|
“Bir
zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor,
(şöyle diyorlardı:) Ey Rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz
sen işitensin, bilensin. Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl,
neslimizden de sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet
usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira, tevbeleri çokça
kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin.” (Bakara: 127-128)
|
İbrahim
(as) ve onun oğlu İsmail (as) Kabe’nin temellerini yükseltiyorlar!
Acaba temeller daha önceden atılmış mıydı? Atıldı ise kimin
tarafından atılmıştı? Veyahut temeller İbrahim (as) ve oğlu
tarafından daha önce atılmış, Kur’an ise sadece onların
temelleri yükseltmesinden bahsetmektedir. Çünkü yükseltme işi
temellerin atılmasından sonra olan bir iştir.
Bazı
müfessirler, Kabe’nin İbrahim’den (as) önce tesis edilip yıkıldığını
İbrahim (as)’ın burayı yeniden inşa ettiğinden bahseder.
Bahsettikleri hususta kati bir delil yoktur. Bu akideyle alakalı
olup kati delil ve manaya delalet eden bir durum olduğundan kesin
tasdikle İbrahim (as) ve oğlunun Kabe’nin temellerini yükselttikleri
kabul edilir. İbrahim (as) ve İsmail (as) Kabe’yi Allah için inşa
ediyorlardı. Çünkü; “Rabbimiz bunu bizden kabul buyur” diye
dua ediyorlardı.
Müslüman
bir kişi Allah için bir amel yaparsa ayrıca bunun kabulü için
de Allah’a dua edebilir. Bu aynen İbrahim (as)’ın duası
gibidir. Nitekim Allah işiten ve bilendir. Eğer amel Allah için
olmazsa kesinlikle kabul edilmez.
İbrahim
(as) Allah’a tam teslimiyetçi idi. Kavmi de aynı şekilde
teslimiyetin gereklerini yerine getirdiler. Bunun içinde dua
ediyorlardı. Tam teslimiyetin anlamı; tek kelime ile Müslüman
olmaktır. Müslüman olduğunu iddia eden kişi Allah’a tam
teslim olmalıdır. Bu şekilde o kişi sadece Allah’ın emrine
uyar, yasakladıklarından da uzaklaşır. Kur’anı Kerim’de,
bir çok ayette Allah’ın emrine uymak veya Allah’a itaat
üzerinde yoğun bir şekilde durulmaktadır. Eğer insan Allah’a
tam teslim olmaz, emirlerine uymazsa nasıl Müslüman olabilir ki?
Nitekim İslam’ın manası da Allah’a teslim olmak ve O’nun
emrine kesin bir şekilde uymaktır.
Bazıları
İslam’ın manasının; barış olduğunu iddia ederek Allah’ın
emri olan cihadı terk ederler. Oysa Allah’ın emri veya İslam’ın
hakimiyetinin gerçekleşmesiyle insanlar arasına barış gerçekleşir,
emniyet ve huzur hasıl olur. Fakat İslam hakimiyeti olmadan
barış çağrıları yerini bulamaz. Zira insanlar birbirlerini
ezmek için çalışır. Şu bilinmeli ki; adalet ve barış ancak
İslam’ın varlığıyla mümkündür. Vakıada bunu bizzat
yaşamaktayız. ABD ve diğer kafir güçler barışa çağırdıkları
halde bir türlü barış gerçekleşmemektedir. Çünkü herkes barışı
kendisi ve çıkarı için kullanmaya çalışıyor. Fakat İslam
hakim olursa, bunu bütün insanlar için gerçekleştirecektir. Bu
nedenle küfür hakimiyetini yıkmak için cihad farz oldu.
İbrahim
(as) kendisi için dua ettiği gibi nesli içinde dua etti. Bu
günde Müslümanlar aynı işi yapmalıdırlar. Dua bir ibadettir
ve Müslüman sürekli dua etmelidir. Bunun için Kur’an dua
örnekleriyle doludur. Dua karşılığın da çok sevap kazanılır.
Bir gayesi olduğu için dua eder.
