Hz. Musa’nın Rabbisiyle karşılıklı bir
diğer konuşmasını ise; Allah’u Teala bize şöyle
anlatmaktadır:
“Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a)
gelip de Rabbi onunla konuşunca "Rabbim! Bana (kendini) göster;
seni göreyim!" dedi. (Rabbi): "Sen beni asla
göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse
sen de beni göreceksin!" buyurdu. Rabbi o dağa tecelli
edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca
dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe
ettim. Ben inananların ilkiyim. (Allah) Ey Musa! dedi, ben
risaletlerimle (sana verdiğim görevlerle) ve sözlerimle seni
insanların başına seçtim. Sana verdiğimi al ve şükredenlerden
ol.” (Araf 143-144)
Hz Musa Rabbi ile karşılıklı ve vasıtasız konuşmuştur.
Bu konuşmalar ise elbette ki Hz. Musa’nın Mushaf’ında
yazılı değildir. Bu maddenin öncesinde de açıkladığımız
gibi Hz. Musa ve diğer peygamberlere kitapları ve suhufları
toptan indirilmiştir. Hz. Musa’nın bu konuşmalarının
peygamberliğinin verildiği andaki konuşmasını Mushaf’ına
soksalar bile (ki durum hiçte böyle değildir) Allah’ı görmeyi
istediği zamanki konuşması dışarıda bırakılacaktır.
Veya diğer konuşmalarını dışarıda bırakacaklardır. Şu
bir gerçektir ki, kitabını bir inişte alan Hz. Musa’nın
bu karşılıklı konuşmalarda onun Mushaf’ında yazılı
olmayan Allah ile kendisi arasındaki konuşmalardır.
Musa (as), Allah indinde şüphesiz büyük
bir makama sahiptir. Cenabı Allah’ta bunu belirtmektedir. (Ahzab
69) Ama, Hz. Muhammed (as) Allah indinde de çok büyük makama
sahiptir. (Silsiletül Ahadisi Mevdua ve Eserihas Seyyiu-l Fil
ümme, Muhammed Nasiruddin Elbani, c.I.s.28) Allah’ın Hz.
Musa’ya verdiği bu şerefi Hz. Muhammed (as) dan
esirgeyeceğini hiçbir kimse iddia edemez. Zira cenabı Allah
nebisi Hz. Muhammed (as)’e bu şekilde vahyettiğini beyan
buyurmaktadır. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Biz Nuh’a ve ondan sonraki peygamberlere
vahyettiğimiz gibi sanada vahyettik.”(Nisa 163)
Dikkat edilirse cenabı Allah resullerinin
hepsine verdiği bu vahyin herhangi bir tahsisinde
bulunmamıştır. Burada her hangi bir kimse kendi isteğine göre
bir tahsiste bulunma yetkisine sahip değildir.
Şayet Hz. Musa bu konuşmayı dönüpte
kavmine haber verseydi onlarda; Ey Musa senin Mushaf’ında böyle
bir vahyi gayri metluvda yokken, bizler buna iman edecek değiliz
demeleri nasıl olacak şey değilse, Hz. Muhammed Peygamber
Efendimiz Rabbisinin Kur-anı açıklamaları olan sünnetten
haber veriyor ve vermiş olmasına rağmen münkirlerin bunu
kabul etmemesi de olacak şey değildir.
Yüce Rabbimizin karşılıklı konuşmada
Hz. Musa’ya bir tahsis yapmadığına bir başka örnekte Hz.
Nuh (as) örnek vererek açıklayalım:
“Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey
Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise
elbette haktır. Sen hakimler hakimisin." Allah buyurdu ki:
Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı
kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi
benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.
Nuh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan
şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz
ve esirgemezsen, ben ziyana uğrayanlardan olurum! Denildi ki:
Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve
bereketlerle (gemiden) in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız,
sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı
ümmetler de olacaktır.” (Hud 45- 48)
Hz. İbrahim’le karşılıklı
konuşmasını şöyle nakletmektedir:
“Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım
kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben
seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler
yap, yâ Rabbi!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar
için söz vermem) buyurdu. Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara
toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de
İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz
kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar,
rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.
İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap,
halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli
meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkar ederse onu az bir
süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim.
Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara 124-126)
“Rabbi ona İslam ol, dediği anda, alemlerin
Rabbine teslim oldum demişti.” (Bakara 131)
“İbrahim Rabbine: Ey Rabbim! Ölüyü nasıl
dirilttiğini bana göster, demişti. Rabbi ona: Yoksa
inanmadın mı? dedi. İbrahim: Hayır! İnandım, fakat
kalbimin mutmain olması için (görmek istedim), dedi. Bunun
üzerine Allah: Öyleyse dört tane kuş yakala, onları yanına
al, sonra (kesip parçala), her dağın başına onlardan bir
parça koy. Sonra da onları kendine çağır; koşarak sana
gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir, buyurdu.” (Bakara
260)
Ayrıca Allah’u Teala Hz. İbrahim’e
başkalarına gelmeyen bir ilmin kendisine verildiğini
belirtmektedir:
“Ey babacığım muhakkak ki bana sana
gelmeyen ilim gelmiştir. Bana uy ki seni dosdoğru yola
ulaştırayım.” (Meryem 43)
Hz. İsa ile karşılıklı konuşmasını
ise yüce Rabbimiz şöyle anlatmaktadır:
“Hani havârîler "Ey Meryem oğlu
İsa, Rabbin bize gökten, donatılmış bir sofra indirebilir
mi?" demişlerdi. O, "Îman etmiş kimseler iseniz
Allah'tan korkun" cevabını vermişti. Onlar "Ondan
yiyelim, kalplerimiz mutmain olsun, bize doğru söylediğini
(kesin olarak) bilelim ve ona gözleriyle görmüş şahitler
olalım istiyoruz" demişlerdi. Meryem oğlu İsa şöyle
dedi: Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir ki, bizim için,
geçmiş ve geleceklerimiz için bayram ve senden bir âyet
(mucize) olsun. Bizi rızıklandır; zaten sen, rızık
verenlerin en hayırlısısın. Allah da şöyle buyurdu: Ben
onu size şüphesiz indireceğim; ama bundan sonra içinizden
kim inkar ederse, kâinatta hiç bir kimseye etmediğim azabı
ona edeceğim!” (Maide 112-115)
Kitaplarında yazılı olmayan Allah’ın bu
hitaplarını, karşılıklı konuşmalarını, aynen Resulullah
(sav)’e de kitabı Kur-anda yazılacak olmayan Kur-anın
beyanları için konuştuğuna, önceki peygamberler gibi
Resulü Muhammed (sav) Efendimize de konuşup, Kur-anın
beyanını vahyettiğini Allah’ın şu ayetini şahit koşarak
bir daha okuyalım:
“Biz Nuh'a ve ondan sonraki peygamberlere
vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Ve (nitekim) İbrahim'e,
İsmail'e, İshak'a, Ya'kub'a, esbâta (torunlara), İsa'ya,
Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettik. Davud'a da
Zebur'u verdik.” (Nisa 163)
Biz diyoruz ki: Allah, Resulüne Kur-anı ve
onun açıklamasını vahyetmiş, dininin her hangi bir
kısmında nebisini veya nebilerini ortak kılmamıştır.
Resulullah insanların arasında Allah’ın kendisine verdiği
bu iki vahiy türünde hükümde bulunmak için emir olunmuş
(Maide 48-49), Allah’tan bir hususta yol gösterici vahiy
gelmeden görüşüne uyup ta hüküm belirlemeyi sapıklık olarak
nitelendirmiştir. (Kasas 50) Ayrıca vahiy, Resul ve insanların
hevesine uyacak olsaydı yer, gök ve içindekilerin fesada uğrayacağını
Allah (cc) haber vermektedir. (Mü’minûn 71)
Hayır, Resul ne nefsine uymuş nede Allah’tan
bir vahiy gelmeden bir hüküm kendi indinden bir görüş veya
başka bir tecrübesi ile her hangi bir hususu hükme bağlamıştır.
O (sav), dinde bir ortak değil Allah’ın getirdiği hükme,
şeriata uymakla vazifeli bir kul idi. Biz Kur-an gibi Resulün
sünneti olan şeriatı açıklayıcı hükümlerin (ahkamında)
Allah’tan gelen vahiy olduğuna inanıyoruz. Ayetlerle de
Allah şahadet etmektedir. Varsın onlar hakikatleri inkar etsinler!.
Cenabı Allah şöyle buyuruyor:
“Allah sana indirdiğine şahitlik eder,
onu kendi ilmiyle indirdi. Meleklerde (buna) şahitlik ederler.
Ve şahit olarak Allah kafidir.” (Nisa 166)
Demek ki Resule inen her şey Allah’ın ilmiyle
inmiştir ve bunlarda vahiydir.
Hz. Allah (cc), nebiler, melekler, biz ve inanan
bütün müminler şahadet eder ki, Allah Resulüne ve
Resullerine kitaplarındaki vahiyden ayrı olarak bir takım
gayri metluv vahiyler indirmiştir. Yukarıda meallerine
verdiğimiz ayetlerdeki vahyi gayri metluv’u nebiler şöyle
dile getirmiştir: Cenabı Allah, Hz. Nuh’a şöyle demişti:
“Dedi ki: "Ey kavmim! Bende herhangi
bir sapıklık yoktur; fakat ben, âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş
bir elçiyim. Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt
veriyorum ve ben sizin bilmediklerinizi Allah'tan (gelen vahiy
ile) biliyorum.” (Araf 61-62)
Hz. Nuh’un ifade ettiği bu gerçeğin Hz.
Muhammed (sav)’e de verildiğini biz burada anlatmaya çalışmaktayız.
