Filistin’den Bir Suret Al-Wai dergisine
Kudüs’ten bir mektup
“Bizdeki durumlar gittikçe şiddetleniyor;
büyük şehirler caniler tarafından işgal ediliyor, içinde
her bozgunculuğu yapıyorlar, öldürüyorlar, evleri yakıyorlar
ve insanları tutukluyorlar. Filistin Özerklik Otoritesi de
onlara “emniyeti sağlama” adı altında katılıyor,
onlara sınırsız bir şekilde samimiyet gösteriyor. O caniler
(Yahudiler) bir bölgeyi terk ettikleri zaman “sıcak dosyaları”
Filistin Özerklik Emniyet Güçlerinin genel komutanı Raccub’a
teslim ediyorlar. Bu komutan ise, canilerin ve onların destekçileri
olan Amerikanların güvenini diğerlerinden fazla kazanmıştır.
Caniler Al-Halil şehrinden çekilince şehri bu adama teslim
ettiler.
Amerika, Batı Özerklik Otoritesi üzerinde
her gün baskılarını artırıyorlar. Bundan dolayı da her
direniş yapanın yolunu kesmek üzere, Yahudilerle işbirliği
yapmaları için baskı fazlalaşıyor. Bu baskıların
neticesinde; Filistin Özerklik Otoritesi kendisini zayıf
kılan ateşkesin kararına bağlı kaldı ve bu kararı ihlal
eden kimselerin kanuna aykırı hareket edeceklerini bildirdi.
Şaron “Terörizm” le savaşma bahanesi
altında Beytlehm’de kalabildi. Çünkü, derinliklerine darbe
yediler. Bu baskılar Batı siyasetçilerinin bölgeyi sürekli
ziyaret etmeleri ve ara sıra üzerinden örtü kaldıran
telefon etme diplomasisinde görülüyor.
Şimdi ise; özerklik otoritesi ile dost olan
Yahudiler arasındaki bir birine uyma konusu ortaya çıktı.
Misal olarak; Bin Laden resmini taşıyan bir şahıs, özerklik
birliklerinin ateş açması sonucu öldürüldü. Çünkü bu
kişi, böylesi hareketle Amerika’ya karşı geldiğini
kamuoyuna yansıtıyordu. Ayrıca, direniş gösterenler
tutukladı. Çünkü, direniş yapmak; “Yüksek Filistin çıkarlarıyla”
çelişir. Oysa, bunlar Yahudilerin istekleridir.
Filistin şehirlerine Yahudilerin saldırmalarının
sebebi, yaydıkları söylentiler gibi bu özerkliği yok etmek
için değildir. Daha doğrusu, gelecek aşamada bu otoriteyi
iyice yerleştirmek içindir. Zira, direniş konusunda aktif
olanlara karşı canilerin başlatacakları yoğun suikastların
dalgası gücün bu özerkliğin elinden düşmesine yol açacaktır.
Şehirler içerisinde ve etrafındaki mahallelerde Yahudilerin
askeri güçlerinin varlığı halkın Filistin Özerklik
Otoritesine kızgınlığını başka tarafa çevirme amaçlıdır.
Çünkü Yahudiler şu anda halka saldırıyorlar. Ayrıca,
Yahudilerin direnişte aktiflik gösterenlere suikast düzenleme
hamlesi, Filistin Özerklik Otoritesinin bu aktif kişileri
tutuklama işini kolaylaştırır. Bu işi de otorite, bu
kişileri suikasttan kurtarmak istediğini iddia ederek
yapıyorlar. Böylece, Filistin Özerkliği ile dostları olan
Yahudiler arasında fark bulunmadığı ortaya çıkar. İki
taraf tek bir ekip şeklinde çalışıyorlar. Filistin
devletini kurmakla ilgili Amerikan ve Batı kuruntuları bu
ekibin oluşturmasına katkı sağladı.
ABD içerisinde İslam
karşıtı faaliyet gösteren bir kurumun yaptıkları:
Amerika’nın Teksas eyaletinde “Doğu tehlikelerinden
Batı kültürü ve hadaratını korumak için inceleme ve araştırma
merkezi” diye bir kuruluş bulunmaktadır. Bu merkez “İslam’ın
saldırısı ve işgali” adı altında bir kitap çıkartmıştır.