Müslüman
kendi ve neslinin Müslümanlığının devamı için çabalamalıdır.
Zürriyetinin imanlı ve Salih kimseler olmaları için gayret sarf
eder. Fakat bunun için de çevre ve toplum da temiz olmalıdır.
Yoksa çocukların imanları ve Salih sıfatları korunamaz. Bunu
sağlayan ümmetin ve cemaatlerin marufu emretmeleri, münkeri
nehyetmeleri ile beraber sağlam, samimi ve adaletli bir nizamın
varolması kaçınılmazdır.
İbrahim
(as) ibadetin nasıl olacağını Rabbinden gösterilmesini istemiştir.
Çünkü, ibadet edilecek olan Allah’tır. İnsanda ibadet etme içgüdüsü
vardır, ibadet etmeye muhtaçtır. Bu nedenle Allah’tan ibadet
etme nizamının gelmesini ister. Zira insan Allah’ın zatını
idrak edemediği için ibadet nizamını tayin edemez. Allah ise,
insanı yarattığı gibi bunun zatını ve içini tam olarak
bilmektedir. Allah’ın nizamını tebliğ edenler Allah’ın
resulleri ve nebileridir. Bu nedenle, bir resulün gelmesine insanın
muhtaç olduğunu aklen fark edebilir.
İbrahim
(as) peygamber olarak seçilmiştir. Zira o pek akıllı ve hikmet
sahibi idi. Bu gerçeği idrak etmiştir. Aklını çalıştıran
her kimse hikmet sahibi olup bu gerçeği (peygamberlik gerçeğini)
idrak eder. Ayrıca, hayat için Allah’tan bir nizamın gelmesinin
gerekliliğini anlar.
İnsan,
Allah’ın affına muhtaçtır. İbadet ve tövbe bunun için yapılır.
Bu sebeple İbrahim (as) ibadet nizamını istedikten sonra Allah’tan
affını istemiş tövbe etmiştir. Aslında insan bu dünyada sırf
Allah’ın rızasını kazanmaya çalışmalıdır. Zira İbrahim (as)
Allah’ın affı ve mağfireti için dua etmektedir. İnsan bunu
kazanırsa mutlu olur ve ahretini kazanır.
|
“Ey
Rabbimiz! Onlara, içlerinden senin âyetlerini kendilerine
okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları
temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her
şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” (Bakara:
129)
|
İbrahim
(as) bu ayetten önce birkaç duada bulundu:
-
Mekke’nin emniyetli bir belde olarak kalması,
-
Mümin ahalisine bir takım meyveler olarak rızk verilmesi,
-
Kendi zürriyetinin Müslüman olması ve kedisinden ve çocuklarından
tövbenin kabul edilmesi,
-
Zürriyetinden bir Resulün gönderilmesi için Allah’a dua
etti.
Bu
Resul onlara Allah’ın ayetlerini okuyacak, kitabı ve hikmetini
de öğreterek onları temize çıkartacaktır.
İbrahim
(as)’ın duası kabul edildi. Hz. Muhammed (sav) İbrahim zürriyetinden
bir Resul olarak kabul edildi. Hz. Muhammed (sav)’in duası
ezelden Allah’ın aldığı bir karar veya Allah’ın taktirine
uygun geldi. Zira, İbrahim (as) pek akıllı ve hikmetli bir şahsiyete
sahipti. Kendi zürriyeti için en hayırlı olan hususları istedi.
Onların Müslüman olmalarını ve kendilerinden onlara doğruyu
ve iyi olanı öğretecek bir peygamberin gönderilmesini istedi.
Çocuklar için en iyi şey budur. Çünkü, çocuklar ne kadar
zengin olursa olsunlar, eğer salih kişiler değillerse bu
zenginlik onlara fayda getirmez tersine bedbaht olurlar.
