Ana Sayfa YIL 13   SAYI 146   ZİLKADE 1422   ŞUBAT 2002 E-Mail

SÜNNET - VAHY İLİŞKİSİ VE PEYGAMBERLİĞİN VAKIASI - 9 -

Derleyen: Mehmed Sakin

Bahaddin YÜKSEL

Hz. Musa’nın Rabbisiyle karşılıklı bir diğer konuşmasını ise; Allah’u Teala bize şöyle anlatmaktadır:

“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim. (Allah) Ey Musa! dedi, ben risaletlerimle (sana verdiğim görevlerle) ve sözlerimle seni insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden ol.” (Araf 143-144) 

Hz Musa Rabbi ile karşılıklı ve vasıtasız konuşmuştur. Bu konuşmalar ise elbette ki Hz. Musa’nın Mushaf’ında yazılı değildir. Bu maddenin öncesinde de açıkladığımız gibi Hz. Musa ve diğer peygamberlere kitapları ve suhufları toptan indirilmiştir. Hz. Musa’nın bu konuşmalarının peygamberliğinin verildiği andaki konuşmasını Mushaf’ına soksalar bile (ki durum hiçte böyle değildir) Allah’ı görmeyi istediği zamanki konuşması dışarıda bırakılacaktır. Veya diğer konuşmalarını dışarıda bırakacaklardır. Şu bir gerçektir ki, kitabını bir inişte alan Hz. Musa’nın bu karşılıklı konuşmalarda onun Mushaf’ında yazılı olmayan Allah ile kendisi arasındaki konuşmalardır.

Musa (as), Allah indinde şüphesiz büyük bir makama sahiptir. Cenabı Allah’ta bunu belirtmektedir. (Ahzab 69) Ama, Hz. Muhammed (as) Allah indinde de çok büyük makama sahiptir. (Silsiletül Ahadisi Mevdua ve Eserihas Seyyiu-l Fil ümme, Muhammed Nasiruddin Elbani, c.I.s.28) Allah’ın Hz. Musa’ya verdiği bu şerefi Hz. Muhammed (as) dan esirgeyeceğini hiçbir kimse iddia edemez. Zira cenabı Allah nebisi Hz. Muhammed (as)’e bu şekilde vahyettiğini beyan buyurmaktadır. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sanada vahyettik.”(Nisa 163)

Dikkat edilirse cenabı Allah resullerinin hepsine verdiği bu vahyin herhangi bir tahsisinde bulunmamıştır. Burada her hangi bir kimse kendi isteğine göre bir tahsiste bulunma yetkisine sahip değildir.

Şayet Hz. Musa bu konuşmayı dönüpte kavmine haber verseydi onlarda; Ey Musa senin Mushaf’ında böyle bir vahyi gayri metluvda yokken, bizler buna iman edecek değiliz demeleri nasıl olacak şey değilse, Hz. Muhammed Peygamber Efendimiz Rabbisinin Kur-anı açıklamaları olan sünnetten haber veriyor ve vermiş olmasına rağmen münkirlerin bunu kabul etmemesi de olacak şey değildir.

Yüce Rabbimizin karşılıklı konuşmada Hz. Musa’ya bir tahsis yapmadığına bir başka örnekte Hz. Nuh (as) örnek vererek açıklayalım:

“Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim. Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum! Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır.” (Hud 45- 48)

Hz. İbrahim’le karşılıklı konuşmasını şöyle nakletmektedir:

“Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu. Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik. İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkar ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara 124-126)

“Rabbi ona İslam ol, dediği anda, alemlerin Rabbine teslim oldum demişti.” (Bakara 131)

“İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.” (Bakara 260)

Ayrıca Allah’u Teala Hz. İbrahim’e başkalarına gelmeyen bir ilmin kendisine verildiğini belirtmektedir:

“Ey babacığım muhakkak ki bana sana gelmeyen ilim gelmiştir. Bana uy ki seni dosdoğru yola ulaştırayım.” (Meryem 43)

Hz. İsa ile karşılıklı konuşmasını ise yüce Rabbimiz şöyle anlatmaktadır:

