Ana Sayfa YIL 13   SAYI 145   ŞEVVAL 1422   OCAK 2002 E-Mail

PAKİSTAN'A HİLAFET GELEBİLİR Mİ?

Konuşmacı: İmran Vahid

Rasulullah(sav) şöyle dedi: Hind taraflarından serin bir esinti hissediyorum. (Ebu Davud)

Hamd Allah’adır. Biz O’na hamd ediyor ve O’nun yardımını ve affını diliyoruz. Nefislerimizin şerrinden ve yaptığımız hatalardan O’na sığınıyoruz. Allah’ın doğru yola ilettiği kimseyi, hiç kimse saptıramaz. O’nun saptırdığı kimseyi de hiç kimse doğru yola iletemez. Şahitlik ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki; Muhammed (sav) O’nun kulu ve Resulüdür.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayansınlar.” (Al-i İmran: 160)

Bu Ümmet, Hilafetimiz 3 mart 1924 tarihinde İngilizler ve batılı devletler tarafından yıkıldığından beri, hiç mutlu bir gün görmedi. Topraklarımız parçalandı, babalarımız küçük düşürüldü, kardeşlerimizin umutları yok edildi ve annelerimiz ile bacılarımızın şerefleri ayaklar altına alındı.

İlerleyen zaman içinde, Ümmet parçalanmışlık, sömürgeciler tarafından topraklarımızın istila edilmesi, toplumsal ve ekonomik çöküntü, toplumlarımızın ifsat oluşu ve halen devam eden üzerimizdeki küfrün hakimiyeti gibi birçok problem ile yüz yüze geldi.

İşte Hilafet’in yıkılmış olması bunların sebebidir ve bu yarım yüzyıldan daha fazla bir süredir Pakistan’ın felaketin kıyısında sendelemesinin de tek sebebedir. Bugün Pakistan’ın, Batıya uşaklıkta kusursuz olan yöneticiler tarafından lanetlenmesinin sebebi de budur! Çok zengin ve bereketli kaynaklara sahip olduğu halde, gerçekte fakirleşen ve yaklaşık 40 milyar dolar borcu olan bir ülkenin, bu hale gelmesinin de sebebi budur! Güçlü bir askeri kuvvete ve yetenekli insanlara sahip olduğu halde, devletlerarası sahnede hiçbir etkisi olmayan ve nükleer gücü olduğu halde, devletlerarasında zayıf bir durumda ve konumda olan bir ülkenin, bu hale gelmesinin de sebebi budur! Ve büyük bir devletin stratejik bir bölgede bulunmasına rağmen, her gün birkaç rupi için çabalayan çoğunluğun yani kendi halkının işlerini bile yürütememesinin sebebi de budur!

Maalesef bu, tüm insanlığa mutlu haberler getirecek ve Müslümanların koruyucusu olacak olan İslam Devleti’nin özlemi içinde bulunan ve O’nun için zamanlarını, rahatlarını, mallarını ve canlarını feda eden on binlerce Müslüman gencin içinde bulunduğu bir milletin mevcut durumudur. Maalesef Pakistan bugün ve son 54 yıldan bu yana, tebaasının işlerini gözeten bir İslam Devleti’ni kurmayı amaçlayanların görüntüsünden çok uzak kaldı. Bu durum, bazılarını Pakistan’ın hep böyle kalacağı, halkının maslahatını yürütmekten aciz yöneticiler yüzünden hep felaketin kıyısında olacağı düşüncesine yöneltti. Bu yüzden, şu sorular sürekli sorulur oldu:

-Pakistan nasıl olur da, dünya düzeninin bir kölesi iken, bu dünya düzenini değiştirmek üzere meydan okuyabilir?

-Pakistan yabancı teknolojinin bağımlısı iken, teknolojik icatlarda dünya lideri bir ülke haline nasıl gelebilir?

-IMF ve Dünya Bankası’nın yardımlarıyla ayakta durabilen bir ülke, nasıl olur da halkının tüm temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir seviyeye yükselebilir?

-Sektariyanizm (kafir Hindu grupların) belası altında olan bir ülke, nasıl olur da İslam’ı dünyaya taşıyan birleşik tek bir blok olabilir?

