Ana Sayfa YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003 E-Mail

BUSH VE BLAIR 27 MART 2003 CAMP DAVID ZIRVE TOPLANTISINDA PEYNİRLİ SANDEVİÇ YEDİ

Emir ŞAMİL

Danimarka’da basılan Information Gazetesi’nde çok dikkat çekici bir yazı çıktı. Bu yazı, günümüzün Irak işgalinde gözleri görmeyen, yüzeysel ve bilgi bombardımanı kampanyası ile paralel olarak, batı uşaklarının satılmış kalemlerinin saptırmalarına kurban olan insanları dahi uykudan uyandıracak derecede bir bomba etkisine sahip idi.

Uluslararası siyasette kapitalist dünyası ve lokomotifleri Bush-Blair; “kesinlikle özgürlük, insani değerler, insan hakları” gibi gerek; “insani, ahlaki veya ruhani değerleri” gözetmezler ve hedeflemezler. İşte, yazının konusu buydu ve yazı adeta günümüzün Irak işgali ve ona sebeb gösterilen motiflerin başta;

1. Özgürlük ve demokrasi,

2. BM kararları ihlali,

3. Ortadoğu ve dünya için güvenlik ve barış,

4. Kitle imha silahları,

5. Irak’ın terör ile bağlantısı söylemlerinin birer maskara ve apaçık yalanlar zinciri olduğunu dünya medyasına taşıdı.

Bu yazı ve aynı konuyla ilgili raporlar, Fransız parlamentosunda ve Amerikan Kongresinde uzun tartışmalara yol açtı. Ayrıca muhataplarını zor durumda bıraktı.

Nasıl bırakmasın ki?! Nerede görülmüş 1 milyon insan evladının, 3 ay gibi kısa bir sürede adeta tarihin kara sayfalarına gömülmesi.

Zikredilmiş olan makaledeki fikirler “Ruwanda´dan hikayeler” kitabından alınmış ve kitap pek çok ödül almış.

Ruwanda konusu neden ibaretti? Bir hatırlatma; cinayet, kan, kitlesel terör, toplu halde katliamlar, bütün akla gelen veya gelmeyen müşterek kavramlar ve kelimeler vuku bulan vahşeti anlatmaya asla yeterli olamaz. Dünyanın en usta kalemi bile Rwanda resmini kelimelerle çizemez. Belki şiirler Ruwanda gerçeğine yakın bir fotoğrafı yansıtabilir.

Bu eylemde vicdansızca yer alan, katılım gösteren, onaylayan, planlayan, sevinç ve heyecan ile gerçekleşeceğini çok önceden bilip, durdurmaya kadir olup seyredenler de vardı. Bunlar, 1 milyon insanı katleden tetikçilerden daha çok sorumlu ve vebal sahibi desek abartı olmaz. Zira, vahşet Afrika da olsa bile Amerika’da ve Fransa’da saraylarda ve küçük bir azınlık tarafından planlandı, onaylandı veya en azından bazıları çok önceden bilmelerine, önleyebilecek kudrete sahip olmalarına rağmen yapmadılar. Bunun da birkaç sebebi vardı:

1. Bilindiği üzere, kapitalist iktisatçı teorisyenlerinden ünlü Thomas Malthaus´ un teorisi gereğince; dünyadaki zenginliklerin (mal ve hizmetler) oranı insan nüfusuna nispetle yetersiz, dolayısıyla dünyanın ekonomik sorunu servetin dağıtımı ve bunu sağlayacak metodlar ve ilkeler meselesi değil, bilakis yetersizlik teorisine göre kapitalist ekonomisi milli üretim ve onun kapasitesini etkileyen faktörleri izale edip üretimi maksimumlara çıkarmak ile sınırlı.

Her ne kadar bu yapılsa ve insanlar üretime teşvik edilip (herkese dağıtımı garantilemeden) sadece üretenlere pay verilse dahi teori gereği, insanlığın büyük bir kısmı temel ihtiyaçlarını doyuramayacak. Zira kaynak yetersiz. Ondan dolayı Malthaus, insanların bir kısmının savaş ile öldürülmesini, diğerinin mesela; AIDS gibi hastalıklarla temizlenmesini, bir kısmının da iç savaş çıkartılarak yok edilmesini sermaye sahiplerinin ekonomik refahını ebedi kılabilmek için öngörülmüş.

