Ana Sayfa YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003 E-Mail

BAKARA SURESİ  AYET: 127-134

Esad MANSUR

“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor, (şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.” (Bakara: 127-128)

İbrahim (as) ve onun oğlu İsmail (as) Kabe’nin temellerini yükseltiyorlar! Acaba temeller daha önceden atılmış mıydı? Atıldı ise kimin tarafından atılmıştı? Veyahut temeller İbrahim (as) ve oğlu tarafından daha önce atılmış, Kur’an ise sadece onların temelleri yükseltmesinden bahsetmektedir. Çünkü yükseltme işi temellerin atılmasından sonra olan bir iştir.

Bazı müfessirler, Kabe’nin İbrahim’den (as) önce tesis edilip yıkıldığını İbrahim (as)’ın burayı yeniden inşa ettiğinden bahseder. Bahsettikleri hususta kati bir delil yoktur. Bu akideyle alakalı olup kati delil ve manaya delalet eden bir durum olduğundan kesin tasdikle İbrahim (as) ve oğlunun Kabe’nin temellerini yükselttikleri kabul edilir. İbrahim (as) ve İsmail (as) Kabe’yi Allah için inşa ediyorlardı. Çünkü; “Rabbimiz bunu bizden kabul buyur” diye dua ediyorlardı.

Müslüman bir kişi Allah için bir amel yaparsa ayrıca bunun kabulü için de Allah’a dua edebilir. Bu aynen İbrahim (as)’ın duası gibidir. Nitekim Allah işiten ve bilendir. Eğer amel Allah için olmazsa kesinlikle kabul edilmez.

İbrahim (as) Allah’a tam teslimiyetçi idi. Kavmi de aynı şekilde teslimiyetin gereklerini yerine getirdiler. Bunun içinde dua ediyorlardı. Tam teslimiyetin anlamı; tek kelime ile Müslüman olmaktır. Müslüman olduğunu iddia eden kişi Allah’a tam teslim olmalıdır. Bu şekilde o kişi sadece Allah’ın emrine uyar, yasakladıklarından da uzaklaşır. Kur’anı Kerim’de, bir çok ayette Allah’ın emrine uymak veya Allah’a itaat üzerinde yoğun bir şekilde durulmaktadır. Eğer insan Allah’a tam teslim olmaz, emirlerine uymazsa nasıl Müslüman olabilir ki? Nitekim İslam’ın manası da Allah’a teslim olmak ve O’nun emrine kesin bir şekilde uymaktır.

Bazıları İslam’ın manasının; barış olduğunu iddia ederek Allah’ın emri olan cihadı terk ederler. Oysa Allah’ın emri veya İslam’ın hakimiyetinin gerçekleşmesiyle insanlar arasına barış gerçekleşir, emniyet ve huzur hasıl olur. Fakat İslam hakimiyeti olmadan barış çağrıları yerini bulamaz. Zira insanlar birbirlerini ezmek için çalışır. Şu bilinmeli ki; adalet ve barış ancak İslam’ın varlığıyla mümkündür. Vakıada bunu bizzat yaşamaktayız. ABD ve diğer kafir güçler barışa çağırdıkları halde bir türlü barış gerçekleşmemektedir. Çünkü herkes barışı kendisi ve çıkarı için kullanmaya çalışıyor. Fakat İslam hakim olursa, bunu bütün insanlar için gerçekleştirecektir. Bu nedenle küfür hakimiyetini yıkmak için cihad farz oldu.

İbrahim (as) kendisi için dua ettiği gibi nesli içinde dua etti. Bu günde Müslümanlar aynı işi yapmalıdırlar. Dua bir ibadettir ve Müslüman sürekli dua etmelidir. Bunun için Kur’an dua örnekleriyle doludur. Dua karşılığın da çok sevap kazanılır. Bir gayesi olduğu için dua eder.

Müslüman kendi ve neslinin Müslümanlığının devamı için çabalamalıdır. Zürriyetinin imanlı ve Salih kimseler olmaları için gayret sarf eder. Fakat bunun için de çevre ve toplum da temiz olmalıdır. Yoksa çocukların imanları ve Salih sıfatları korunamaz. Bunu sağlayan ümmetin ve cemaatlerin marufu emretmeleri, münkeri nehyetmeleri ile beraber sağlam, samimi ve adaletli bir nizamın varolması kaçınılmazdır.

