Ana Sayfa YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003 E-Mail

HABER - YORUM

Hilafet Dergisi

AMERİKA NE YAPMAK İSTİYOR?

Amerika siyasi hayatında en büyük kaosun eşiğindedir. Amerika’da şahinler kanadı olarak da adlandırılan Yahudi ağırlıklı ve aynı anda askeri kanadın 11 Eylülde gerçekleştirdikleri darbenin arkasından gözlemlenen; Amerika’nın yaşamını kuvvet üzerine bina ettiğini görüyoruz. Siyasi alanda her gün başarısızlıklar içerisindedir. BM dahil hiçbir sivil dünya kurumu ile muhatap olmadığını yaptığı icraatlarda açıkça sergilemek-tedir. Bu ise insanların maslahatlarına büyük darbe vurmakta ve dünya kamuoyu Amerika’ya düşmanca bakmaktadır. İslam alemi ve İslam, düşman seçilmekle kabaran bir öfke mevcuttur. Burada şunu eklemek gerekir ki, bu kabaran öfke hedefli ve sınırlı değildir. Duygularla yüklü, yanıp sönen ateş gibidir. Sürükleyiciliği mevcut olamayan, herhangi bir kitlesel yapı ile beslenmeyen bu gibi çıkışlar Hilafet yıkıldıktan beri süre gelmekte fakat başarı elde edilememektedir. Burada asıl olan, çıkışların hedefli, ideolojik ve kitlesel yani partisel olması şarttır. Aynı anda dünyanın diğer kesimlerinde de halkların herhangi bir şekilde baskı altına alındığı berrak bir şekilde yansımaktadır. Amerikanın korku salan demeçleri karşısında yöneticilerin takındığı cılızca tavırlar halkları tarafından benimsenmediği aşikardır. Bundan dolayıdır ki, ABD dünyada güven yerine düşman kazanmakta ve her toplumca yadırganmaktadır. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar ABD vatandaşı, elçilikleri veya askerleri koruma çemberinin içerisinde, korku içerisinde yaşamaktadır. Böylesi bir yapı içerisinde, uzun boylu barınması mümkün değildir. Bir nevi dünyayı güç gösterisi ile baskı altına alırken dünya düzenine yakıp yıkmaktan başka hiçbir şey kazandırmadığı da ortadır. Afganistan üzerine halen ne emniyetini sağlayabilmiş ne de oraya belirli bir düzen yerleştirebilmiştir. Bu gün aynı olay Irak üzerinde gerçekleşmektedir. Siyasi başarısızlık orada da kendini alenen göstermekte ve şu an bocalama devresindedir. Yıkılan, yağmalanan ve harabeye çevrilen yerlerde terör estiren Amerika, günlük olarak bölgede plan değişikliğine gitmektedir. Siyasi başarısızlığı ve iç çekişme Bağdat’a atadıkları valiyi geri çekmekle de kendini göstermiştir. Bu karışıklık içerisinde elbette yine bir şeyler yapma eğilimindedir.

Amerika istiyor ki; bölgedeki hiçbir yöneticinin kendisine karşı gelemeyeceği bir yapı doğsun. Fakat burada o yöneticilerin bölge halkları tarafından sevilmediğini unutuyor gibi. Her ne kadar yöneticiler ABD’ye baskılar sonucu onay verse de bu durum karşıt çıkışların önüne geçmeye yetmeyecek bir nevi körükleyecektir. Bir noktada Amerika belki bunun böyle olmasını istiyor olabilir. Çünkü bölgede uzun kalması ancak kargaşanın uzun ömürlü olmasına bağlıdır. Bu devre içerisinde kontrolü altında tutabildiği takdirde büyük işler başarması mümkün gözükebilir. Fakat oluşan muhalefeti sınırlandıramadığı takdirde egemenliği noktalanmakla karşı karşıyadır. Burada şunu da eklemek gerek; Amerika sınırlamaya çalıştığı bölge veya halkın Müslümanların bölgesi ve Müslüman halk olduğunu unutuyor gibi. İslam var olduğu müddetçe (bundan hiç şüphemiz yok, çünkü bu dini Allah indirdi ve O koruyacaktır.) ve orada Müslümanlar yaşadığı müddetçe bu ateşi söndürmeye gücü yetmeyecektir.