Bu teori üniversitelerde, ticaret okullarında hala bizlere öğretilmekte. Buradan hareketle yüzde 20% lik bir azınlık şu anda dünyanın yüzde 80% lik servetlerine sahip.

Yüzde 20% lik bu ekonomik, siyasi, askeri güce sahip azınlık dünyayı Newyorktan, Paris’ten, Londra’dan seyrederken nerede servetlerine tehdit görürlerse anında müdahale etme kudretine sahipler. Onlar için nüfus çokluğu da bir tehdit.

2. Silah sanayisi; savaşlarda özellikle çok karlı, dünyanın en büyük silah tüccarı ve ihracatçısı Amerika.

3. İç savaş, Şam bölgesine müdahale Osmanlı Devletini parçalamak için Fransa ve İngiltere tarafından nasıl meşruiyet gerekçesi olarak görüldü ise, bu siyasi jokey hala kullanılmakta. Dolayısıyla; “Afrika kendisini yönetemiyor, bizim yönetmeyi öğretmemiz lazım onlara” diyerek müdahale hakkı doğuyor. Bunun gibi başka bir çok sebebler sayıla bilir.

Ruwanda´da vuku bulan gerçekleri rakamlar anlatmaktadır: “Üç ay içinde Ruwanda´da katliam sayısı 1 milyona ulaşmış ki; bu 1 ay içinde 330 bin kişi, 10 gün içinde 110 bin kişi ve 1 gün içindeyse, 11 bin kişinin katledilmesi demektir. II. dünya savaşındaki sayı bu sayı yanında bir bilgisayar oyunu gibi kalır.

Daha enteresan olan; Irak´ın bugünkü (güya) kurtarıcıları olup demokrasi, refah ve özgürlük sağlayacak olan İngiltere, ABD ve müttefiklerinin, o dönemde taraflarla sıcak ilişkiler içinde olmasıydı. Zira, Clinton döneminin ağır toplarından ve BM´nin bölgedeki askeri kuvvetlerinin sorumlusu Can adlı general ve ayrıca yerel tanıdık ve müttefiklerden 3 ay öncesinde bir rapor almıştı. Fransa’nın rapor almasına gerek yoktu. Zira Fransız bakanlar güncel olarak Ruwanda’nın bakanlarıyla adeta arkadaş gibi görüşüyordu.

Irak´ı Saddam canavarından kurtarmak isteyen medeniyetin temsilcileri ve savunucuları bu rapor karşısında nasıl bir tavır belirlemişlerdi?

Raporda yazan; 5 bin askerin halk katliamını engellemeye yeterli olması yönündeydi.

Rakam bu gün, Irak halkını Saddam canavarından kurtarmak için gerekli olan 300.000 asker değil ancak 5 bin asker talep ediyor.

Saf Kanadalı general, onların yanıt emrini okurken hayatının en büyük şok ve krizini yaşamıştır herhalde?!

Emir şu sözlerden ibaretti: “Hiç bir asker gönderemeyiz ve bütün kuvvetler geri çekilsin.”

Clinton Ghana´yi bir kaç sene önce ziyareti esnasında küstah, alaycı ve vicdansız bir tavırla özür dileyip; “sorumluluğun uluslararası topluma (ABD, Fransa ve İngiltere basta olmak üzere) ait olduğunu” ve devamında da “...durdurmaya kudretimiz varken, bilinçli olan pasifliğimizi, aylarca halk katliamının varlığını inkar edişimizi kabul ediyoruz” demişti.