İbrahim (as) ibadetin nasıl olacağını Rabbinden gösterilmesini istemiştir. Çünkü, ibadet edilecek olan Allah’tır. İnsanda ibadet etme içgüdüsü vardır, ibadet etmeye muhtaçtır. Bu nedenle Allah’tan ibadet etme nizamının gelmesini ister. Zira insan Allah’ın zatını idrak edemediği için ibadet nizamını tayin edemez. Allah ise, insanı yarattığı gibi bunun zatını ve içini tam olarak bilmektedir. Allah’ın nizamını tebliğ edenler Allah’ın resulleri ve nebileridir. Bu nedenle, bir resulün gelmesine insanın muhtaç olduğunu aklen fark edebilir.

İbrahim (as) peygamber olarak seçilmiştir. Zira o pek akıllı ve hikmet sahibi idi. Bu gerçeği idrak etmiştir. Aklını çalıştıran her kimse hikmet sahibi olup bu gerçeği (peygamberlik gerçeğini) idrak eder. Ayrıca, hayat için Allah’tan bir nizamın gelmesinin gerekliliğini anlar.

İnsan, Allah’ın affına muhtaçtır. İbadet ve tövbe bunun için yapılır. Bu sebeple İbrahim (as) ibadet nizamını istedikten sonra Allah’tan affını istemiş tövbe etmiştir. Aslında insan bu dünyada sırf Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıdır. Zira İbrahim (as) Allah’ın affı ve mağfireti için dua etmektedir. İnsan bunu kazanırsa mutlu olur ve ahretini kazanır.

“Ey Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” (Bakara: 129)

İbrahim (as) bu ayetten önce birkaç duada bulundu:

- Mekke’nin emniyetli bir belde olarak kalması,

- Mümin ahalisine bir takım meyveler olarak rızk verilmesi,

- Kendi zürriyetinin Müslüman olması ve kedisinden ve çocuklarından tövbenin kabul edilmesi,

- Zürriyetinden bir Resulün gönderilmesi için Allah’a dua etti.

Bu Resul onlara Allah’ın ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmetini de öğreterek onları temize çıkartacaktır.

İbrahim (as)’ın duası kabul edildi. Hz. Muhammed (sav) İbrahim zürriyetinden bir Resul olarak kabul edildi. Hz. Muhammed (sav)’in duası ezelden Allah’ın aldığı bir karar veya Allah’ın taktirine uygun geldi. Zira, İbrahim (as) pek akıllı ve hikmetli bir şahsiyete sahipti. Kendi zürriyeti için en hayırlı olan hususları istedi. Onların Müslüman olmalarını ve kendilerinden onlara doğruyu ve iyi olanı öğretecek bir peygamberin gönderilmesini istedi. Çocuklar için en iyi şey budur. Çünkü, çocuklar ne kadar zengin olursa olsunlar, eğer salih kişiler değillerse bu zenginlik onlara fayda getirmez tersine bedbaht olurlar.

Bu gönderilişle ilgili olarak Ebu Umame Resulullah’a (sav) sordu: “Senin işinin ilkesi neydi?” Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Babam İbrahim (as)’ın duası, İsa (as)’ın benimle müjdelenmesi ve annemin rüyasıdır. Ben doğunca Şam saraylarını aydınlatmış bir ışık görmüştür.” (İbni Hanbel)

Alimler, Şam saraylarının aydınlatılmasından kastın; orada İslam’ın yayılacağına, Şam bölgesinin fethedileceğine dair bir müjde olarak anladılar. Şam bölgesi; Suriye, Ürdün, Filistin ve Lübnan’dır. Bahsedilen hususların hepsi gerçekleşmiştir. Hatta Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetimden bir grup hak üzerinde sebatlık gösterecekler. Kendilerine karşı gelenlere ve kendilerini rezil edenlere aldırış etmeyecekler. Bunlar bu durum üzerinde öyle devam edecekler. Ta Allah’ın emri gerçekleşinceye kadar sebatlık gösterecekler. Onlar Şam bölgesindendir.” (Buhari)

Bu sebeple, bazı alimler; “Şam bölgesi ve ahalisi İslam’ın kalesi olacaktır. Oradan tekrar İslam’ın yükselmesi başlayacaktır” diye anladılar.