Bölgede hakimiyet kurmak ancak askeri olarak mümkündür. Siyasi veya askeri hakimiyet tarihi seyir içerisinde de görüldü ki başarılı olamamıştır. Ancak o bölge İslam’ın getirdiği fikri birliğin etrafında asırlardır bir sükunet yaşamıştı. Hilafetin yıkılışı ile bu sükunetin kaybolduğu bilinen bir gerçektir. Bu sükuneti bozan İngiltere yıllardır bölgede ajanları ile beraber bulunmasına rağmen etkili olamamış ve yerini istemeyerekte olsa Amerika’ya bırakmıştır. Bu dönem içerisinde İngiltere bölgeden alacağı kadar ganimet almış, bölgeyi sömürmüş ve zenginliğine zenginlik katmıştır. Sonuçta Amerikanın yapacağı da budur. İdeolojik açıdan başarısız olanlar bölge zenginliklerini almak ve doyuma ulaşmak için belli bir müddet orada bulunmayı yeğleyecektir. Bundan dolayı Amerika bölgenin zenginlik kaynağı olan petrol üzerinde tam bir hakimiyet kurmak istiyor. Bundan dolayı da kendisinden başka hiçbir devletin, petrol şirketlerinin bölgede etkinliğini kabul etmiyor. Ayrıca Amerika artık, halklarını kandırmak üzere münafıkça da olsa uşaklarının kendisine karşı düşmanca tavırlar takınmasını kabul etmemeye başlamıştır. Bu nedenle, itaatte kusur gösteren herhangi bir uşağını değiştirmek istediğinde, askeri baskı kuracaktır. Bunun ilk örneğini Türkiye ve Suriye başkanları sergilemişlerdir. Baskıları gören bu liderler halkına rağmen açıktan açığa Amerika karşısında el pençe divan durmakta her istenileni harfiyen yerine getirmektedirler. Kendisine yardımcı olanlara vereceği yardım hiçbir zaman petrol üzerinde hakimiyet kuracak derecede olmayacağı gibi yüklü bir meblağ şeklinde de olmayacaktır. Ayrıca Yahudi lobisi ABD’de askeri varlığını koruduğu müddetçe İsrail de bölgede rahat edecektir. Amerika savaş esnasında yaptığı 10,5 milyar dolarlık yardımla bunu alenen sergilemiştir. Bundan sonrası için de Ortadoğu’da Yahudi varlığını imha edecek veya tehlikeye sokacak hiçbir güçe müsamaha göstermeyecektir. Yahudi varlığının bölgede korumasından bir amacı da uç karakol olması ve bölgede kendisine yardımcı olacak bir düzeyde tutmaktır. Kendisinin yapamadığı bir çok atılımı İsrail yerine getirmektedir. İsrail bölgede bir çıban başıdır ve bölgenin birleşmesini engelleyici aktivite içerisindedir. Amerikanın bölgeye bilfiil gelişi İsrail’i daha da cesaretlendirmiş ve zulmünü biraz daha artırmıştır.

Bölgenin yapısı ve şekillenmesi noktasında Amerika aceleci davranmak istemiyor. Çünkü yeterli derecede ajanlarını bölgeye yerleştirmiş değil veya bu ajanlar bölge halkları tarafından benimsenmiş değillerdir. Sınırların değiştirilmesi meselesine gelince; bu, şu anda Amerika’nın ajandası içerisinde yoktur. İlk etapta bu, birçok ülkede Amerika’ya sorunlar çıkaracaktır. Fakat Amerika, bu bölge devletlerini kendi sınırları dahilinde zayıflatmak için çalışacaktır. Dolayısıyla, maslahatları gerektirdiğinde büyük bölünmeler hazırlamak için, onların binalarında tek bir varlık yerine birlikler (kurmak sureti) ile çatlaklar oluşturacaktır. Bu arada, karşılıklı ABD ve İngiltere yönetici atayacakları ajanları konusunda çatışmaya girmekte, öldürmekte veya tartışma yaşamaktadırlar. Bu ise bölgede yeni çatışmalar doğurabilir.

