Türkiye’de
neler oluyor?
İstanbul’da
patlayan bombalar birden bire siyasi arenada “ne oluyor”
sorusunu gündeme taşıdı. Güncel ve yüzeysel bakış olayları
eylemin etrafında düğümleyip bırakır ve de bazıları için de
öyle oldu. Biz olay öncesi hakkında kısa bilgilerle, gidişata
ve son gelişmelere ışık tutmasını sağlayacak analizle konuya
bakmak istiyoruz.
a-
Türkiye-İsrail ilişkileri
İlk
olarak şunu belirtelim ki; İsrail’in kurulup bölgeye yerleştirilmesi
Türkiye Yahudileri (Sabatayistleri) tarafından gerçekleştirilmiştir.
Kuruluşundan 1996’lara kadar İsrail’in ağabeyliğini ve
korumasını (her ne kadar Amerika gözükse de) Türkiye yapmıştır.
Komünist
Rusya’nın yıkılışından itibaren İsrail’in bundan
rahatsız olduğu ve bölgede egemen güç olmak için çeşitli
alternatifler denediği bilinmektedir. Bunun için Türkiye, Rusya,
İsrail ve Hindistan bağlamlı bir yapılanma fikri, İsrail
siyasilerince ortaya atılmıştı. Böylece İsrail, Türkiye
güdümünden kurtulup Türkiye ile eşit sevide bir varlık
olduğunu ispatlamış olacaktı. Hatta Türkiye siyasetini de bu
yolla yörüngesine hapsetmek istemekteydi. Fakat bu dönem
içerisinde ABD’nin tek güç iddiası, Orta Asya ve Ortadoğu
siyaseti devreye girdi. İşte bu dönemden sonra İsrail’de büyük
değişimler yaşanmaya başlandı. Bütün bu eksenleri terk ederek
ABD yanında yer almaya karar verdi. Amerikan siyasetinde etkin olan
Yahudilerin üstün başarıları ve Amerika’da yaptıkları darbe
İsrail’i daha da şımarık bir hale soktu. O günden sonra
İsrail sürekli sıkıntı duyduğu ve çatıştığı Türkiye
Yahudilerinden ayrılmaya ve Türkiye baskısından kurtulmayı
kendisine hedef edindi. Yani sürtüşme artık su yüzüne çıktı
ve İsrail Türkiye’ye boyun eğme siyasetini terk etti. Bu
noktadan sonra Türkiye ve İsrail karşılıklı olarak kaliteli
ajanlarını öldürmeye başladılar. Yüksek rütbeli bir Türk
subayının Filistin topraklarında öldürülmesi ve zengin iş
adamı Garih’in öldürülüşü bunlardan sadece bir kaçıdır.
Bu çatışmalar Türk medyası ve sinemalarına da yansıdı. Türkiye
öldürülen subayını resmi dille koruyamasa da, Deli Yürek
filminde öldürenlerin İsrail ajanları olduğunu açıkladı.
Amerika’nın
büyük desteği ile yakınında bulunan İsrail, meselelerine
siyasi yaklaşımlar yerine Amerika üslubu bir saldırganlığa yürüdü.
Suriye’ye vuruşu İran’ı tehdit edişi bu gidişatın birer
parçalarıdır.
Türkiye
ile şuan en büyük çıkmazını Irak konusunda yaşamaktadır. Şöyle
ki; Türkiye’den koptuktan sonra kendisine emniyet sınırları
çizmek için atağa geçti. Bunun için Kuzey Irak’ta Yahudi yanlısı
(hatta Yahudi çizgisinde, Yahudi Kürt devleti) kurmaya yöneldi.
Bölgedeki Türk subaylarını çeşitli desiselerle
uzaklaştırarak devlet yapılanmasına öncülük etmeye başladı.
Bankalara, siyasilere ve ekonomik yapıya el atması bu gidişatın
birer parçasıdır.
Türkiye’yi
en çok kızdıran olay ise; Musul-Kerkük boru hattını İsrail
ajanlarının sürekli sabote etmesidir. İsrail petrol akışını
Hayfa üzerinden yaparak ekonomi ve siyasi alanda söz sahibi olmak
istiyor. Bu ise Türkiye’nin can damarlarını kesmek anlamına
gelir ve ekonomisine büyük bir darbedir. Bunu hisseden Türkiye
devleti, keskin bir çıkış yaparak gerekirse Kuzey Irak’ı
vurmakla tehdit ettiler. Genelkurmay Kuzey Irak halen bizim için
tehdit olmaya devam ediyor mesajını verdi. Barzani Türkiye’ye
çağrıldı, karşılamada bir diplomata yapılmaması gereken en
aşağılayıcı üsluplar kullanıldı ve verilmek istenen mesaj
ulaştırılmış oldu. Barzani Irak’a döndükten sonra Kürt
devleti kurma niyetinde olmadıklarını, federasyon tipi bir
yapılanmadan bahsetti ve arkasına şunu ekledi: “Türkiye ile
ilişkilerimiz güzel gitmekte ve bu ilişkileri daha da
geliştireceğiz.” Bu söze ne kadar güvenilir veya bu demeç ne
kadar bir zaman için geçerli bilinmez ama Barzani ve Talabani hem
Amerika hem de İsrail’in baskısı altında.