Ayette kitap ve hikmet geçti. Bunlar beraber gösterildi. Bu nedenle, hikmetten sünnet (Resulullah (sav)’ın hadisleri) anlaşılır. Çünkü, kitap Kur-an’dır. Kur-an’ı açıklayan ve onun detaylarını beyan eden Resulullah (sav)’dir. Çünkü, Resulün işi hem kitabı tebliğ etmek hem de onu açıklamaktır. Ayrıca onu uygulamaktır. Böylece Resullüğü tamamlanmış olur. Onları temize çıkartmanın manası; günahtan kurtarıp Allah’ın itaatine getirmek ve takvalı yapmaktır. Böylece, insan temiz olur. Resul önce ayetleri okur, sonra onları öğretir, açıklar ve ondan çakacak netice temiz olmaktır. Ayette bunlar sırayla ve arka arkaya gelmesinden dolayı bu olduğunu görüyoruz. İnsana Kur-an okunur, kitap ve sünnet öğretildiği halde temizlenilmezse o okuma veya öğrenim niçin olduğunu düşünmek gerek!

Hikmet sahibi olan Allah böyle düzenledi. Her şeyi yerinde ve zamanında koyar ve tayin eder. O hatasız, noksansız ve tam isabetlidir. Aynı anda Azizdir. Yani hiçbir şeye karşı acziyet göstermez. Zira, kendisi tek ilah ve Rab’dır. Sübhanehu ve Tealadır.

“İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir.” (Bakara: 130)

İbrahim’in milleti onun dinidir. Millet sözcüğü; ümmet manasında da kullanılır. Osmanlılar döneminde bu kelime Türkçe’ye din ve ümmet manasında geçti. Şimdi ise; halk için kullanıyorlar. Oysa, bütün Müslümanlar tek millettir. Çünkü, hepsi aynı dine mensupturlar. Bu ise İbrahim’in ve Hz. Muhammed’in dinine mensup olmaktır.

Bu nedenle; “küfür milleti birdir” denildi. Çünkü hepsi küfürde birleşiyorlar. Buna mukabil İslam milleti tektir. Çünkü, hepsi aynı dine mensuptur. Bu nedenle Halife II. Abdulhamid, Yahudiler kendilerine Filistin’i, Osmanlı devletinin borçlarını ödemek karşılığında verilmesini teklifini sununca Halife şu ifadeleri kullandı: “Filistin benim mülküm değil benim milletimin mülküdür. Ondan size bir karış dahi vermem.... Hilafet devleti parçalanırsa onu parasız alacaksınız.” Buna göre Osmanlıca da millet sözcüğü ümmet manasında kullanılmıştır. Türk halkı ise İslam milletinden bir parçadır.

Şimdiki yöneticiler ise bir-kaç kuruş karşılığında İslam milletini Amerika’ya ve yahudilere satıyorlar.

İbrahim milleti ise İslam milletidir. Çünkü, bizi Müslüman olarak adlandıran İbrahim (as)dır.

“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size "Müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır!” (Hac: 78)

Bu dinden yüz çeviren beyinsizdir. Çünkü, bu din haktır ve gerçeği gösterir. Hakkı ve gerçeği görmek istemeyen beyinsiz değil midir?! Küfrün lügat manası; “gerçeği örtmek” tir. Öyleyse kafir gerçeği örtüyor ve ondan yüzünü çeviriyor.

Allah’u Teala, İbrahim’i bir peygamber olarak seçti. İbrahim (as)’ın şahsiyetini incelersek; onun yüksek meziyetlere sahip olduğunu görürüz. Pek akıllı, hikmetli, sakin, sinirli olmayan ve ahmaklıktan çok uzaktır. Derin ve aydın düşünüyordu. Nefsiyeti üstün idi, haramdan, kötülükten ve her çirkin amelden uzaktı. İntikamcı değildi, bâtıla karşı keskin tutum alırken, hakka tam sarılırdı. İnsanlara şefkat gösterirdi, rahmetli, affedici, cömert, cesur, samimi, irade ve azimete sahipti. Bu sıfatları bir çok ayette sıralanmaktadır. Allah onu, bu sıfatlarla övdü. Bunun için de onu seçti.

Bu sıfatlar kesbidir. Bunun manası; insan kendi iradesiyle, inancıyla ve kavrayışla kendisinde oluşturabilir, dünyada üstün olur. Eğer peygamber olmazsa dava adamı olur, devlet adamı olur ve büyük lider olur. Çünkü, her üstün meziyetli kişinin peygamber olması gerekmez. Bu sebeple Hz. Muhammed (sav) Hz. Ömer’in üstün sıfatlarını hissedince ona şöyle dedi: “Benden sonra bir peygamber olacak olsaydı Ömer olurdu.”

