Ana Sayfa YIL 14  SAYI 168  ŞEVVAL 1424  ARALIK 2003 E-Mail

TÜRKİYE'DEKİ SİYASİ GELİŞMELER

Hamdi HAYIRLI Kasım 2003

Türkiye’de neler oluyor?

İstanbul’da patlayan bombalar birden bire siyasi arenada “ne oluyor” sorusunu gündeme taşıdı. Güncel ve yüzeysel bakış olayları eylemin etrafında düğümleyip bırakır ve de bazıları için de öyle oldu. Biz olay öncesi hakkında kısa bilgilerle, gidişata ve son gelişmelere ışık tutmasını sağlayacak analizle konuya bakmak istiyoruz.

a- Türkiye-İsrail ilişkileri

İlk olarak şunu belirtelim ki; İsrail’in kurulup bölgeye yerleştirilmesi Türkiye Yahudileri (Sabatayistleri) tarafından gerçekleştirilmiştir. Kuruluşundan 1996’lara kadar İsrail’in ağabeyliğini ve korumasını (her ne kadar Amerika gözükse de) Türkiye yapmıştır.

Komünist Rusya’nın yıkılışından itibaren İsrail’in bundan rahatsız olduğu ve bölgede egemen güç olmak için çeşitli alternatifler denediği bilinmektedir. Bunun için Türkiye, Rusya, İsrail ve Hindistan bağlamlı bir yapılanma fikri, İsrail siyasilerince ortaya atılmıştı. Böylece İsrail, Türkiye güdümünden kurtulup Türkiye ile eşit sevide bir varlık olduğunu ispatlamış olacaktı. Hatta Türkiye siyasetini de bu yolla yörüngesine hapsetmek istemekteydi. Fakat bu dönem içerisinde ABD’nin tek güç iddiası, Orta Asya ve Ortadoğu siyaseti devreye girdi. İşte bu dönemden sonra İsrail’de büyük değişimler yaşanmaya başlandı. Bütün bu eksenleri terk ederek ABD yanında yer almaya karar verdi. Amerikan siyasetinde etkin olan Yahudilerin üstün başarıları ve Amerika’da yaptıkları darbe İsrail’i daha da şımarık bir hale soktu. O günden sonra İsrail sürekli sıkıntı duyduğu ve çatıştığı Türkiye Yahudilerinden ayrılmaya ve Türkiye baskısından kurtulmayı kendisine hedef edindi. Yani sürtüşme artık su yüzüne çıktı ve İsrail Türkiye’ye boyun eğme siyasetini terk etti. Bu noktadan sonra Türkiye ve İsrail karşılıklı olarak kaliteli ajanlarını öldürmeye başladılar. Yüksek rütbeli bir Türk subayının Filistin topraklarında öldürülmesi ve zengin iş adamı Garih’in öldürülüşü bunlardan sadece bir kaçıdır. Bu çatışmalar Türk medyası ve sinemalarına da yansıdı. Türkiye öldürülen subayını resmi dille koruyamasa da, Deli Yürek filminde öldürenlerin İsrail ajanları olduğunu açıkladı.

Amerika’nın büyük desteği ile yakınında bulunan İsrail, meselelerine siyasi yaklaşımlar yerine Amerika üslubu bir saldırganlığa yürüdü. Suriye’ye vuruşu İran’ı tehdit edişi bu gidişatın birer parçalarıdır.

Türkiye ile şuan en büyük çıkmazını Irak konusunda yaşamaktadır. Şöyle ki; Türkiye’den koptuktan sonra kendisine emniyet sınırları çizmek için atağa geçti. Bunun için Kuzey Irak’ta Yahudi yanlısı (hatta Yahudi çizgisinde, Yahudi Kürt devleti) kurmaya yöneldi. Bölgedeki Türk subaylarını çeşitli desiselerle uzaklaştırarak devlet yapılanmasına öncülük etmeye başladı. Bankalara, siyasilere ve ekonomik yapıya el atması bu gidişatın birer parçasıdır.

Türkiye’yi en çok kızdıran olay ise; Musul-Kerkük boru hattını İsrail ajanlarının sürekli sabote etmesidir. İsrail petrol akışını Hayfa üzerinden yaparak ekonomi ve siyasi alanda söz sahibi olmak istiyor. Bu ise Türkiye’nin can damarlarını kesmek anlamına gelir ve ekonomisine büyük bir darbedir. Bunu hisseden Türkiye devleti, keskin bir çıkış yaparak gerekirse Kuzey Irak’ı vurmakla tehdit ettiler. Genelkurmay Kuzey Irak halen bizim için tehdit olmaya devam ediyor mesajını verdi. Barzani Türkiye’ye çağrıldı, karşılamada bir diplomata yapılmaması gereken en aşağılayıcı üsluplar kullanıldı ve verilmek istenen mesaj ulaştırılmış oldu. Barzani Irak’a döndükten sonra Kürt devleti kurma niyetinde olmadıklarını, federasyon tipi bir yapılanmadan bahsetti ve arkasına şunu ekledi: “Türkiye ile ilişkilerimiz güzel gitmekte ve bu ilişkileri daha da geliştireceğiz.” Bu söze ne kadar güvenilir veya bu demeç ne kadar bir zaman için geçerli bilinmez ama Barzani ve Talabani hem Amerika hem de İsrail’in baskısı altında.