Evet, onlar sorumluydular! Dünyadaki en büyük, dehşet dolu, hızlı gerçekleştirilmiş halk katliamının sorumlusuydular…

Fransa´nın da desteklediği (devlet destekli) RTLM radyosundan sabah saatlerinde, Amerikalı ve Fransızlar saraylarında kahvaltı ederlerken, haykırılan şu sözleri, edalarını bozmadan, pasif kalıp, kulak verdiler( ABD ve Fransa): “Hamam böceklerini öldürün.” Tüm şiddetine rağmen, hunharca cinayetler devam ederken söylendi bu sözler…

Rwandalılar, bizim gibi Müslüman olmadıkları halde, bizler onların İslam’a göre mukaddes olan hayatlarının akıbetini düşünürken, sorumluluk duygusu ve endişeden geceleri uyuyamazken, Washington ve Paris bu süregelen vahşeti durdurmadılar ve katliamın olduğunu bile inkar ettiler. Zira uluslar arası hukuk ve kanunlarca halk katliamı olduğunu resmen kabul etmek; siyasi sorumluluk ve müdahale zorunluluğu ve tarafları ayırmayı gerektiriyor. Sorumlu tutulacaklarının kaygısını ve bu yolu seçtiklerinde kaybedecekleri dolarların hesabını çoktan yapmış, parayı ve gücü tercih etmişler, umut içinde seyre dalmışlardı...

Bütün bunların yanı sıra yazar Philip Gourevitch Ruwanda’nın Kigali bölgesinde, kamuda görevli bir Amerikan yetkiliyle yapmış olduğu toplantıdan bahsediyor. Bu yetkili kendisine şöyle bir soru yöneltmiş:

“Duyduğuma göre sen halk katliamlarına ilgi duyuyormuşsun. Nedir halk katliamı biliyormuşsun?” Bende anlatmasını istedim. Bana şöyle dedi: “Peynirli sandovictir” Tekrar etti: “peynirli sandovictir, peynirli sandovictir, yaz bunu” dedi. Bu sonuca nasıl ulaştığını sorduğumda bana: “Kimi ilgilendirir bu? İnsanlık suçumu?. İnsanlık kim?. Sen mi? Ben mi?. Sana karsı suç mu işlendi? Hey, sadece 1 milyon Rwanda´lı Halk katliamı antlaşmalarını duydun mu sen?” seklinde sorunca; “Evet, duydum.” yanıtını verdim. Bunun üzerine: “Onlar (antlaşmalar) peynirli sandovicin paketidir” dedi.

İşte, bundan dolayı baslığımızı; “Bush-Blair peynirli sandovic yedi” diye attık. Zira Ruwandadan sonra şu anda Irak halkının etini yiyiyorlar ve kanını içiyorlar.

Bu peynirli sandovic 1950´li yılların başarılı ve tecrübeli ahcıları olan Henry Kissinger, Brezinsky ve bunların aşçı başı olan William Yandel Elliot, Dick Chaney ve Rumsfeld gibi Amerikan emperyalizminin hayalinin öncülerini teşkil edenler tarafından hazırlanmıştır. Bunlar dünya tarihine “Vietnam savaşı” ve “Küba krizi” ve “Endonezya’da 1 milyon halkın katliamı” ve “kanlı inkılaplar” gibi nice hediyeler de takdim etmişlerdir.

Bu ideolojik fraksiyonun beyin takımı, ideologları, stratejik düşünürleri Bush ve Blair´e iki peynirli sandovic hazırlamışlardır. Birincisi; “kurtuluş” adı altında emperyalizmin hayalini gerçekleştirmek için Irak´in kanlı ve katliamlı işgalidir. İkincisi ise; potansiyel ekonomik, askeri ve siyasi tehditleri ortadan kaldırmak için dünyanın her köşesinde savaş ve kriz çıkartmak, teröre karşı mücadele bahanesiyle faşist bir dünya hükümeti kurmak, Amerikan karşıtı her şeyi yok etmek. İngiliz İndeoendent yazarı Robert Fisk´in dakik tabiriyle; “Anti Amerikan olan her şeye karşı mücadele eylemi, teröre karşı savaş.” Amerika´in hedefleri açıktır:

1) Amerika´nın tek ve yegane global süper güç statüsünü korumak. (Brezinsky, “The Grand Chessboard 97”)

2) Bu oluşmuş olan tarihi şansı baz alarak “yeni bir dünya düzeni” gerçekleştirmek. (Henry Kissenger “Does America need a foreign Policy.”)

3) Maksimum derecede hazırlık. Amerika´ya karşı aktüel veya potansiyel bir tehdide karşı hazırlıklı olabilmek. Bunun uğrunda füze-savunma sistemi planı da dahil. (“The rise of the Islamic Empire and the threat to the west.”)

