AMERİKA
NE YAPMAK İSTİYOR?
Amerika
siyasi hayatında en büyük kaosun eşiğindedir. Amerika’da
şahinler kanadı olarak da adlandırılan Yahudi ağırlıklı ve
aynı anda askeri kanadın 11 Eylülde gerçekleştirdikleri
darbenin arkasından gözlemlenen; Amerika’nın yaşamını kuvvet
üzerine bina ettiğini görüyoruz. Siyasi alanda her gün başarısızlıklar
içerisindedir. BM dahil hiçbir sivil dünya kurumu ile muhatap
olmadığını yaptığı icraatlarda açıkça sergilemek-tedir. Bu
ise insanların maslahatlarına büyük darbe vurmakta ve dünya
kamuoyu Amerika’ya düşmanca bakmaktadır. İslam alemi ve
İslam, düşman seçilmekle kabaran bir öfke mevcuttur. Burada
şunu eklemek gerekir ki, bu kabaran öfke hedefli ve sınırlı
değildir. Duygularla yüklü, yanıp sönen ateş gibidir. Sürükleyiciliği
mevcut olamayan, herhangi bir kitlesel yapı ile beslenmeyen bu gibi
çıkışlar Hilafet yıkıldıktan beri süre gelmekte fakat başarı
elde edilememektedir. Burada asıl olan, çıkışların hedefli,
ideolojik ve kitlesel yani partisel olması şarttır. Aynı anda dünyanın
diğer kesimlerinde de halkların herhangi bir şekilde baskı
altına alındığı berrak bir şekilde yansımaktadır.
Amerikanın korku salan demeçleri karşısında yöneticilerin takındığı
cılızca tavırlar halkları tarafından benimsenmediği
aşikardır. Bundan dolayıdır ki, ABD dünyada güven yerine düşman
kazanmakta ve her toplumca yadırganmaktadır. Dünyanın neresinde
olurlarsa olsunlar ABD vatandaşı, elçilikleri veya askerleri
koruma çemberinin içerisinde, korku içerisinde yaşamaktadır. Böylesi
bir yapı içerisinde, uzun boylu barınması mümkün değildir.
Bir nevi dünyayı güç gösterisi ile baskı altına alırken dünya
düzenine yakıp yıkmaktan başka hiçbir şey kazandırmadığı
da ortadır. Afganistan üzerine halen ne emniyetini sağlayabilmiş
ne de oraya belirli bir düzen yerleştirebilmiştir. Bu gün aynı
olay Irak üzerinde gerçekleşmektedir. Siyasi başarısızlık
orada da kendini alenen göstermekte ve şu an bocalama devresindedir.
Yıkılan, yağmalanan ve harabeye çevrilen yerlerde terör estiren
Amerika, günlük olarak bölgede plan değişikliğine gitmektedir.
Siyasi başarısızlığı ve iç çekişme Bağdat’a atadıkları
valiyi geri çekmekle de kendini göstermiştir. Bu karışıklık içerisinde
elbette yine bir şeyler yapma eğilimindedir.
Amerika
istiyor ki; bölgedeki hiçbir yöneticinin kendisine karşı
gelemeyeceği bir yapı doğsun. Fakat burada o yöneticilerin
bölge halkları tarafından sevilmediğini unutuyor gibi. Her ne
kadar yöneticiler ABD’ye baskılar sonucu onay verse de bu durum
karşıt çıkışların önüne geçmeye yetmeyecek bir nevi
körükleyecektir. Bir noktada Amerika belki bunun böyle olmasını
istiyor olabilir. Çünkü bölgede uzun kalması ancak kargaşanın
uzun ömürlü olmasına bağlıdır. Bu devre içerisinde kontrolü
altında tutabildiği takdirde büyük işler başarması mümkün
gözükebilir. Fakat oluşan muhalefeti sınırlandıramadığı
takdirde egemenliği noktalanmakla karşı karşıyadır. Burada
şunu da eklemek gerek; Amerika sınırlamaya çalıştığı bölge
veya halkın Müslümanların bölgesi ve Müslüman halk olduğunu
unutuyor gibi. İslam var olduğu müddetçe (bundan hiç şüphemiz
yok, çünkü bu dini Allah indirdi ve O koruyacaktır.) ve orada Müslümanlar
yaşadığı müddetçe bu ateşi söndürmeye gücü yetmeyecektir.