İsrail ile Türkiye arasında yaşanan sıkıntılardan bir tanesi de Silah anlaşması konusunda yaşanmıştır. Modernleştirilmesi için İsrail’e verilen uçaklar (F 16) sorun olmuştur. İsrail anlaşma gereklerini yerine getirmeyerek Türkiye devletini aşağılamıştır. İlişkilerin iyi gitmediğine daha bir çok örnekler verilebilir. Biz bu kadarla yetinmek istiyoruz.

b- Amerika-Türkiye ilişkileri

Amerika Komünist Rusya’yı yıkana kadar İslam’ı ve Müslümanları çok yakından tanımıyordu. 75’li yıllardan sonra İslam ve Müslümanlar hakkında sınırlı bilgilere sahipti. Komünizm yıkıldıktan sonra düşmansız kaldığını gördü ve dünyada düzenleme yapma gücünü kendisinde bulduktan sonra atağa geçti. 11 Eylül saldırıları onun için bir milat oldu ve sağa-sola saldırmaya başladı. Başlangıçta hesaplar tam yapılmamış, ani bir taarruz ve çıkış yapılmıştı. Bu çıkışta her istediğini gücüne güvenerek elde edebileceğine inanıyordu. Çabuk gelen Afgan zaferi, daha sonra Irak Amerika’yı şımarttı. Fakat zamanla Müslümanları tanımaya ve onları komünizm gibi dinlerinden uzaklaştıramayacağına yakından şahit olmaya başladı. İşte sıkıntı bu noktadan sonra başladı. Rahat hareket etmek için kendisine uç karakollar edinmesi gerektiğini gördü. Irak’a saldırmadan önce Türkiye’yi yanına almak istemesi ve bu yolla Doğu bölgesine yerleşme isteği “Türkiye derin devleti” tarafından reddedilmiş oldu. İkinci teskere kararı meclisten çıkınca Amerika ne yapacağı noktasında şaşırmıştı. Türk askerini bölgeye çekerek sorunlu alanlarda görev verme planları kurmuş, bununla da kaosun neticesini Türkiye’ye yıkmak istemişti. Derin devletin fikir babaları ve de İngilizlerden aldığı görüşlerle bu yolda çok istekli bir hava içerisine girdiklerini sergilediler. O sırada Genelkurmaylıktan şöyle bir açıklama geldi: “Gerekirse Irak’a on bin değil elli bin asker gönderebilecekleri” açıkladı. Bu ise Amerika’nın kafasını karıştırdı. Türkiye’den gelecek asker sayısı ile İngiliz askeri varlığı birleşince kendi askeri konumunun zayıflayacağı kanaati hakim oldu. Bu siyasette ve petrol zenginliğinin de Amerikanın istemediği bir şekilde paylaşılması anlamına geliyordu. Bunun içinde isteksiz davranarak görüşmeleri uzattı ve söyleyeceğini Irak geçici konseyine söyletti. Türk askerinin Irak’a girmesi düşüncesinden böylece vazgeçmiş oldu. Fakat yukarıda belirttiğimiz gibi Amerika’nın uç karakol kullanması için bir bölge ülkesi bulması şarttır.

İsrail bölgede Amerika’nın çok yakın dostu olsa da Amerika İsrail üzerinden bölge siyaseti yapmamaktadır. Çünkü İsrail sorunlu bir ülkedir. Onunla beraber askeri olarak hareket etmesi (zaten bugünkü ilişkilerle bile sıkıntı oluşturmakta) Müslümanların kendisine yönelik kinlerini daha da artıracaktır.

İsrail’in Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteği bilinen bir gerçektir. Yalnız İsrail’in bölgede egemen olma isteği siyasal açıdandır. Nüfus açısından yayılmacı bir siyaset izlemezi çok zordur. Şu anki nüfus oluşumu dahi sunidir. Her an İsrail’i terk etmek isteyen binlerce zengin kişiler vardır. Ancak İsrail bölgede Yahudi zihniyetli insanlarla işbirliği yaparak siyasal etkinliğini artırma yoluna gidebilir. Bu ise Amerika açısından olumlu karşılanacak bir siyasi gelişme değildir. Bunun için kendisine en elverişli ülke Türkiye’dir. Çünkü Türkiye’nin yayılmacı bir emeli olmadığı gibi kendi kabuğunu korumak isteyen bir ülke olduğunu görüyor.