DEMOKRASİ BİR PEYNİRLİ SANDOVİCTİR

İkinci peynirli sandovic ise; demokrasidir. Bugüne kadar demokrasi hakkında ileri geri çok şey söylenmiştir. En iyi bir yönetim tarzı olduğu, yada kötülerin arasında en iyisi olduğu, bu yönetim altında insanların en iyi temsil edilebildiği, yada ütopya ve rüya olduğu veya sermaye sahiplerinin çalıp-çırpma, maslahatlarını gütme yolunda bir araç olduğu, kapitalizmin çirkin yüzünü gizlemek için güzel bir makyaj ve maske olduğu şeklinde bile tarif edile gelmiştir.

“Maske yırtılmasa bize hala afetti o yüz,

Medeniyet denilen kahpe hakikat yüzsüz.

Fikrimce; demokrasi aslında peynirli sandovictir. Kutsallaştırılıp, tabulaştırılan, kimsenin eleştirmesine hak verilmeyen, vede ona karşı çıkılınca diktatör, hain, gizli gündem sahibi olmakla suçlanılan, ancak Bush, Blair, Fogh gibi acıkınca da bir fincan kahve ve öğlen yemeğinde yenilen bir peynirli sandovictir… Amerika´da bir avukat tutuklandı. Sebebi ise; üstüne giymiş olduğu tişörtteki; “Barış istiyorum” yazısından dolayıdır. (Urban Gazetesi).

Amerika’da yürüyüş organizatörlerinden bir bayanın her gün öldürülmek ve tecavüz edilmekle ilgili tehditler aldığı bildiriliyor. (Ekstra Bladet Gazetesi).

Meşhur gazeteci Peter Arnett; “savaş stratejisi hatalıydı” dediği için Amerika’da işinden atıldı.

Al-Cazira televizyonu Newyork’a borsadan haber vermeye kabul edilmedi.

İngiltere´de bir genç öğrenci ise Blair’e konuşması esnasında: “Evlatlarının cesetlerini ceset torbalarında teslim alan ana-babalara (şimdi olduğu gibi) ne cevap vereceksin? Neyin uğrunda mücadele verip öldüklerini nasıl izah edeceksin?” dediği için üniversiteden atılmıştır. (BBC haber dairesi).

Ve yine milyonlarca insanların dünyada protesto-kampanyasına katılıp, Irak´a karşı yapılan alçak saldırıya ve faillerine lanetlerini yağdırırken, güç ehlinin yanıtı onları kaâle almamak, Saddam´ın ajanları olarak nitelendirilip, karanlığın güçleri, anti-demokratlar gibi yakıştırmalar… Böylelikle ne fikir özgürlüğü kaldı ne özgürlük… Ne de demokrasi! Irak’a tank, top, tüfek ile demokrasiyi taşımak isteyenler, özgürlük taşımak istedikleri halkı katletmekle kalmayıp; “özgür basını” çok sevdikleri için bu gün sadece birkaç tane Al-Cazira, Reuters ve Abu Dabi televizyon temsilcisini kasıtlı olarak katletmiştir. Böylece konuşan diller tehdit edilerek susturulmak isteniyor.

Bu sadece bir peynirli sandovic olmakla kalmayıp, kapitalist olan bir peynirli sandovictir. Yani zengin, siyasi, ekonomik ve askeri güç sahibi olan %20 elit tabakanın geri kalan %80´i yönetme şeklidir. Hala uyumakta olanlar varsa Irak´ın yeniden inşası ile ilgili Bush yönetimiyle ilk anlaşmayı yapan Halillburton şirketi, Dick Cheney´in eski genel müdür olduğu şirkettir. (Ekstra Bladet gazetesi)

Son olarak Richard Perle “savunma-politik kurulu başkanlığı” ağır eleştiri almasaı sonucu istifa etmek zorunda kalmıştır. Sebebi ise; peynirli sandovicin artık kokup tiksinti verici olmaya başlaması. zira Irak’ın inşasında merkezi rol oynayacak olan şirketlerin onun olduğu, veya müdürü olduğu ortaya çıktığı için.

