Ana Sayfa YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003 E-Mail

DÜŞÜNMEK VE ONUNLA İLGİLİ HUSUSLARA BİR BAKIŞ

A. ÇAĞLAYAN

Muhakkak ki; düşünmek insana has bir vasıftır. Allah’u Teala mücerret bir şekilde insana düşünme yetisini verdi. İnsana beyin verdi, duyular verdi, bu duyularda vakıaları hissetme kabiliyeti verdi ve bunlarla birlikte önbilgiyi de verdi. İşte, insana lazım olan gerekli hususlarla insanı donattı. Vakıaları algılama, hissetme bütün insan nezdinde aynıdır. Burada bir farklılık yoktur. Farklı olan husus vakıaları algılandıktan sonra bunun üzerine düşünme ve vakıaları yorumlama, vakıalar üzerine hüküm verme veya vakıaları belirli bir fikre göre şekillendirme hususunda insanlar birbirlerinden ayrılırlar. Çünkü vakıayı algılamada insanlar aynı yetiye sahip olsalar da, vakıaları yorumlamak veya bir fikre bağlama noktasında kendilerinde var olan önbilgilere göre bu ameliyeyi gerçekleştirirler. Bundan dolayı vakıaları algılama ve vakıalar üzerine fikir indirme konusu insan için ayrı konulardır. Dünyada her bir insan hislerinin eriştiği olaylara baktığı zaman diğer insanlarla birlikte aynı şeyi görür veya algılarlar. Fakat vakıaya karşı tavrı ortaya koyma konusunda insanlar birbirinden ayrılırlar. Vakıaya karşı tavır ise kendisinde var olan mefhumlara göre belirlenir. Mefhumların oluşturulduğu veya mefhumlar oluşturulurken alınan esaslar birbirinden farklıdır. Bu esasların farklı olması nedeni ile de düşünme konusu burada bir insan ile diğer insan arasında farklılık arz eder.

Düşünmek için muhakkak ki vakıa şarttır. Vakıa olmadan düşünmek hayalden başka bir şey değildir. Vakıa ise; ya bizzat duyular yoluyla müşahede edilir veya bilgiler yoluyla zihinde canlandırılır. Ve bundan sonra vakıa hissedilir, hissedilen bu vakıalar var olan önbilgilerle yorumlanarak bir fikir meydana konur ve konan bu fikir doğrultusunda kanaat meydana gelir. ki bu kanaat ise mefhumu meydana getirir. Bununla birlikte insan tavrını belirleyip ya ona yönelir veya ondan yüz çevirir. Bu şekilde vakıa insan nezdinde billurlaşmış olur.

Vakıayı algılama ve vakıayı idrak etmek muhakkak ki öneme haiz bir husustur. Vakıanın veya olayın içerisinde bir veya birden fazla yön olabilir. Yani vakıanın kendi içerisinde birden fazla oluşum olabilir.

Bunu şu örnekle açıklamak mümkündür: Şu anda mevcut olan vakıa; kafir Amerika ve onun yandaşlarının Müslüman beldesi olan Irak’a karşı kafirliğin doruk noktasında saldırılar gerçekleştirmektedir.

Bu olayın herkes tarafından hissedilen yönü bunun bir savaş olmasıdır. Bu konuda bütün insanların hissettikleri şey aynıdır ki; bu da Amerika ve yandaşlarının Irak’a karşı savaş açmasıdır. Bu, vakıanın bütün insanlar nezdin-de algılanan yönüdür. Fakat bu vakıanın idrak edilmesi, anlaşılması noktasında insanlar birbirlerinden farklılık arz ederler. Halbuki bu savaşın içerisinde birkaç husus vardır. Bu hususlar; Amerika’nın petrole hakim olması, Amerika’nın Ortadoğu’yu kontrol etmesi, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, dünya üzerinde gücü tamamen ele geçirmesidir. Diğer bir husus da; İslam’ı ve Müslümanları durdurmak, onları yok etmektir. İşte, bu savaşın içerisinde bu gibi hususlar vardır.

Bu vakıayla ilgili fikir nedir dersek; bu kafirlerin açıkça Müslümanlara ve Müslüman topraklarına acımasızca açılmış bir savaştır. Ve bu savaş Müslüman kafir savaşıdır. Bununla ilgili hüküm ise; bütün Müslümanların top yekun olarak kafirlere karşı koyması gerekir. Bu, bütün Müslümanlar üzerine farz olan bir husustur.

