Danimarka’da basılan Information Gazetesi’nde
çok dikkat çekici bir yazı çıktı. Bu yazı, günümüzün Irak
işgalinde gözleri görmeyen, yüzeysel ve bilgi bombardımanı
kampanyası ile paralel olarak, batı uşaklarının satılmış
kalemlerinin saptırmalarına kurban olan insanları dahi uykudan
uyandıracak derecede bir bomba etkisine sahip idi.
Uluslararası siyasette kapitalist dünyası ve
lokomotifleri Bush-Blair; “kesinlikle özgürlük, insani değerler,
insan hakları” gibi gerek; “insani, ahlaki veya ruhani
değerleri” gözetmezler ve hedeflemezler. İşte, yazının
konusu buydu ve yazı adeta günümüzün Irak işgali ve ona
sebeb gösterilen motiflerin başta;
1. Özgürlük ve demokrasi,
2. BM kararları ihlali,
3. Ortadoğu ve dünya için güvenlik ve barış,
4. Kitle imha silahları,
5. Irak’ın terör ile bağlantısı söylemlerinin
birer maskara ve apaçık yalanlar zinciri olduğunu dünya medyasına
taşıdı.
Bu yazı ve aynı konuyla ilgili raporlar,
Fransız parlamentosunda ve Amerikan Kongresinde uzun tartışmalara
yol açtı. Ayrıca muhataplarını zor durumda bıraktı.
Nasıl bırakmasın ki?! Nerede görülmüş 1
milyon insan evladının, 3 ay gibi kısa bir sürede adeta tarihin
kara sayfalarına gömülmesi.
Zikredilmiş olan makaledeki fikirler “Ruwanda´dan
hikayeler” kitabından alınmış ve kitap pek çok ödül
almış.
Ruwanda konusu neden ibaretti? Bir hatırlatma;
cinayet, kan, kitlesel terör, toplu halde katliamlar, bütün akla
gelen veya gelmeyen müşterek kavramlar ve kelimeler vuku bulan
vahşeti anlatmaya asla yeterli olamaz. Dünyanın en usta kalemi
bile Rwanda resmini kelimelerle çizemez. Belki şiirler Ruwanda gerçeğine
yakın bir fotoğrafı yansıtabilir.
Bu eylemde vicdansızca yer alan, katılım gösteren,
onaylayan, planlayan, sevinç ve heyecan ile gerçekleşeceğini
çok önceden bilip, durdurmaya kadir olup seyredenler de vardı.
Bunlar, 1 milyon insanı katleden tetikçilerden daha çok sorumlu
ve vebal sahibi desek abartı olmaz. Zira, vahşet Afrika da olsa
bile Amerika’da ve Fransa’da saraylarda ve küçük bir azınlık
tarafından planlandı, onaylandı veya en azından bazıları
çok önceden bilmelerine, önleyebilecek kudrete sahip olmalarına
rağmen yapmadılar. Bunun da birkaç sebebi vardı:
1. Bilindiği üzere, kapitalist iktisatçı
teorisyenlerinden ünlü Thomas Malthaus´ un teorisi gereğince; dünyadaki
zenginliklerin (mal ve hizmetler) oranı insan nüfusuna nispetle
yetersiz, dolayısıyla dünyanın ekonomik sorunu servetin dağıtımı
ve bunu sağlayacak metodlar ve ilkeler meselesi değil, bilakis
yetersizlik teorisine göre kapitalist ekonomisi milli üretim
ve onun kapasitesini etkileyen faktörleri izale edip üretimi
maksimumlara çıkarmak ile sınırlı.
Her ne kadar bu yapılsa ve insanlar üretime teşvik
edilip (herkese dağıtımı garantilemeden) sadece üretenlere
pay verilse dahi teori gereği, insanlığın büyük bir kısmı
temel ihtiyaçlarını doyuramayacak. Zira kaynak yetersiz. Ondan
dolayı Malthaus, insanların bir kısmının savaş ile
öldürülmesini, diğerinin mesela; AIDS gibi hastalıklarla
temizlenmesini, bir kısmının da iç savaş çıkartılarak yok
edilmesini sermaye sahiplerinin ekonomik refahını ebedi
kılabilmek için öngörülmüş.