Bölgedeki diğer yönetim ve İngiliz ajanları üzerinde de baskısını artıracaktır. Bu uşakların Amerika’nın istemediği herhangi bir şeyi gerçekleştirmemeleri için onları zorlamaya çalışacaktır. Nitekim bunlar isteseler de istemeseler de, bölgede üsler inşa etmekte ve bölgeye ordulara yığmaktadır. Türkiye ve Suudi Arabistan üzerindeki baskılar hissedilir derecededir. Amerikan yöneticileri tarafından; “Türk askerinin liderlik fonksiyonunu kullanamadıkları” açıklaması baskının en üst derecede olduğunun kanıtıdır. Ayrıca Suudi Arabistan’da gerçekleşen bombalı eylemlerin de Suudi rejimi üzerinde ABD’nin bir oyunudur. Suudi rejimi her ne kadar Amerika’yla ortak ilişkiler içerisinde olsa da Suud ailesinde tedirginlik olduğu aşikardır. Bunun önlenmesi ancak terör tehdidiyle mümkündür. Son olaylar gösteriyor ki, (büyük bir ihtimal) bu olayların arkasında Amerika yatmaktadır. Bunun nedeni de Suudi yöneticilerin Amerikanın isteklerine gereken ilgiyi anında göstermemelerinden kaynaklanmaktadır.

Bütün bunlara baktığımızda Amerika, plânlarını vahşiyane, müstekbirane ve bölge servetleri üzerinde hegemonya kurmaya yönelik olarak yürütmektedir. Bir dönem İngilizlerin yaptığı açılımı yapmaktan dahi çok uzaktır. İngilizler, elde etmek istediği bölgeyi tanıyor, ona göre ajanları vasıtası ile zemin oluşturuyor, yönetim şemasını çizerek işe başlıyorlardı. Aynen Osmanlı Hilafet devletini yıkmak için yaptığı işler gibi. Ankara’da yönetim oluşturulup sağlam adımlar atıldıktan sonra Osmanlı Hilafetine son vermişti. Amerikanınsa bu tür bir girişimi baştan yapmadığı ortadadır. Afganistan’da daha sonradan yerleştirdiği Karzai’nin durumu buna açık bir örnektir.

Bu davranışları, onun için devletlerarası sahada menfaat çekişmesinden doğan keskin düşmanlar kazanmasına yol açıyor. Nitekim savaş esnasında ve sonrasında gördük ki bazı devletler, Irak savaşında Amerika’ya karşı aleni düşmanlık gösterdiler. Bu (düşmanlık) Irak için değil, bilakis Amerika’nın maslahatları karşısında eriyen veya erimeye başladığını hisseden bu devletlerin kendi menfaatleri ve bölge servetleri içindi. Bugünlerde Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksemburg’un, Amerika’nın elinin (kontrolünün) yer almadığı askeri bir kuvvet meydana getirmek üzere toplanmaları buna işaret etmektedir. Bu durum gün geçtikçe daha da derinleşecektir. Doğacak olan çatışmanın İslam bölgelerinde, şu an dolaylı olarak yaşandığı, eğer Müslümanlar kendi inançlarına dönmez ise, bu çatışmaların bir parçası olacakları bilinmelidir. Büyük bir tehlikenin kapılarında olduğunu görmeleri kaçınılmazdır. İçlerine sızan sömürgecileri, bütün güçleri geldikleri yerlere geri göndermeleri için atılım yapmaları (geç kalmış olsalar da) zamanıdır.