Diğer bir yandan, vakıanın kendisini inceleme yönüne bakacak olursak yukarda da belirttiğimiz gibi bir çok yönleri vardır. Birinci noktada; savaşın gerçek yönü ve bunu göstermek gerekir. Şu açıkça görülmektedir ki; bu savaşta birinci derecede gözetilen husus İslam’a ve Müslümanlara karşı açılmış bir savaş olmasıdır. Irak’a karşı açılan bu savaşın birinci nedeni budur ve bu savaş bu yönü ile ele alınarak anlaşılır veya diğer insanlara götürülür.

Düşünmenin de çeşitleri vardır. Düşünmesinin çeşitleri ise üç tanedir: Sathi düşünce, derin düşünce ve aydın düşüncedir.

Günümüz toplumlarına veya insanlarına baktığımız zaman sathi yani yüzeysel düşüncenin hakim olduğunu görürüz, hatta bir çoğu bile bunu göremez. Onlara göre vakıanın veya olayın ve eşyanın görünen, dışa yansıyan şeklinden başka bir yönü yoktur. Böylesi toplumlarda veya insanlarda düşünme ameliyesi yoktur. Çünkü; vakıa derinlemesine anlaşılmadan bir fikir ortaya koymak mümkün değildir. Nitekim, aklın oluşumundaki unsurlardan bir tanesi de; eşya olaylar veya vakıadır. Bu eksik olunca da düşünme vakıası meydana çıkmaz. Öyle ise; yüzeysel düşünce noktasında belirli bir fikre sahip, dünyaya belirli bir açıdan bakan insanda yüzeysel düşüncenin varlığından bahsetmek abes olur. Çünkü, insan bu düşünce şekliyle ne belirli bir fikre sahip olabilir nede dünyaya belirli bir açıdan, yani özel bir bakışla bakması mümkün olur. Fikir sahibi insanda var olması zorunlu olan düşünce biçimi derin düşüncedir. Hatta derin düşünce sadece belirli bir fikir sahibi insanda olmakla birlikte diğer bazı insanlarda da olabilir. Yani derin düşünce; eşyanın, vakıanın veya olayların dışa yansıyan şekliyle birlikte içerisin de var olan diğer hususları da bilmektir veya kavramaktır. Bu da, vakıalar veya eşyada insan nezdinde karanlık kalan herhangi bir hususu bırakmamaktır. İnsan eşyayı, vakıayı veya olayları çepeçevre sarmalıdır, hakim olmalıdır ki; onun üzerine ikame edilecek fikri husus konusunda, hata etme konusunu en az seviyeye düşürebilsin. Vakıaların derinlikten yoksun bir şekilde anlaşılması neticesinde insanın ortaya koyacağı tavırlarda yanlış olacak, hatta yapılan işlerin ve amellerin boşa çıkmasına, heder olmasına neden olacaktır.

Vakıanın derinlemesine anlaşılması hususuna bir örnek verecek olursak; çoğu Müslümanlar ümmetin bugünkü halden kurtuluşunun ancak ekonominin düzelmesi, ahlaki kuralların kuvvetli olması eğitim seviyesinin yükselmesi veya yetki noktalarının ele geçirilmesi gibi hususları öne sürüp bu şekilde çalışmalarını şekillendiriyorlar. Buna daha bir çok hususları zikredebiliriz. İşte yukarıdaki örnekler derinlikten yoksun sathi bir düşünmedir.

O halde, yukarıdaki örnek hakkında “derin düşünce nedir” değimiz zaman; “insanın ve toplumların ancak fikirle kalkınmalarının mümkün” olduğu cevabı doğar. Çünkü; insanın davranışları taşımış olduğu mefhumlara göredir. Mefhumlar da; “fikirlerin anlamları” olduğu için insanda değiştirilmesi gereken şeyin fikir olduğu ortaya çıkar. Bu nedenle insan üzerinde yapılması gereken çalışma fikri çalışmadır. Yine, topluma bakıldığı zaman toplumu meydana getiren bir kaç unsurun olduğunu görürüz. Toplumu meydana getiren unsurlardan bir tanesi fikirdir. Bu toplumun vakıası incelendiği zaman ortaya çıkacaktır. Bu da insan nezdinde vuzuha kavuşunca, toplum vakıasında ve insan noktasında insana gizli kalan yön kalmaz. Bununla birlikte insanlara ve topluma yönelik çalışmanın keyfiyeti de ortaya çıkmış olur ki; buda fikri çalışmadır. İnsan veya toplumları değiştirmek onlarda var olan fikirlerin değişmesiyle mümkündür.