-Dünyadaki en berbat ülkelerden biri olarak tanımlanan bir ülke, dünyanın en zirve ülkesi haline nasıl gelebilir?

1400 yıl önce de buna benzer çok sorular soruldu. Bununla birlikte böyle sorular, Pakistan hakkında değildi. Bu sorular, Medine’nin Ben-i Evs ve Ben-i Hazreç adındaki iki kabilesi hakkındaydı. Bunlar, Resulullah (sav)’in temasları sonucu Müslüman olan ve Medine’de Allah’ın dinini hakim kılan iki kabileydiler. Onlar İslam’a girinceye kadar, birbirlerine şiddetli düşman olan ve aynı bölgede yaşamalarına rağmen birbirlerinden fena halde nefret eden kimselerdi. Öyle ki, bir Arap şair bir zamanlar şöyle demişti:

“Eğer düşman bir kavim bulamıyorsak, yakın bir kavime savaşa gideriz, Tüm savaş arzumuzu onlarla savaşarak gideririz.”

-Asırlardır birbirleriyle savaşan iki kabile, birdenbire nasıl kardeş kimseler haline dönüşebildiler?

-Birbirlerini ciddi anlamda tamamen yok etmeyi düşünen iki kabile, nasıl İslam’ın düşmanlarına karşı birlikte tek bir blok haline gelebildiler?

-Bu iki kabilenin insanları, nasıl devlet adamları ve savaş komutanları olabildiler?

-Böyle iki kabile, nasıl Uzakdoğu’dan Afrika’ya kadar olan toprakları, bir asırdan daha kısa bir sürede fethederek, İslam’ı dünyaya taşıyabildiler?

Elbette Peygamber (sav)’i “Roma’yı yıkacak bir adam vardır.” derken gördüklerinde, bazı Kureyşliler Onunla alay ediyorlardı.

Bugünkü konuşmam size, Pakistan’a Hilafet’in nasıl gelebileceğini gösterecek İnşallah. Böylece, Pakistan veya herhangi bir diğer Müslüman ülkenin; musibetin çukurunda kalmaya devam edeceği, zihinsel ve ekonomik olarak gerileyeceği, fesat içinde ve yönetim dümenini elinde tutan hain yöneticilerin zulmü altında boğulacağı gibi düşünceler yok olacaktır.

Bozulan insanlar değil, sistemdir:

Pakistan’ın bugünkü kötü halinin ebediyen değişmeyeceği iddiasını öne sürenlerin en temel dayanaklarından biri, toplumun her tabakasında giderek artan şiddetli bir bozulmanın var olmasıdır. Madem öyle, eğer şu an bozukluk içerisinde olan insanlar, Allah’tan korkan takva sahibi kimseler haline gelirlerse, nasıl bozulmaya devam edecekler? Bu tip kimseler, bozukluğun adeta yaygın bir hastalık haline geldiğini ve insanların neredeyse doğuştan bozuk olduklarını iddia edenlerdir.

Oysa, bu bozukluğun gerçek temeli, Pakistan’da ve diğer tüm ülkelerde var olan, Küfür nizamının bozuk oluşu ve bu bozukluktan kaynaklanan fesattır. Havaalanına giriş için sizden birkaç yüz rupi isteyen gümrük memurları veya telefon hattınızı bağlamak için sizden birkaç yüz rupi isteyen PTT memuru gibi örnekler, tamamen Pakistan’da var olan küfür yönetim sisteminden türeyen bozukluklardandır. Devlet tarafından kendilerine aylık ortalama 5.000 rupiden fazla maaş verilmeyen insanların çoğunluğu böyledir.

