Ana Sayfa YIL 13   SAYI 146   ZİLKADE 1422   ŞUBAT 2002 E-Mail

TEFSİR - BAKARA SURESİ  AYET: 97 - 103

Esad MANSUR

“De ki: Cebrail'e kim düşman ise şunu iyi bilsin ki Allah'ın izniyle Kur'an'ı senin kalbine bir hidayet rehberi, önce gelen kitapları doğrulayıcı ve müminler için de müjdeci olarak O indirmiştir. Kim, Allah'a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail'e ve Mikâil'e düşman olursa bilsin ki Allah da inkarcı kafirlerin düşmanıdır.” (Bakara 97, 98)

Bu ayetlerin yahudiler ile Resulullah (sav) arasında cereyan eden münakaşa üzerine nazil olduğuna dair alimlerin ittifakı var. Bu münakaşada, yahudiler Resulullah (sav)’e birkaç soru sordular. Resulullah (sav) onlara dedi ki; “Eğer size cevap verirsem bana tabi olup, İslam’a girecek misiniz? Onlar evet dediler. Yakub (as)’ın kendine yasakladığı yiyecek hakkında ve çocuğun erkek veya kız doğuşu hakkında sorular sordular ve sordukları sorulara Resulullah (sav) cevap verince, bu cevapları onayladılar. Resulullah (sav) dedi ki; “öyleyse İslam’a girin.” Dediler ki; meleklerin arasında hangisi senin dostun. Resulullah dedi ki; “O bütün Resullerin ve nebilerin dostu olan Cibril’dir. Bu benim dostumdur.” Dediler ki; öyleyse sana inanmayacağız. Resulullah (sav); “niye” diye sorunca, dediler ki; o bizim düşmanımızdır. Oysa onlar, bunu bahane olarak gösterdiler. Çünkü sordukları sorulara Resulullah cevap verirse inanacaklarına dair söz vermiştiler. Bu sözleri bozmak için böyle yaptılar. Bugün yahudiler Filistin’de aynı şeyi yapmaktadırlar. Hain Arafat’a ve zümresine bir çok söz verdiler. Arafat ve onun zümresi yahudilerin istediklerini tamamen yerine getirir, akabinde yahudiler hemen bahane olarak bir şey çıkartırlar ve sürekli böyle yaparak sözlerini bozarlar. Bunlarla da kalmayıp, Arafat zümresini ve Filistinlileri de suçlu kılarlar.

Ayrıca yahudiler, Cebrail (as)’ı azap meleği olarak sayıyorlar. Çünkü, kendileri dahil olmak üzere Allah’a isyan edenlere Cebrail (as) azabı Allah’ın emriyle indiriyordu. Ve dediler ki; Mikâil senin dostun olsaydı veya Mikâil Kur-an’ı indirseydi İslam’a girerdik. Çünkü Mikâil rızk vermek, bitki yetiştirmek ve yağmur indirmekle mükellef olan melektir. Bu hadise, yahudilerin ne kadar inatçı, ne kadar menfaatçi olduklarını gösterir. Onlar sadece, kendilerine menfaat vereni arıyorlar. En büyük hidayet göstereni istemiyorlar. Zira, Cebrail (as) Kur-anı indirdi. Bu Kur-an müminler için bir hidayet ve müjde kaynağıdır. Bu ise daimdir ve insanları ahirette de felaha taşıyacaktır. Aynı anda Kur-an, doğru Tevrat’ı onaylıyor. Dikkatimi çeken şudur: yahudiler ve onlara tabi olan hıristiyanlar -çünkü hıristiyanlar yahudilerin inandıkları eski ahde inanıyorlar- çocuklarına hiç Cebrail ismini vermezler. Hep Mikâil ismi verirler. Bu isim değişik dillerde değişik şekilde yazılır ve telaffuz edilir! Mişel, Michel, Meykıl v.s. Allah’u Teala Cebrail (as)’a düşmanlık yapanın Mikâil (as)’a da düşmanlık yapmış olduğunu gösterdi. Çünkü, melekler arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi Allah’ın her emrini hemen yerine getirmekle yükümlü kullarıdır. O sebeple kim Cebrail (as)’a düşmanlık yapmışsa, Mikâil (as)’a düşmanlık yapmış olur diye beyan etmiştir. Hatta, Allah’u Teala bütün meleklerine ve Resullerine böyle kişilerin düşmanlık yaptıklarını gösterdi. Kim böyle yaparsa kafirdir. Allah ise kafirlerin düşmanıdır. Böylece yahudiler ve hıristiyanlar kafir ve Allah’ın düşmanı olmuş oldular.

