Muhakkak
ki; düşünmek insana has bir vasıftır. Allah’u Teala mücerret
bir şekilde insana düşünme yetisini verdi. İnsana beyin verdi,
duyular verdi, bu duyularda vakıaları hissetme kabiliyeti verdi ve
bunlarla birlikte önbilgiyi de verdi. İşte, insana lazım olan
gerekli hususlarla insanı donattı. Vakıaları algılama, hissetme
bütün insan nezdinde aynıdır. Burada bir farklılık yoktur.
Farklı olan husus vakıaları algılandıktan sonra bunun üzerine
düşünme ve vakıaları yorumlama, vakıalar üzerine hüküm
verme veya vakıaları belirli bir fikre göre şekillendirme hususunda
insanlar birbirlerinden ayrılırlar. Çünkü vakıayı algılamada
insanlar aynı yetiye sahip olsalar da, vakıaları yorumlamak veya
bir fikre bağlama noktasında kendilerinde var olan önbilgilere
göre bu ameliyeyi gerçekleştirirler. Bundan dolayı vakıaları
algılama ve vakıalar üzerine fikir indirme konusu insan için ayrı
konulardır. Dünyada her bir insan hislerinin eriştiği olaylara
baktığı zaman diğer insanlarla birlikte aynı şeyi görür veya
algılarlar. Fakat vakıaya karşı tavrı ortaya koyma konusunda
insanlar birbirinden ayrılırlar. Vakıaya karşı tavır ise kendisinde
var olan mefhumlara göre belirlenir. Mefhumların oluşturulduğu
veya mefhumlar oluşturulurken alınan esaslar birbirinden
farklıdır. Bu esasların farklı olması nedeni ile de düşünme
konusu burada bir insan ile diğer insan arasında farklılık arz
eder.
Düşünmek
için muhakkak ki vakıa şarttır. Vakıa olmadan düşünmek
hayalden başka bir şey değildir. Vakıa ise; ya bizzat duyular
yoluyla müşahede edilir veya bilgiler yoluyla zihinde canlandırılır.
Ve bundan sonra vakıa hissedilir, hissedilen bu vakıalar var olan
önbilgilerle yorumlanarak bir fikir meydana konur ve konan bu fikir
doğrultusunda kanaat meydana gelir. ki bu kanaat ise mefhumu
meydana getirir. Bununla birlikte insan tavrını belirleyip ya ona
yönelir veya ondan yüz çevirir. Bu şekilde vakıa insan nezdinde
billurlaşmış olur.
Vakıayı
algılama ve vakıayı idrak etmek muhakkak ki öneme haiz bir
husustur. Vakıanın veya olayın içerisinde bir veya birden fazla
yön olabilir. Yani vakıanın kendi içerisinde birden fazla oluşum
olabilir.
Bunu
şu örnekle açıklamak mümkündür: Şu anda mevcut olan vakıa;
kafir Amerika ve onun yandaşlarının Müslüman beldesi olan Irak’a
karşı kafirliğin doruk noktasında saldırılar gerçekleştirmektedir.
Bu
olayın herkes tarafından hissedilen yönü bunun bir savaş
olmasıdır. Bu konuda bütün insanların hissettikleri şey
aynıdır ki; bu da Amerika ve yandaşlarının Irak’a karşı
savaş açmasıdır. Bu, vakıanın bütün insanlar nezdin-de algılanan
yönüdür. Fakat bu vakıanın idrak edilmesi, anlaşılması
noktasında insanlar birbirlerinden farklılık arz ederler. Halbuki
bu savaşın içerisinde birkaç husus vardır. Bu hususlar; Amerika’nın
petrole hakim olması, Amerika’nın Ortadoğu’yu kontrol etmesi,
İsrail’in güvenliğinin sağlanması, dünya üzerinde gücü
tamamen ele geçirmesidir. Diğer bir husus da; İslam’ı ve Müslümanları
durdurmak, onları yok etmektir. İşte, bu savaşın içerisinde bu
gibi hususlar vardır.
Bu
vakıayla ilgili fikir nedir dersek; bu kafirlerin açıkça
Müslümanlara ve Müslüman topraklarına acımasızca açılmış
bir savaştır. Ve bu savaş Müslüman kafir savaşıdır. Bununla
ilgili hüküm ise; bütün Müslümanların top yekun olarak
kafirlere karşı koyması gerekir. Bu, bütün Müslümanlar
üzerine farz olan bir husustur.