Diğer üçüncü bir husus ise; aydın düşüncedir ki; bu her insanda ve her toplumda bulunmaz. Bu noktada insanlar ve topluluklar birbirinden farklılık arz ederler. Esas itibari ile aydın düşünce eşyanın, vakıanın ve olayların öncesi ve sonrası ile alakasını kurmaktır. Bu ancak Müslümanlarda mevcuttur. Yani yaratıcı ile irtibatın sağlanmasıdır ki bu ancak yaratıcının; eşya, olaylar ve vakıa hakkında indirdiği hükme bağlamaktır. Bu ameliyenin yapılması neticesinde insanın vakıaya eşyaya veya olaylara karşı tavrı belirlenir ve insan bu noktada kendisini karalıktan kurtarmış olur ki; bu şekilde insan için hayat tanımlanmış olur.

Vakıanın incelenmesi, araştırılması ve anlaşılması konusuna gelince; insanlarda bu yönün açığa çıkması gerçekten zor bir durumdur. Derin düşünce bu yönde her düşünen insanda gerçekleşmiyor. Vakıanın idrak edilmesi keskin bir bakışı gerektirir ki buda; vakıanın anlaşılması hususunda kendisinde var olan malumata bağlıdır. İnsanda varlığı bulunan malumatın zenginliği berraklığı, genişliği vakıaya keskin bir bakışı sağlar. Kısır malumatlar ise vakıanın anlaşılmamasına, müphemliğe doğru kaymasına vakıaya keskin bakışın olmaması ve bununla da birlikte vakıayı yanlış anlamaya sebep olur ki buda; insanın vakıa üzerine ikame edeceği fikrin isabetsizliğine götürür. Buda insanın vakıa üzerinde bitmez tükenmez bir düşünüşe götürür. Bu şekilde insan vakıa karşısında karanlığa gömülür, vakıa insana galip gelir ve insanda büyük bir yara açar.

Vakıaya yaklaşımla ilgili diğer bir husus ise; vakıaya yaklaşım tarzıdır. Vakıa mücerret olarak ele alınmalıdır. Bunun manası şudur: Vakıayı yanlış anlamaya sevk edecek bütün unsurlardan temizlemektir. İnsan hakikatiyle etkilenen bir varlıktır. İnsan vakıaya yaklaşırken bu etkilenmeden azami derecede soyutlanmalıdır ki vakıanın anlaşılması noktasında keskin bakış ortaya çıksın. Buna örnek verecek olursak; insan bizzat içerisinde bulunduğu vakıayı anlama ve idrak etmede vakıanın kendisinde bıraktığı tesir yönünde yaklaşır. Bu tesir ise, vakıanın derinlemesine incelenmesi yönünde insanı geri bırakır. Eğer insanın vakıadan etkilenmesi müspet şekilde ortaya çıkarsa insanın vakıaya yönelişi bu yönde olur. Fakat, bunun tersi yönünde ise, vakıadan menfi bir etkilenme durumu varsa yaklaşım tarzı da bu yönde olacaktır. Yani insan sevip sevmemede, zarar veya fayda konusuna göre vakıalara yaklaşmaya meyillidir. Buda insanın derin düşünmesine engel teşkil etmektedir. Bundan dolayı insana vakıaya yaklaşmakla ilgili bir yön vermekten kaçınılmalıdır. Vakıalara yaklaşırken bakış açısı vakıada derinliği yakalamak olmalıdır ki; insan vakıayı hissetme ve idrak etme yönünde billurluğu yakalayabilsin. Eğer bütün vakıa, olaylar ve eşyaları anlama, idrak etme konusunda mücerretlik sağlanmazsa, bu insanı olaylara yaklaşımda (anlaşılması yönünde) yanlışlığa götürecektir. Bir olayın, vakıanın veya eşyanın cinsi, çeşidi, büyüklüğü veya küçüklüğü zararı veya faydası ne olursa olsun anlama ve idrak etme yönünde mücerretlik sağlaması gerekir. Yani vakıayı, olayları ve eşyaları olduğu gibi algılamak gerekir ki bunların üzerine indirilecek hükmün isabetliği sağlanabilsin.