Diğer yandan, Allah’u Teala bir çok ayette Cebrail’i övüyor ve onu güzel isimlerle isimlendiriyor: Ruh, Ruhul Emin, El- emin ve Ruhul Kudüs, böylece Cebrail (as) meleklerin efendisi oldu. Kur-anı Resulullah’a getiren O’dur. Yahudiler Kur-ana ve Muhammed (sav)’e düşmanlıklarından dolayı Cebrail (as)’a da düşman oldular. Bir ayeti bile inkar eden kimse kafirdir. Bu da Allah’ın düşmanıdır. Çünkü, Allah’ın ayetlerini reddediyor. Allah’ın emrettiğini reddediyor. Bunu yapan kimse Allah’a düşmanlık yapmış olur. Müslüman olmayan herkes kafirdir ve Allah’ın düşmanıdır. Müslümanları ezmek veya yok etmek için çalışır. Bu sebeple kafirler, her taraftan Müslümanlara saldırıyorlar. Bir taraftan Amerika ve İngiltere, başka taraftan İsrail, öbür taraftan Filipinler, Ermeniler, Maruniler v.s.

“Andolsun ki sana apaçık âyetler indirdik. (Ey Muhammed!) Onları ancak fâsıklar inkar eder. Ne zaman onlar bir antlaşma yaptılarsa, yine kendilerinden bir gurup onu bozmadı mı? Zaten onların çoğu iman etmez. Allah tarafından kendilerine, yanlarında bulunanı tasdik edici bir elçi gelince Ehl-i kitaptan bir gurup, sanki Allah'ın kitabını bilmiyormuş gibi onu arkalarına atıp terkettiler.” (Bakara 99, 100, 101)

Fâsık’ın manası; dinden çıkandır. Arapça lügatte “feseke” ayrıldı ve bir yerden çıktı anlamına gelir. Kısmen fâsık olan; dinin bir kısmını uygulamayan kimselerdir. Mutlak şekilde fâsık olan kimse dinden veya haktan ayrılandır. Burada, Allah (cc)'nun ayetlerini inkar ederek kafir olan veya bu ayetleri reddeden kimse fâsık olur. İşte, yahudiler ve diğer ehli kitaplar, Allah (cc)'nun ayetlerini reddettikleri için kafir oldular. Kafir olmak; inkar etmek veya reddetmek veya gerçeği örtmek manasında geçmektedir. Bir kısım yahudiler Resulullah (sav)’e dediler ki; eğer bu hususta bize bir ayet getirirsen sana inanırız. Allah’u Teala onlara şöyle cevap veriyor: Ayrıca, şimdi ve daha önce hep böyle söz verdiniz, sonra sözünüzü bozuyorsunuz. Çoğunuz Allah’ın ayetlerine inanmıyorsunuz. Musa, İsa ve diğer peygamberlere verdikleriniz sözleri hep bozdunuz. Resul (Hz. Muhammed sav)’e gelince onu inkar ettiniz. Oysa Tevrat’ı onaylayan kitabı (Kur'an-ı) size getirdi. Siz bunu bildiğiniz halde arkanıza attınız. Bilmezlikten geldiniz.