Bu
gönderilişle ilgili olarak Ebu Umame Resulullah’a (sav) sordu: “Senin
işinin ilkesi neydi?” Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Babam
İbrahim (as)’ın duası, İsa (as)’ın benimle müjdelenmesi ve
annemin rüyasıdır. Ben doğunca Şam saraylarını aydınlatmış
bir ışık görmüştür.” (İbni Hanbel)
Alimler,
Şam saraylarının aydınlatılmasından kastın; orada İslam’ın
yayılacağına, Şam bölgesinin fethedileceğine dair bir müjde
olarak anladılar. Şam bölgesi; Suriye, Ürdün, Filistin ve
Lübnan’dır. Bahsedilen hususların hepsi gerçekleşmiştir.
Hatta Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetimden bir grup
hak üzerinde sebatlık gösterecekler. Kendilerine karşı
gelenlere ve kendilerini rezil edenlere aldırış etmeyecekler.
Bunlar bu durum üzerinde öyle devam edecekler. Ta Allah’ın
emri gerçekleşinceye kadar sebatlık gösterecekler. Onlar Şam
bölgesindendir.” (Buhari)
Bu
sebeple, bazı alimler; “Şam bölgesi ve ahalisi İslam’ın
kalesi olacaktır. Oradan tekrar İslam’ın yükselmesi başlayacaktır”
diye anladılar.
Ayette
kitap ve hikmet geçti. Bunlar beraber gösterildi. Bu nedenle,
hikmetten sünnet (Resulullah (sav)’ın hadisleri) anlaşılır.
Çünkü, kitap Kur-an’dır. Kur-an’ı açıklayan ve onun
detaylarını beyan eden Resulullah (sav)’dir. Çünkü, Resulün
işi hem kitabı tebliğ etmek hem de onu açıklamaktır. Ayrıca
onu uygulamaktır. Böylece Resullüğü tamamlanmış olur.
Onları temize çıkartmanın manası; günahtan kurtarıp Allah’ın
itaatine getirmek ve takvalı yapmaktır. Böylece, insan temiz
olur. Resul önce ayetleri okur, sonra onları öğretir, açıklar
ve ondan çakacak netice temiz olmaktır. Ayette bunlar sırayla ve
arka arkaya gelmesinden dolayı bu olduğunu görüyoruz. İnsana
Kur-an okunur, kitap ve sünnet öğretildiği halde temizlenilmezse
o okuma veya öğrenim niçin olduğunu düşünmek gerek!
Hikmet
sahibi olan Allah böyle düzenledi. Her şeyi yerinde ve
zamanında koyar ve tayin eder. O hatasız, noksansız ve tam
isabetlidir. Aynı anda Azizdir. Yani hiçbir şeye karşı acziyet
göstermez. Zira, kendisi tek ilah ve Rab’dır. Sübhanehu ve
Tealadır.
|
“İbrahim'in
dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz
çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz
o ahirette de iyilerdendir.” (Bakara: 130)
|
İbrahim’in
milleti onun dinidir. Millet sözcüğü; ümmet manasında da
kullanılır. Osmanlılar döneminde bu kelime Türkçe’ye din ve
ümmet manasında geçti. Şimdi ise; halk için kullanıyorlar.
Oysa, bütün Müslümanlar tek millettir. Çünkü, hepsi aynı
dine mensupturlar. Bu ise İbrahim’in ve Hz. Muhammed’in
dinine mensup olmaktır.
Bu
nedenle; “küfür milleti birdir” denildi. Çünkü hepsi
küfürde birleşiyorlar. Buna mukabil İslam milleti tektir.
Çünkü, hepsi aynı dine mensuptur. Bu nedenle Halife II.
Abdulhamid, Yahudiler kendilerine Filistin’i, Osmanlı devletinin
borçlarını ödemek karşılığında verilmesini teklifini sununca
Halife şu ifadeleri kullandı: “Filistin benim mülküm değil
benim milletimin mülküdür. Ondan size bir karış dahi
vermem.... Hilafet devleti parçalanırsa onu parasız alacaksınız.”
Buna göre Osmanlıca da millet sözcüğü ümmet manasında
kullanılmıştır. Türk halkı ise İslam milletinden bir parçadır.