Diğer
bir yandan, vakıanın kendisini inceleme yönüne bakacak olursak
yukarda da belirttiğimiz gibi bir çok yönleri vardır. Birinci
noktada; savaşın gerçek yönü ve bunu göstermek gerekir. Şu açıkça
görülmektedir ki; bu savaşta birinci derecede gözetilen husus
İslam’a ve Müslümanlara karşı açılmış bir savaş
olmasıdır. Irak’a karşı açılan bu savaşın birinci nedeni
budur ve bu savaş bu yönü ile ele alınarak anlaşılır veya
diğer insanlara götürülür.
Düşünmenin
de çeşitleri vardır. Düşünmesinin çeşitleri ise üç
tanedir: Sathi düşünce, derin düşünce ve aydın düşüncedir.
Günümüz
toplumlarına veya insanlarına baktığımız zaman sathi yani yüzeysel
düşüncenin hakim olduğunu görürüz, hatta bir çoğu bile bunu
göremez. Onlara göre vakıanın veya olayın ve eşyanın görünen,
dışa yansıyan şeklinden başka bir yönü yoktur. Böylesi
toplumlarda veya insanlarda düşünme ameliyesi yoktur. Çünkü;
vakıa derinlemesine anlaşılmadan bir fikir ortaya koymak mümkün
değildir. Nitekim, aklın oluşumundaki unsurlardan bir tanesi de;
eşya olaylar veya vakıadır. Bu eksik olunca da düşünme vakıası
meydana çıkmaz. Öyle ise; yüzeysel düşünce noktasında
belirli bir fikre sahip, dünyaya belirli bir açıdan bakan insanda
yüzeysel düşüncenin varlığından bahsetmek abes olur.
Çünkü, insan bu düşünce şekliyle ne belirli bir fikre sahip
olabilir nede dünyaya belirli bir açıdan, yani özel bir bakışla
bakması mümkün olur. Fikir sahibi insanda var olması zorunlu
olan düşünce biçimi derin düşüncedir. Hatta derin düşünce
sadece belirli bir fikir sahibi insanda olmakla birlikte diğer
bazı insanlarda da olabilir. Yani derin düşünce; eşyanın, vakıanın
veya olayların dışa yansıyan şekliyle birlikte içerisin de var
olan diğer hususları da bilmektir veya kavramaktır. Bu da, vakıalar
veya eşyada insan nezdinde karanlık kalan herhangi bir hususu bırakmamaktır.
İnsan eşyayı, vakıayı veya olayları çepeçevre sarmalıdır,
hakim olmalıdır ki; onun üzerine ikame edilecek fikri husus
konusunda, hata etme konusunu en az seviyeye düşürebilsin. Vakıaların
derinlikten yoksun bir şekilde anlaşılması neticesinde insanın
ortaya koyacağı tavırlarda yanlış olacak, hatta yapılan
işlerin ve amellerin boşa çıkmasına, heder olmasına neden
olacaktır.
Vakıanın
derinlemesine anlaşılması hususuna bir örnek verecek olursak;
çoğu Müslümanlar ümmetin bugünkü halden kurtuluşunun ancak
ekonominin düzelmesi, ahlaki kuralların kuvvetli olması eğitim
seviyesinin yükselmesi veya yetki noktalarının ele geçirilmesi
gibi hususları öne sürüp bu şekilde çalışmalarını
şekillendiriyorlar. Buna daha bir çok hususları zikredebiliriz.
İşte yukarıdaki örnekler derinlikten yoksun sathi bir düşünmedir.
O
halde, yukarıdaki örnek hakkında “derin düşünce nedir” değimiz
zaman; “insanın ve toplumların ancak fikirle kalkınmalarının
mümkün” olduğu cevabı doğar. Çünkü; insanın
davranışları taşımış olduğu mefhumlara göredir. Mefhumlar
da; “fikirlerin anlamları” olduğu için insanda değiştirilmesi
gereken şeyin fikir olduğu ortaya çıkar. Bu nedenle insan
üzerinde yapılması gereken çalışma fikri çalışmadır. Yine,
topluma bakıldığı zaman toplumu meydana getiren bir kaç unsurun
olduğunu görürüz. Toplumu meydana getiren unsurlardan bir tanesi
fikirdir. Bu toplumun vakıası incelendiği zaman ortaya çıkacaktır.
Bu da insan nezdinde vuzuha kavuşunca, toplum vakıasında ve insan
noktasında insana gizli kalan yön kalmaz. Bununla birlikte
insanlara ve topluma yönelik çalışmanın keyfiyeti de ortaya çıkmış
olur ki; buda fikri çalışmadır. İnsan veya toplumları
değiştirmek onlarda var olan fikirlerin değişmesiyle mümkündür.