Bu teori üniversitelerde, ticaret okullarında
hala bizlere öğretilmekte. Buradan hareketle yüzde 20% lik bir
azınlık şu anda dünyanın yüzde 80% lik servetlerine sahip.
Yüzde 20% lik bu ekonomik, siyasi, askeri güce
sahip azınlık dünyayı Newyorktan, Paris’ten, Londra’dan
seyrederken nerede servetlerine tehdit görürlerse anında müdahale
etme kudretine sahipler. Onlar için nüfus çokluğu da bir tehdit.
2. Silah sanayisi; savaşlarda özellikle
çok karlı, dünyanın en büyük silah tüccarı ve ihracatçısı
Amerika.
3. İç savaş, Şam bölgesine müdahale
Osmanlı Devletini parçalamak için Fransa ve İngiltere
tarafından nasıl meşruiyet gerekçesi olarak görüldü ise,
bu siyasi jokey hala kullanılmakta. Dolayısıyla; “Afrika
kendisini yönetemiyor, bizim yönetmeyi öğretmemiz lazım
onlara” diyerek müdahale hakkı doğuyor. Bunun gibi başka
bir çok sebebler sayıla bilir.
Ruwanda´da vuku bulan gerçekleri rakamlar
anlatmaktadır: “Üç ay içinde Ruwanda´da katliam sayısı 1
milyona ulaşmış ki; bu 1 ay içinde 330 bin kişi, 10 gün
içinde 110 bin kişi ve 1 gün içindeyse, 11 bin kişinin
katledilmesi demektir. II. dünya savaşındaki sayı bu sayı
yanında bir bilgisayar oyunu gibi kalır.
Daha enteresan olan; Irak´ın bugünkü
(güya) kurtarıcıları olup demokrasi, refah ve özgürlük sağlayacak
olan İngiltere, ABD ve müttefiklerinin, o dönemde taraflarla sıcak
ilişkiler içinde olmasıydı. Zira, Clinton döneminin ağır
toplarından ve BM´nin bölgedeki askeri kuvvetlerinin
sorumlusu Can adlı general ve ayrıca yerel tanıdık ve müttefiklerden
3 ay öncesinde bir rapor almıştı. Fransa’nın rapor almasına
gerek yoktu. Zira Fransız bakanlar güncel olarak Ruwanda’nın
bakanlarıyla adeta arkadaş gibi görüşüyordu.
Irak´ı Saddam canavarından kurtarmak isteyen
medeniyetin temsilcileri ve savunucuları bu rapor karşısında
nasıl bir tavır belirlemişlerdi?
Raporda yazan; 5 bin askerin halk katliamını
engellemeye yeterli olması yönündeydi.
Rakam bu gün, Irak halkını Saddam
canavarından kurtarmak için gerekli olan 300.000 asker değil
ancak 5 bin asker talep ediyor.
Saf Kanadalı general, onların yanıt emrini
okurken hayatının en büyük şok ve krizini yaşamıştır
herhalde?!
Emir şu sözlerden ibaretti:
“Hiç bir
asker gönderemeyiz ve bütün kuvvetler geri çekilsin.”
Clinton Ghana´yi bir kaç sene önce ziyareti
esnasında küstah, alaycı ve vicdansız bir tavırla özür
dileyip; “sorumluluğun uluslararası topluma (ABD, Fransa
ve İngiltere basta olmak üzere) ait olduğunu” ve devamında
da “...durdurmaya kudretimiz varken, bilinçli olan pasifliğimizi,
aylarca halk katliamının varlığını inkar edişimizi kabul
ediyoruz” demişti.
