Hamd Allah’adır. Biz O’na hamd ediyor ve
O’nun yardımını ve affını diliyoruz. Nefislerimizin
şerrinden ve yaptığımız hatalardan O’na sığınıyoruz.
Allah’ın doğru yola ilettiği kimseyi, hiç kimse saptıramaz.
O’nun saptırdığı kimseyi de hiç kimse doğru yola
iletemez. Şahitlik ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur ve
yine şahitlik ederim ki; Muhammed (sav) O’nun kulu ve Resulüdür.
Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
“Allah size yardım ederse, artık size
üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse,
ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a
güvenip dayansınlar.” (Al-i İmran: 160)
Bu Ümmet, Hilafetimiz 3 mart 1924
tarihinde İngilizler ve batılı devletler tarafından
yıkıldığından beri, hiç mutlu bir gün görmedi.
Topraklarımız parçalandı, babalarımız küçük düşürüldü,
kardeşlerimizin umutları yok edildi ve annelerimiz ile bacılarımızın
şerefleri ayaklar altına alındı.
İlerleyen zaman içinde, Ümmet parçalanmışlık,
sömürgeciler tarafından topraklarımızın istila edilmesi,
toplumsal ve ekonomik çöküntü, toplumlarımızın ifsat
oluşu ve halen devam eden üzerimizdeki küfrün hakimiyeti
gibi birçok problem ile yüz yüze geldi.
İşte Hilafet’in yıkılmış olması
bunların sebebidir ve bu yarım yüzyıldan daha fazla bir süredir
Pakistan’ın felaketin kıyısında sendelemesinin de tek
sebebedir. Bugün Pakistan’ın, Batıya uşaklıkta kusursuz
olan yöneticiler tarafından lanetlenmesinin sebebi de budur!
Çok zengin ve bereketli kaynaklara sahip olduğu halde, gerçekte
fakirleşen ve yaklaşık 40 milyar dolar borcu olan bir
ülkenin, bu hale gelmesinin de sebebi budur! Güçlü bir
askeri kuvvete ve yetenekli insanlara sahip olduğu halde,
devletlerarası sahnede hiçbir etkisi olmayan ve nükleer
gücü olduğu halde, devletlerarasında zayıf bir durumda ve
konumda olan bir ülkenin, bu hale gelmesinin de sebebi budur!
Ve büyük bir devletin stratejik bir bölgede bulunmasına
rağmen, her gün birkaç rupi için çabalayan çoğunluğun
yani kendi halkının işlerini bile yürütememesinin sebebi de
budur!
Maalesef bu, tüm insanlığa mutlu haberler
getirecek ve Müslümanların koruyucusu olacak olan İslam
Devleti’nin özlemi içinde bulunan ve O’nun için zamanlarını,
rahatlarını, mallarını ve canlarını feda eden on binlerce
Müslüman gencin içinde bulunduğu bir milletin mevcut
durumudur. Maalesef Pakistan bugün ve son 54 yıldan bu yana,
tebaasının işlerini gözeten bir İslam Devleti’ni kurmayı
amaçlayanların görüntüsünden çok uzak kaldı. Bu durum,
bazılarını Pakistan’ın hep böyle kalacağı, halkının
maslahatını yürütmekten aciz yöneticiler yüzünden hep
felaketin kıyısında olacağı düşüncesine yöneltti. Bu
yüzden, şu sorular sürekli sorulur oldu:
-Pakistan nasıl olur da, dünya düzeninin
bir kölesi iken, bu dünya düzenini değiştirmek üzere
meydan okuyabilir?
-Pakistan yabancı teknolojinin bağımlısı
iken, teknolojik icatlarda dünya lideri bir ülke haline nasıl
gelebilir?
-IMF ve Dünya Bankası’nın
yardımlarıyla ayakta durabilen bir ülke, nasıl olur da
halkının tüm temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir
seviyeye yükselebilir?
-Sektariyanizm (kafir Hindu grupların) belası
altında olan bir ülke, nasıl olur da İslam’ı dünyaya
taşıyan birleşik tek bir blok olabilir?
-Dünyadaki en berbat ülkelerden biri olarak
tanımlanan bir ülke, dünyanın en zirve ülkesi haline nasıl
gelebilir?