Zulmün tesiri her yanı karış karış sarmıştır. Elbette yükselen zulmün arkasından doğacak olan küfrün hakimiyeti değildir. Sürekli zulüm, tehdit bu ümmetin dini olan İslam’ın yavaş yavaş hararet bulmasını sağlamaktadır. Dünyanın her yanında, Irak’tan Filistin’e sonra Afganistan, Keşmir ve Çeçenistan’a kadar İslam beldelerini takip edenlerin idrak eder hale geldiği bu hararetlenme, her ne kadar somut başarılar üreten bir varlık şeklinde değilse de, hissi sancılar ve heyecan hisleri şeklinde olsa bile, tüm bunlar ancak Allah’ın indirdiklerini tatbik edecek ve Allah yolunda cihada liderlik edecek bir imamın (Halife’nin) etrafında Müslümanları birleştirecek devletin ikamesinin emareleridir.

İnşaallah sömürgecilerin ve Amerika’nın bölgede hegemonya kurmaya yönelik plânları İslam Devleti Hilafetin kurulması ile yıkılacaktır. İslam ümmetinin servetlerine uzanan elleri kökünden kırılacaktır.

BASINDAN VE NETTEN HABER ve YORUMLAR:

Saddam Hüseyin ile Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) suikastla koltuğundan indirilen iki başkanı John F. Kennedy (JFK) ve Abraham Lincoln arasındaki benzerliği hiç düşündünüz mü? Bu benzerliği anlayabilmek için cebinizdeki Amerikan banknotuna bir göz atmanız gerekiyor. Cebimde Amerikan banknotu yok demeyin, mutlaka vardır. Hani rahmetli Özal "Türk Parasını Koruma Yasasını" dinozorluk olarak gösterip ülkeyi yeşil dolarlara boğmuştu ya. Ondan sonra da bakkaldan ekmek almadan önce döviz bürosuna koşup birkaç dolar bozdurmaya baslar hale gelmiştik ya. İşte o banknotlardan bahsediyoruz.Ön yüzündeki FEDERAL RESERVE NOTE yazısını gördünüz mü? Simdi JFK ile başlayalım hikayemize. JFK, vatansever ve zeki bir başkandı. Eğer ABD su an teknolojide süper güç konumunda ise bunu JFK'in kısa süren başkanlığı döneminde başlattığı bazı projelere borçludur. Bu vatansever ve zeki insan, 4 Haziran 1963 tarihli bir emirle Amerikan banknotların da gördüğünüz FEDERAL RESERVE NOTE yazısını sildirmek istemiştir. Bunun ne anlama geldiğini birazdan daha iyi anlayacağız. Federal Reserve Bank, çoğu kişinin zannettiğinin aksine Türkiye'deki Merkez Bankası’nın karşılığı bir banka değildir. Hatta çoğu Amerikan vatandaşının zannettiği gibi Amerika Birleşik Devletleri'nin bir kurumu da değildir.

Federal Reserve Bank (FRB), aralarında kan bağı ve şirket bağı olan, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyecek birkaç ailenin ve şirketin sahip olduğu özel bir bankadır. Bank of England'in sahibi Rothschilds ailesi FRB'nin gerçek sahibidir dersek çok yanlış olmaz. Rothschild ailesinin Amerika'daki temsilcileri olan Morgan gibi Amerika’nın bilinen dev firmaları FRB'nin yönetimini elinde tutmaktadır. Bunlara ilave olarak Chase Manhattan'in sahibi Rockfeller ailesi gibi birkaç zengin aile, Texaco gibi petrol şirketleri de FRB'in sahipleri arasında.

Sistemin çalışmasına gelince: ABD'nin piyasaya süreceği para FRB'nin matbaalarında basılıyor. FRB, bu banknotları ABD'ye borç olarak veriyor. ABD, FRB'den aldığı kağıtlar karşılığında FRB'ye faiz ödüyor. Piyasaya sürülen banknotların karşılığının olup olmadığına bakılmıyor. Nasıl olsa kimse karşılığını sormuyor, karşılığını soran çıkarsa defteri dürülüyor, tıpkı Fransa’nın 1969'da başına geldiği gibi. İşte vatansever JFK, bu "borç para vererek devletten faiz toplama gücünü" FRB'nin elinden almak istemiştir. JFK'in 4 Haziran 1963 tarihli ve 11110 sayılı emri ile Amerikan hükümetine kendi parasını kendi basması yolu açılmıştı. Amerikan Hazinesi, kasasında tuttuğu gümüş karşılığında basacağı banknotları piyasaya sürebilecekti. ABD, artık FRB'ye faiz ödemek zorunda kalmayacaktı. Kennedy'nin bu emri ayni zamanda FRB'nin iflası anlamına geliyordu. Kağıt basıp yüklü miktarda faiz geliri almak gibi tatlı bir ticaret sona ermek üzereydi. 22 Kasım 1963 tarihinde Kennedy suikasta uğradı ve öldü. Kennedy öldürüldükten 5 ay sonra Amerika yine eskiden olduğu gibi FRB'den aldığı kağıtları (dolarları) piyasaya sürüp, FRB'ye faiz ödemeye devam etti.