Evet, onlar sorumluydular! Dünyadaki en büyük,
dehşet dolu, hızlı gerçekleştirilmiş halk katliamının
sorumlusuydular…
Fransa´nın da desteklediği (devlet destekli)
RTLM radyosundan sabah saatlerinde, Amerikalı ve Fransızlar
saraylarında kahvaltı ederlerken, haykırılan şu sözleri,
edalarını bozmadan, pasif kalıp, kulak verdiler( ABD ve
Fransa): “Hamam böceklerini öldürün.” Tüm
şiddetine rağmen, hunharca cinayetler devam ederken söylendi bu
sözler…
Rwandalılar, bizim gibi Müslüman olmadıkları
halde, bizler onların İslam’a göre mukaddes olan hayatlarının
akıbetini düşünürken, sorumluluk duygusu ve endişeden
geceleri uyuyamazken, Washington ve Paris bu süregelen vahşeti
durdurmadılar ve katliamın olduğunu bile inkar ettiler. Zira
uluslar arası hukuk ve kanunlarca halk katliamı olduğunu
resmen kabul etmek; siyasi sorumluluk ve müdahale zorunluluğu ve
tarafları ayırmayı gerektiriyor. Sorumlu tutulacaklarının
kaygısını ve bu yolu seçtiklerinde kaybedecekleri dolarların
hesabını çoktan yapmış, parayı ve gücü tercih etmişler,
umut içinde seyre dalmışlardı...
Bütün bunların yanı sıra yazar Philip
Gourevitch Ruwanda’nın Kigali bölgesinde, kamuda görevli bir
Amerikan yetkiliyle yapmış olduğu toplantıdan bahsediyor. Bu
yetkili kendisine şöyle bir soru yöneltmiş:
“Duyduğuma göre sen halk katliamlarına
ilgi duyuyormuşsun. Nedir halk katliamı biliyormuşsun?”
Bende anlatmasını istedim. Bana şöyle dedi: “Peynirli
sandovictir” Tekrar etti: “peynirli sandovictir,
peynirli sandovictir, yaz bunu” dedi. Bu sonuca nasıl
ulaştığını sorduğumda bana: “Kimi ilgilendirir bu? İnsanlık
suçumu?. İnsanlık kim?. Sen mi? Ben mi?. Sana karsı suç mu işlendi?
Hey, sadece 1 milyon Rwanda´lı Halk katliamı antlaşmalarını
duydun mu sen?” seklinde sorunca; “Evet, duydum.”
yanıtını verdim. Bunun üzerine: “Onlar (antlaşmalar)
peynirli sandovicin paketidir” dedi.
İşte, bundan dolayı baslığımızı; “Bush-Blair
peynirli sandovic yedi” diye attık. Zira Ruwandadan sonra şu
anda Irak halkının etini yiyiyorlar ve kanını içiyorlar.
Bu peynirli sandovic 1950´li yılların
başarılı ve tecrübeli ahcıları olan Henry Kissinger, Brezinsky
ve bunların aşçı başı olan William Yandel Elliot, Dick Chaney
ve Rumsfeld gibi Amerikan emperyalizminin hayalinin öncülerini teşkil
edenler tarafından hazırlanmıştır. Bunlar dünya tarihine “Vietnam
savaşı” ve “Küba krizi” ve “Endonezya’da
1 milyon halkın katliamı” ve “kanlı inkılaplar”
gibi nice hediyeler de takdim etmişlerdir.
Bu ideolojik fraksiyonun beyin takımı,
ideologları, stratejik düşünürleri Bush ve Blair´e iki
peynirli sandovic hazırlamışlardır. Birincisi; “kurtuluş”
adı altında emperyalizmin hayalini gerçekleştirmek için
Irak´in kanlı ve katliamlı işgalidir. İkincisi ise; potansiyel
ekonomik, askeri ve siyasi tehditleri ortadan kaldırmak için
dünyanın her köşesinde savaş ve kriz çıkartmak, teröre karşı
mücadele bahanesiyle faşist bir dünya hükümeti kurmak,
Amerikan karşıtı her şeyi yok etmek. İngiliz İndeoendent
yazarı Robert Fisk´in dakik tabiriyle; “Anti Amerikan olan
her şeye karşı mücadele eylemi, teröre karşı savaş.”
Amerika´in hedefleri açıktır:
1) Amerika´nın tek ve yegane global süper
güç statüsünü korumak. (Brezinsky, “The Grand Chessboard 97”)
2) Bu oluşmuş olan tarihi şansı baz alarak
“yeni bir dünya düzeni” gerçekleştirmek. (Henry Kissenger
“Does America need a foreign Policy.”)
3) Maksimum derecede hazırlık. Amerika´ya
karşı aktüel veya potansiyel bir tehdide karşı hazırlıklı
olabilmek. Bunun uğrunda füze-savunma sistemi planı da dahil. (“The
rise of the Islamic Empire and the threat to the west.”)