Şu bir gerçektir ki, her peygamberin kitaptan ayrı olarak
aldığı vahiy ile hayata ait bir takım şeyleri bilmesine
Kur-an şahitlik etmektedir. Çünkü, her peygamber “hikmet”
almıştır. (Enam 89) Hz. Nuh’un buna olan şahadeti gibi
Yakub (as)’ın şahadetini Allah (cc) bize nakletmektedir. Şöyle
buyuruyor Yüce Rabbimiz:
“(Yakub’un oğulları) Andolsun ki, sen
hala Yusuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta olacaksın, ya da
helak olacaksın, dediler. (Yakub) ben gam ve kederimi sadece
Allah’a arz ediyorum ve ben sizin bilmeyeceğiniz şeyleri
Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum, dedi.” (Yusuf
85-86)
Yakub (as)’ın, bildiği bu şey ne idi?
Biz incelememizin başında gaybı ancak Allah’ın bildiğini
ve gaybı bildireceği kimselerin ise sadece Nebileri olduğunu
Kur-andan ayetler göstererek söylemiştik. (Ali İmran 179,
Cin 26-27) Yusuf süresinin ilk ayetlerinde Cenabı Allah bize
Yusuf (as) kıssasını nakletmektedir. Yusuf (as) rüya görmüş
ve şöyle diyordu babası Yakub (as)’a:
“Bir zaman Yusuf, babasına (Yakub’a) demişti
ki, babacığım, gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldızla güneşi
ve ayı bana secde ederlerken gördüm.” (Yusuf 4)
Bunun üzerine Yakub (as) şöyle der:
“(Babası) yavrucuğum, rüyanı sakın kardeşlerine
anlatma, sonra sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan insana
apaçık bir düşmandır, dedi. İşte Rabbin seni seçecek
sana (rüyada görülen) olayların yorumunu öğretecek ve daha
önce iki atan İbrahim ve İshak’a nimetini tamamladığı
gibi sana ve Yakub soyuna nimetini tamamlayacaktır. Çünkü
Rabbin çok iyi bilen hikmet sahibidir.” (Yusuf 5-6)
Yakub (as)’ın rüya yorumlarının, Hz.
İbrahim ile Hz. İshak’a verilen nimetin kendisine ve böylece
âli Yakub’a da nimetin tamamlanacağını, yani gaybı haber
veriyor. Oğlunun bir nebi olacağını biliyor. Oğulları Hz.
Yusuf’un ölüm haberini getirmelerine rağmen, Yakub (as)
oğlunu senelerce bekledi. Neden? Çünkü oğlunun bir nebi
olacağının müjdesini Allah’tan almış ve oğullarının; “Allah’a
hamd olsun ki sen hala Yusuf’u anıyorsun. Sonunda ya hasta
olacaksın ya da helak olacaksın.” sözlerine aldırmıyor,
oğluna kavuşacağı günü bekliyor ve; “ben sizin
bilmeyeceğiniz şeyleri Allah tarafından biliyorum” diyordu.
Nitekim, Yusuf (as) ın yaşadığı müjdesi kendisine gelince
Yakub (as) ın kitabında olmayıp ta Allah’tan vahyi gayri
metluv ile öğrendiği bilginin tasdikini tekrar ikrar ediyor.
Bu hususu Rabbimiz bize şöyle bildiriyor:
“Müjdeci gelince, gömleği onun yüzüne
koydu ve (gözleri) görecek duruma geldi, o zaman şöyle dedi:
ben size Allah tarafından (vahiy ile) sizin bilmeyeceğiniz
şeyleri bilirim, demedim mi?” (Yusuf 96)
“Şüphesiz o ilim sahibiydi, çünkü ona
biz öğretmiştik. Fakat insanları çoğu bilmezler.” (Yusuf
68)
Demek ki, Nebiler kitaplarından hariç,
insanların bilmediği ama kendilerine Allah (cc)’ın
vahyettiği bir takım gayri metluv vahiyler alıyorlardı.
Nitekim babasının şeriatıyla hükmeden Hz. Yusuf’a
kitaplarında bulunmayan ama Allah’ın kendisine öğretmiş
olduğu rüya yorumları ile ilgili vahiyler almıştır. Bunu
Kur-anda Allah (cc) peygamber Yusuf (as)’ın dilinden şöyle
haber vermektedir:
“Ey Rabbim mülkten bana verdin ve bana
(rüyada görülen) olayların yorumunu da öğrettin.” (Yusuf
101)
Demek ki, Allah (cc) Yusuf (as)’a rüya
yorumlarını öğretmiştir. Allah’ın Resullerine öğrettiği
şeyler elbette ki vahiydir.
Eğer bu Yusuf (as) veya başka bir nebinin kitabında
olsaydı, elbette ki herkes rüyaların yorumunu bilecekti ve
insanlar da Yusuf (as) rüya yorumunu sormayacak ve Yusuf (as)
da onlara bir üstünlük şükranında bulunmayacaktı. Demek
ki, Allah (cc) Resullerine vahyi gayri metluv vermiştir.
|