Ne büyük tesadüftür ki; Abraham Lincoln de ulusal para politikasını düzenleyen bir yasa çıkarttıktan sonra suikasta uğramıştı. Doların dünyadaki hakimiyeti, sokaktaki Amerikan vatandaşından çok, Federal Reserve Bank için önemli. Piyasaya sürülen her dolar, FRB'nin kasasına girecek faiz gelirinin artması demek. Doların hakimiyetinin sona ermesi ise FRb'nin kolaydan kazandığı faizlerin buharlaşması anlamına geliyor. Madalyonun nasıl iki yüzü varsa, doların da bir de uluslararası "yüzü">var. Dünyadaki resmi rezervlerin %60'i Amerikan doları cinsinden kasalarda tutuluyor. Euro henüz piyasaya çıkmadan önce Alman Markı sadece %13 gibi düşük bir paya sahipti. Yen ise %5 düzeyindeydi. Avrupa Birliği (AB) 1999 senesinden itibaren Euro kullanacağını ilan ettiği zaman bu para biriminin pek tutmayacağı yönündeki görüşler ağırlık kazanıyordu. Federal Rezerv Bank için tehlike çanları henüz çalmıyordu, hatta tam tersine doların hakimiyeti daha da kökleşebilirdi. Gelin görün ki Saddam gibi bazı Amerikan düşmanları doları tahtından indirip Euro'yu birinci sınıf para koltuğuna oturtmaya kalkıştı. Hem de bu durum düşünüldüğünden daha hızlı gelişmeye başladı. Iran ve Venezüella gibi petrol zengini diğer ülkeler de "petrolü dolarla satmam, Euro ile satarım" diyen Saddam'ı kendilerine örnek alınca doların "rengi" aniden değişti; yeşilliğini kaybedip morarmaya başladı. İki Amerikan Başkanı, kağıt basıp faiz toplayanların dümenine çomak sokunca suikasta uğradı. Saddam da ayni dümene çomak sokunca bazılarının aklına "Irak halkına özgürlük getirmek" geldi. (internetten)

Bütün bunlar gösteriyor ki; ABD bir mafyanın elinde terörist bir devlet olmuştur. Bu devletin özgürlüklerden bahsetmesi de dünya halkları için değil üç-beş mafya lideri içindir. Bir devleti devlet yapan sadece askeri güç değildir, devlet olmanın cüzi bir parçasıdır. Siyasi ilişkiler olmadan, insanlar arasında hukuk olmadan, nizam olmadan devlet vasfı doğmaz. Bu gün ABD dünyanın her yanında devlet vasfını yitirmiş, mafya tipi terör estiren bir görüntü sergilemektedir. Bunun varacağı sonuç, mafya liderlerinin sokak ortasında öldürülüşü veya pisipisine bir kenara atılışı gibi olacaktır.

Dünya Hilafetle mafyadan temizlenmiş, terörün kökü kazınmış, adaletin doğacağı günlere gebedir…

Elbette bir gün çökecek!