Bu kitabın kapağında Ayasofya camii yer almaktadır. Cami
kırmızı renkle boyanmıştır. Bunun manası; Müslümanlar
bu yeri gasp edip ! camiye çevirmeleridir. Kitap; İslam’a ve
Müslümanlara iftira ve ithamlarla doludur. Bunlardan bazıları:
“İslam’ın gerçeği Muhammed’in koyduğu ilkel
gelenekler ile bu adın arasından bir karışımdır.” “İslam
demokrasi karşısında bir engeldir.” “İslam memleketleri
İslam’ı ortadan kaldırmazsa demokrasiyi gerçekleştiremez.”
“Hac her senede binlerce hac yapan fakir Müslümanların
paralarını kötü şekilde çekmek için yasal bir şey olarak
ortaya çıkartıldı.” “İslam bizi berberi asırlara döndürmek
istiyor, o zaman kırbaçlama, öldürme, kısas ve cezalar
uygulanacaktır.” Ayrıca, bu kitap; Hz. Muhammed (sav)’e
birkaç yerde çatıyor. Kur-an hakkında bir sürü şüpheler
ve kuşkular uyandırmaya çalışıyor.
Ne yazık ki, kafir Batılıların İslam’a
ve Müslümanlara saldırıları uygarlık, ilmi araştırma ve
objektiflik sayılmakta. Böylesi merkezleri de medeniyet ve
ilerlemeden bir parça addedilerek sürekli yenileri ekleniyor.
Diğer taraftan, Müslümanların İslam davasını
yüklenmelerini fundamentalist, bağnaz, mutaassıp ve terörist
sayılıyorlar. Yine Kur-an kursu veya İslami okul açmak
büyük bir suç sayılır ve hemen kapatılır. Dünyada batıl
devlet egemen olunca ve hakkın devleti olmayınca yalan, zulüm
ve iftira yayılır. Ayrıca, hakkı isteyenlere saldırıp
onları öldürürler ve onlar hakkında her iftirayı
uydururlar.
İslam dünyasında Batı kültürü ve
hadaratına hayran olanlara sesleniyoruz! Aslınıza dönün ve
Batının çirkinliği ve bozgunculuğunu görün. Batının
vahşetini ve barbarlığını görmeye çalışın. Hak olan
İslam devletinin kurulması ve kültürünü yaymak için
İslam Devleti Raşidi Hilafeti kurmak için çalışanlara
katılın. Böylece, dünyayı ve bütün insanları Batının
ve onun vahşetinden kurtarmak sizin elinizle gerçekleşsin.
DEVLETLERARASI AF ÖRGÜTÜ
RAPORU
Devletlerarası Af örgütü şu başlık
altında bir rapor yayınladı; “İnsan hakları, çiğnenmekle
ilgili hamleyi güçlendirmek için mazeret yoktur.” Dünyada
bütün İslami grupların geleceği ve özellikle Orta Asya’da;
Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’daki İslami
grupların geleceği tehlikededir. Bu grupların mensuplarına
vahşi işkence uygulandığı ve bunların kuvvetle ezildiğine
dair açıklama yaptı. Çin’in egemenliği altında (Doğu Türkistan’da)
Uygur Müslümanları sebepsiz yere tutuklandığı ve
işkenceye uğradıklarını gösterdi. Özbekistan’da
yasaklanan İslamî Muhalefet partilerine karşı önlemler şiddetleniyor.
Bu partilerin mensupları tutuklanıyor, adaletsizce
yargılanıyor ve ağır cezalara çarptırılıyor. Örgütün
raporunda şu da geçti: “Amerikan yönetiminin bakışına göre,
Özbekistan’ın komşularına İslamî gruplara karşı
emniyet tedbirlerini artırmak için baskı yaptığına dair
tarafsız gözlemcilerin kuşkuları vardır.”
Bazı gazeteler, Özbekistan yönetiminin
3400 camiyi ve 35 İslamî okulu kapattığını ve 50.000 Müslüman’ı
hapse attığını duyurdu.
İnsan haklarıyla ilgilenen 21 Amerikan
örgütü, 11 Eylül olaylarıyla ilgili tutuklananların
durumunun karanlık (haklarında hiçbir açıklama
yapılmadığı) içinde olduğunu, bunların sayısı 1.000
kişiden fazla olduğunu, bunların çoğunun Müslümanlardan
ve Araplardan olduğunu açıkladı. Ayrıca şunu da ekledi “Oysa
bunlardan şüpheli olanların sayısı yalnızca 10 kişidir.”
Bu örgütler; Amerikan Adalet Bakanlığında tutuklu
olanların sayısını, durumu, cezaevlerinin isimleri, onlar için
avukatlar ve mahkemelerin tayin edilmesini istediler. Ek olarak,
bir çok kapalı tutuklama olayı gerçekleştiği, devlet
kuruluşları ve yetkililerinin bu olaylar ve kişiler hakkında
herhangi bir bilgi verilmesini yasakladığı, bu tutuklu
kişilerin işkencelere maruz kaldıkları ve haklarından
mahrum kaldıklarına dair haberler sızdı.