“Hani havârîler "Ey Meryem oğlu İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir mi?" demişlerdi. O, "Îman etmiş kimseler iseniz Allah'tan korkun" cevabını vermişti. Onlar "Ondan yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini (kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler olalım istiyoruz" demişlerdi. Meryem oğlu İsa şöyle dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için, geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık verenlerin en hayırlısısın. Allah da şöyle buyurdu: Ben onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden kim inkar ederse, kâinatta hiç bir kimseye etmediğim azabı ona edeceğim!” (Maide 112-115)

Kitaplarında yazılı olmayan Allah’ın bu hitaplarını, karşılıklı konuşmalarını, aynen Resulullah (sav)’e de kitabı Kur-anda yazılacak olmayan Kur-anın beyanları için konuştuğuna, önceki peygamberler gibi Resulü Muhammed (sav) Efendimize de konuşup, Kur-anın beyanını vahyettiğini Allah’ın şu ayetini şahit koşarak bir daha okuyalım:

“Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta (torunlara), İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik.” (Nisa 163)

Biz diyoruz ki: Allah, Resulüne Kur-anı ve onun açıklamasını vahyetmiş, dininin her hangi bir kısmında nebisini veya nebilerini ortak kılmamıştır. Resulullah insanların arasında Allah’ın kendisine verdiği bu iki vahiy türünde hükümde bulunmak için emir olunmuş (Maide 48-49), Allah’tan bir hususta yol gösterici vahiy gelmeden görüşüne uyup ta hüküm belirlemeyi sapıklık olarak nitelendirmiştir. (Kasas 50) Ayrıca vahiy, Resul ve insanların hevesine uyacak olsaydı yer, gök ve içindekilerin fesada uğrayacağını Allah (cc) haber vermektedir. (Mü’minûn 71)

Hayır, Resul ne nefsine uymuş nede Allah’tan bir vahiy gelmeden bir hüküm kendi indinden bir görüş veya başka bir tecrübesi ile her hangi bir hususu hükme bağlamıştır. O (sav), dinde bir ortak değil Allah’ın getirdiği hükme, şeriata uymakla vazifeli bir kul idi. Biz Kur-an gibi Resulün sünneti olan şeriatı açıklayıcı hükümlerin (ahkamında) Allah’tan gelen vahiy olduğuna inanıyoruz. Ayetlerle de Allah şahadet etmektedir. Varsın onlar hakikatleri inkar etsinler!. Cenabı Allah şöyle buyuruyor:

“Allah sana indirdiğine şahitlik eder, onu kendi ilmiyle indirdi. Meleklerde (buna) şahitlik ederler. Ve şahit olarak Allah kafidir.” (Nisa 166)

Demek ki Resule inen her şey Allah’ın ilmiyle inmiştir ve bunlarda vahiydir.

Hz. Allah (cc), nebiler, melekler, biz ve inanan bütün müminler şahadet eder ki, Allah Resulüne ve Resullerine kitaplarındaki vahiyden ayrı olarak bir takım gayri metluv vahiyler indirmiştir. Yukarıda meallerine verdiğimiz ayetlerdeki vahyi gayri metluv’u nebiler şöyle dile getirmiştir: Cenabı Allah, Hz. Nuh’a şöyle demişti:

“Dedi ki: "Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy ile) biliyorum.” (Araf 61-62)

Hz. Nuh’un ifade ettiği bu gerçeğin Hz. Muhammed (sav)’e de verildiğini biz burada anlatmaya çalışmaktayız. Şu bir gerçektir ki, her peygamberin kitaptan ayrı olarak aldığı vahiy ile hayata ait bir takım şeyleri bilmesine Kur-an şahitlik etmektedir. Çünkü, her peygamber “hikmet” almıştır. (Enam 89) Hz. Nuh’un buna olan şahadeti gibi Yakub (as)’ın şahadetini Allah (cc) bize nakletmektedir. Şöyle buyuruyor Yüce Rabbimiz:

“(Yakub’un oğulları) Andolsun ki, sen hala Yusuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın, ya da helak olacaksın, dediler. (Yakub) ben gam ve kederimi sadece Allah’a arz ediyorum ve ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.” (Yusuf 85-86)

Yakub (as)’ın, bildiği bu şey ne idi? Biz incelememizin başında gaybı ancak Allah’ın bildiğini ve gaybı bildireceği kimselerin ise sadece Nebileri olduğunu Kur-andan ayetler göstererek söylemiştik. (Ali İmran 179, Cin 26-27) Yusuf süresinin ilk ayetlerinde Cenabı Allah bize Yusuf (as) kıssasını nakletmektedir. Yusuf (as) rüya görmüş ve şöyle diyordu babası Yakub (as)’a:

“Bir zaman Yusuf, babasına (Yakub’a) demişti ki, babacığım, gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi ve ayı bana secde ederlerken gördüm.” (Yusuf 4)

Bunun üzerine Yakub (as) şöyle der:

“(Babası) yavrucuğum, rüyanı sakın kardeşlerine anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana apaçık bir düşmandır, dedi. İşte Rabbin seni seçecek sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı gibi sana ve Yakub soyuna nimetini tamamlayacaktır. Çünkü Rabbin çok iyi bilen hikmet sahibidir.” (Yusuf 5-6)

Yakub (as)’ın rüya yorumlarının, Hz. İbrahim ile Hz. İshak’a verilen nimetin kendisine ve böylece âli Yakub’a da nimetin tamamlanacağını, yani gaybı haber veriyor. Oğlunun bir nebi olacağını biliyor. Oğulları Hz. Yusuf’un ölüm haberini getirmelerine rağmen, Yakub (as) oğlunu senelerce bekledi. Neden? Çünkü oğlunun bir nebi olacağının müjdesini Allah’tan almış ve oğullarının; “Allah’a hamd olsun ki sen hala Yusuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın ya da helak olacaksın.” sözlerine aldırmıyor, oğluna kavuşacağı günü bekliyor ve; “ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından biliyorum” diyordu. Nitekim, Yusuf (as) ın yaşadığı müjdesi kendisine gelince Yakub (as) ın kitabında olmayıp ta Allah’tan vahyi gayri metluv ile öğrendiği bilginin tasdikini tekrar ikrar ediyor. Bu hususu Rabbimiz bize şöyle bildiriyor:

“Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne koydu ve (gözleri) görecek duruma geldi, o zaman şöyle dedi: ben size Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilmeyeceğiniz şeyleri bilirim, demedim mi?” (Yusuf 96)

“Şüphesiz o ilim sahibiydi, çünkü ona biz öğretmiştik. Fakat insanları çoğu bilmezler.” (Yusuf 68)

Demek ki, Nebiler kitaplarından hariç, insanların bilmediği ama kendilerine Allah (cc)’ın vahyettiği bir takım gayri metluv vahiyler alıyorlardı. Nitekim babasının şeriatıyla hükmeden Hz. Yusuf’a kitaplarında bulunmayan ama Allah’ın kendisine öğretmiş olduğu rüya yorumları ile ilgili vahiyler almıştır. Bunu Kur-anda Allah (cc) peygamber Yusuf (as)’ın dilinden şöyle haber vermektedir:

“Ey Rabbim mülkten bana verdin ve bana (rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin.” (Yusuf 101)

Demek ki, Allah (cc) Yusuf (as)’a rüya yorumlarını öğretmiştir. Allah’ın Resullerine öğrettiği şeyler elbette ki vahiydir.

Eğer bu Yusuf (as) veya başka bir nebinin kitabında olsaydı, elbette ki herkes rüyaların yorumunu bilecekti ve insanlar da Yusuf (as) rüya yorumunu sormayacak ve Yusuf (as) da onlara bir üstünlük şükranında bulunmayacaktı. Demek ki, Allah (cc) Resullerine vahyi gayri metluv vermiştir.

YIL 13  SAYI 146  ZİLKADE 1422  ŞUBAT 2002

Yukarı