İsrail
ile Türkiye arasında yaşanan sıkıntılardan bir tanesi de Silah
anlaşması konusunda yaşanmıştır. Modernleştirilmesi için
İsrail’e verilen uçaklar (F 16) sorun olmuştur. İsrail
anlaşma gereklerini yerine getirmeyerek Türkiye devletini aşağılamıştır.
İlişkilerin iyi gitmediğine daha bir çok örnekler verilebilir.
Biz bu kadarla yetinmek istiyoruz.
b-
Amerika-Türkiye ilişkileri
Amerika
Komünist Rusya’yı yıkana kadar İslam’ı ve Müslümanları
çok yakından tanımıyordu. 75’li yıllardan sonra İslam ve Müslümanlar
hakkında sınırlı bilgilere sahipti. Komünizm yıkıldıktan
sonra düşmansız kaldığını gördü ve dünyada düzenleme
yapma gücünü kendisinde bulduktan sonra atağa geçti. 11 Eylül
saldırıları onun için bir milat oldu ve sağa-sola saldırmaya
başladı. Başlangıçta hesaplar tam yapılmamış, ani bir
taarruz ve çıkış yapılmıştı. Bu çıkışta her istediğini
gücüne güvenerek elde edebileceğine inanıyordu. Çabuk gelen
Afgan zaferi, daha sonra Irak Amerika’yı şımarttı. Fakat
zamanla Müslümanları tanımaya ve onları komünizm gibi
dinlerinden uzaklaştıramayacağına yakından şahit olmaya
başladı. İşte sıkıntı bu noktadan sonra başladı. Rahat
hareket etmek için kendisine uç karakollar edinmesi gerektiğini gördü.
Irak’a saldırmadan önce Türkiye’yi yanına almak istemesi ve
bu yolla Doğu bölgesine yerleşme isteği “Türkiye derin
devleti” tarafından reddedilmiş oldu. İkinci teskere kararı
meclisten çıkınca Amerika ne yapacağı noktasında
şaşırmıştı. Türk askerini bölgeye çekerek sorunlu alanlarda
görev verme planları kurmuş, bununla da kaosun neticesini Türkiye’ye
yıkmak istemişti. Derin devletin fikir babaları ve de
İngilizlerden aldığı görüşlerle bu yolda çok istekli bir
hava içerisine girdiklerini sergilediler. O sırada
Genelkurmaylıktan şöyle bir açıklama geldi: “Gerekirse Irak’a
on bin değil elli bin asker gönderebilecekleri” açıkladı. Bu
ise Amerika’nın kafasını karıştırdı. Türkiye’den gelecek
asker sayısı ile İngiliz askeri varlığı birleşince kendi
askeri konumunun zayıflayacağı kanaati hakim oldu. Bu siyasette
ve petrol zenginliğinin de Amerikanın istemediği bir şekilde
paylaşılması anlamına geliyordu. Bunun içinde isteksiz
davranarak görüşmeleri uzattı ve söyleyeceğini Irak geçici
konseyine söyletti. Türk askerinin Irak’a girmesi düşüncesinden
böylece vazgeçmiş oldu. Fakat yukarıda belirttiğimiz gibi
Amerika’nın uç karakol kullanması için bir bölge ülkesi
bulması şarttır.
İsrail
bölgede Amerika’nın çok yakın dostu olsa da Amerika İsrail
üzerinden bölge siyaseti yapmamaktadır. Çünkü İsrail sorunlu
bir ülkedir. Onunla beraber askeri olarak hareket etmesi (zaten
bugünkü ilişkilerle bile sıkıntı oluşturmakta) Müslümanların
kendisine yönelik kinlerini daha da artıracaktır.
İsrail’in
Ortadoğu’da söz sahibi olmak isteği bilinen bir gerçektir.
Yalnız İsrail’in bölgede egemen olma isteği siyasal açıdandır.
Nüfus açısından yayılmacı bir siyaset izlemezi çok zordur.
Şu anki nüfus oluşumu dahi sunidir. Her an İsrail’i terk etmek
isteyen binlerce zengin kişiler vardır. Ancak İsrail bölgede
Yahudi zihniyetli insanlarla işbirliği yaparak siyasal
etkinliğini artırma yoluna gidebilir. Bu ise Amerika açısından
olumlu karşılanacak bir siyasi gelişme değildir. Bunun için
kendisine en elverişli ülke Türkiye’dir. Çünkü Türkiye’nin
yayılmacı bir emeli olmadığı gibi kendi kabuğunu korumak
isteyen bir ülke olduğunu görüyor.