DEMOKRASİ BİR PEYNİRLİ SANDOVİCTİR
İkinci peynirli sandovic ise; demokrasidir.
Bugüne kadar demokrasi hakkında ileri geri çok şey söylenmiştir.
En iyi bir yönetim tarzı olduğu, yada kötülerin arasında
en iyisi olduğu, bu yönetim altında insanların en iyi temsil
edilebildiği, yada ütopya ve rüya olduğu veya sermaye
sahiplerinin çalıp-çırpma, maslahatlarını gütme yolunda bir
araç olduğu, kapitalizmin çirkin yüzünü gizlemek için güzel
bir makyaj ve maske olduğu şeklinde bile tarif edile
gelmiştir.
“Maske yırtılmasa bize hala afetti o yüz,
Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz.”
Fikrimce; demokrasi aslında peynirli
sandovictir. Kutsallaştırılıp, tabulaştırılan, kimsenin
eleştirmesine hak verilmeyen, vede ona karşı çıkılınca diktatör,
hain, gizli gündem sahibi olmakla suçlanılan, ancak Bush,
Blair, Fogh gibi acıkınca da bir fincan kahve ve öğlen
yemeğinde yenilen bir peynirli sandovictir… Amerika´da bir
avukat tutuklandı. Sebebi ise; üstüne giymiş olduğu tişörtteki;
“Barış istiyorum” yazısından dolayıdır. (Urban
Gazetesi).
Amerika’da yürüyüş organizatörlerinden
bir bayanın her gün öldürülmek ve tecavüz edilmekle ilgili
tehditler aldığı bildiriliyor. (Ekstra Bladet Gazetesi).
Meşhur gazeteci Peter Arnett; “savaş
stratejisi hatalıydı” dediği için Amerika’da işinden
atıldı.
Al-Cazira televizyonu Newyork’a borsadan
haber vermeye kabul edilmedi.
İngiltere´de bir genç öğrenci ise Blair’e
konuşması esnasında: “Evlatlarının cesetlerini ceset
torbalarında teslim alan ana-babalara (şimdi olduğu gibi) ne
cevap vereceksin? Neyin uğrunda mücadele verip öldüklerini
nasıl izah edeceksin?” dediği için üniversiteden atılmıştır.
(BBC haber dairesi).
Ve yine milyonlarca insanların dünyada
protesto-kampanyasına katılıp, Irak´a karşı yapılan alçak
saldırıya ve faillerine lanetlerini yağdırırken, güç
ehlinin yanıtı onları kaâle almamak, Saddam´ın ajanları olarak
nitelendirilip, karanlığın güçleri, anti-demokratlar gibi yakıştırmalar…
Böylelikle ne fikir özgürlüğü kaldı ne özgürlük… Ne de
demokrasi! Irak’a tank, top, tüfek ile demokrasiyi taşımak
isteyenler, özgürlük taşımak istedikleri halkı katletmekle
kalmayıp; “özgür basını” çok sevdikleri için bu
gün sadece birkaç tane Al-Cazira, Reuters ve Abu Dabi televizyon
temsilcisini kasıtlı olarak katletmiştir. Böylece konuşan
diller tehdit edilerek susturulmak isteniyor.
Bu sadece bir peynirli sandovic olmakla kalmayıp,
kapitalist olan bir peynirli sandovictir. Yani zengin, siyasi,
ekonomik ve askeri güç sahibi olan %20 elit tabakanın geri
kalan %80´i yönetme şeklidir. Hala uyumakta olanlar varsa Irak´ın
yeniden inşası ile ilgili Bush yönetimiyle ilk anlaşmayı
yapan Halillburton şirketi, Dick Cheney´in eski genel müdür olduğu
şirkettir. (Ekstra Bladet gazetesi)
Son olarak Richard Perle “savunma-politik
kurulu başkanlığı” ağır eleştiri almasaı sonucu istifa
etmek zorunda kalmıştır. Sebebi ise; peynirli sandovicin
artık kokup tiksinti verici olmaya başlaması. zira Irak’ın
inşasında merkezi rol oynayacak olan şirketlerin onun olduğu,
veya müdürü olduğu ortaya çıktığı için.