Bir aile düşünün ki; bir kilogram et 120 rupi, tavuk 100 rupi, ve insanların en temel gıdası olan 5 kilogramlık un yaklaşık 97 rupi iken, ayın sonunu getiremiyor. Buna petrol fiyatlarının her geçen gün arttığı bir ülkede, babanın işe gitmesi ve belki çocukların okula gitmesi için gereken yol parasını ekleyin! Buna yine fiyatı sürekli artan elektrik, su ve doğalgaz faturalarını da ekleyin! Bir de devletin ya çok az ya da hiç eğitim imkanları sağlamadığı bir ülkede, çocukları okutmak için harcanan okul masraflarını ekleyin! Yine devletin ya çok az ya da hiç sağlık imkanları sağlamadığı bir ülkede, sağlık harcamalarını ekleyin! Bunlar yetmezmiş gibi, bir de yapılan her alışverişten kesilen %15 oranındaki KDV’yi de eklemeniz gerekiyor. Aylık gelirleri en temel hayati ihtiyaçlarını bile karşılayamazken, bu insanların rüşvet almaması veya bozulmaması şaşırtıcı değil mi?

Bu bozuk ortamda annelerinden tertemiz doğmuş iken, onları kim böylesine bozdu? Yoksa böyle bozuk çocuklar doğurdukları için annelerini mi suçlayalım? Hayır! İnsanları bu hale getiren KDV’yi tatbik edenlerdir. Hayır! İnsanları böylesine bozan, ülke kaynaklarını yabancılara peşkeş çeken ekonomi politikalarıdır. Hayır! Yöneticilere, tebaasının maslahatlarını gözetmek yerine, kendi ülkelerini ganimet kabul ettirip, ceplerini doldurmayı teşvik eden kapitalist sistemdir. Hayır! İnsanları fesat içinde boğan, bağımsızlık naraları attıkları halde, tamamen Batıya bağlanan yöneticilerdir.

Şüphesiz ki; doğruluk meşalesi Resulullah (sav) İmam Muslim’in Sahihi’nde rivayet ettiği şu sözünü söylediğinde, doğruyu söylüyordu: “Kim insanlar helak oldu derse, insanların en çok helak olanı odur.” Bundan dolayı, Pakistanlı insanlar helak oldu denilemez. Bilakis onlar son elli yıldır üzerlerine tatbik edilen küfür sisteminin bozukluğuyla bozuldular. Bozulmanın kaynağı, servetleri yağmalanan Pakistan halkı değil; aksine IMF ve Dünya Bankası’nın direktifleriyle sonraki nesilleri bile borç batağına sürükleyerek, halkı tutsak haline getiren sömürgeci kafir devletlerdir. Yine bozukluğun nedeni ne halen yaşayan insanlardır ne de sektariyanizm için ölen insanlardır. Aksine asıl neden, laikliği teşvik eden, mezhepçilik, milliyetçilik ve vatancılık temellerine dayalı birçok farklı hareketin var olmasını özendiren ve İslam Akidesi bağını koparıp atmaya çalışan kapitalist sistemin ta kendisidir.

İnsanlar İslamî duygulara sahiptirler

Pakistan halkı, diğer bütün Müslümanlar gibi, güçlü İslami duygularla şekillenmiştir. Onlar da Filistin’deki, Balkanlardaki, Afrika’daki, Orta Asya’daki ve diğer yerlerdeki Müslümanlar ve bugün burada bulunan her biriniz gibi, İslam’ın zaferini çok arzu ediyorlar. Onlar da, Resulullah (sav)’in ifade ettiği gibi, insanların işlerini güdecek bir çoban olan imamın liderliğinde kurulacak Raşidi Hilafet’in geri döneceği günü dört gözle bekliyorlar. Onlar da on yıllardır Keşmir’de ve Filistin’de kan ağlayan kardeşlerinin, bacılarının, annelerinin ve babalarının, adalet ve huzura, mutluluk ve refaha kavuşacakları günü özlüyorlar. Onlar da İslam’ı dünyaya taşıyacakları ve İslam düşmanlarına ve şeytanın dostlarına karşı canla başla savaşacakları güne kavuşmak için can atıyorlar. Yani Pakistan halkı, Iraklı Müslümanları bitirmek için Basra Körfezi’ne çöreklenen Batıdan ve Amerika’dan nefret ediyor ve bu tiksinti onların kalplerinden asla çıkmayacaktır.