Halen “yurtta sulh, cihanda sulh”, “milli sınırlar”, “ulus devleti” gibi kavramların arkasına sığınan Türkiye’nin, verilen emirleri layıkıyla yerine getirdiği, laiklik, demokrasi gibi Batı kültürünü taşımada çok hevesli olduğu bilinmektedir. Ona birkaç tatlı söz yeter. Son dönemler İslam ülkeleri içerisinde demokratik yapılanmayı en iyi gerçekleştiren ülke olarak Amerika’da ve Avrupa’da özenle bahsedilmesi onu gururlandırdı. Bu iltifat Türk siyasetçilerinin göğsünü kabarttı. Onun için olsa gerek, Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Malezya’da katıldığı İslam Konferansında ülkesini referans göstererek İslam ülkelerinde demokratik değişimin gerçekleştirilmesinden bahsetti. Ekonomik iştahını kabartacak bir şeylerin verilmesi ve bu günkü varlığını koruyacak, yapısına dokunulmayacak olması Türkiye siyaseti için yeterli görülen unsurlardandır. Bunu sarsacak veya bunlarla oynayacak olan güç, Avrupa ve Amerika’dır. Amerika Irak’ı işgalle kendisine komşu olmuş ve doğuda büyük bir tehdit doğmuştur.

Amerika, Irak’ta yer verilmeyen Türkiye’ye Afganistan’da yer vererek yükünü hafifletmek istemektedir. Yayılmacılıkta dünyanın dört bir yanına serpiştirilen Amerikan birlikleri, yeni cepheler için yetersiz duruma gelmiştir. Bunun için de dışarıdan askeri destek ve jeopolitik öneme sahip konuşlanacağı bir mekan aramak zorundadır. Aslında bu Amerika’nın bölgede gerçekleştireceği yeni saldırılarının atılımının alt yapısını da oluşturmakta. İran’ı veya Suriye’yi vurma noktasında, bölgede Türkiye gibi bir ülkeyi kullanmak zorunluluğu vardır. Uzun süre Irak içlerine çakılıp kalması kendisini İsrail konumuna düşürebilir ve yayılmacı politikasına ağır darbeler inmesine neden olur. Siyasi alanda aldığı darbeye bu sefer askeri darbe de eklenir ki bu, Amerikanın önünü tıkar. Önümüzdeki yıllarda mutlaka diğer Ortadoğu ülkelerine açılma zorunluluğu vardır. Diğer yönden Türkiye Kafkaslara uzanmada da etkili bir yerde durmaktadır.

İşte Amerika-Türkiye arasında sıkıntı ve kavgalar bu noktalarda düğümlenmektedir. Türkiye siyasileri, dünya düzenini değiştirecek ve kendisini sadece kullanılan pozisyonda bölge dışına çekmek isteyen Amerikan isteklerine karşı isteksiz davranmakta, yeri geldiğinde bu oyuna darbeler vurmaktadır. Çünkü Amerika bu güne kadar Türkiye’ye sunduğu hiçbir vaadini yerine getirmemiştir, aksi her ortak harekatta Türkiye, siyasi ve ekonomik açıdan çok büyük kayıplara uğratılmıştır. Bundan Derin devlet rahatsızdır ve bu rahatsızlığını çeşitli şekillerde dile getirmektedir. Bu siyasi yaklaşım ise Amerika-İsrail eksenini rahatsız etmekte ve işlerin uzamasına neden olmaktadır.

Baskı ve siyasi kapılar kapanınca bombalar patladı.

Amerika ve İsrail, Türkiye’yi yanlarında görmek ve yeni açılacak cephelerde ortak olmak için siyasi baskılarını çeşitli şekillerde uyguladılar. Hatta Amerika dolaylı olarak NATO’yu devreye koydu. Afganistan’da olduğu gibi. Türkiye bu noktada da isteksiz kalınca arkasından ABD-İsrail ellerindeki kozları kullanılmaya başladı. PKK-KADEK yeniden atağa geçti, ekonomik iplerle oynanmaya başlandı. En vurucu olanı ise İstanbul’daki patlamalar oldu.