1400 yıl önce de buna benzer çok sorular
soruldu. Bununla birlikte böyle sorular, Pakistan hakkında
değildi. Bu sorular, Medine’nin Ben-i Evs ve Ben-i Hazreç adındaki
iki kabilesi hakkındaydı. Bunlar, Resulullah (sav)’in
temasları sonucu Müslüman olan ve Medine’de Allah’ın
dinini hakim kılan iki kabileydiler. Onlar İslam’a
girinceye kadar, birbirlerine şiddetli düşman olan ve aynı bölgede
yaşamalarına rağmen birbirlerinden fena halde nefret eden
kimselerdi. Öyle ki, bir Arap şair bir zamanlar şöyle demişti:
“Eğer düşman bir kavim bulamıyorsak, yakın
bir kavime savaşa gideriz, Tüm savaş arzumuzu onlarla savaşarak
gideririz.”
-Asırlardır birbirleriyle savaşan iki
kabile, birdenbire nasıl kardeş kimseler haline dönüşebildiler?
-Birbirlerini ciddi anlamda tamamen yok
etmeyi düşünen iki kabile, nasıl İslam’ın düşmanlarına
karşı birlikte tek bir blok haline gelebildiler?
-Bu iki kabilenin insanları, nasıl devlet
adamları ve savaş komutanları olabildiler?
-Böyle iki kabile, nasıl Uzakdoğu’dan Afrika’ya
kadar olan toprakları, bir asırdan daha kısa bir sürede
fethederek, İslam’ı dünyaya taşıyabildiler?
Elbette Peygamber (sav)’i
“Roma’yı
yıkacak bir adam vardır.” derken gördüklerinde, bazı
Kureyşliler Onunla alay ediyorlardı.
Bugünkü konuşmam size, Pakistan’a Hilafet’in
nasıl gelebileceğini gösterecek İnşallah. Böylece,
Pakistan veya herhangi bir diğer Müslüman ülkenin;
musibetin çukurunda kalmaya devam edeceği, zihinsel ve
ekonomik olarak gerileyeceği, fesat içinde ve yönetim
dümenini elinde tutan hain yöneticilerin zulmü altında
boğulacağı gibi düşünceler yok olacaktır.
Bozulan insanlar değil, sistemdir:
Pakistan’ın bugünkü kötü halinin
ebediyen değişmeyeceği iddiasını öne sürenlerin en temel
dayanaklarından biri, toplumun her tabakasında giderek artan
şiddetli bir bozulmanın var olmasıdır. Madem öyle, eğer
şu an bozukluk içerisinde olan insanlar, Allah’tan korkan
takva sahibi kimseler haline gelirlerse, nasıl bozulmaya
devam edecekler? Bu tip kimseler, bozukluğun adeta yaygın bir
hastalık haline geldiğini ve insanların neredeyse doğuştan
bozuk olduklarını iddia edenlerdir.
Oysa, bu bozukluğun gerçek temeli,
Pakistan’da ve diğer tüm ülkelerde var olan, Küfür
nizamının bozuk oluşu ve bu bozukluktan kaynaklanan
fesattır. Havaalanına giriş için sizden birkaç yüz rupi
isteyen gümrük memurları veya telefon hattınızı bağlamak
için sizden birkaç yüz rupi isteyen PTT memuru gibi
örnekler, tamamen Pakistan’da var olan küfür yönetim
sisteminden türeyen bozukluklardandır. Devlet tarafından
kendilerine aylık ortalama 5.000 rupiden fazla maaş
verilmeyen insanların çoğunluğu böyledir.
Bir aile düşünün ki; bir kilogram et 120
rupi, tavuk 100 rupi, ve insanların en temel gıdası olan 5
kilogramlık un yaklaşık 97 rupi iken, ayın sonunu
getiremiyor. Buna petrol fiyatlarının her geçen gün arttığı
bir ülkede, babanın işe gitmesi ve belki çocukların okula
gitmesi için gereken yol parasını ekleyin! Buna yine fiyatı
sürekli artan elektrik, su ve doğalgaz faturalarını da
ekleyin! Bir de devletin ya çok az ya da hiç eğitim imkanları
sağlamadığı bir ülkede, çocukları okutmak için harcanan
okul masraflarını ekleyin! Yine devletin ya çok az ya da hiç
sağlık imkanları sağlamadığı bir ülkede, sağlık
harcamalarını ekleyin! Bunlar yetmezmiş gibi, bir de yapılan
her alışverişten kesilen %15 oranındaki KDV’yi de eklemeniz
gerekiyor. Aylık gelirleri en temel hayati ihtiyaçlarını
bile karşılayamazken, bu insanların rüşvet almaması veya
bozulmaması şaşırtıcı değil mi?