Nuh Gönültaş (Tercüman 16/5/2003)

1980 yılında Alman think-tank kuruluşu DBSFS tarafından Visio 2020 adlı bir rapor yayınlanmıştı. O zamanlar, pek de kimse tarafından kaale alınmayan bu raporda iki önemli tespit göze çarpıyordu. Bunlardan birincisi; o yıllarda dünyanın dengeleyici süper gücü Sovyetler Birliği'nin dağılacağı öngörüsüydü, bir diğeri ise yine kimsenin hayal bile edemeyeceği bir olayla ilgiliydi. Berlin duvarının yıkılması ve iki Almanya'nın birleşmesi. Raporda, bu olaylarla ilgili öngörü 20 yıllık bir zaman dilimine yayılmıştı, ancak her iki olayın gerçekleşmesi için sadece 10 yıl beklemek yetti!

Bugünse, 2003 yılında önümüzdeki 20 yıl için şu öngörüyü yapmak, herhalde yanlış olmayacaktır. ABD çöküş sürecine girdi, hırçınlığı da bu yüzden!

Amerika Birleşik Devletleri, bir zamanların süper gücü Britanya İmparatorluğu'nun gölgesinde kurulmuştu. O zamanlar, dünya üzerinde büyük bir hegemonya kuran İngilizler, okullardaki ders kitaplarında çocuklara "Üzerine güneş batmayan imparatorluk" deyişini ezberletiyorlardı. Britanya İmparatorluğu'nun çöküşü, 1800'lerden 1900'lere kadar yaklaşık 100 yıllık bir zaman diliminde oldu. Bugün, 1800'lerin güçlü İngiliz imparatorluğunun yerine ABD imparatorluğu almış durumda. Ve yine bugün, ABD imparatorluğundan çatırtı sesleri geliyor.

ABD, 4 Temmuz 1776'da kuruldu. O günden bu yana, özellikle I.ve II.Dünya savaşları sonrası, ABD, konjonktürel fırsatları iyi değerlendirerek dünyadaki en büyük askeri ve ekonomik güç olduğunu ispatladı. Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra ise ABD, dünyanın tek süper gücü olarak kaldı. Bugün, ABD, dünyanın herhangi bir ülkesine istediği gibi müdahale edebilmekte, yandaşı olan diktatörleri destekleyip, beğenmediği rejimleri hiçbir uluslar arası yasaya uymaksızın değiştirebilmektedir. Bunun en sıcak örneğini Afganistan ve Irak'ta yaşadık. Ancak, ABD'nin bu sarsılmaz ve yıkılmaz görüntüsü altında, ülkenin yakın bir gelecekte büyük bir düşüşe geçeceğinin emareleri görünmektedir.

Öncelikle ABD ekonomisi, bugün oldukça sağlıksız bir şekilde işlemektedir. Genel olarak bütün dünyaya hakim olan ekonomik durgunluğun en çok vurduğu ülkelerin başında ABD gelmektedir. ABD'nin bütün dünyayı kontrol etme istediği, askeri harcamaları doruk noktasına ulaştırdı. Özellikle 11 Eylül sonrasında bu harcamaların miktarı gerçekten dudak uçuklatacak seviyede. Sadece 2001 yılında askeri harcamalara harcanan para 400 milyar dolar. Bu rakam, dünyadaki bütün ülkelerin askeri harcamalarının yüzde 42'si yapıyor. ABD ekonomisindeki kara delik günden güne büyümekte ve yamanması imkansız bir hale gelmekte.

ABD'nin bütün dünyaya pompaladığı "Özgürlükler ülkesi", "Amerikan rüyası" gibi kavramların da içi boşaldı. Amerika'da FBI, NSA ya da yerel polisin sadece yabancılara değil beyaz olmayan diğer etnik grup mensuplarına, siyahlara ve hispaniklere yönelik ayrımcı tavrı sürüyor. Yine ülkede işsizlik her geçen gün artmakta ve sokakta yaşayanların sayısı ciddi bir sosyal patlama oluşturacak düzeye doğru gelmekte.

Doların Euro karşısında bütün dünyada yaşadığı ciddi şok Amerikan rüyasının sonunu getiren unsurlardan biri. Veriler böyle uzayıp gidiyor.

Bugün Amerikan yönetimi, bir yandan Hollywood destekli, cilalı filmlerle dünyanın gözünü boyamaya çalışırken, diğer yandan işgalci tavrını sürdürerek dünyanın tek süper gücü benim imajını korumaya çalışıyor. Bütün bu olanların gerisinde Amerikan sisteminin yavaş yavaş çökmeye başladığı gerçeği açıkça beliriyor.