Ekonomik konuda Avrupa yardım edebilirdi. Bu noktada en çok hasımlık taşıyan ülke Yunanistan dahi muslukları açtı, ticari işlerin bir milyar Euro’dan iki katına çıkarılacağını açıkladı. AB ekonomik sıkıntı yaşanmaması için yardıma hazır olduklarının sinyallerini verdi. Bunun yanında AB de Türkiye ile bazı ilişkilerinde kısıtlamaya gideceğini ifade ederek Amerika-İsrail eksenine kaymaması noktasında uyarıda bulundu.

Türkiye derin bir nefes almış ve rahatlama döneminde olduğu da bilinmektedir. Beklemediği bir anda gelen sinagog ve İngilizlere yönelik saldırılar şoke etti, fakat çabuk toparlanmasını bildiler. Devlet, sinagog saldırılarının arkasından kimlerin olduğunu tespit etmiş olsa gerek ki; sert bir çıkış yaparak (Tayip açıklamasında; “bu gibi menfur saldırılarla verilmek istene mesajı elinin tersi ile ittiğini ve ayaklarının altına aldığından” bahsetti ve böylece) kanat olmak istemediğini gösterdi.

Olayın ilginç yanı ise; Sinagog olayında İsrail’li bakanın verdiği demeçti: Terörizmle beraber savaşmaya, yurtdışında yaşayan Yahudilerin İsrail’e dönmesi ve İran’a karşı Türkiye’yi yanlarında durmaya davet etmişti. Aynı yerde Mossad ajanları delilleri yok etme operasyonu gerçekleştirdiler. Bütün bunlar medyanın önünde gerçekleşti. Devlet mesajı anlamış ve elinin tersi ile itmişti. Türkiye’nin bu tavrına karşı ikinci cevap gecikmedi; arkasından İngiliz elçiliği ve İngiliz bankası hedef alındı. Burada askerin tavrı merak konusuydu ki; (asker derin devlete yakınlığıyla bilinmektedir) ikinci olayda yerini alarak ve İstanbul’un önemli merkezlerinde konuşlanarak kimin yanında olmak istediğinin sinyallerini gösterdi.

Devlet her iki olayın arkasında Mossad’ın olduğundan emin. Bunu siyasiler çeşitli şekilde dile getirdiler. Fakat doğrudan ifade etmekte ise sıkıntı yaşanmaktadır. Doğrudan bu devletin açıklanmış olması uluslar arası bazı sorumlulukları ve hukuki yatırımları da gerekli kılmaktadır. Buna şu an Türkiye’nin gücü yetmez. Bunun için de basına bazı bilgiler sızdırarak işleri çözmeye çalışmakta. Ayrıca olayın çabukça kapanması içinde eylemlere katılan kişilerin cesetlerinin parçalandığını ve olaya karışan dört kişinin öldüğünü duyurdu.

Olayın İslam’a, El Kaide’ye mâl edilmesi Amerikan yanlı basının çıkışıdır. Devlet yetkilileri, olabilir gibi zanni bir yaklaşım sergilerken, Türkiye yetkilileri sürekli değişik demeçler vermektedir. Bu arada devlet haber kargaşası oluşturarak karşı güçlerin mesajını muhatap almadıklarını göstermek için çelişkili haberler sunmaktadır. Dikkat edilirse resmi açıklamalarda yakalanan kişiler hakkında El Kaide örgütüne bağımlı denmiyor, sadece yasa dışı örgüt mensubu oldukları üzerinde duruluyor.

Tabi ki burada şunu da eklemek gerekir; terörizmle İslam’ın yükselişine darbe vurmak “derin devlet” için büyük bir fırsattır. İslam’ı kan ve vahşetle eşit bir yere oturtmak isteyeceklerdir. Ekranlarda Müslüman kimlikleri ve kapalı kadınları göstermeleri bu saldırılarının bir parçasıdır. Genelkurmay başkanı; “İşte bakınız, din siyasallaşırsa vahşet doğar” diyerek asıl maksatlarını açıklamışlardır. Bu Türkiye Cumhuriyeti için de bir fırsat oldu. Çeşitli şekilde, açık oturumlarda ve basında İslam’a saldırılar ayyuka çıktı. Siyasi uyanıklıktan yoksun olan devlet, dış düşmanları yetmiyormuş gibi halkı da karşısına düşman olarak almaktadır. Tek cümle ile menfaatçi devlet artık kendi menfaatleri ile çatışmaktadır. Orta yolu seçerek çatışmadan asla kaçamazsınız.

Türkiye devletine sesleniyoruz!

Orta yol yoktur. Senin tek kurtuluşun; Hilafet’i, yıkıldığı yerden (İstanbul’dan) yeniden ayağa kaldırmandır. Ancak o zaman bu kaostan kurtulur ve dünyayı sarsacak siyasi gelişmelere imza atmış olursun.

YIL 14  SAYI 168  ŞEVVAL 1424  ARALIK 2003

Yukarı