Ömer peygamber olmadı. Çünkü Hz. Muhammed’den (sav) sonra peygamber yoktur. Ama Ömer büyük lider, devlet adamı ve büyük halife oldu.

Bu asırda üstün meziyetlere sahip kişiler yetişiyor, bunlar daveti yükleniyor, mücadele ediyor ve ölüme kadar sebatlık gösteriyorlar. Canlarını ve mallarını İslam devletinin kurulması uğrunda feda ediyorlar. Eziyet ve meşakkat çekiyorlar fakat yinede dayanıyorlar.

Bunlar peygamber olmamalarına rağmen dünyada peygamberler gibi mücadele ediyorlar ve ahirette peygamberlerle beraber, Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’le beraber olurlar.

“Kim Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıdıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa: 69)

“Çünkü Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine boyun eğdim, demişti.” (Bakara: 131)

Müslüman olmak; Allah’a teslim olmak demektir. Allah İbrahim’in kendisine teslim olmasını istedi. İbrahim hemen Rabbına teslim oldu. Tereddüt etmeden Allah’a boyun eğdi. İslam adı buradan kaynaklandı. Allah’a teslim olmaktır. İnsan Müslüman’ım deyince Allah’a tam teslim olacaktır. Eğer kişi Allah’ın bir emrini kabul edip diğer emirlerini reddederse tam teslim olmuş olmaz. Zira, İbrahim (as) alemlerin Rabbına “teslim” oldum dedi. Çünkü, Allah yalnız İbrahim’in veya insanların Rabbı değil, bütün mahlukatın Rabbıdır. Böylece Allah daha fazla yüceltiliyor. Allah; “alemlerin Rabbına teslim ol, ey İbrahim” demedi. İbrahim kendisi Allah’ın azametini idrak ettiği için hemen; “Ey alemlerin Rabbı sana teslim oldum” diyerek böylece Allah’a daha ziyadeyle ve istekle Allah’a boyun eğdiğini gösterdi. Çünkü, Allah kendisine boyun bükülmeye en layıktır.

Bu nedenle İbrahim (as) çocuklarına ve torunlarına bunları tavsiye etti. Ayette şöyle dediği geçti:

“Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da: Oğullarım! Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece müslümanlar olarak ölünüz (dedi).” (Bakara: 132)

İbrahim (as) çocukları, torunları ve zürriyetinin Müslüman olmaları, Müslüman kalmaları ve Müslümanlık üzerine ölmelerini diliyordu. Çünkü, bu dinin doğruluğuna inanıyordu. İnsan çocuklarına en hayırlı işi temenni eder.

Müslüman olmak Allah’a teslim olmak dedik. Bazıları; “İslam barış demektir” diyorlar. Bu yanlıştır. Bunlar demokrat olmayı, demokrat gözükmeyi veya batıyı memnun etmek isteyenlerin saptırmasıdır.

Evet, İslam hakim olunca barış olur. İslam nizamı ve devleti gölgesinde emniyet, adalet, insaf, ahlak ve sevgi gerçekleşir. Herkes hakkını alır, zulüm edilmez. Diğerlerinin haklarına saldırmaz, böylece zalim olmaz. Oysa tamahkarlık, oburluk, kanaatsizlik ve dünyaya, dünya malına ve lezzetlerine düşkünlük kalkar, yardımlaşma ruhu insanlar arasında yayılır, bencillik kalkar.

İnsanların, yönetici ve hakimler önünde aralarında fark yoktur, yönetici ile yönetilen insanlar arasında da fark yoktur. İşte bunlar İslam’ın meyveleridir. Bunlar İslam Hilafet döneminde gerçekleşmişti. Çünkü, insanlar Allah’ın emrine boyun eğiyorlar, böylece Müslümanlıkları üzerinde sebat ediyorlardı.

Dinin temeli akidedir. Allah’a, meleklere, peygamberlere, indirilen kitaplara, ahirete, kaza ve kaderin, hayr ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. Bir insan buna inandığı takdirde Müslüman olur. İbrahim (as) ve diğer peygamberler bu akideyle gönderildi. Fakat şeriatları farklıdır. Her peygambere ayrı şeriat gönderildi.

“… Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik…” (Maide: 48)

Eskilerin şeriatları nesh edildi, fakat dinin temeli olan akide nesh edilmez. Hz. Adem (as)’dan Hz. Muhammed (sav)’e kadar aynıdır, hiç değişmez.

Yahudilik ve Hıristiyanlık küfürdür. Çünkü Allah’a ortak koştular, kitapları tahrif ettiler ve son Peygamber olan Hz. Muhammed’e ve kendisine indirilen kitap olan Kur-an’a inanmadılar. Allah’a teslim olmayı ve boyun eğmeyi ret ettiler. Yahudilik ve Hıristiyanlık üzerine ölen kimse kesinlikle cehennemliktir. Buna inanmak gerekir. Hem de bununla ilgili bir çok ayet vardır. Aşağıdaki ayette Yakub (as) çocuklarına aynı şeyi tavsiye ettiği geçmektedir. Allah’u Teala, Araplardan müşrik olanlara ve israiloğullarından kafir olanlara diyor ki:

“Yoksa Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz? O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na teslim olmuşuzdur, dediler.” (Bakara: 133)

Yinede Araplar İbrahim’in oğlu olan İsmail neslinden geldikleri ve İsrailoğulları İbrahim’in oğlu olan İshak neslinden geldiklerini söylerler.

Ey Araplar ve İsrailoğulları! Eğer babalarınız İbrahim ve oğulları İsmail ve İshak ise onların taptıklarına tapın!

Onlar tek ilah olan Allah’a taptılar. Yakub ölmeden önce çocuklarına bunu da tavsiye etti. Çünkü, sorusu bir tavsiyedir. Öyleyse, sizde aynı şey üzere olun ve Müslüman olun. Zira Allah’ın dini tektir. Tevhid dinidir, ona inanan herkes Müslüman olur. Allah’a inanan Peygamberine inanmalı ve kitabına da inanmalıdır. Çünkü, Allah’a iman bunu gerektirir. Akıl bu imanı gerektirir. Allah’a nasıl kulluk edileceğini haber vermek için bir peygamberin gönderilmesi ve onunla beraber bir kitap indirmesi gerekli olmuştur.

“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (Bakara: 134)

Allah’u Teala buyuruyor ki; “yinede onlar geçmiş insanlardır kazandıkları sevap ve işledikleri hayır size ait değil, onlarındır. Öyleyse; siz kendinize bakın, ne işleyeceksiniz ve ne kazanacaksınız. Onların yaptıklarından sorulmayacaksınız. Yalnız sizin işlediğinizden sorulacaksınız. Babam veya dedem böyle idi, şöyle idi, çok iyi idiler şeklinde veya övünmekle yetinmeyin. Siz yapıyor musunuz?! Bazı Müslümanlar; “babam veya dedem hoca idiler” der. Fakat kendisi ne namazı bilir, ne başka farzı yerine getirir, hep haram işler.

Günümüzde bazı Müslümanlar şöyle derler; “bizim babalarımız ve ecdatlarımız (Osmanlılar) Viyana’ya kadar geldiler, şöyle veya böyle kahramanlık yaptılar.” Peki siz bunu yapıyor musunuz?! Gelinen noktaya bir bakın! Kıbrıs’ı, Bulgaristan’ı kurtaramı-yorsunuz. Topraklarınızı Allah’ın düşmanı olan Amerika’ya ve Yahudilere kaptırdınız!

O övündükleriniz şeriatı uyguluyorlardı ve Hilafet sancağını taşıyorlardı. Ya siz ne yapıyorsunuz?!

Eskilerin kazandıkları kendilerine aittir. Kıyamet gününde biz yalnız bizim yaptıklarımızdan sorulacağız. Öyleyse, yalnız Allah’a kulluk edelim. Bunun manası; yalnız Allah’ın kanunlarına uymalıyız. Bu şekilde Allah’a tapmış oluruz. Müslümanlık budur. Zira, Müslümanlık bir lakap veya bir sözden ibaret değil, iman ve salih ameldir. Her şeyde Allah’a boyun eğmektir. Devlet Allah’a boyun eğmelidir. Bütün kanunları Allah’ın kanunları olmalıdır. Buna İslam Devleti denilir.

YIL 14  SAYI 161  REBİYÜLEVVEL 1424  MAYIS 2003

Yukarı