Halen
“yurtta sulh, cihanda sulh”, “milli sınırlar”, “ulus
devleti” gibi kavramların arkasına sığınan Türkiye’nin,
verilen emirleri layıkıyla yerine getirdiği, laiklik, demokrasi
gibi Batı kültürünü taşımada çok hevesli olduğu
bilinmektedir. Ona birkaç tatlı söz yeter. Son dönemler İslam
ülkeleri içerisinde demokratik yapılanmayı en iyi gerçekleştiren
ülke olarak Amerika’da ve Avrupa’da özenle bahsedilmesi onu
gururlandırdı. Bu iltifat Türk siyasetçilerinin göğsünü
kabarttı. Onun için olsa gerek, Türkiye Dışişleri Bakanı
Abdullah Gül Malezya’da katıldığı İslam Konferansında
ülkesini referans göstererek İslam ülkelerinde demokratik değişimin
gerçekleştirilmesinden bahsetti. Ekonomik iştahını kabartacak
bir şeylerin verilmesi ve bu günkü varlığını koruyacak,
yapısına dokunulmayacak olması Türkiye siyaseti için yeterli
görülen unsurlardandır. Bunu sarsacak veya bunlarla oynayacak
olan güç, Avrupa ve Amerika’dır. Amerika Irak’ı işgalle
kendisine komşu olmuş ve doğuda büyük bir tehdit doğmuştur.
Amerika,
Irak’ta yer verilmeyen Türkiye’ye Afganistan’da yer vererek
yükünü hafifletmek istemektedir. Yayılmacılıkta dünyanın dört
bir yanına serpiştirilen Amerikan birlikleri, yeni cepheler için
yetersiz duruma gelmiştir. Bunun için de dışarıdan askeri
destek ve jeopolitik öneme sahip konuşlanacağı bir mekan aramak
zorundadır. Aslında bu Amerika’nın bölgede gerçekleştireceği
yeni saldırılarının atılımının alt yapısını da
oluşturmakta. İran’ı veya Suriye’yi vurma noktasında, bölgede
Türkiye gibi bir ülkeyi kullanmak zorunluluğu vardır. Uzun süre
Irak içlerine çakılıp kalması kendisini İsrail konumuna düşürebilir
ve yayılmacı politikasına ağır darbeler inmesine neden olur.
Siyasi alanda aldığı darbeye bu sefer askeri darbe de eklenir ki
bu, Amerikanın önünü tıkar. Önümüzdeki yıllarda mutlaka
diğer Ortadoğu ülkelerine açılma zorunluluğu vardır. Diğer yönden
Türkiye Kafkaslara uzanmada da etkili bir yerde durmaktadır.
İşte
Amerika-Türkiye arasında sıkıntı ve kavgalar bu noktalarda düğümlenmektedir.
Türkiye siyasileri, dünya düzenini değiştirecek ve kendisini
sadece kullanılan pozisyonda bölge dışına çekmek isteyen
Amerikan isteklerine karşı isteksiz davranmakta, yeri geldiğinde
bu oyuna darbeler vurmaktadır. Çünkü Amerika bu güne kadar
Türkiye’ye sunduğu hiçbir vaadini yerine getirmemiştir, aksi
her ortak harekatta Türkiye, siyasi ve ekonomik açıdan çok
büyük kayıplara uğratılmıştır. Bundan Derin devlet
rahatsızdır ve bu rahatsızlığını çeşitli şekillerde dile
getirmektedir. Bu siyasi yaklaşım ise Amerika-İsrail eksenini
rahatsız etmekte ve işlerin uzamasına neden olmaktadır.
Baskı
ve siyasi kapılar kapanınca bombalar patladı.
Amerika
ve İsrail, Türkiye’yi yanlarında görmek ve yeni açılacak
cephelerde ortak olmak için siyasi baskılarını çeşitli
şekillerde uyguladılar. Hatta Amerika dolaylı olarak NATO’yu
devreye koydu. Afganistan’da olduğu gibi. Türkiye bu noktada da
isteksiz kalınca arkasından ABD-İsrail ellerindeki kozları
kullanılmaya başladı. PKK-KADEK yeniden atağa geçti, ekonomik
iplerle oynanmaya başlandı. En vurucu olanı ise İstanbul’daki
patlamalar oldu.
Ekonomik
konuda Avrupa yardım edebilirdi. Bu noktada en çok hasımlık
taşıyan ülke Yunanistan dahi muslukları açtı, ticari işlerin
bir milyar Euro’dan iki katına çıkarılacağını açıkladı.