Bölgede
hakimiyet kurmak ancak askeri olarak mümkündür. Siyasi veya
askeri hakimiyet tarihi seyir içerisinde de görüldü ki başarılı
olamamıştır. Ancak o bölge İslam’ın getirdiği fikri
birliğin etrafında asırlardır bir sükunet yaşamıştı. Hilafetin
yıkılışı ile bu sükunetin kaybolduğu bilinen bir gerçektir.
Bu sükuneti bozan İngiltere yıllardır bölgede ajanları ile beraber
bulunmasına rağmen etkili olamamış ve yerini istemeyerekte olsa
Amerika’ya bırakmıştır. Bu dönem içerisinde İngiltere bölgeden
alacağı kadar ganimet almış, bölgeyi sömürmüş ve
zenginliğine zenginlik katmıştır. Sonuçta Amerikanın
yapacağı da budur. İdeolojik açıdan başarısız olanlar bölge
zenginliklerini almak ve doyuma ulaşmak için belli bir müddet
orada bulunmayı yeğleyecektir. Bundan dolayı Amerika bölgenin
zenginlik kaynağı olan petrol üzerinde tam bir hakimiyet kurmak
istiyor. Bundan dolayı da kendisinden başka hiçbir devletin,
petrol şirketlerinin bölgede etkinliğini kabul etmiyor. Ayrıca
Amerika artık, halklarını kandırmak üzere münafıkça da olsa
uşaklarının kendisine karşı düşmanca tavırlar takınmasını
kabul etmemeye başlamıştır. Bu nedenle, itaatte kusur gösteren
herhangi bir uşağını değiştirmek istediğinde, askeri baskı
kuracaktır. Bunun ilk örneğini Türkiye ve Suriye başkanları
sergilemişlerdir. Baskıları gören bu liderler halkına rağmen açıktan
açığa Amerika karşısında el pençe divan durmakta her
istenileni harfiyen yerine getirmektedirler. Kendisine yardımcı
olanlara vereceği yardım hiçbir zaman petrol üzerinde hakimiyet
kuracak derecede olmayacağı gibi yüklü bir meblağ şeklinde de
olmayacaktır. Ayrıca Yahudi lobisi ABD’de askeri varlığını
koruduğu müddetçe İsrail de bölgede rahat edecektir. Amerika
savaş esnasında yaptığı 10,5 milyar dolarlık yardımla bunu
alenen sergilemiştir. Bundan sonrası için de Ortadoğu’da
Yahudi varlığını imha edecek veya tehlikeye sokacak hiçbir
güçe müsamaha göstermeyecektir. Yahudi varlığının bölgede
korumasından bir amacı da uç karakol olması ve bölgede
kendisine yardımcı olacak bir düzeyde tutmaktır. Kendisinin
yapamadığı bir çok atılımı İsrail yerine getirmektedir.
İsrail bölgede bir çıban başıdır ve bölgenin birleşmesini
engelleyici aktivite içerisindedir. Amerikanın bölgeye bilfiil
gelişi İsrail’i daha da cesaretlendirmiş ve zulmünü biraz
daha artırmıştır.
Bölgenin
yapısı ve şekillenmesi noktasında Amerika aceleci davranmak
istemiyor. Çünkü yeterli derecede ajanlarını bölgeye yerleştirmiş
değil veya bu ajanlar bölge halkları tarafından benimsenmiş
değillerdir. Sınırların değiştirilmesi meselesine gelince;
bu, şu anda Amerika’nın ajandası içerisinde yoktur. İlk
etapta bu, birçok ülkede Amerika’ya sorunlar çıkaracaktır.
Fakat Amerika, bu bölge devletlerini kendi sınırları dahilinde
zayıflatmak için çalışacaktır. Dolayısıyla, maslahatları
gerektirdiğinde büyük bölünmeler hazırlamak için, onların
binalarında tek bir varlık yerine birlikler (kurmak sureti) ile
çatlaklar oluşturacaktır. Bu arada, karşılıklı ABD ve
İngiltere yönetici atayacakları ajanları konusunda çatışmaya
girmekte, öldürmekte veya tartışma yaşamaktadırlar. Bu ise bölgede
yeni çatışmalar doğurabilir.