Diğer
üçüncü bir husus ise; aydın düşüncedir ki; bu
her insanda ve her toplumda bulunmaz. Bu noktada insanlar ve
topluluklar birbirinden farklılık arz ederler. Esas itibari ile
aydın düşünce eşyanın, vakıanın ve olayların öncesi ve
sonrası ile alakasını kurmaktır. Bu ancak Müslümanlarda
mevcuttur. Yani yaratıcı ile irtibatın sağlanmasıdır ki bu
ancak yaratıcının; eşya, olaylar ve vakıa hakkında indirdiği
hükme bağlamaktır. Bu ameliyenin yapılması neticesinde insanın
vakıaya eşyaya veya olaylara karşı tavrı belirlenir ve insan bu
noktada kendisini karalıktan kurtarmış olur ki; bu şekilde insan
için hayat tanımlanmış olur.
Vakıanın
incelenmesi, araştırılması ve anlaşılması
konusuna gelince; insanlarda bu yönün açığa çıkması
gerçekten zor bir durumdur. Derin düşünce bu yönde her düşünen
insanda gerçekleşmiyor. Vakıanın idrak edilmesi keskin bir
bakışı gerektirir ki buda; vakıanın anlaşılması hususunda
kendisinde var olan malumata bağlıdır. İnsanda varlığı
bulunan malumatın zenginliği berraklığı, genişliği vakıaya
keskin bir bakışı sağlar. Kısır malumatlar ise vakıanın
anlaşılmamasına, müphemliğe doğru kaymasına vakıaya keskin
bakışın olmaması ve bununla da birlikte vakıayı yanlış
anlamaya sebep olur ki buda; insanın vakıa üzerine ikame edeceği
fikrin isabetsizliğine götürür. Buda insanın vakıa üzerinde
bitmez tükenmez bir düşünüşe götürür. Bu şekilde insan
vakıa karşısında karanlığa gömülür, vakıa insana galip
gelir ve insanda büyük bir yara açar.
Vakıaya
yaklaşımla ilgili diğer bir husus ise; vakıaya
yaklaşım tarzıdır. Vakıa mücerret olarak ele alınmalıdır.
Bunun manası şudur: Vakıayı yanlış anlamaya sevk edecek bütün
unsurlardan temizlemektir. İnsan hakikatiyle etkilenen bir varlıktır.
İnsan vakıaya yaklaşırken bu etkilenmeden azami derecede
soyutlanmalıdır ki vakıanın anlaşılması noktasında keskin
bakış ortaya çıksın. Buna örnek verecek olursak; insan bizzat
içerisinde bulunduğu vakıayı anlama ve idrak etmede vakıanın
kendisinde bıraktığı tesir yönünde yaklaşır. Bu tesir ise,
vakıanın derinlemesine incelenmesi yönünde insanı geri
bırakır. Eğer insanın vakıadan etkilenmesi müspet şekilde
ortaya çıkarsa insanın vakıaya yönelişi bu yönde olur. Fakat,
bunun tersi yönünde ise, vakıadan menfi bir etkilenme durumu
varsa yaklaşım tarzı da bu yönde olacaktır. Yani insan sevip
sevmemede, zarar veya fayda konusuna göre vakıalara yaklaşmaya
meyillidir. Buda insanın derin düşünmesine engel teşkil
etmektedir. Bundan dolayı insana vakıaya yaklaşmakla ilgili bir yön
vermekten kaçınılmalıdır. Vakıalara yaklaşırken bakış açısı
vakıada derinliği yakalamak olmalıdır ki; insan vakıayı
hissetme ve idrak etme yönünde billurluğu yakalayabilsin. Eğer bütün
vakıa, olaylar ve eşyaları anlama, idrak etme konusunda
mücerretlik sağlanmazsa, bu insanı olaylara yaklaşımda
(anlaşılması yönünde) yanlışlığa götürecektir. Bir olayın,
vakıanın veya eşyanın cinsi, çeşidi, büyüklüğü veya
küçüklüğü zararı veya faydası ne olursa olsun anlama ve
idrak etme yönünde mücerretlik sağlaması gerekir. Yani
vakıayı, olayları ve eşyaları olduğu gibi algılamak gerekir
ki bunların üzerine indirilecek hükmün isabetliği
sağlanabilsin.