Bu bozuk ortamda annelerinden tertemiz
doğmuş iken, onları kim böylesine bozdu? Yoksa böyle bozuk
çocuklar doğurdukları için annelerini mi suçlayalım?
Hayır! İnsanları bu hale getiren KDV’yi tatbik edenlerdir.
Hayır! İnsanları böylesine bozan, ülke kaynaklarını
yabancılara peşkeş çeken ekonomi politikalarıdır. Hayır!
Yöneticilere, tebaasının maslahatlarını gözetmek
yerine, kendi ülkelerini ganimet kabul ettirip, ceplerini
doldurmayı teşvik eden kapitalist sistemdir. Hayır!
İnsanları fesat içinde boğan, bağımsızlık naraları
attıkları halde, tamamen Batıya bağlanan yöneticilerdir.
Şüphesiz ki; doğruluk meşalesi Resulullah
(sav) İmam Muslim’in Sahihi’nde rivayet ettiği şu sözünü
söylediğinde, doğruyu söylüyordu: “Kim insanlar helak
oldu derse, insanların en çok helak olanı odur.” Bundan
dolayı, Pakistanlı insanlar helak oldu denilemez. Bilakis
onlar son elli yıldır üzerlerine tatbik edilen küfür
sisteminin bozukluğuyla bozuldular. Bozulmanın kaynağı,
servetleri yağmalanan Pakistan halkı değil; aksine IMF ve Dünya
Bankası’nın direktifleriyle sonraki nesilleri bile borç
batağına sürükleyerek, halkı tutsak haline getiren
sömürgeci kafir devletlerdir. Yine bozukluğun nedeni ne
halen yaşayan insanlardır ne de sektariyanizm için ölen
insanlardır. Aksine asıl neden, laikliği teşvik eden, mezhepçilik,
milliyetçilik ve vatancılık temellerine dayalı birçok
farklı hareketin var olmasını özendiren ve İslam Akidesi
bağını koparıp atmaya çalışan kapitalist sistemin ta
kendisidir.
İnsanlar İslamî duygulara sahiptirler
Pakistan halkı, diğer bütün Müslümanlar
gibi, güçlü İslami duygularla şekillenmiştir. Onlar da
Filistin’deki, Balkanlardaki, Afrika’daki, Orta Asya’daki
ve diğer yerlerdeki Müslümanlar ve bugün burada bulunan her
biriniz gibi, İslam’ın zaferini çok arzu ediyorlar. Onlar
da, Resulullah (sav)’in ifade ettiği gibi, insanların
işlerini güdecek bir çoban olan imamın liderliğinde
kurulacak Raşidi Hilafet’in geri döneceği günü dört
gözle bekliyorlar. Onlar da on yıllardır Keşmir’de ve
Filistin’de kan ağlayan kardeşlerinin, bacılarının,
annelerinin ve babalarının, adalet ve huzura, mutluluk ve
refaha kavuşacakları günü özlüyorlar. Onlar da İslam’ı
dünyaya taşıyacakları ve İslam düşmanlarına ve
şeytanın dostlarına karşı canla başla savaşacakları güne
kavuşmak için can atıyorlar. Yani Pakistan halkı, Iraklı
Müslümanları bitirmek için Basra Körfezi’ne çöreklenen
Batıdan ve Amerika’dan nefret ediyor ve bu tiksinti onların
kalplerinden asla çıkmayacaktır.
Geçenlerde Jang gazetesinde, ABD Dışişleri
Bakanı Colin Powell’a değinen bir mektup vardı. Orada
Powell’ın bir sırrını ifşa ediyor ve diyor ki; “Pakistan’daki
herkes Amerika’dan nefret ediyor.” Yine yakınlarda,
Pakistan sokaklarında yapılan ve BBC tarafından yayınlanan
bir ankette, halkın neredeyse tamamı Şeriat istiyor.
İşte Hizb-ut Tahrir gençlerinin yetkili
kimselere beyanname dağıtmasında, esnafların onları
koruyarak himaye etmelerinin nedeni budur! Yine Hizb-ut Tahrir
Pakistan’da, Pakistanlı yöneticilerin Keşmir İhanetini
deşifre edip, herkese duyurmaya çalışırken Karaçi’de
yaşlı bir adamın camide gençleri destekleyerek, “Hizb-ut
Tahrir gençleri, gerçek mücahitlerdir” demesinin nedeni de
budur! Çünkü bu insanlar İslami duygulara sahiptirler.