Tabii, bu çöküşün Sovyetler Birliği'ne benzer şekilde gerçekleşeceğini düşünmek doğru olmaz. Ancak, yakın bir zaman içinde içte ve dışta yaşanacak süratli gelişmeler önümüzdeki 20 yılın, ABD için hiç de iyi geçmeyeceğini gösteriyor. 1900'lerin başında İngiliz Kraliyet İmparatorluğunun bir bir elindeki toprakları kaybetmesini ve Hindistan ile Pakistan'ın da bağımsızlığa kavuşmasının ardından "üzerine güneş batmayan imparator-luğun" bir ada devleti olan İngiltere'ye dönüştüğünü gördük. Şimdi benzer bir gelişme, ABD için de söz konusu. Belki ABD, eyaletlere bölünmeyecek yada ikinci bir iç savaş yaşanmayacak ABD'de. Ancak, dünyanın tek süper gücü, yakın bir gelecekte kendi içinde düştüğü, ekonomik, siyasi ve sosyolojik buhranın, bunalımın farkına vararak kabuğuna çekilecek. ABD'nin çöküşü de işte bu şekilde olacak. Aynen Roma İmparatorluğu, Moğol İmparatorluğu yada Britanya İmparatorluğu'nun yaşadığı gibi... Çöküşün başladığının en önemli göstergesi ise Amerika'nın aklı yerine gücünü kullanmaya başlamış olması. Onu bu hataya düşüren ise 11 Eylül!..

Tacikistan Duşanbe, 6/4/2003

Tacikistan polis yetkilileri perşembe günü, yasaklanmış parti olan Hizb-ut-Tahrir’in bildirilerini dağıtmaktan dolayı 16 çocuğun gözaltına aldığını açıkladı.

Tacikistan İçişleri Bakanlığı sözcüsü Khudoinazar Asoyev: “Tacikistan başkentinde gözaltında tutulan zanlılar 12-15 yaşları arasındalar” dedi.

Asoyev; “araştırmacıların bu çocuklara kimlerin bildirileri verdiğini araştırdıklarını ve Hizb-ut Tahrir’in bildiriler dağıtmak için ilk defa çocukları kullandığını” söyledi.

Bu yıl Tacikistan polisi 30 Hizb-ut-Tahrir mensubunu tutukladı.

Hizb-ut-Tahrir; İslam ümmetinin İslam şeriatıyla yönetilen bir Hilafet Devleti altında birleşmesini hedefleyen bir organizasyondur. Bu organizasyon Orta-Doğu’da çıkmış ve 1990’lı yıllarda Asya’da (eski Sovyet bölgelerinde) yayılmıştır.

Grup şiddeti doğrulamadığını belirtiyor. Tacikistan devletine karşı 1990’lı yıllarda 5 yıl sürmüş olan yıkıcı bir isyan çıkmıştı.

Tacikistan hükümeti çoğu Müslüman olan karşı tarafla 1997’de bir barış anlaşması imzalamıştı fakat Hizb-ut-Tahrir gibi bazı İslamcı gruplara karşı sert tutumunu değiştirmemiştir.

Hizb-ut Tahrir üyeleri tutuklandı

Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Hizb-ut Tahrir üyelerine karşı bir operasyon düzenledi. Aralarında Türkiye sorumlusu, üyelerinin de yer aldığı 15 kişi gözaltına alındı.

Son zamanlarda başta Ankara olmak üzere Türkiye çapında bildiri dağıtıp afiş asarak, halkı İslam Devleti Hilafeti kurmaya çağıran propaganda yapan Hizb-ut Tahrir’e yönelik bir operasyon gerçekleştirildi.

Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı'nın talimatları doğrultusunda diğer illerde de operasyon yapan Ankara Terörle Mücadele Şubesi'ne bağlı ekipler, partinin Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik'i yakaladı.