Vakıa
ve olaylar ele alınırken sınıflandırılmaz. Bunun
manası şudur: İnsan hayatında karşılaşılan olaylara bakarsak
çeşitleme açısından ekonomik, içtimai, siyasi, yönetim, eğitim
diğer halklarla alakalar (ki dış siyaset), muamelat gibi çeşitlilik
arz eder. Olaylar ele alınırken çıktıkları yer itibariyle ele
alınmazlar. Ekonomi ile ilgili her hangi bir vakıa ortaya çıktığı
zaman bu ekonomik bir olaydır veya bu siyasetle ilgili bir olaydır
veya bu yönetimle ilgili olaydır diyerek bunlar kendi konumlarında
değerlendirilirler diye düşünmek yanlıştır. Eğer böyle düşünülecek
olursa, ekonominin güçlü olduğu yerdeki bir vakıa ile
ekonominin zayıf olduğu yerdeki aynı vakıa hakkında farklı
idrakler, farklı anlayışlar ortaya çıkar ki buda bir olay
hakkında iki fikrin ortaya çıkmasına neden olur. Halbuki her
olay, vakıa ve eşya hakkında bir fikir vardır. İki fikrin
olması çelişki doğurur. Burada şunu izah etmekte de fayda
vardır: Vakıa tek olmasına rağmen onun hakkında birden farklı
fikrin olması gördüğümüz gerçeklerdendir. Bu şu şekilde
izah edilir: Fikrin çıkarıldığı kaynak vakıa hakkında
kesinlik arz etmiyorsa yani fikrin esas alındığı yer birden
fazla fikrin çıkarılmasına müsait ise, bir vakıa hakkında
birden fazla fikir ortaya çıkabilir. Bu ise; vakıanın veya
olayın kendisinden değil fikrin dayandığı esastan kaynaklanır.
Vakıa
açısından bakacak olursak; vakıa ele alınırken
çözüme muhtaç bir husus olarak ele alınır. Yani insani bir müşkül
olması hasebiyle vakıalar veya olaylar ele alınır. Bunun
dışında bu ekonomiyle ilgilidir, bu ekonomi içerisinde
incelenmelidir veya bu içtimai bir olaydır, bu içtimai
çerçevede ele alınmalıdır düşüncesiyle vakıalara yaklaşmak
insanı yanlışlığa götürecektir. Şu bir gerçektir ki; vakıaların
yanlış anlaşılması onun üzerine indirilecek fikrinde
isabetsizliğine sebep olacaktır.
Düşünmek
için vakıa şarttır. Burada bir meseleyi daha vuzuha kavuşturmak
gerekir: Vakıanın düşünce karşısındaki konumu nedir? Diğer
bir ifade ile; vakıa düşüncenin mevzuumu, yoksa kaynağımıdır?
Vakıanın
düşüncenin kaynağa olması meselesi, vakıanın düşünceyi
şekillendirmesidir. Burada vakıa hükmedicidir. Vakıanın çeşidine
sertliği ve yumuşaklığı, iyi veya kötü, fayda ve zarara göre
düşünce şekillenir. Olaylar düşünceyi şekillendirendir. Onun
için kapitalistler düşüncelerini direkt olarak vakıadan
alırlar. Düşünce bir hamur gibi vakıanın karşısında şekil
alır. Buna bir örnek verecek olursak; Türkiye de sürekli anayasa
ve kanunların değişmesidir. 1980 öncesinde bir anayasa vardı.
Bu anayasa 1980 önce anarşi ortamının meydana gelmesine
karışıklıkların, huzursuzluğun, güvensizliğin yani anarşi
ortamını doğurduğunu söylediler. Bunun için bu anayasanın
değişmesi gerekliliğini gördüler ve yeni bir anayasa hazırlayıp
bunu halka sunduktan sonra kabul edildi. Buna “1982 anayasası”
denir. Aradan fazla bir zaman geçmeden yaklaşık 3 veya 5 sene
sonra anayasa hakkında yine tartışmalar başladı. “82
anayasasının” özgürlükleri veya hürriyetleri kısıtlayıcı
“askeri bir anayasa” olduğunu, Türkiye’nin değiştiğini ve
bu anayasanın da değişmesi gerektiğini söylemeye başladılar.
Burada görülen şudur ki; vakıa düşüncenin kaynağı olarak
kabul edildiği için şartlar neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket
ediliyor. Bundan dolayı vakıayı düşüncenin kaynağı kabul
edenler (bunu batı ve kapitalistler kabul etmektedir) hep
vakıanın arkasından yürüdükleri için gerici oldurlar.
Vakıanın
düşünmenin konusu olmasına gelince; bu vakıanın
düşüncenin kaynağı mevzusundan tamamen farklı ve ayrıdır.
Vakıayı düşüncenin konusu etmek, düşünceyi şekillendirmek
değil vakıayı şekillendirmektir. Vakıayı bir fikre bağlamak için
onu tanımaktır.
|