Bölgedeki
diğer yönetim ve İngiliz ajanları üzerinde de baskısını
artıracaktır. Bu uşakların Amerika’nın istemediği herhangi
bir şeyi gerçekleştirmemeleri için onları zorlamaya çalışacaktır.
Nitekim bunlar isteseler de istemeseler de, bölgede üsler inşa
etmekte ve bölgeye ordulara yığmaktadır. Türkiye ve Suudi
Arabistan üzerindeki baskılar hissedilir derecededir. Amerikan yöneticileri
tarafından; “Türk askerinin liderlik fonksiyonunu kullanamadıkları”
açıklaması baskının en üst derecede olduğunun kanıtıdır.
Ayrıca Suudi Arabistan’da gerçekleşen bombalı eylemlerin de
Suudi rejimi üzerinde ABD’nin bir oyunudur. Suudi rejimi her ne
kadar Amerika’yla ortak ilişkiler içerisinde olsa da Suud
ailesinde tedirginlik olduğu aşikardır. Bunun önlenmesi ancak
terör tehdidiyle mümkündür. Son olaylar gösteriyor ki, (büyük
bir ihtimal) bu olayların arkasında Amerika yatmaktadır. Bunun
nedeni de Suudi yöneticilerin Amerikanın isteklerine gereken
ilgiyi anında göstermemelerinden kaynaklanmaktadır.
Bütün
bunlara baktığımızda Amerika, plânlarını vahşiyane, müstekbirane
ve bölge servetleri üzerinde hegemonya kurmaya yönelik olarak
yürütmektedir. Bir dönem İngilizlerin yaptığı açılımı yapmaktan
dahi çok uzaktır. İngilizler, elde etmek istediği bölgeyi tanıyor,
ona göre ajanları vasıtası ile zemin oluşturuyor, yönetim
şemasını çizerek işe başlıyorlardı. Aynen Osmanlı Hilafet
devletini yıkmak için yaptığı işler gibi. Ankara’da yönetim
oluşturulup sağlam adımlar atıldıktan sonra Osmanlı Hilafetine
son vermişti. Amerikanınsa bu tür bir girişimi baştan
yapmadığı ortadadır. Afganistan’da daha sonradan
yerleştirdiği Karzai’nin durumu buna açık bir örnektir.
Bu
davranışları, onun için devletlerarası sahada menfaat çekişmesinden
doğan keskin düşmanlar kazanmasına yol açıyor. Nitekim savaş
esnasında ve sonrasında gördük ki bazı devletler, Irak
savaşında Amerika’ya karşı aleni düşmanlık gösterdiler. Bu
(düşmanlık) Irak için değil, bilakis Amerika’nın maslahatları
karşısında eriyen veya erimeye başladığını hisseden bu
devletlerin kendi menfaatleri ve bölge servetleri içindi.
Bugünlerde Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksemburg’un, Amerika’nın
elinin (kontrolünün) yer almadığı askeri bir kuvvet meydana
getirmek üzere toplanmaları buna işaret etmektedir. Bu durum gün
geçtikçe daha da derinleşecektir. Doğacak olan çatışmanın
İslam bölgelerinde, şu an dolaylı olarak yaşandığı, eğer Müslümanlar
kendi inançlarına dönmez ise, bu çatışmaların bir parçası
olacakları bilinmelidir. Büyük bir tehlikenin kapılarında
olduğunu görmeleri kaçınılmazdır. İçlerine sızan sömürgecileri,
bütün güçleri geldikleri yerlere geri göndermeleri için atılım
yapmaları (geç kalmış olsalar da) zamanıdır.