Geçenlerde Jang gazetesinde, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’a değinen bir mektup vardı. Orada Powell’ın bir sırrını ifşa ediyor ve diyor ki; “Pakistan’daki herkes Amerika’dan nefret ediyor.” Yine yakınlarda, Pakistan sokaklarında yapılan ve BBC tarafından yayınlanan bir ankette, halkın neredeyse tamamı Şeriat istiyor.

İşte Hizb-ut Tahrir gençlerinin yetkili kimselere beyanname dağıtmasında, esnafların onları koruyarak himaye etmelerinin nedeni budur! Yine Hizb-ut Tahrir Pakistan’da, Pakistanlı yöneticilerin Keşmir İhanetini deşifre edip, herkese duyurmaya çalışırken Karaçi’de yaşlı bir adamın camide gençleri destekleyerek, “Hizb-ut Tahrir gençleri, gerçek mücahitlerdir” demesinin nedeni de budur! Çünkü bu insanlar İslami duygulara sahiptirler. Mesela; Pakistan medyasında her gün Filistin konusuna yer veriliyor. Çünkü insanlar bu meselenin sadece 1947 sınırları ile ilgili olmayıp, doğrudan İslam ile ilgili olduğunu biliyor.

Pakistan’ın potansiyeli

Bizler Pakistan’ın potansiyelinin ne kadar olduğunu düşünüyoruz? Bazıları Pakistan’ın zengin kaynaklardan ve maddi servetten mahrum olduğunu ve bundan dolayı asla kendi ayakları üzerinde duramayacağını ve bunun için her zaman dış ithalata dayalı çürük bir ekonomi ile bağımlı bir devlet olarak kalmaya mahkum olduğunu zannediyorlar.

Pakistan’ın temel ihraç maddeleri petrol, çay ve buğdaydır. Acaba Pakistan gerçekten bu ihraç ürünlerine bağımlı mıdır?

Eğer petrole bakarsak, Balucistan ve Kohat’ta bereketli kaynakların olduğunu görürüz. Öyle ki, 23 yabancı şirket bu bahsettiğimiz petrol için kuyular açıyor. Buğdaya gelince; bu yıl yurtiçi buğday üretiminde üretim fazlası görüldü. Ve çaya gelince; eğer İslam düşmanlarına olan bağımlılık sona ererse, samimi halk kitlelerinin çoğunun Lassi (sütlü çay-Asya ülkelerinde çokça sevilen bir içecektir) içebileceği kadar çoktur.

Pakistan Tarr’da dünyanın en büyük kömür madenlerine sahiptir. Doğalgaza gelince; Pakistan’ın Kuzeyinde muazzam rezervler bulunmaktadır. Tüm bunların yanında Pakistan, nükleer enerji, hidroelektrik enerjisi ve güneş enerjisi kullanarak, enerji üretebilecek kapasiteye de sahiptir. Eğer bunlar yeterli değilse, şunu dinleyin: Pakistan Allah’ın bir lütfu olarak hemen hemen tüm madenlerin üzerinde bulunduğu nadir ülkelerdendir. Mesela; orada büyük ölçüde bakır rezervleri vardır ve bakırın bulunduğu yerlerde altının da bulunduğu çok iyi bilinmektedir. Bundan dolayı, Büyük İskender’in bugünkü Kuzey Pakistan bölgesinde yaşayan insanlardan vergi almayı alışkanlık haline getirmiş olması şaşırtıcı değildir. Çünkü O, bu bölgede zengin altın kaynakları olduğunu biliyordu. Ayrıca Pakistan insanoğlunun bildiği neredeyse tüm meyve ve sebzelerin yetiştiği verimli topraklara sahip olmakla nimetlendirilmiştir.

Tüm bunlar zihninize yerleştikten sonra, Pakistan’ın nasıl iflas ettiği sorusu, tahmin ederim ki; bazılarınızı oldukça şaşırtmaktadır. Böyle olduğu halde, siz IMF’in uzaktan kumandasıyla tüm kaynaklarını özelleştirme adı altında satarak iflas eden bir milletten başka bir şey bulabileceğinizi nasıl bekliyorsunuz?