Allah’u Teala, bize ehl-i kitap, yahudiler ve hıristiyanların Kur-anı arkalarına attıklarını bildiriyor. Bunun manası; görmezlikten ve bilmezlikten gelmektir. Önlerine koyup, onu düşünseler ona inanırlar idi. Fakat, şartlı olup, inanmak istemedikleri için yüzüne bile bakmak istemezler. Bir şeye inanmak istemeyen kimsenin hali böyledir. Bugün Kur-an ayetlerini vakıalara mutabıklığını; İslam’ın meseleleri nasıl tedavi ettiğini gösterirsen, (yönetimle, ekonomiyle ve dış siyasetle ilgili vs.) inanmak istemeyen kimse, seni hiç dinlemek istemez ve gösterdiğin delile de itibar etmez. Bununla ilgili bir neşriyat versen dahi, hiç okumaya bile lüzum duymaz.

“Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kafir olmadı. Lâkin şeytanlar kafir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kafir olmayasınız, demeden hiç kimseye (sihir ilmini) öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler. Sihri satın alanların (ona inanıp para verenlerin) ahiretten nasibi olmadığını çok iyi bilmektedirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu anlasalardı!” (Bakara 102)

Bu ayetle ilgili bir çok gayri sahih rivayetler (özellikle israiliyattan kaynaklanan) bir çok rivayetler uyduruldu. Zira, yahudiler Süleyman’ın tabi olduğu şeyi bırakıp, Süleyman (as) döneminde şeytanların uydurdukları yalanlara tâbi oldular. Bazı rivayetler, Süleyman (as) şeytanların okudukları yazıları ve bunlardan sihirbazlığı öğreten yazıları onların ellerinden alıp saklıyordu. Süleyman (as) vefat ettikten sonra şeytanlar, yahudilere dediler ki; Süleyman filan yerde veya koltuğu altında sihirbazlığı içeren yazılarla amel ediyordu ve bu şekilde insanlara, cinlere, şeytanlara ve her şeye egemen oldu. Yahudiler bunlara inandılar ve yalan şeyleri ve sihirbazlığı öğrenmeye başladılar. Allah’u Teala Süleyman (as)'ın böyle şeyleri öğrenmediğini bildiriyor. Böyle şeylere inananlar kafir olur. Böyle yalan yazılar ve sihirbazlıkla insanlara, cinlere, şeytanlara ve her şeye egemen olunur diye inanan kimse kafir olur. Süleyman (as) Allah tarafından gelen mucizelerle insanlara, cinlere, şeytanlara, hayvanlara ve her şeye egemen oldu. Sihirbazlıkla hiçbir şey olmaz. Ancak insanları kandırarak birbirlerinden ayırır. Böylece insanlara zarar verirler. Bu da olursa ancak, Allah izniyle olur. Başka ifadeyle, Allah’ın iradesi, gücü ve egemenliği altında olur. Yani, Allah’a rağmen bir zarar veremezler. Allah istese onu engellerdi. Fakat, Allah onların ellerini serbest bırakarak, insanları bununla imtihan ediyor. Bu ayetlerden şu da anlaşılır: Sihirbazlıktan hiç hayır gelmez, ancak zarar gelir. Allah’u Teala bir ayette söyle buyurdu;

“Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz.” (Talha 69)

Bunun manası; sihirbazlık yapmak hem haramdır hem de bu işten hiç hayır çıkmaz. İyilik yapmak veya hayır getirmek için bir sihir veya büyü yoktur. Kur-anda ve Sünnette sihir ve sihirbazlar hep kötülendi. Buna göre, bazı insanlar çocukları hasta olunca veya çocukları olmuyorsa hemen sihirbazlara veya büyücülere koşarlar. Bu ise haramdır, bu büyücülere gitmek haramdır. Hatta bir kimsenin kendisine, ailesine ve çocuklarına büyü yapıldığını zannederek veya evhama kapılarak bu büyücülere gitmesi haramdır. Zira Kur-anı Kerim bunların fayda getiremeyeceğini, ancak zarar getireceğini açıkladı.

Yukarıdaki ayette “Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.” şeklinde geçmiştir. Bu ayete göre de büyü ve büyücüler kesin şekilde fayda ve hayır getirmezler. Buna göre hayır getirmek için büyü öğrenmek veya yapmak diye bir şey yoktur. Aynı zamanda, bir büyü yapılırsa o gerçek değil, sadece bir aldatmacadır. İnsanlar evhama kapılarak etkilenirler. Çünkü, Kur-anda şöyle geçmektedir;

“Siz atın" dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler.” (Araf116)

Musa (as) ve diğer insanların önüne attıkları iplikler birer iplik olarak kaldılar. Ama insanlar onların birer yılan olduğu hayaline kapıldılar.