Zulmün
tesiri her yanı karış karış sarmıştır. Elbette yükselen
zulmün arkasından doğacak olan küfrün hakimiyeti değildir. Sürekli
zulüm, tehdit bu ümmetin dini olan İslam’ın yavaş yavaş
hararet bulmasını sağlamaktadır. Dünyanın her yanında, Irak’tan
Filistin’e sonra Afganistan, Keşmir ve Çeçenistan’a kadar İslam
beldelerini takip edenlerin idrak eder hale geldiği bu
hararetlenme, her ne kadar somut başarılar üreten bir varlık
şeklinde değilse de, hissi sancılar ve heyecan hisleri şeklinde
olsa bile, tüm bunlar ancak Allah’ın indirdiklerini tatbik
edecek ve Allah yolunda cihada liderlik edecek bir imamın (Halife’nin)
etrafında Müslümanları birleştirecek devletin ikamesinin
emareleridir.
İnşaallah
sömürgecilerin ve Amerika’nın bölgede hegemonya kurmaya
yönelik plânları İslam Devleti Hilafetin kurulması ile
yıkılacaktır. İslam ümmetinin servetlerine uzanan elleri
kökünden kırılacaktır.
BASINDAN
VE NETTEN HABER ve YORUMLAR:
Saddam
Hüseyin ile Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) suikastla
koltuğundan indirilen iki başkanı John F. Kennedy (JFK) ve
Abraham Lincoln arasındaki benzerliği hiç düşündünüz mü? Bu
benzerliği anlayabilmek için cebinizdeki Amerikan banknotuna bir
göz atmanız gerekiyor. Cebimde Amerikan banknotu yok demeyin,
mutlaka vardır. Hani rahmetli Özal "Türk Parasını Koruma
Yasasını" dinozorluk olarak gösterip ülkeyi yeşil
dolarlara boğmuştu ya. Ondan sonra da bakkaldan ekmek almadan
önce döviz bürosuna koşup birkaç dolar bozdurmaya baslar hale
gelmiştik ya. İşte o banknotlardan bahsediyoruz.Ön yüzündeki
FEDERAL RESERVE NOTE yazısını gördünüz mü? Simdi JFK ile başlayalım
hikayemize. JFK, vatansever ve zeki bir başkandı. Eğer ABD su an
teknolojide süper güç konumunda ise bunu JFK'in kısa süren başkanlığı
döneminde başlattığı bazı projelere borçludur. Bu vatansever
ve zeki insan, 4 Haziran 1963 tarihli bir emirle Amerikan banknotların
da gördüğünüz FEDERAL RESERVE NOTE yazısını sildirmek
istemiştir. Bunun ne anlama geldiğini birazdan daha iyi anlayacağız.
Federal Reserve Bank, çoğu kişinin zannettiğinin aksine Türkiye'deki
Merkez Bankası’nın karşılığı bir banka değildir. Hatta çoğu
Amerikan vatandaşının zannettiği gibi Amerika Birleşik Devletleri'nin
bir kurumu da değildir.
Federal
Reserve Bank (FRB), aralarında kan bağı ve şirket bağı olan,
sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç ailenin ve
şirketin sahip olduğu özel bir bankadır. Bank of England'in
sahibi Rothschilds ailesi FRB'nin gerçek sahibidir dersek çok yanlış
olmaz. Rothschild ailesinin Amerika'daki temsilcileri olan Morgan
gibi Amerika’nın bilinen dev firmaları FRB'nin yönetimini
elinde tutmaktadır. Bunlara ilave olarak Chase Manhattan'in sahibi
Rockfeller ailesi gibi birkaç zengin aile, Texaco gibi petrol şirketleri
de FRB'in sahipleri arasında.
Sistemin
çalışmasına gelince: ABD'nin piyasaya süreceği para
FRB'nin matbaalarında basılıyor. FRB, bu banknotları ABD'ye borç
olarak veriyor. ABD, FRB'den aldığı kağıtlar karşılığında
FRB'ye faiz ödüyor. Piyasaya sürülen banknotların
karşılığının olup olmadığına bakılmıyor. Nasıl olsa
kimse karşılığını sormuyor, karşılığını soran çıkarsa
defteri dürülüyor, tıpkı Fransa’nın 1969'da başına
geldiği gibi. İşte vatansever JFK, bu "borç para vererek
devletten faiz toplama gücünü" FRB'nin elinden almak istemiştir.