Pakistan’ın askeri gücünden ve yeteneğinden endişe duyanlara gelince; onlar Pakistan’ın nükleer güce sahip dünyanın birkaç ülkesinden biri olduğunu hatırlamalıdırlar. Bu potansiyelin küçük bir delili de, binlerce Hindu askerin Pakistan Ordusu tarafından öldürüldüğü Kargil’de görülebilir. Sadece bu değil! Pakistan şimdi, geçen ay sergilenen uzun menzilli füzeleri ve el-Halid gibi kendi tanklarını üretmeye başladı.

Sonuç olarak:

Ve şimdi yeniden Medine’nin iki kabilesi olan Evs ve Hazrec örneğine geri dönüyorum. Bu kabileler yüzyıllar boyunca birbirleriyle savaştılar. Öyle ki; Araplar onların aralarındaki anlaşmazlıkların çözülmesinin imkansız olduğunu ve asla birlik olamayacaklarını düşünüyorlardı.

Aynı şekilde bugün insanlar Pakistan’a asla Hilafetin gelemeyeceğini ve kendi kendine yetmesinin imkansız olduğunu, Pakistan halkının hiçbir zaman kalkınamayacağını ve kesinlikle kafir devletlere kafa tutacak gücü bulamayacağını söylüyorlar.

Güzel! Peki Hint Yarımadasına İslam’ı kim getirdi? Bu iki düşman kabilenin torunları değil miydi?

Ve İslam Devleti’nin sınırlarını Uzak Doğudan Afrika’ya kadar kim genişletti? Bu iki kabile değil miydi?

Ve İran ve Bizans İmparatorluklarını kim yıktı? Bu iki kabile değil miydi?

Buna göre Pakistan Müslümanlarının İslam’ı âleme taşıyamayacağını, Hilafet’in sınırlarını genişletemeyeceğini ve yeni dünya düzeninin imparatorlarını yıkamayacağını kim söyleyebilir?

Onlar hep Ömer bin el-Hattab (r.a)’dan bahsederler. O öyle bir adamdı ki; onun eşeği Müslüman olsa bile, o kafir olarak kalırdı. Yine Müslüman olmadan önce, kendi öz kızını diri diri toprağa gömerdi. Eğer Pakistan’da kızlarını diri diri toprağa gömen birileri varsa, bunlar en fazla birkaç tanedir. Fakat İslam öyle bir Ömer (r.a.)’ı değiştirdi ki; kafirler onun hakkında “Dünya üzerinde iki Ömer (Ebu Cehil ve Ömer bin el-Hattab) varoldukça, İslam barınamaz” diyorlardı. Benzer şekilde, Ebu Zerr el-Ğıfari (r.a)’a bakın! O Müslüman olduğunda Peygamber (sav) gülümsemişti. Çünkü O biliyordu ki, Ğıfar kabilesi, hırsızların ve haydutların kabilesiydi. Ve onun Müslüman olması, kabilesinin İslam saflarına katılmasının ilk adımıydı. Böylece hiç kimse Pakistan’da veya Müslümanların herhangi bir diğer toprağı üzerinde değişim potansiyeli bulunduğundan asla şüphe edemez.

Gerçek şu ki; Pakistan Allah’ın merhameti sayesinde, 50 yıldan fazla bir süredir küfrün etkisi ve saldırısı altında olmasına rağmen halen ayakta kalabilmekte ve bu topraklarda insanlık için bir umut ışığı olacak büyük bir potansiyele sahip olduğunu gösterebilmektedir. Bunun nedeni, bugün Hizb-ut Tahrir gençlerinin size ve Müslümanlara, Pakistan’a Hilafetin gelebileceğini müjdeleyen hayırlı haberler getirmiş olmasındandır. Bu, Resulullah (s.a.v.)’in şu sözü uyarıncadır; “Müjdeleyin, nefret ettirmeyin!”

İşte biz bu ümmete hayırlı ve müjdeleyici haberler getiriyoruz ki; onlar felaketin kıyısında sendeleyen bir ümmet olmaktan çıkıp, tüm insanların işlerine vakıf olan Şahid ve Lider Ümmet vasfını kazanmasını sağlayacak değişim için yeterli potansiyele sahip olduğunun farkına varsın.