Şimdiki
yöneticiler ise bir-kaç kuruş karşılığında İslam milletini
Amerika’ya ve yahudilere satıyorlar.
İbrahim
milleti ise İslam milletidir. Çünkü, bizi Müslüman olarak
adlandıran İbrahim (as)dır.
|
“Allah
uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din
hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız
İbrahim'in dininde (de böyleydi). Peygamberin size şahit olması,
sizin de insanlara şahit olmanız için O, gerek daha önce
(gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur'an'da) size
"Müslümanlar" adını verdi. Öyle ise namazı
kılın; zekâtı verin ve Allah'a sımsıkı sarılın. O, sizin
mevlânızdır. Ne güzel mevladır, ne güzel yardımcıdır!”
(Hac: 78)
|
Bu
dinden yüz çeviren beyinsizdir. Çünkü, bu din haktır ve gerçeği
gösterir. Hakkı ve gerçeği görmek istemeyen beyinsiz değil
midir?! Küfrün lügat manası; “gerçeği örtmek” tir.
Öyleyse kafir gerçeği örtüyor ve ondan yüzünü çeviriyor.
Allah’u
Teala, İbrahim’i bir peygamber olarak seçti. İbrahim (as)’ın
şahsiyetini incelersek; onun yüksek meziyetlere sahip olduğunu
görürüz. Pek akıllı, hikmetli, sakin, sinirli olmayan ve
ahmaklıktan çok uzaktır. Derin ve aydın düşünüyordu.
Nefsiyeti üstün idi, haramdan, kötülükten ve her çirkin
amelden uzaktı. İntikamcı değildi, bâtıla karşı keskin
tutum alırken, hakka tam sarılırdı. İnsanlara şefkat gösterirdi,
rahmetli, affedici, cömert, cesur, samimi, irade ve azimete
sahipti. Bu sıfatları bir çok ayette sıralanmaktadır. Allah
onu, bu sıfatlarla övdü. Bunun için de onu seçti.
Bu
sıfatlar kesbidir. Bunun manası; insan kendi iradesiyle, inancıyla
ve kavrayışla kendisinde oluşturabilir, dünyada üstün olur. Eğer
peygamber olmazsa dava adamı olur, devlet adamı olur ve büyük
lider olur. Çünkü, her üstün meziyetli kişinin peygamber
olması gerekmez. Bu sebeple Hz. Muhammed (sav) Hz. Ömer’in
üstün sıfatlarını hissedince ona şöyle dedi: “Benden
sonra bir peygamber olacak olsaydı Ömer olurdu.”
Ömer
peygamber olmadı. Çünkü Hz. Muhammed’den (sav) sonra peygamber
yoktur. Ama Ömer büyük lider, devlet adamı ve büyük halife
oldu.
Bu
asırda üstün meziyetlere sahip kişiler yetişiyor, bunlar
daveti yükleniyor, mücadele ediyor ve ölüme kadar sebatlık gösteriyorlar.
Canlarını ve mallarını İslam devletinin kurulması uğrunda
feda ediyorlar. Eziyet ve meşakkat çekiyorlar fakat yinede
dayanıyorlar.
Bunlar
peygamber olmamalarına rağmen dünyada peygamberler gibi
mücadele ediyorlar ve ahirette peygamberlerle beraber, Hz.
İbrahim ve Hz. Muhammed’le beraber olurlar.
|
“Kim
Allah'a ve Resûl'e itaat ederse işte onlar,
Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler,
sıdıklar, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne
güzel arkadaştır!” (Nisa: 69) |
|
“Çünkü
Rabbi ona: Müslüman ol, demiş, o da: Âlemlerin Rabbine boyun eğdim,
demişti.” (Bakara: 131)
|
Müslüman
olmak; Allah’a teslim olmak demektir. Allah İbrahim’in
kendisine teslim olmasını istedi. İbrahim hemen Rabbına teslim
oldu. Tereddüt etmeden Allah’a boyun eğdi. İslam adı buradan
kaynaklandı. Allah’a teslim olmaktır. İnsan Müslüman’ım
deyince Allah’a tam teslim olacaktır. Eğer kişi Allah’ın bir
emrini kabul edip diğer emirlerini reddederse tam teslim olmuş olmaz.