JFK'in 4 Haziran 1963 tarihli ve 11110 sayılı emri ile Amerikan hükümetine
kendi parasını kendi basması yolu açılmıştı. Amerikan
Hazinesi, kasasında tuttuğu gümüş karşılığında basacağı
banknotları piyasaya sürebilecekti. ABD, artık FRB'ye faiz
ödemek zorunda kalmayacaktı. Kennedy'nin bu emri ayni zamanda
FRB'nin iflası anlamına geliyordu. Kağıt basıp yüklü miktarda
faiz geliri almak gibi tatlı bir ticaret sona ermek üzereydi. 22
Kasım 1963 tarihinde Kennedy suikasta uğradı ve öldü. Kennedy
öldürüldükten 5 ay sonra Amerika yine eskiden olduğu gibi
FRB'den aldığı kağıtları (dolarları) piyasaya sürüp, FRB'ye
faiz ödemeye devam etti.
Ne
büyük tesadüftür ki; Abraham Lincoln de ulusal para politikasını
düzenleyen bir yasa çıkarttıktan sonra suikasta uğramıştı.
Doların dünyadaki hakimiyeti, sokaktaki Amerikan vatandaşından
çok, Federal Reserve Bank için önemli. Piyasaya sürülen her
dolar, FRB'nin kasasına girecek faiz gelirinin artması demek.
Doların hakimiyetinin sona ermesi ise FRb'nin kolaydan kazandığı
faizlerin buharlaşması anlamına geliyor. Madalyonun nasıl iki yüzü
varsa, doların da bir de uluslararası "yüzü">var.
Dünyadaki resmi rezervlerin %60'i Amerikan doları cinsinden
kasalarda tutuluyor. Euro henüz piyasaya çıkmadan önce Alman
Markı sadece %13 gibi düşük bir paya sahipti. Yen ise %5
düzeyindeydi. Avrupa Birliği (AB) 1999 senesinden itibaren Euro
kullanacağını ilan ettiği zaman bu para biriminin pek tutmayacağı
yönündeki görüşler ağırlık kazanıyordu. Federal Rezerv Bank
için tehlike çanları henüz çalmıyordu, hatta tam tersine doların
hakimiyeti daha da kökleşebilirdi. Gelin görün ki Saddam gibi
bazı Amerikan düşmanları doları tahtından indirip Euro'yu
birinci sınıf para koltuğuna oturtmaya kalkıştı. Hem de bu
durum düşünüldüğünden daha hızlı gelişmeye başladı. Iran
ve Venezüella gibi petrol zengini diğer ülkeler de "petrolü
dolarla satmam, Euro ile satarım" diyen Saddam'ı kendilerine
örnek alınca doların "rengi" aniden değişti;
yeşilliğini kaybedip morarmaya başladı. İki Amerikan Başkanı,
kağıt basıp faiz toplayanların dümenine çomak sokunca suikasta
uğradı. Saddam da ayni dümene çomak sokunca bazılarının
aklına "Irak halkına özgürlük getirmek" geldi.
(internetten)
Bütün
bunlar gösteriyor ki; ABD bir mafyanın elinde terörist bir devlet
olmuştur. Bu devletin özgürlüklerden bahsetmesi de dünya
halkları için değil üç-beş mafya lideri içindir. Bir devleti
devlet yapan sadece askeri güç değildir, devlet olmanın cüzi
bir parçasıdır. Siyasi ilişkiler olmadan, insanlar arasında
hukuk olmadan, nizam olmadan devlet vasfı doğmaz. Bu gün ABD
dünyanın her yanında devlet vasfını yitirmiş, mafya tipi terör
estiren bir görüntü sergilemektedir. Bunun varacağı sonuç,
mafya liderlerinin sokak ortasında öldürülüşü veya pisipisine
bir kenara atılışı gibi olacaktır.
Dünya
Hilafetle mafyadan temizlenmiş, terörün kökü kazınmış,
adaletin doğacağı günlere gebedir…
Elbette
bir gün çökecek!
Nuh
Gönültaş (Tercüman 16/5/2003)
1980
yılında Alman think-tank kuruluşu DBSFS tarafından Visio 2020
adlı bir rapor yayınlanmıştı. O zamanlar, pek de kimse
tarafından kaale alınmayan bu raporda iki önemli tespit göze
çarpıyordu. Bunlardan birincisi; o yıllarda dünyanın
dengeleyici süper gücü Sovyetler Birliği'nin dağılacağı
öngörüsüydü, bir diğeri ise yine kimsenin hayal bile
edemeyeceği bir olayla ilgiliydi. Berlin duvarının yıkılması
ve iki Almanya'nın birleşmesi. Raporda, bu olaylarla ilgili
öngörü 20 yıllık bir zaman dilimine yayılmıştı, ancak her
iki olayın gerçekleşmesi için sadece 10 yıl beklemek yetti!