 “Resul size, siz de insanlara şahid olasınız diye, sizi üstün bir ümmet kıldık.” (Bakara 141)

Müslümanlar, hükmü altında yaşamaya mecbur bırakıldıkları tüm münker sistemleri hakkıyla yok edecek güce sahiptirler. Müslümanlar, Yaratıcı Azze ve Celleye isyan etmek pahasına Batılı kafirlere uşaklık etmeyi tercih eden yöneticilerini alaşağı edecek güce de sahiptirler. Yine Müslümanlar, otoritesi altında yaşadıkları karton devletleri, çürük yönetimleri ve kendilerini bölen uydurma sınırları ortadan kaldıracak güce de sahiptirler. Müslümanlar, İslam topraklarını istila eden ve küfrün hakimiyetini dayatan işgalci düşmanlarını kovacak ve Kudüs’teki el-Aksa Camii ile Hindistan’daki Babri Mescidi gibi toprakları üzerindeki kalıntıları def edecek güce de sahiptirler. Onlar Müslüman toprakları üzerindeki Amerika ve diğer Batılı kafirlerin hortumlarını kesecek güce de sahiptirler.

Değerli Müslüman kardeşlerim, bacılarım!

Şüphesiz ki Müslümanlar, bir araya geldiklerinde dünyanın dörtte bir nüfuzuna sahip, aşılmaz bir güç haline gelecektir. Şimdi artık bu Ümmetin kendi kararlarını almasının ve Babri Mescidini katleden kasaplarla el sıkışmaya koşan zalim yöneticilerine karşı sessizliğini bozmasının tam zamanıdır!

Bundan dolayı Ey Müslümanlar!

Allah’ın emirlerine icabet ederek, sahneye çıkın! Küfür sistemlerinden, küfür devletlerinden, onlara uşaklık eden günahkar yöneticilerinizden, donuk teslimiyetinizden ve bu utanç verici konumuzdan artık kurtulun! Allah’ın indirdikleriyle hükmeden Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için kendilerini feda eden samimi ve ihlaslı dava adamlarıyla birlikte çalışmak üzere koşuşun! Sizi aşağılayan küfrün egemenliğine, size zulmeden zalim yöneticilerinize ve üzerinize tatbik edilen küfür sistemlerinin varlığına karşı sessiz ve hareketsiz kalarak kendinizi ateşe atmaktan koruyun! Muhakkak ki; Pakistan’da ve diğer Müslüman beldelerde Hilafet arayışları, her geçen gün giderek artmaktadır.

Şüphe yok ki; İslam Ümmeti muhakkak hem kendi tebaasının hem de dünyanın işlerini yürütecek ve Müslümanları tek bir çatı altında birleştirecek tek bir devlete sahip olacaktır. İnşallah müezzinin Allah’u Ekber sesi bütün dünyada, Lahor’da ve Karaçi’de, Kudüs’te ve Mekke’de, İstanbul’da ve Taşkent’te, Delhi’de ve Bombay’da ve Semerkand ve Buhara’da yankılanacaktır. Allah’tan bize Raşidi Hilafet’i yeniden kurma çabalarımızda yardım etmesini, bizi Nusreti ve Kuvveti ile mükafatlandırmasını, amellerimizi kabul etmesini ve hatalarımızı bağışlamasını niyaz ediyoruz. Yine Rabbimizden tüm Müslümanları Hilafetin kuruluşu için sevk etmesini, onları Raşidi Hilafetin yeniden kurulmasıyla şereflendirmesini ve onlara Allah’ın Kitabı ve Resulü (s.a.v.)’in Sünneti ile hükmeden salih ve takvalı bir Halife lütfetmesini niyaz ediyoruz.

“De ki; Çalışın! Muhakkak ki, çalışmanızı Allah da, Resulü de, müminler de göreceklerdir.” (Tevbe: 105)

 

"Pakistan'da Hilafet Arayışları" Konferansından.. 26 Ağustos 2001 / İngiltere

YIL 13  SAYI 145  ŞEVVAL 1422  OCAK 2002

Yukarı