İşte, demokrasi budur! Artık demokrasinin
çirkinliğini örten tül perdesinden herkes bunları görmeye
başladı. Batı ve ABD demokrasiyi ilk çıkartanlar ve
uygulayanlardandır.
Türkiye’de demokrasinin çirkinliği
insanlar tarafından görüldükçe demokrasiyi savunanlar
insanlara şu iddiayı uyduruyorlardı: “Türkiye’de
demokrasi yoktur, demokrasi Amerika’da ve Avrupa’dadır,
onlar gibi demokrasiyi uygulayacağız.” Gelinen noktada Müslümanlar
ve bütün insanlık Amerika ve Avrupa’nın demokrasisini gördü.
Türkiye’deki o iddiaya sahip olanlar, şimdi ne diyecekler
acaba?!
Bugün düne benziyor
1918’de İngilizler, Fransızlar, Ruslar ve
İtalyanlar Osmanlı devletinin bütün topraklarını işgal
etmişlerdi. Başkent İstanbul’a girdiler. Mustafa Kemal’i
ayarladılar, ona hükümet kurdurdular. Lozan’da toplandılar,
Mustafa Kemal Lozan’da temsilcileri vasıtasıyla bu
işgalcilerin bütün isteklerini kabul etti. Daha önce gizlice
her şeyi (İngilizlerin ortaya koydukları) kabul etmişti.
Mustafa Kemal Lozan anlaşmasını onaylamıştır. Böylece
(Türkiye olarak sonradan adlandırılan) Osmanlıların bir parçasından
işgalci sömürgeciler geri çekildi. Mustafa Kemal onların bütün
isteklerini onayladı: Türkiye dışında Kafkas
memleketlerini, Arap memleketleri ve Balkan memleketlerini de bu
işgalcilere teslim etti. İslam’ı hayattan ve devletten
uzaklaştırdı, cumhuriyeti kurdu ve laikliği getirdi.
Afganistan’da benzeri olmuştur; Bonn’da
Amerika ve müttefikleri Afganistan’ın geleceğini çizdiler.
İslam kaldırılacak, küfür anayasası getirilecek ve İslam’ı
hayattan ve devletten uzaklaştıran proje çizildi. Bunların
hayata geçirilmesi için Karazai ve hükümetini tayin ettiler.
Sömürgecilerin yolu her asırda birdir.
memleketi işgal ederler, sonra yerlerine kendilerine bağlı
olacak başkan ve hükümetini ayarlarlar, anayasasını
belirlerler ve daha sonra oradan askerlerini çekerler.
İngilizler 1920’lerde Afganistan’ı
işgal ettiler. İngilizler orada hezimete uğradılar. Fakat,
Amanullah adlı kralı satın alabildiler. Onun vasıtasıyla
her şeyi uygulamak istediler. Onların komisyoncusu Mustafa
Kemal idi. Mustafa Kemal bu kralla temas etmeye başladı. Türkiye’de
uyguladığı anayasa ve devrimlerini ona benimsettirmek istedi.
O kral, bunları uygulamak için hareket
edince Afganistan halkı hemen başkaldırıp 1928’de kral
Amanullah’ı devirdiler ve böylece Müslümanlıklarını
korudular. Maalesef böyle bir şey Türkiye’de olmamıştır.
İngilizler o tarihte gerçekleştiremedikleri şeyi şimdi
Afganistan’da gerçekleştirmek istiyorlar. Ama bu sefer Amerika’nın
gücüyle ve yardımıyla. Bu sebeple, Amerikanlar İngilizlere
Kabil’de yer ve imkan verdiler ki; İngilizler eski
yenilgileri için intikam alsınlar.
Yeni yönetimin başkanı ise, (Hamit
Karazai) Amerikan Lenkoln Petrol şirketinde çalışıyordu. Bu
şirket Orta Asya’dan Afganistan üzerinden petrol ve gaz
boruları döşemek için Talibin hükümetiyle görüşüyordu.
Taliban bunların şartlarını kabul etmemişti. Amerika kendi
şirketlerinin memuru olan Karazai Kabil’de küfür ilkelerini
uygulamak ve İslam’la savaşmak için memur olarak tayin
etti.