“Tükürün ehli-salibin o hayasız yüzüne,
Tükürün onun asla güvenilmez sözüne (demokrasi ve
özgürlüğe),
Tükürün para için mazlum kanı içenlere.
Ve görün medeniyet denilen maskara mahluku görün.”
IRAK HALKI İÇİN KURTULUŞ VE HÜRRİYET
Bu bağlamda bazı gerçeklere değinmek
istiyorum: 31.03.03 tarihinde, CNN kanalında, Bush´un yaptığı
bir konuşmada aşağıdaki 5 maddeyi savaş sebebi olarak iddia
etmiştir:
1) Irak halkını diktatörlük ve baskıdan
kurtarmak, demokrasi ve özgürlük (yani sandovic),
2) BM´in kararlarının açıkça çiğnenmesi,
özellikle 1441 nolu karar,
3) Kitle imhasilahları,
4) Ortadoğu ve Dünyaya tehdit oluşturması,
5) Terörizm Irak bağlantısı.
Dünyadaki diktatörler ve suçlular listesinde
(insan hakları kararlarını çiğneme noktasında) 1970´li yıllarda
canavar olan Saddam Hüseyin ortaya çıkarılmadan önce Mısır,
Suudi Arabistan ve en son Özbekistan Irak´tan önce dosyaları
epey kabarık olan ülkelerdi. Bu ülkelerle ABD´nin tarihi ve kök
salmış müttefikliği bilinen gerçekler arasında olup
Abdunnasır´ı ajan olarak Orta Doğuda gücünü kuvvetlendirip,
genişletmek amacıyla ortaya çıkartmıştır. (Miles Copeland
(eski CIA ajanı), ”The games of the nation”)
11 Eylül´ün hemen ardından ABD Özbekistan’a
askeri üsler yerleştirip, İslam Kerimov´u (Özbekistan Başbakanı)
Beyaz Saraya bir gezi sağlamakla yüceltmiş, ülkesine yardımı
genişletip polis ve emniyet güçlerini daha da çalıştırıp
hazırlanmalarını sağlamıştır. Ki; bunlar işkencede dünyaca
en başarılı olan timlerdir. (Amnesty ve diğer insan hakları
organizasyonları) Suudi Arabistan´ın karanlık dosyası zaten
herkesin malumudur.
Pakistan´ın Başbakanı Müşerref´in
askeri inkılabı hakkında ne düşündüğü Bush´a sorulunca; “Bu
adamın iyi olduğunu ve Pakistan´a istikrar getireceğini düşünüyorum.”
dedi. İşte size bir peynirli sandovic!.. Askeri inkılap ile
demokrasiyi ayni değerde görmek… İşte, bu zihniyet şimdi
ölüm saçan kurşunlar ve uçaklarla Irak’a demokrasi bombası
atıyor.
Chili´de, Eylül 1970 tarihinde, 3000 kişi
katledilmiş, ve katliamlar 17 yıllık yöneticilik süresince
devam ede gelmiştir. Demiştim ya; “demokrasi peynirli
sandovictir” diye… Bazen ona tapılır veya başkalarının
tapması sağlanır. Bazen de acıkınca yenilir. Daha yakınlarda
Henry Kissinger, tarihin en önemli araştırmasında kurulmuş olan
komitenin başkanlık görevini üstlenip, “CIA ve FBI´ın
11 Eylül vakasını önceden önleyebilir miydi ve nedenli hatalı
oldukları” sorularına yanıt aramak üzere seçilmiş olan
şahıstır.
Daha liste epey uzun olmasına rağmen yazımı
İngiltere-Irak-ABD üçgeniyle bitirmek istiyorum.
İngiliz dışişlerinin arşivleri acılmış
olup, Saddam Hüseyin´in Irak´taki yönetimi ele geçirmesinde
İngiltere´nin parmağı ve onayı olduğunu belgeler ışığında
artık görmek mümkün olmuştur. Bununla birlikte Richard
Butler; “neredeyse bütün Irak´taki generallerin ve
subayların hepsinin İngiliz askeri okullarında eğitim
aldıklarını” belirtmiştir.