“Tükürün ehli-salibin o hayasız yüzüne,

Tükürün onun asla güvenilmez sözüne (demokrasi ve özgürlüğe),

Tükürün para için mazlum kanı içenlere.

Ve görün medeniyet denilen maskara mahluku görün.”

 

IRAK HALKI İÇİN KURTULUŞ VE HÜRRİYET

Bu bağlamda bazı gerçeklere değinmek istiyorum: 31.03.03 tarihinde, CNN kanalında, Bush´un yaptığı bir konuşmada aşağıdaki 5 maddeyi savaş sebebi olarak iddia etmiştir:

1) Irak halkını diktatörlük ve baskıdan kurtarmak, demokrasi ve özgürlük (yani sandovic),

2) BM´in kararlarının açıkça çiğnenmesi, özellikle 1441 nolu karar,

3) Kitle imhasilahları,

4) Ortadoğu ve Dünyaya tehdit oluşturması,

5) Terörizm Irak bağlantısı.

Dünyadaki diktatörler ve suçlular listesinde (insan hakları kararlarını çiğneme noktasında) 1970´li yıllarda canavar olan Saddam Hüseyin ortaya çıkarılmadan önce Mısır, Suudi Arabistan ve en son Özbekistan Irak´tan önce dosyaları epey kabarık olan ülkelerdi. Bu ülkelerle ABD´nin tarihi ve kök salmış müttefikliği bilinen gerçekler arasında olup Abdunnasır´ı ajan olarak Orta Doğuda gücünü kuvvetlendirip, genişletmek amacıyla ortaya çıkartmıştır. (Miles Copeland (eski CIA ajanı), ”The games of the nation”)

11 Eylül´ün hemen ardından ABD Özbekistan’a askeri üsler yerleştirip, İslam Kerimov´u (Özbekistan Başbakanı) Beyaz Saraya bir gezi sağlamakla yüceltmiş, ülkesine yardımı genişletip polis ve emniyet güçlerini daha da çalıştırıp hazırlanmalarını sağlamıştır. Ki; bunlar işkencede dünyaca en başarılı olan timlerdir. (Amnesty ve diğer insan hakları organizasyonları) Suudi Arabistan´ın karanlık dosyası zaten herkesin malumudur.

Pakistan´ın Başbakanı Müşerref´in askeri inkılabı hakkında ne düşündüğü Bush´a sorulunca; “Bu adamın iyi olduğunu ve Pakistan´a istikrar getireceğini düşünüyorum.” dedi. İşte size bir peynirli sandovic!.. Askeri inkılap ile demokrasiyi ayni değerde görmek… İşte, bu zihniyet şimdi ölüm saçan kurşunlar ve uçaklarla Irak’a demokrasi bombası atıyor.

Chili´de, Eylül 1970 tarihinde, 3000 kişi katledilmiş, ve katliamlar 17 yıllık yöneticilik süresince devam ede gelmiştir. Demiştim ya; “demokrasi peynirli sandovictir” diye… Bazen ona tapılır veya başkalarının tapması sağlanır. Bazen de acıkınca yenilir. Daha yakınlarda Henry Kissinger, tarihin en önemli araştırmasında kurulmuş olan komitenin başkanlık görevini üstlenip, “CIA ve FBI´ın 11 Eylül vakasını önceden önleyebilir miydi ve nedenli hatalı oldukları” sorularına yanıt aramak üzere seçilmiş olan şahıstır.

Daha liste epey uzun olmasına rağmen yazımı İngiltere-Irak-ABD üçgeniyle bitirmek istiyorum.

İngiliz dışişlerinin arşivleri acılmış olup, Saddam Hüseyin´in Irak´taki yönetimi ele geçirmesinde İngiltere´nin parmağı ve onayı olduğunu belgeler ışığında artık görmek mümkün olmuştur. Bununla birlikte Richard Butler; “neredeyse bütün Irak´taki generallerin ve subayların hepsinin İngiliz askeri okullarında eğitim aldıklarını” belirtmiştir.