Suudi Arabistan’a ABD, Irak’la
savaşmak bahanesiyle 1991’de on binlerce asker göndermişti
Orada üsler kurmuştu. Bu üslerde 5000 bin
Amerikalı asker vardır. Bir kısmı kadınlardır. Bu
kadınlar üslerden sokağa gidecekse kapalı İslamî elbise
giymelidir. Şimdi ise bu Amerikalı kadın askerler İslamî
elbise giymeden sokağa çıkabileceğine dair ABD’den müsaade
çıktı. Çünkü, bir Amerikan kadın pilot subayı Martha
Mcsally ABD’de dava açtı. Buna rağmen, ABD hükümeti
kadın askerlerine kapalı İslamî elbiseyi giymeyi nasihat
ediyor. Çünkü, Müslüman halkın tepkisinden korkuyor. Bu
subay kadın da şunu dedi: “Düşman toprakları üzerine tek
koltuklu bir uçağı sürebiliyorum, fakat arabayı süremiyorum.
Arka koltukta oturmam gerekir ve bir adam arabamı sürmelidir.
Arabam Suudi polis tarafından durdurulursa bu adam kocam demeliyim.”
Suud devleti Amerika’yı dost sayar, fakat
Amerikanlar Suud topraklarını düşman toprakları olarak
sayıyor. Bu subay kadın bunu açıkça ifade etmiştir.
Ayrıca, ABD kendi varlığını göstermemek için asker kadınlarına
kapalı, İslamî elbiseleri giymelerini teşvik ediyor. Son günlerde
halk arasında Amerikalıların varlığından ve üslerinden
rahatsızlık başladı, bu nedenle Suudi Arabistan
yetkililerinin oradan Amerikalıların çıkmaları ve üslerini
kapatmakla ilgili istekleri Amerikan yönetimine iletilince bu
kibirlenmiş ve burnu göklerde olan yönetimi ve adamları
Suudlara şöyle dediler: “Siz değil biz ne zaman çıkacağımıza
dair karar alırız.”
Bu münasebetle şunu sormak istiyoruz; Türkiye’de
50 seneden beri Amerikan üsleri vardır. Bu üslerde en gelişmiş
silahlar vardır. Bu üsler 1952’de orada kurulunca komünist
Sovyetler Birliğinin tehdidine karşı ve bahanesiyle kurulmuştu.
Sovyetler Birliği 11 sene önce yıkıldı. Peki bu üsler
niçin orada duruyor? Türkiye yöneticileri bu üsleri
kapatmaya hiç çağırmıyorlar. Türkiye’deki halk niye bu
üslere tepki göstermiyor ve yöneticilerine bunları kapatmak
için baskı yapmıyor? Bu üslerden Irak halkını bombalayan
ve her şeyini tahrip eden uçaklar uçmuştu. Hâla da
uçmaktadır! Bu üslerden Afganistan’ı bombalamak, halkını
ezmek ve İslam’ı yok etmek için yok edici uçaklar uçmuştu.
Türkiye’deki Müslüman halka ne oldu? İhsası çok mu zayıfladı?
Yoksa maddiyatla ve ekmek kazanmakla mı meşgul ettiriliyor? Müslümanların
olup bitenlere bakmaya ve bunları düşünmeye hiç mi vakti
kalmadı?
Amerika'nın maskesi düştü!
Artık Amerika bundan söz etmiyor.
Afganistan’dan Küba’daki üssüne götürdüğü
Müslümanları esir olarak kabul etmiyor. Onları canî sayıyor
ve onlara şu adı verdi; “yasal olmayan savaşçılar” Öyle
olsalar bile bunlar insan değil midir? Herhangi bir insana
gerekli muameleyi göstermek gerekmiyor mu, eğer insan
haklarından söz ediyorsa!...
Bu Müslümanları çırılçıplak
bırakıyor, diz çöktürüyor, onları horluyor, köpeklerin
yaşadıkları kafeslere yerleştiriyorlar.
Bu olay şunu gösteriyor; Amerikalılar İslam’a
ve Müslümanlara büyük kin besliyor. İnsan hakları bir
hikayedir, bir oyundur. İstediği zaman istediği devlete
karşı kullanır. İngiltere ve diğer Avrupa devletleri de
aynı durumdadır. Onlar da Amerika’yı destekliyor ve ona
katılıyorlar. Filistin’i gasp eden Yahudilerin varlığını
ve vahşiliğini destekliyorlar ve finans ediyorlar.
Öte yandan, insan haklarını kendi halkları için tanırlar,
diğer halklara ve özellikle Müslüman halklarına
tanımazlar. O sebeple, İslam yönetimini tesis etmeye çalışan
Müslümanları ezen rejimleri destekliyorlar. Bütün İslamî
hareketleri terörist olarak ilan ettiler.
|