IRAK´IN 11 EYLÜL TERÖRÜYLE BAĞLANTISI
11 Eylül saldırısı ve terör bağlantısı
konusuna gelince:
Wolfowitz 15 Eylül tarihinde, Muhammed Atta
ve Irak elçilerinin Çek Cumhuriyetinde toplantı
yaptıklarını iddia etmekte gecikmedi. Ancak bu, Çek
Cumhuriyeti tarafından reddedildi. 11 Eylül olayının arkasında
Bush yönetiminin olduğunu söyleyen ve buna dair delil ve
argüman getiren çok dikkat çekici 2 internet sitesi mevcuttur: www.copvcia.com
ve www.siga.canada.com
Bu fikre katılım gösterilir yada gösterilmez,
ancak ilginç olan; zeki ve Amerikan milliyetçisi yüksek
rütbedeki insanların daha önce CIA veya başka istihbarat
teşkilatlarında ve L. A Police Department´de Mike Ruppert gibi
çalışmış olan, başbakan adayı olmuş Lyndon Larouche dahil
olmak üzere hepsinin Bush ve yönetimine güveninin olmamasıdır.
Asıl ilginç olan ise; entellektüel ve milliyetçi olan bu
Amerikalıların Bush yönetimine güveni olmadığı halde
Danimarka Başbakanı Anders Fogh gibi veya Türkiye Başbakanı
Erdoğan gibi ahmakların bu savası savunmaları, Türkiye ve
Danimarka halkının onayının olmadığı halde bu yönetime uşaklık
yapmak isteyişidir. Danimarka´lı askerlerde bir çokları
gibi, ceset torbalarında anne-babalarına teslim edilecektir. Bu
halde bu Fogh´un vereceği yanıt doğrusu merak konusudur. Ki; bu
anne-babalar Danimarka´nın Almanya tarafından işgal edildiğini
mutlaka yasamış olduklarından, evlatlarının böyle bir
eyleme katılıp öldüklerini gördüklerinde ”pan-Amerikan”
mücadelesine iştirak ettiklerinden dolayı gurur duymakta
zorluk çekeceklerdir.
Yine senelerce cumhuriyet okullarında Araplar
bizi arkadan vurmuştur yalanıyla (zira Arap dedikleri Şerif
ailesi gibi birkaç aile) nesillerin beyinlerini yıkamış olmalarına
rağmen, aynı nesillerin siz T.C yöneticileri ve özellikle ”İslam
Kisvesi” altında eylem yapan satılmışlar, sokak kadını fahişelerin
argümanıyla; “mecburen kendimizi sattık” demenizde
o fahişeler sizlerden daha şeref sahibi! Zira bu nesiller size
Arap kardeşlerimizi arkadan vurdunuz diye size hesap
soracaklar ve sonra tükürülecek yüzünüz bile kalmayacak ve
Firavunlar, Nemrutlar safında veya Abdullah bin Ubey bin Selul gibi
münafıklar safında lanetlenip tarihin kara sayfalarına gömüleceksiniz.
“Bu şarkı burada bitmez” dediniz birkaç ay önce, ama bu
şarkı İstanbul Beyazıt camisi avlusunda (Irak işgalindenb
dolayı) bitti. Hem de çok kanlı bir olaydan dolayı bitti.
Türkiye yöneticilerine diyoruz ki:
Tükürün, Irak’ı alçakça vuran darbelere,
Tükürün, onlara alkış dağıtan kahpelere,
Tükürün, maskeli vicdanına asrın,
Hele ilanı zamanın şu melun harbin,
Bize efkarı unumiyesi lazım garbın,
O da; “Allah’ı bırakmakla olur” saçmalığını hakka
iman gibi telkin edip,
Dinin sesini susturan ahmağın idrakine, bol bol tükürün.
Müslümanlar arasında Irak’a karşı savaşı ve Türkiye’nin
desteğini savunanlara diyoruz ki:
Neden uhuvvetimiz böyle münhasır namaza?
Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza,
Bugün nasibini yerleştirince boğaza,
Yarın nedir onu bilmez yatar, dönüp sağına!
