolda çalışanlar işkenceye maruz bırakılarak hapse
atılıyor.
Müslüman Türk ve Araplar halklarına sesleniyoruz!
İçerisinde bulunduğunuz bugünkü zillet dolu hayatı
sizlere reva gören, kafirlerin rahatlığı için beldelerinizi
kafirlerin sömürüsüne açan bu hain yöneticilerin
tahriklerine kapılmayın. Onlar sizin kalkınmanızı, İslam’la
izzet bulmanızı asla istemezler. Onlar sizin, kalelerin en
değerlisi olan Raşidi Hilafeti yeniden ikame etmekte gösterdiğiniz
çabanızı engellemek için bünyenizde bir ur olarak kalmaya
devam etmek isterler. Allah’u Teala şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Sakın
şeytanın peşinden gitmeyin. Çünkü o, apaçık düşmanınızdır.”
(Bakara 208)
Sizlerin gücünü bölen bu Cumhuriyeti ve o krallığı
yıkmak için harekete geçin. Hilafeti kurmak için çalışanlarla
beraber olun. Bu üzerinizde Allah’ın ve Resulünün koymuş
olduğu şer’i bir farzdır. İslam kalesi olan Hilafetin duvarını
örmek için mücadeleye yönelin. Bu kalkanı tekrar taşımak
için harekete geçin ki, dünya zilletinden ve ahiretin azabından
bununla korunabilesiniz.
“Ey insanlar! Şüphesiz size Rabbinizden kesin bir delil
geldi ve size apaçık bir nur indirdik.” (Nisa 174)
|