AB ekonomik sıkıntı yaşanmaması için yardıma hazır
olduklarının sinyallerini verdi. Bunun yanında AB de Türkiye ile
bazı ilişkilerinde kısıtlamaya gideceğini ifade ederek
Amerika-İsrail eksenine kaymaması noktasında uyarıda bulundu.
Türkiye
derin bir nefes almış ve rahatlama döneminde olduğu da
bilinmektedir. Beklemediği bir anda gelen sinagog ve İngilizlere yönelik
saldırılar şoke etti, fakat çabuk toparlanmasını bildiler.
Devlet, sinagog saldırılarının arkasından kimlerin olduğunu
tespit etmiş olsa gerek ki; sert bir çıkış yaparak (Tayip açıklamasında;
“bu gibi menfur saldırılarla verilmek istene mesajı elinin
tersi ile ittiğini ve ayaklarının altına aldığından”
bahsetti ve böylece) kanat olmak istemediğini gösterdi.
Olayın
ilginç yanı ise; Sinagog olayında İsrail’li bakanın verdiği
demeçti: Terörizmle beraber savaşmaya, yurtdışında yaşayan
Yahudilerin İsrail’e dönmesi ve İran’a karşı Türkiye’yi
yanlarında durmaya davet etmişti. Aynı yerde Mossad ajanları
delilleri yok etme operasyonu gerçekleştirdiler. Bütün bunlar
medyanın önünde gerçekleşti. Devlet mesajı anlamış ve elinin
tersi ile itmişti. Türkiye’nin bu tavrına karşı ikinci cevap
gecikmedi; arkasından İngiliz elçiliği ve İngiliz bankası
hedef alındı. Burada askerin tavrı merak konusuydu ki; (asker
derin devlete yakınlığıyla bilinmektedir) ikinci olayda yerini
alarak ve İstanbul’un önemli merkezlerinde konuşlanarak kimin
yanında olmak istediğinin sinyallerini gösterdi.
Devlet
her iki olayın arkasında Mossad’ın olduğundan emin. Bunu
siyasiler çeşitli şekilde dile getirdiler. Fakat doğrudan ifade
etmekte ise sıkıntı yaşanmaktadır. Doğrudan bu devletin açıklanmış
olması uluslar arası bazı sorumlulukları ve hukuki
yatırımları da gerekli kılmaktadır. Buna şu an Türkiye’nin
gücü yetmez. Bunun için de basına bazı bilgiler sızdırarak
işleri çözmeye çalışmakta. Ayrıca olayın çabukça kapanması
içinde eylemlere katılan kişilerin cesetlerinin parçalandığını
ve olaya karışan dört kişinin öldüğünü duyurdu.
Olayın
İslam’a, El Kaide’ye mâl edilmesi Amerikan yanlı basının çıkışıdır.
Devlet yetkilileri, olabilir gibi zanni bir yaklaşım sergilerken,
Türkiye yetkilileri sürekli değişik demeçler vermektedir. Bu
arada devlet haber kargaşası oluşturarak karşı güçlerin mesajını
muhatap almadıklarını göstermek için çelişkili haberler
sunmaktadır. Dikkat edilirse resmi açıklamalarda yakalanan
kişiler hakkında El Kaide örgütüne bağımlı denmiyor, sadece
yasa dışı örgüt mensubu oldukları üzerinde duruluyor.
Tabi
ki burada şunu da eklemek gerekir; terörizmle İslam’ın yükselişine
darbe vurmak “derin devlet” için büyük bir fırsattır.
İslam’ı kan ve vahşetle eşit bir yere oturtmak
isteyeceklerdir. Ekranlarda Müslüman kimlikleri ve kapalı
kadınları göstermeleri bu saldırılarının bir parçasıdır.
Genelkurmay başkanı; “İşte bakınız, din siyasallaşırsa
vahşet doğar” diyerek asıl maksatlarını açıklamışlardır.
Bu Türkiye Cumhuriyeti için de bir fırsat oldu. Çeşitli
şekilde, açık oturumlarda ve basında İslam’a saldırılar
ayyuka çıktı. Siyasi uyanıklıktan yoksun olan devlet, dış düşmanları
yetmiyormuş gibi halkı da karşısına düşman olarak
almaktadır. Tek cümle ile menfaatçi devlet artık kendi
menfaatleri ile çatışmaktadır. Orta yolu seçerek çatışmadan
asla kaçamazsınız.
Türkiye
devletine sesleniyoruz!
Orta
yol yoktur. Senin tek kurtuluşun; Hilafet’i, yıkıldığı
yerden (İstanbul’dan) yeniden ayağa kaldırmandır. Ancak o
zaman bu kaostan kurtulur ve dünyayı sarsacak siyasi gelişmelere
imza atmış olursun.
|