Ben derim ki sorulsa bana,
Kabul ederse CEHENNEM, NE MUTLU AMCA SANA”
Evet bu yazının sonuna gelmiş iken bizler,
haber ajansları Irak sokaklarının kan gölüne çevrildiğini ve
çoluk-çocuk, kadın-ihtiyarların yöneticilere lanetler yağdırdığını
Arap ve Türk kanallarında işitiyoruz. Dolayısıyla, içimizden
elimize kalem yerine silah alıp ilk başta Amerikan askerlerinin
başını koparmak geçmiyor değil. Zira içimiz kan ağlıyor
olayları dehşet ile izlerken.
Ey koca Ümmet! herşeyin bir bedeli vardır.
Sende şimdi 80 senedir küfür sistemine, diktatör ve kralların
zulmüne boyun eğdin. Dolayısıyla, “şimdi bedel ödüyorsun”
diyoruz. Bu öyle bir bedel ki aklımıza şunu getiriyor: 21.
asırda bile askeri işgal gerçekleştiğine göre, “aslında
Hitler ölmedi Beyaz Sarayda yaşıyor” yönünde anlatılacaktır.
Ne diyelim! Danimarka Başbakanı ve Dışişleri
Bakanı Anders Fogh Rasmussen ve Per Stig Möllere; afiyet olsun,
peynirli sandöviçlerinizmidenize otursun. Daha doğrusu Irak
halkının eti demokrasi dolu sandoviçinizdir!!!
Ey Kerim Ümmet!
Sanki İslam’i kuşatmış boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın.
Ey Koca Şark!
Ey Ebedi Meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et,
Korkuyorum garbin elinden yarın,
kalmayacak çektiğin melanet.
Hakkı hayatın daha çiğnenmeden!
Kan dökerek almalısın merd isen.
Düşmana çiğnetme şu toprakları
Haydi kılıçtan geçir şu alçakları,
Leş gibi yatsın kara bayrakları.
Kahraman evladım uğurlar ola.
Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın,
Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın,
Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın,
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün altında binlerce kefensiz yatanı!
Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı,
Satma dünyaları alsan da Irak halkını.
Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli,
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,
Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,
EBEDİ BAĞDAT’IN ÜZERİNDE İNLEMELİ.
Bırakın Matemi yahu! Bırakın Feryadı;
Ağlamak Fayda verseydi, Babam Kalkardı!
Göz yaşından ne çıkarmış? Neye ter dökmediniz!
Bari müstakbeli kurtarmaya bir azm ediniz!
Ye´se hiç düşmeyecek zerrece imanı olan,
Sade siz derdi bulun, sonra kolaydır derman.
Evet, derdimiz İslam Devletinin yokluğudur ve dermanımız ise
onu kurmak için gece-gündüz ölüm-kalım mücadelesi
vermektir.
EY AZİZ ÜMMET!
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah
yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp
kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz?
Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.”
(Tevbe 38)
Ve Şanlı Resul buyuruyor ki:
“Kim boynunda beyat bağı olmadan ölürse,
cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”
O halde, haydi Müslümanlar! Kurtula koşun,
Peygamber metodu üzere çalışan, Hizb-ut Tahrir saflarına
katılın, Hilafet Devletini kurmak için tüm gücünüzle çalısın.
Ey Müslüman Türk halkı ve ordusu! Irak’
ta cihada koşun. Koşun ki; cennet bahçelerinde Hz Muhammed
ile ayni sofraya nail olasınız.
Bakın, bir Amerikalı general sizin hakkınızda
nasıl düşünüyor: “Müslümanların hepsi cenneti arzuluyor
ve cennete girmeyi düşlüyor. Fakat bir problemleri var. Oda;
cennete giden bir ulaşım vasıtaları yok. Biz ise onları bolca
öldürmekle onlara bu vasıtayı temin etmiş olup onlara
aslında iyilik yapıyoruz. Ölüme bakışlarımız biraz farklı
olunca, en çok kişinin Müslümanlardan ölmesi bence çok
adaletli bir şey.”
Biz de diyoruz ki; Ey general! Sende, ülkende
canınız cehenneme. Zira siz hayatı ne kadar seviyorsanız, İslam
akidesini kavramış bizler, o kadar ve iki kat ölümü severiz
ve korkmayız.
Gelin ey Müslümanlar!
Üstteki sözlere layık bir tavır sergileyin
ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi cennetine koysun.
|