Altındağ, Keçiören ve Çankaya ilçelerinde birçok eve yapılan operasyon sonucunda Çelik'in de aralarında yer aldığı toplam 15 kişi gözaltına alındı. Filistin asıllı İmarettin Baragat da yakalandı.

Örgütün kullandığı evlerde yapılan aramalarda; teksir, fotokopi, bilgisayar gibi malzemelerin de yer aldığı bir kamyon dolusu örgütsel dokümana el konuldu.

Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde sorgulamaları süren parti mensuplarıyla ilgili ek gözaltı süresi alındı.

''Tebliğ aşaması''nda olduğu kaydedilen Hizb-ut Tahrir’in, milliyetçi değerleri ortadan kaldırıp yerine Hilafet Devleti kurmaya yönelik propaganda yaptığı ifade edildi.

İSTANBUL'DA 2’Sİ FİLİSTİNLİ 26 ÜYESİ YAKALANDI

Öte yandan Hizb-ut Tahrir örgütünün İstanbul sorumlusu olduğu belirtilen Süleyman Uğurlu ile 2'si Filistin uyruklu 26 üyesi yakalandı.

İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü'nden yapılan açıklamaya göre, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) koordinasyonunda yürütülen operasyonlar sonucunda, İstanbul'un çeşitli semtlerinde örgütlenme çalışmaları yaptıkları belirlenen Hizb-ut Tahrir’in İstanbul sorumlusu Süleyman Uğurlu ile aralarında semt sorumlularının da bulunduğu 2'si Filistinli 26 üyesi gözaltına alındı.

Bu kişilerin barındıkları yerlerde yapılan aramalarda, 3 bin 200 adet Hizbi övücü ve özendirici mahiyette bildiri, 375 adet kitlesel içerikli kitap, 175 adet el yazması doküman, 169 adet kitlesel içerikli dergi, 14 adet bilgisayar, 45 adet CD, 48 adet disket, 1 fotokopi makinesi ve 1 adet bilgisayar yazıcısı ele geçirildi.

Sorgulamalar sonucunda, bu kişilerin, 2002-2003 yılları içinde Bakırköy, Bağcılar, Bayrampaşa, Beykoz, Eminönü, Fatih, Ümraniye, Üsküdar, Kadıköy, Kartal, Sultanbeyli, Sarıyer, Şişli ve Pendik ilçelerindeki işyeri ve evler ile kamu kurum ve kuruluşların önlerine ve posta kutularına kitlesel propaganda içerikli 5 bin adet bildiri bıraktıkları belirlendi.

HİZB-UT TAHRİR ÜYELERİ TUTUKLANDI

Son zamanlarda Türkiye çapında bildiri dağıtıp afiş asarak İslami propaganda yapan Hizb-ut Tahrir’e yönelik tutuklamalar gerçekleşti. Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen operasyonda, aralarında Türkiye sorumlusu, üyeleri gözaltına alındı.

Ankara Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı ekipler, partinin sözde Türkiye sorumlusu Yılmaz Çelik’i yakaladı. Partinin kullandığı evlerde yapılan aramalarda; teksir, fotokopi, bilgisayar gibi malzemelerin de yer aldığı bir kamyon dolusu Hilafeti kurma amaçlı örgütsel dokümana el konuldu.

Hizb-ut Tahrir üyesi 6 kişi cezaevinde

İSTANBUL - Bursa ve İstanbul’da Hizb-ut Tahrir’e yönelik operasyonlarda gözaltına alınan 40 kişiden, 7’si serbest bırakılırken, 6’sı tutuklandı. Yasadışı terör örgütünün İstanbul sorumlusu Süleyman Uğurlu ile aralarında semt sorumlularının da bulunduğu 2’si Filistin uyruklu 27 kişinin ise İstanbul DGM’de sorgusu sürüyor. Bursa’da gözaltına alınan 13 kişiden 7’si serbest bırakılırken, Yusuf G. (22), Murat Ş. (28), Necdet T. (26), Serdar Y. (27), İbrahim E. (32) ve Yusuf B. (34), tutuklanarak, cezaevine konuldu. (Türkiye Gazetesi 16/5/2003)

YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003

Yukarı