“Hayır, siz atın, dedi. Bir de baktı ki, büyüleri sayesinde ipleri ve sopaları, kendisine gerçekten koşuyor gibi görünüyor.” (Taha 66)

Sahih hadislerde Resulullah (sav) en büyük yedi günah sayarken, bunlardan bir tanesini de sihir ve büyü yapmak olarak gösterdi. Bu nedenle İslam’da sihir veya büyü yapmanın cezası ölümdür. Bu ayetlerden bazı imamlar şunu anladılar: Sihirbaz veya büyücü kafirdir, öldürülür. Bu görüşü söyleyenler; imam Ebu Hanife, İmam İbni Hanbel ve İmam Malik’tir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu; “Sihirbazın (büyücünün) cezası ise kellesinin kılıçla vurulmasıdır.” (Tirmizi)

İkinci halife Hz. Ömer memurlarına şöyle genelge çıkarttı; “Erkek olsun kadın olsun büyü ve sihir yapanları öldürün.” (Buhari)

Bir insan kendisine veya bir yakınına sihir veya büyü yapıldı diye evhama kapılırsa hiçbir büyücüye veya hocaya gitmemelidir. Zira Resulullah (sav) şöyle buyurdu; “Kim bir büyücüye bir kahin yanına giderse Muhammed’e indirilene (Kur-ana) göre kafir olur.” (Buhari). Sadece Kur-an okusun, dua etsin ve evhamdan kendini kurtarsın. İslam devleti kurulunca, bu ağır cezadan dolayı kimse kimseye bir şey yapamaz.

Toplum arasında ihtilaflı çok konular vardır. Bu konulardan bir tanesi de sihir ve büyünün kaynağıdır. Şöyle ki; sihir öğreten iki kişinin vakıası ve vasfı konusundaki durumdur. Bunlar iki melek idiler ve kendilerine, insanlarda mevcut olan içgüdüler gibi, onlara da içgüdüler verildi. Dünya cezasını kabul edip, Babil adlı bir yerde hem azap görürler hem de insanlara sihir öğretirler diyen alimler vardır. Zühre adlı kadınla zina yaptılar, Allah (cc) Zühre’yi ceza olarak, yıldız haline getirdi ve bu iki melek Babil’de azab görmeyi kabul ettiler diyen alimler vardır. Fakat, bu akideyle ilgili bir meseledir. Eğer kesin delil geçmezse böyle şeylere inanılmaz. Bu alimler israiliyattan rivayet edenlerden aldılar. Bunlarda birer hadisler olarak gösterilmektedir. Bu hadisler zayıftır veya İsrailoğulların’dan İslam’a giren Kab-il Ahbar’dan rivayet edilmiştir. Bu kişinin rivayet ettiği hadisler reddedilir. Çünkü, bu kişi İsraili hikayeleri uyduruyordu. Hatta bazı sahabeler bu tür hikayeleri Kab-il Ahbar’dan duydular ve ondan sonra bu rivayetler bu sahabelerden birer hadis olarak rivayet edildi. Bu nedenle Tefsir kitaplarında geçen bu tür rivayetler reddedilir. Hatta, İbni Kesir gibi tefsir kitaplarını yazanlar bu tür hadisleri rivayet ettikten sonra bu hadislerin doğru olmadıklarını yazarak, beyan etmişlerdir.