Bugünse,
2003 yılında önümüzdeki 20 yıl için şu öngörüyü yapmak,
herhalde yanlış olmayacaktır. ABD çöküş sürecine girdi, hırçınlığı
da bu yüzden!
Amerika
Birleşik Devletleri, bir zamanların süper gücü Britanya
İmparatorluğu'nun gölgesinde kurulmuştu. O zamanlar, dünya
üzerinde büyük bir hegemonya kuran İngilizler, okullardaki ders
kitaplarında çocuklara "Üzerine güneş batmayan
imparatorluk" deyişini ezberletiyorlardı. Britanya
İmparatorluğu'nun çöküşü, 1800'lerden 1900'lere kadar yaklaşık
100 yıllık bir zaman diliminde oldu. Bugün, 1800'lerin güçlü
İngiliz imparatorluğunun yerine ABD imparatorluğu almış
durumda. Ve yine bugün, ABD imparatorluğundan çatırtı sesleri
geliyor.
ABD,
4 Temmuz 1776'da kuruldu. O günden bu yana, özellikle I.ve
II.Dünya savaşları sonrası, ABD, konjonktürel fırsatları iyi
değerlendirerek dünyadaki en büyük askeri ve ekonomik güç olduğunu
ispatladı. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra ise ABD, dünyanın
tek süper gücü olarak kaldı. Bugün, ABD, dünyanın herhangi
bir ülkesine istediği gibi müdahale edebilmekte, yandaşı olan
diktatörleri destekleyip, beğenmediği rejimleri hiçbir uluslar
arası yasaya uymaksızın değiştirebilmektedir. Bunun en sıcak
örneğini Afganistan ve Irak'ta yaşadık. Ancak, ABD'nin bu sarsılmaz
ve yıkılmaz görüntüsü altında, ülkenin yakın bir gelecekte
büyük bir düşüşe geçeceğinin emareleri görünmektedir.
Öncelikle
ABD ekonomisi, bugün oldukça sağlıksız bir şekilde
işlemektedir. Genel olarak bütün dünyaya hakim olan ekonomik
durgunluğun en çok vurduğu ülkelerin başında ABD gelmektedir.
ABD'nin bütün dünyayı kontrol etme istediği, askeri
harcamaları doruk noktasına ulaştırdı. Özellikle 11 Eylül
sonrasında bu harcamaların miktarı gerçekten dudak uçuklatacak
seviyede. Sadece 2001 yılında askeri harcamalara harcanan para 400
milyar dolar. Bu rakam, dünyadaki bütün ülkelerin askeri
harcamalarının yüzde 42'si yapıyor. ABD ekonomisindeki kara
delik günden güne büyümekte ve yamanması imkansız bir hale
gelmekte.
ABD'nin
bütün dünyaya pompaladığı "Özgürlükler ülkesi",
"Amerikan rüyası" gibi kavramların da içi boşaldı.
Amerika'da FBI, NSA ya da yerel polisin sadece yabancılara değil
beyaz olmayan diğer etnik grup mensuplarına, siyahlara ve
hispaniklere yönelik ayrımcı tavrı sürüyor. Yine ülkede işsizlik
her geçen gün artmakta ve sokakta yaşayanların sayısı ciddi
bir sosyal patlama oluşturacak düzeye doğru gelmekte.
Doların
Euro karşısında bütün dünyada yaşadığı ciddi şok Amerikan
rüyasının sonunu getiren unsurlardan biri. Veriler böyle uzayıp
gidiyor.
Bugün
Amerikan yönetimi, bir yandan Hollywood destekli, cilalı filmlerle
dünyanın gözünü boyamaya çalışırken, diğer yandan işgalci
tavrını sürdürerek dünyanın tek süper gücü benim imajını
korumaya çalışıyor. Bütün bu olanların gerisinde Amerikan
sisteminin yavaş yavaş çökmeye başladığı gerçeği açıkça
beliriyor.