IRAK´IN 11 EYLÜL TERÖRÜYLE BAĞLANTISI

11 Eylül saldırısı ve terör bağlantısı konusuna gelince:

Wolfowitz 15 Eylül tarihinde, Muhammed Atta ve Irak elçilerinin Çek Cumhuriyetinde toplantı yaptıklarını iddia etmekte gecikmedi. Ancak bu, Çek Cumhuriyeti tarafından reddedildi. 11 Eylül olayının arkasında Bush yönetiminin olduğunu söyleyen ve buna dair delil ve argüman getiren çok dikkat çekici 2 internet sitesi mevcuttur: www.copvcia.com ve www.siga.canada.com

Bu fikre katılım gösterilir yada gösterilmez, ancak ilginç olan; zeki ve Amerikan milliyetçisi yüksek rütbedeki insanların daha önce CIA veya başka istihbarat teşkilatlarında ve L. A Police Department´de Mike Ruppert gibi çalışmış olan, başbakan adayı olmuş Lyndon Larouche dahil olmak üzere hepsinin Bush ve yönetimine güveninin olmamasıdır. Asıl ilginç olan ise; entellektüel ve milliyetçi olan bu Amerikalıların Bush yönetimine güveni olmadığı halde Danimarka Başbakanı Anders Fogh gibi veya Türkiye Başbakanı Erdoğan gibi ahmakların bu savası savunmaları, Türkiye ve Danimarka halkının onayının olmadığı halde bu yönetime uşaklık yapmak isteyişidir. Danimarka´lı askerlerde bir çokları gibi, ceset torbalarında anne-babalarına teslim edilecektir. Bu halde bu Fogh´un vereceği yanıt doğrusu merak konusudur. Ki; bu anne-babalar Danimarka´nın Almanya tarafından işgal edildiğini mutlaka yasamış olduklarından, evlatlarının böyle bir eyleme katılıp öldüklerini gördüklerinde ”pan-Amerikan” mücadelesine iştirak ettiklerinden dolayı gurur duymakta zorluk çekeceklerdir.

Yine senelerce cumhuriyet okullarında Araplar bizi arkadan vurmuştur yalanıyla (zira Arap dedikleri Şerif ailesi gibi birkaç aile) nesillerin beyinlerini yıkamış olmalarına rağmen, aynı nesillerin siz T.C yöneticileri ve özellikle ”İslam Kisvesi” altında eylem yapan satılmışlar, sokak kadını fahişelerin argümanıyla; “mecburen kendimizi sattık” demenizde o fahişeler sizlerden daha şeref sahibi! Zira bu nesiller size Arap kardeşlerimizi arkadan vurdunuz diye size hesap soracaklar ve sonra tükürülecek yüzünüz bile kalmayacak ve Firavunlar, Nemrutlar safında veya Abdullah bin Ubey bin Selul gibi münafıklar safında lanetlenip tarihin kara sayfalarına gömüleceksiniz. “Bu şarkı burada bitmez” dediniz birkaç ay önce, ama bu şarkı İstanbul Beyazıt camisi avlusunda (Irak işgalindenb dolayı) bitti. Hem de çok kanlı bir olaydan dolayı bitti.

Türkiye yöneticilerine diyoruz ki:

Tükürün, Irak’ı alçakça vuran darbelere,

Tükürün, onlara alkış dağıtan kahpelere,

Tükürün, maskeli vicdanına asrın,

Hele ilanı zamanın şu melun harbin,

Bize efkarı unumiyesi lazım garbın,

O da; “Allah’ı bırakmakla olur” saçmalığını hakka iman gibi telkin edip,

Dinin sesini susturan ahmağın idrakine, bol bol tükürün.

Müslümanlar arasında Irak’a karşı savaşı ve Türkiye’nin desteğini savunanlara diyoruz ki:

Neden uhuvvetimiz böyle münhasır namaza?

Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza,

Bugün nasibini yerleştirince boğaza,

Yarın nedir onu bilmez yatar, dönüp sağına!

Ben derim ki sorulsa bana,

Kabul ederse CEHENNEM, NE MUTLU AMCA SANA”

Evet bu yazının sonuna gelmiş iken bizler, haber ajansları Irak sokaklarının kan gölüne çevrildiğini ve çoluk-çocuk, kadın-ihtiyarların yöneticilere lanetler yağdırdığını Arap ve Türk kanallarında işitiyoruz. Dolayısıyla, içimizden elimize kalem yerine silah alıp ilk başta Amerikan askerlerinin başını koparmak geçmiyor değil. Zira içimiz kan ağlıyor olayları dehşet ile izlerken.