Yahudiler Cebrail ve Mikâil’e sihir indirildi dediler. Ayrıca iki Kral olan peygamberlerden Davud (as) ve Süleyman (as)’a sihir indirildi dediler. Bu, yahudilerin yalan iddialarıdır. Ayette, Süleyman (as) sihirle hiç alakası olmadığı gösterilir. Ayetteki mana “İki meleğe hiç indirilmedi” diye anlaşılabilir. Harut ve Marut Babil halkından iki kişi olabilir. Ayet, melek veya melik şeklinde okunabilir. Melik olunca Kral olur. Ayetin manası; “İki Kral olan Davud ve Süleyman’a sihir indirilmedi” olur. İki melek olunca ise ayetin manası; ”Cebrail ve Mikâil’e sihir indirilmedi” olur. Şu var ki, meleklerin adlarının sonunda hep “il” geçer. “il” sözcüğü Arapça’ya göre uzatılarak “iil” şeklinde okunur: Bunun manası; Allah’tır. Bundan önce kul manasında geçen kelime mevcuttur. İsraf-iil, Cebra-iil, Mika-il, Azra-il v.s Arapçalaştırılmış isimlerdir. Buna göre Harut ve Marut meleklerin isimleri olamaz. Hem de bu isimlerin aslı Arapça değildir. Sanki, iki kişiyle alay ediliyor. Bazı alimler Harut ve Marut’un iki cin olduklarını söylediler. Bunlar bir kimseye sihir öğrettikleri vakit, öğrettikleri kişilere; “sihirbazlıkla uğraşmak küfürdür” derler. Buna benzer tefsirler kesin değildir. Özetle kesin olmayan ifade akide olamaz, birer görüş olarak kalır. Önemli olan, sihir ve büyünün aldatıcı olduğu, onunla uğraşmanın haram olduğu, hatta kişinin kafir olabileceği, onunla uğraşan kimsenin Hilafet Devleti tarafından öldürüleceği, her hangi bir zarar gibi Allah’ın egemenliği altında bu zararın gerçekleşeceği bir kimsenin büyü çözmek için bir büyücüye gitmesinin haram olduğu ve bu konuda yalnız Allah’a başvurmasının gerekli olduğunu pekiştiriyoruz. Yahudiler gibi olmasınlar, onlar Allah’ın ayetlerini bırakıp, hep sihirbazlıkla uğraştılar ve sihirbazlara koşmaya başladılar. Bunun ticaretini yaptılar. Nitekim, bazı sahte Müslümanlar Allah’ın ayetlerini terk edip, böyle saçma sapan şeylerle uğraşırlar. Yahudiler gibi bunun ticaretini yapar hale geldiler. Bu nedenle Allah’u Teala, yahudiler hakkında şöyle buyuruyor:

“Eğer iman edip kendilerini kötülükten korusalardı, şüphesiz, Allah tarafından verilecek sevap daha hayırlı olacaktı. Keşke bunları anlasalardı!” (Bakara 103)

Buna göre sihirbazlığa inanan kimse mümin olmadığı gibi, takvadan bir pay da almış değildir. Yalnız Allah’tan gelene inanan kimse iman etmiş olur ve buna uyarsa takvalı olur. Bu ise, sihir ticaretinden daha hayırlıdır. Ancak idrak eden veya bilen kimse bunu fark eder. Bazı insanlara bunu hatırlatmakla yola gelmedikleri için İslam; gerçek mümin olmak veya takvalı olmak istemeyenlere caydırıcı olan ceza yolunu gösterdi. Bu ise; (sihirle uğraşanlara uygulanacak ceza) ölüm cezasıdır. Bu ceza ancak caydırıcı olur. Çünkü, çok kimse uyarı ve nasihatla caymaz, ancak ceza ile cayar. Üçüncü Halife Hz. Osman (ra) şöyle dedi: “Allah Kur-andan ziyade devletin otoritesiyle caydırır.”

İslam dinini diğer dinlerden ayıran en önemli özelliği, hayat nizamını içermesidir. Bu hayat nizamından bir parça olan ceza kanunlarıdır. İsrailoğullarına indirilen dinde hayat nizamı ve ceza kanunları vardır. Fakat onlar, bu hükmü tahrif ve tevil ederek kaldırdılar. Şu anda İslam dinine karşı aynı oyun oynanmaya çalışılmaktadır. Gerçekte mümin olmayanlar kimseler, müminiz ve müslümanız iddiasında bulunarak bu eylemlere katılmaktadırlar.

YIL 13  SAYI 146  ZİLKADE 1422  ŞUBAT 2002

Yukarı