Tabii,
bu çöküşün Sovyetler Birliği'ne benzer şekilde gerçekleşeceğini
düşünmek doğru olmaz. Ancak, yakın bir zaman içinde içte ve dışta
yaşanacak süratli gelişmeler önümüzdeki 20 yılın, ABD için
hiç de iyi geçmeyeceğini gösteriyor. 1900'lerin başında
İngiliz Kraliyet İmparatorluğunun bir bir elindeki toprakları
kaybetmesini ve Hindistan ile Pakistan'ın da bağımsızlığa
kavuşmasının ardından "üzerine güneş batmayan imparator-luğun"
bir ada devleti olan İngiltere'ye dönüştüğünü gördük.
Şimdi benzer bir gelişme, ABD için de söz konusu. Belki ABD,
eyaletlere bölünmeyecek yada ikinci bir iç savaş yaşanmayacak
ABD'de. Ancak, dünyanın tek süper gücü, yakın bir gelecekte
kendi içinde düştüğü, ekonomik, siyasi ve sosyolojik buhranın,
bunalımın farkına vararak kabuğuna çekilecek. ABD'nin çöküşü
de işte bu şekilde olacak. Aynen Roma İmparatorluğu, Moğol
İmparatorluğu yada Britanya İmparatorluğu'nun yaşadığı
gibi... Çöküşün başladığının en önemli göstergesi ise
Amerika'nın aklı yerine gücünü kullanmaya başlamış olması.
Onu bu hataya düşüren ise 11 Eylül!..
Tacikistan
Duşanbe, 6/4/2003
Tacikistan
polis yetkilileri perşembe günü, yasaklanmış parti olan
Hizb-ut-Tahrir’in bildirilerini dağıtmaktan dolayı 16 çocuğun
gözaltına aldığını açıkladı.
Tacikistan
İçişleri Bakanlığı sözcüsü Khudoinazar Asoyev: “Tacikistan
başkentinde gözaltında tutulan zanlılar 12-15 yaşları
arasındalar” dedi.
Asoyev;
“araştırmacıların bu çocuklara kimlerin bildirileri verdiğini
araştırdıklarını ve Hizb-ut Tahrir’in bildiriler dağıtmak için
ilk defa çocukları kullandığını” söyledi.
Bu
yıl Tacikistan polisi 30 Hizb-ut-Tahrir mensubunu tutukladı.
Hizb-ut-Tahrir;
İslam ümmetinin İslam şeriatıyla yönetilen bir Hilafet Devleti
altında birleşmesini hedefleyen bir organizasyondur. Bu
organizasyon Orta-Doğu’da çıkmış ve 1990’lı yıllarda Asya’da
(eski Sovyet bölgelerinde) yayılmıştır.
Grup
şiddeti doğrulamadığını belirtiyor. Tacikistan devletine karşı
1990’lı yıllarda 5 yıl sürmüş olan yıkıcı bir isyan çıkmıştı.
Tacikistan
hükümeti çoğu Müslüman olan karşı tarafla 1997’de bir
barış anlaşması imzalamıştı fakat Hizb-ut-Tahrir gibi bazı
İslamcı gruplara karşı sert tutumunu değiştirmemiştir.
Hizb-ut
Tahrir üyeleri tutuklandı
Ankara
Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Hizb-ut Tahrir üyelerine
karşı bir operasyon düzenledi. Aralarında Türkiye sorumlusu,
üyelerinin de yer aldığı 15 kişi gözaltına alındı.
Son
zamanlarda başta Ankara olmak üzere Türkiye çapında bildiri
dağıtıp afiş asarak, halkı İslam Devleti Hilafeti kurmaya çağıran
propaganda yapan Hizb-ut Tahrir’e yönelik bir operasyon gerçekleştirildi.
Ankara
Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı'nın talimatları
doğrultusunda diğer illerde de operasyon yapan Ankara Terörle
Mücadele Şubesi'ne bağlı ekipler, partinin Türkiye sorumlusu Yılmaz
Çelik'i yakaladı.