Vakıa ve olaylar ele alınırken sınıflandırılmaz. Bunun manası şudur: İnsan hayatında karşılaşılan olaylara bakarsak çeşitleme açısından ekonomik, içtimai, siyasi, yönetim, eğitim diğer halklarla alakalar (ki dış siyaset), muamelat gibi çeşitlilik arz eder. Olaylar ele alınırken çıktıkları yer itibariyle ele alınmazlar. Ekonomi ile ilgili her hangi bir vakıa ortaya çıktığı zaman bu ekonomik bir olaydır veya bu siyasetle ilgili bir olaydır veya bu yönetimle ilgili olaydır diyerek bunlar kendi konumlarında değerlendirilirler diye düşünmek yanlıştır. Eğer böyle düşünülecek olursa, ekonominin güçlü olduğu yerdeki bir vakıa ile ekonominin zayıf olduğu yerdeki aynı vakıa hakkında farklı idrakler, farklı anlayışlar ortaya çıkar ki buda bir olay hakkında iki fikrin ortaya çıkmasına neden olur. Halbuki her olay, vakıa ve eşya hakkında bir fikir vardır. İki fikrin olması çelişki doğurur. Burada şunu izah etmekte de fayda vardır: Vakıa tek olmasına rağmen onun hakkında birden farklı fikrin olması gördüğümüz gerçeklerdendir. Bu şu şekilde izah edilir: Fikrin çıkarıldığı kaynak vakıa hakkında kesinlik arz etmiyorsa yani fikrin esas alındığı yer birden fazla fikrin çıkarılmasına müsait ise, bir vakıa hakkında birden fazla fikir ortaya çıkabilir. Bu ise; vakıanın veya olayın kendisinden değil fikrin dayandığı esastan kaynaklanır.

Vakıa açısından bakacak olursak; vakıa ele alınırken çözüme muhtaç bir husus olarak ele alınır. Yani insani bir müşkül olması hasebiyle vakıalar veya olaylar ele alınır. Bunun dışında bu ekonomiyle ilgilidir, bu ekonomi içerisinde incelenmelidir veya bu içtimai bir olaydır, bu içtimai çerçevede ele alınmalıdır düşüncesiyle vakıalara yaklaşmak insanı yanlışlığa götürecektir. Şu bir gerçektir ki; vakıaların yanlış anlaşılması onun üzerine indirilecek fikrinde isabetsizliğine sebep olacaktır.

Düşünmek için vakıa şarttır. Burada bir meseleyi daha vuzuha kavuşturmak gerekir: Vakıanın düşünce karşısındaki konumu nedir? Diğer bir ifade ile; vakıa düşüncenin mevzuumu, yoksa kaynağımıdır?

Vakıanın düşüncenin kaynağa olması meselesi, vakıanın düşünceyi şekillendirmesidir. Burada vakıa hükmedicidir. Vakıanın çeşidine sertliği ve yumuşaklığı, iyi veya kötü, fayda ve zarara göre düşünce şekillenir. Olaylar düşünceyi şekillendirendir. Onun için kapitalistler düşüncelerini direkt olarak vakıadan alırlar. Düşünce bir hamur gibi vakıanın karşısında şekil alır. Buna bir örnek verecek olursak; Türkiye de sürekli anayasa ve kanunların değişmesidir. 1980 öncesinde bir anayasa vardı. Bu anayasa 1980 önce anarşi ortamının meydana gelmesine karışıklıkların, huzursuzluğun, güvensizliğin yani anarşi ortamını doğurduğunu söylediler. Bunun için bu anayasanın değişmesi gerekliliğini gördüler ve yeni bir anayasa hazırlayıp bunu halka sunduktan sonra kabul edildi. Buna “1982 anayasası” denir. Aradan fazla bir zaman geçmeden yaklaşık 3 veya 5 sene sonra anayasa hakkında yine tartışmalar başladı. “82 anayasasının” özgürlükleri veya hürriyetleri kısıtlayıcı “askeri bir anayasa” olduğunu, Türkiye’nin değiştiğini ve bu anayasanın da değişmesi gerektiğini söylemeye başladılar. Burada görülen şudur ki; vakıa düşüncenin kaynağı olarak kabul edildiği için şartlar neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket ediliyor. Bundan dolayı vakıayı düşüncenin kaynağı kabul edenler (bunu batı ve kapitalistler kabul etmektedir) hep vakıanın arkasından yürüdükleri için gerici oldurlar.

Vakıanın düşünmenin konusu olmasına gelince; bu vakıanın düşüncenin kaynağı mevzusundan tamamen farklı ve ayrıdır. Vakıayı düşüncenin konusu etmek, düşünceyi şekillendirmek değil vakıayı şekillendirmektir. Vakıayı bir fikre bağlamak için onu tanımaktır.

YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003

Yukarı