Ey koca Ümmet! herşeyin bir bedeli vardır. Sende şimdi 80 senedir küfür sistemine, diktatör ve kralların zulmüne boyun eğdin. Dolayısıyla, “şimdi bedel ödüyorsun” diyoruz. Bu öyle bir bedel ki aklımıza şunu getiriyor: 21. asırda bile askeri işgal gerçekleştiğine göre, “aslında Hitler ölmedi Beyaz Sarayda yaşıyor” yönünde anlatılacaktır.

Ne diyelim! Danimarka Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Anders Fogh Rasmussen ve Per Stig Möllere; afiyet olsun, peynirli sandöviçlerinizmidenize otursun. Daha doğrusu Irak halkının eti demokrasi dolu sandoviçinizdir!!!

Ey Kerim Ümmet!

Sanki İslam’i kuşatmış boğuyorken hüsran,

O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın.

Ey Koca Şark!

Ey Ebedi Meskenet!

Sen de kımıldanmaya bir niyet et,

Korkuyorum garbin elinden yarın,

kalmayacak çektiğin melanet.

Hakkı hayatın daha çiğnenmeden!

Kan dökerek almalısın merd isen.

Düşmana çiğnetme şu toprakları

Haydi kılıçtan geçir şu alçakları,

Leş gibi yatsın kara bayrakları.

Kahraman evladım uğurlar ola.

Arkadaş yurduma alçakları uğratma sakın,

Siper et gövdeni dursun bu hayasızca akın,

Doğacaktır sana vaat ettiği günler hakkın,

Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın.

Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı,

Düşün altında binlerce kefensiz yatanı!

Sen şehit oğlusun incitme yazıktır atanı,

Satma dünyaları alsan da Irak halkını.

Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli,

Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli,

Bu ezanlar ki şahadetleri dinin temeli,

EBEDİ BAĞDAT’IN ÜZERİNDE İNLEMELİ.

Bırakın Matemi yahu! Bırakın Feryadı;

Ağlamak Fayda verseydi, Babam Kalkardı!

Göz yaşından ne çıkarmış? Neye ter dökmediniz!

Bari müstakbeli kurtarmaya bir azm ediniz!

Ye´se hiç düşmeyecek zerrece imanı olan,

Sade siz derdi bulun, sonra kolaydır derman.

Evet, derdimiz İslam Devletinin yokluğudur ve dermanımız ise onu kurmak için gece-gündüz ölüm-kalım mücadelesi vermektir.

EY AZİZ ÜMMET!

Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” (Tevbe 38)

Ve Şanlı Resul buyuruyor ki:

“Kim boynunda beyat bağı olmadan ölürse, cahiliye ölümü ile ölmüş olur.”

O halde, haydi Müslümanlar! Kurtula koşun, Peygamber metodu üzere çalışan, Hizb-ut Tahrir saflarına katılın, Hilafet Devletini kurmak için tüm gücünüzle çalısın.

Ey Müslüman Türk halkı ve ordusu! Irak’ ta cihada koşun. Koşun ki; cennet bahçelerinde Hz Muhammed ile ayni sofraya nail olasınız.

Bakın, bir Amerikalı general sizin hakkınızda nasıl düşünüyor: “Müslümanların hepsi cenneti arzuluyor ve cennete girmeyi düşlüyor. Fakat bir problemleri var. Oda; cennete giden bir ulaşım vasıtaları yok. Biz ise onları bolca öldürmekle onlara bu vasıtayı temin etmiş olup onlara aslında iyilik yapıyoruz. Ölüme bakışlarımız biraz farklı olunca, en çok kişinin Müslümanlardan ölmesi bence çok adaletli bir şey.”

Biz de diyoruz ki; Ey general! Sende, ülkende canınız cehenneme. Zira siz hayatı ne kadar seviyorsanız, İslam akidesini kavramış bizler, o kadar ve iki kat ölümü severiz ve korkmayız.

Gelin ey Müslümanlar!

Üstteki sözlere layık bir tavır sergileyin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi cennetine koysun.

YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003

Yukarı