Altındağ,
Keçiören ve Çankaya ilçelerinde birçok eve yapılan operasyon
sonucunda Çelik'in de aralarında yer aldığı toplam 15 kişi gözaltına
alındı. Filistin asıllı İmarettin Baragat da yakalandı.
Örgütün
kullandığı evlerde yapılan aramalarda; teksir, fotokopi,
bilgisayar gibi malzemelerin de yer aldığı bir kamyon dolusu
örgütsel dokümana el konuldu.
Ankara
Emniyet Müdürlüğü'nde sorgulamaları süren parti mensuplarıyla
ilgili ek gözaltı süresi alındı.
''Tebliğ
aşaması''nda olduğu kaydedilen Hizb-ut Tahrir’in, milliyetçi
değerleri ortadan kaldırıp yerine Hilafet Devleti kurmaya
yönelik propaganda yaptığı ifade edildi.
İSTANBUL'DA
2’Sİ FİLİSTİNLİ 26 ÜYESİ YAKALANDI
Öte
yandan Hizb-ut Tahrir örgütünün İstanbul sorumlusu olduğu
belirtilen Süleyman Uğurlu ile 2'si Filistin uyruklu 26 üyesi
yakalandı.
İstanbul
Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre,
Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) koordinasyonunda
yürütülen operasyonlar sonucunda, İstanbul'un çeşitli
semtlerinde örgütlenme çalışmaları yaptıkları belirlenen
Hizb-ut Tahrir’in İstanbul sorumlusu Süleyman Uğurlu ile
aralarında semt sorumlularının da bulunduğu 2'si Filistinli 26
üyesi gözaltına alındı.
Bu
kişilerin barındıkları yerlerde yapılan aramalarda, 3 bin 200
adet Hizbi övücü ve özendirici mahiyette bildiri, 375 adet
kitlesel içerikli kitap, 175 adet el yazması doküman, 169 adet
kitlesel içerikli dergi, 14 adet bilgisayar, 45 adet CD, 48 adet
disket, 1 fotokopi makinesi ve 1 adet bilgisayar yazıcısı ele geçirildi.
Sorgulamalar
sonucunda, bu kişilerin, 2002-2003 yılları içinde Bakırköy, Bağcılar,
Bayrampaşa, Beykoz, Eminönü, Fatih, Ümraniye, Üsküdar, Kadıköy,
Kartal, Sultanbeyli, Sarıyer, Şişli ve Pendik ilçelerindeki işyeri
ve evler ile kamu kurum ve kuruluşların önlerine ve posta kutularına
kitlesel propaganda içerikli 5 bin adet bildiri bıraktıkları
belirlendi.
HİZB-UT
TAHRİR ÜYELERİ TUTUKLANDI
Son
zamanlarda Türkiye çapında bildiri dağıtıp afiş asarak
İslami propaganda yapan Hizb-ut Tahrir’e yönelik tutuklamalar
gerçekleşti. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından
gerçekleştirilen operasyonda, aralarında Türkiye sorumlusu,
üyeleri gözaltına alındı.
Ankara
Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı ekipler, partinin sözde
Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik’i yakaladı. Partinin
kullandığı evlerde yapılan aramalarda; teksir, fotokopi,
bilgisayar gibi malzemelerin de yer aldığı bir kamyon dolusu
Hilafeti kurma amaçlı örgütsel dokümana el konuldu.
Hizb-ut
Tahrir üyesi 6 kişi cezaevinde
İSTANBUL
- Bursa ve İstanbul’da Hizb-ut Tahrir’e yönelik operasyonlarda
gözaltına alınan 40 kişiden, 7’si serbest bırakılırken, 6’sı
tutuklandı. Yasadışı terör örgütünün İstanbul sorumlusu Süleyman
Uğurlu ile aralarında semt sorumlularının da bulunduğu 2’si
Filistin uyruklu 27 kişinin ise İstanbul DGM’de sorgusu sürüyor.
Bursa’da gözaltına alınan 13 kişiden 7’si serbest
bırakılırken, Yusuf G. (22), Murat Ş. (28), Necdet T. (26),
Serdar Y. (27), İbrahim E. (32) ve Yusuf B. (34), tutuklanarak,
cezaevine konuldu. (Türkiye Gazetesi 16/5/2003)
|