Zira, İbrahim (as) alemlerin Rabbına “teslim” oldum dedi.
Çünkü, Allah yalnız İbrahim’in veya insanların Rabbı
değil, bütün mahlukatın Rabbıdır. Böylece Allah daha fazla
yüceltiliyor. Allah; “alemlerin Rabbına teslim ol, ey
İbrahim” demedi. İbrahim kendisi Allah’ın azametini idrak
ettiği için hemen; “Ey alemlerin Rabbı sana teslim oldum”
diyerek böylece Allah’a daha ziyadeyle ve istekle Allah’a boyun
eğdiğini gösterdi. Çünkü, Allah kendisine boyun bükülmeye
en layıktır.
Bu
nedenle İbrahim (as) çocuklarına ve torunlarına bunları tavsiye
etti. Ayette şöyle dediği geçti:
|
“Bunu
İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Ya'kub da: Oğullarım!
Allah sizin için bu dini (İslâm'ı) seçti. O halde sadece
müslümanlar olarak ölünüz (dedi).” (Bakara: 132)
|
İbrahim
(as) çocukları, torunları ve zürriyetinin Müslüman olmaları,
Müslüman kalmaları ve Müslümanlık üzerine ölmelerini
diliyordu. Çünkü, bu dinin doğruluğuna inanıyordu. İnsan
çocuklarına en hayırlı işi temenni eder.
Müslüman
olmak Allah’a teslim olmak dedik. Bazıları; “İslam barış
demektir” diyorlar. Bu yanlıştır. Bunlar demokrat olmayı,
demokrat gözükmeyi veya batıyı memnun etmek isteyenlerin
saptırmasıdır.
Evet,
İslam hakim olunca barış olur. İslam nizamı ve devleti gölgesinde
emniyet, adalet, insaf, ahlak ve sevgi gerçekleşir. Herkes
hakkını alır, zulüm edilmez. Diğerlerinin haklarına
saldırmaz, böylece zalim olmaz. Oysa tamahkarlık, oburluk, kanaatsizlik
ve dünyaya, dünya malına ve lezzetlerine düşkünlük kalkar,
yardımlaşma ruhu insanlar arasında yayılır, bencillik kalkar.
İnsanların,
yönetici ve hakimler önünde aralarında fark yoktur, yönetici
ile yönetilen insanlar arasında da fark yoktur. İşte bunlar
İslam’ın meyveleridir. Bunlar İslam Hilafet döneminde
gerçekleşmişti. Çünkü, insanlar Allah’ın emrine boyun eğiyorlar,
böylece Müslümanlıkları üzerinde sebat ediyorlardı.
Dinin
temeli akidedir. Allah’a, meleklere, peygamberlere, indirilen
kitaplara, ahirete, kaza ve kaderin, hayr ve şerrin Allah’tan
olduğuna inanmaktır. Bir insan buna inandığı takdirde Müslüman
olur. İbrahim (as) ve diğer peygamberler bu akideyle gönderildi.
Fakat şeriatları farklıdır. Her peygambere ayrı şeriat gönderildi.
|
“…
Her birinize bir şeriat ve bir yol verdik…” (Maide:
48)
|
Eskilerin
şeriatları nesh edildi, fakat dinin temeli olan akide nesh
edilmez. Hz. Adem (as)’dan Hz. Muhammed (sav)’e kadar aynıdır,
hiç değişmez.
Yahudilik
ve Hıristiyanlık küfürdür. Çünkü Allah’a ortak koştular,
kitapları tahrif ettiler ve son Peygamber olan Hz. Muhammed’e
ve kendisine indirilen kitap olan Kur-an’a inanmadılar. Allah’a
teslim olmayı ve boyun eğmeyi ret ettiler. Yahudilik ve
Hıristiyanlık üzerine ölen kimse kesinlikle cehennemliktir. Buna
inanmak gerekir. Hem de bununla ilgili bir çok ayet vardır.
Aşağıdaki ayette Yakub (as) çocuklarına aynı şeyi tavsiye
ettiği geçmektedir. Allah’u Teala, Araplardan müşrik olanlara
ve israiloğullarından kafir olanlara diyor ki:
|
“Yoksa
Ya'kub'a ölüm geldiği zaman siz orada mı idiniz?
O zaman (Ya'kub) oğullarına: Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?
demişti. Onlar: Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve
İshak'ın ilâhı olan tek Allah'a kulluk edeceğiz; biz ancak O'na
teslim olmuşuzdur, dediler.” (Bakara: 133)
|
Yinede
Araplar İbrahim’in oğlu olan İsmail neslinden geldikleri ve
İsrailoğulları İbrahim’in oğlu olan İshak neslinden geldiklerini
söylerler.
Ey
Araplar ve İsrailoğulları! Eğer babalarınız İbrahim ve
oğulları İsmail ve İshak ise onların taptıklarına tapın!
Onlar
tek ilah olan Allah’a taptılar. Yakub ölmeden önce çocuklarına
bunu da tavsiye etti. Çünkü, sorusu bir tavsiyedir. Öyleyse,
sizde aynı şey üzere olun ve Müslüman olun. Zira Allah’ın
dini tektir. Tevhid dinidir, ona inanan herkes Müslüman olur.
Allah’a inanan Peygamberine inanmalı ve kitabına da
inanmalıdır. Çünkü, Allah’a iman bunu gerektirir. Akıl bu
imanı gerektirir. Allah’a nasıl kulluk edileceğini haber vermek
için bir peygamberin gönderilmesi ve onunla beraber bir kitap
indirmesi gerekli olmuştur.
|
“Onlar
bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları
kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların
yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz.” (Bakara: 134)
|
Allah’u
Teala buyuruyor ki; “yinede onlar geçmiş insanlardır
kazandıkları sevap ve işledikleri hayır size ait değil,
onlarındır. Öyleyse; siz kendinize bakın, ne işleyeceksiniz
ve ne kazanacaksınız. Onların yaptıklarından
sorulmayacaksınız. Yalnız sizin işlediğinizden
sorulacaksınız. Babam veya dedem böyle idi, şöyle idi, çok iyi
idiler şeklinde veya övünmekle yetinmeyin. Siz yapıyor musunuz?!
Bazı Müslümanlar; “babam veya dedem hoca idiler”
der. Fakat kendisi ne namazı bilir, ne başka farzı yerine
getirir, hep haram işler.
Günümüzde
bazı Müslümanlar şöyle derler; “bizim babalarımız ve
ecdatlarımız (Osmanlılar) Viyana’ya kadar geldiler, şöyle
veya böyle kahramanlık yaptılar.” Peki siz bunu yapıyor
musunuz?! Gelinen noktaya bir bakın! Kıbrıs’ı, Bulgaristan’ı
kurtaramı-yorsunuz. Topraklarınızı Allah’ın düşmanı olan
Amerika’ya ve Yahudilere kaptırdınız!
O
övündükleriniz şeriatı uyguluyorlardı ve Hilafet sancağını
taşıyorlardı. Ya siz ne yapıyorsunuz?!
Eskilerin
kazandıkları kendilerine aittir. Kıyamet gününde biz yalnız
bizim yaptıklarımızdan sorulacağız. Öyleyse, yalnız Allah’a
kulluk edelim. Bunun manası; yalnız Allah’ın kanunlarına
uymalıyız. Bu şekilde Allah’a tapmış oluruz. Müslümanlık
budur. Zira, Müslümanlık bir lakap veya bir sözden ibaret değil,
iman ve salih ameldir. Her şeyde Allah’a boyun eğmektir. Devlet
Allah’a boyun eğmelidir. Bütün kanunları Allah’ın
kanunları olmalıdır. Buna İslam Devleti denilir.
|