Mesela; Pakistan medyasında her gün Filistin konusuna yer
veriliyor. Çünkü insanlar bu meselenin sadece 1947 sınırları
ile ilgili olmayıp, doğrudan İslam ile ilgili olduğunu
biliyor.
Pakistan’ın potansiyeli
Bizler Pakistan’ın potansiyelinin ne kadar
olduğunu düşünüyoruz? Bazıları Pakistan’ın zengin
kaynaklardan ve maddi servetten mahrum olduğunu ve bundan
dolayı asla kendi ayakları üzerinde duramayacağını ve
bunun için her zaman dış ithalata dayalı çürük bir
ekonomi ile bağımlı bir devlet olarak kalmaya mahkum
olduğunu zannediyorlar.
Pakistan’ın temel ihraç maddeleri petrol,
çay ve buğdaydır. Acaba Pakistan gerçekten bu ihraç
ürünlerine bağımlı mıdır?
Eğer petrole bakarsak, Balucistan ve Kohat’ta
bereketli kaynakların olduğunu görürüz. Öyle ki, 23 yabancı
şirket bu bahsettiğimiz petrol için kuyular açıyor.
Buğdaya gelince; bu yıl yurtiçi buğday üretiminde üretim
fazlası görüldü. Ve çaya gelince; eğer İslam düşmanlarına
olan bağımlılık sona ererse, samimi halk kitlelerinin
çoğunun Lassi (sütlü çay-Asya ülkelerinde çokça
sevilen bir içecektir) içebileceği kadar çoktur.
Pakistan Tarr’da dünyanın en büyük
kömür madenlerine sahiptir. Doğalgaza gelince; Pakistan’ın
Kuzeyinde muazzam rezervler bulunmaktadır. Tüm bunların
yanında Pakistan, nükleer enerji, hidroelektrik enerjisi ve
güneş enerjisi kullanarak, enerji üretebilecek kapasiteye
de sahiptir. Eğer bunlar yeterli değilse, şunu dinleyin:
Pakistan Allah’ın bir lütfu olarak hemen hemen tüm
madenlerin üzerinde bulunduğu nadir ülkelerdendir. Mesela;
orada büyük ölçüde bakır rezervleri vardır ve bakırın
bulunduğu yerlerde altının da bulunduğu çok iyi
bilinmektedir. Bundan dolayı, Büyük
İskender’in bugünkü Kuzey Pakistan bölgesinde yaşayan
insanlardan vergi almayı alışkanlık haline getirmiş
olması şaşırtıcı değildir. Çünkü O, bu bölgede zengin
altın kaynakları olduğunu biliyordu. Ayrıca Pakistan
insanoğlunun bildiği neredeyse tüm meyve ve sebzelerin yetiştiği
verimli topraklara sahip olmakla nimetlendirilmiştir.
Tüm bunlar zihninize
yerleştikten sonra, Pakistan’ın nasıl iflas ettiği
sorusu, tahmin ederim ki; bazılarınızı oldukça
şaşırtmaktadır. Böyle olduğu halde, siz IMF’in uzaktan
kumandasıyla tüm kaynaklarını özelleştirme adı altında
satarak iflas eden bir milletten başka bir şey
bulabileceğinizi nasıl bekliyorsunuz?
Pakistan’ın askeri gücünden
ve yeteneğinden endişe duyanlara gelince; onlar Pakistan’ın
nükleer güce sahip dünyanın birkaç ülkesinden biri olduğunu
hatırlamalıdırlar. Bu potansiyelin küçük bir delili de,
binlerce Hindu askerin Pakistan Ordusu tarafından
öldürüldüğü Kargil’de görülebilir. Sadece bu değil!
Pakistan şimdi, geçen ay sergilenen uzun menzilli füzeleri ve
el-Halid gibi kendi tanklarını üretmeye başladı.
Sonuç olarak:
Ve şimdi yeniden Medine’nin iki kabilesi
olan Evs ve Hazrec örneğine geri dönüyorum. Bu kabileler
yüzyıllar boyunca birbirleriyle savaştılar. Öyle ki;
Araplar onların aralarındaki anlaşmazlıkların
çözülmesinin imkansız olduğunu ve asla birlik
olamayacaklarını düşünüyorlardı.
Aynı şekilde bugün insanlar Pakistan’a
asla Hilafetin gelemeyeceğini ve kendi kendine yetmesinin
imkansız olduğunu, Pakistan halkının hiçbir zaman kalkınamayacağını
ve kesinlikle kafir devletlere kafa tutacak gücü bulamayacağını
söylüyorlar.
Güzel! Peki Hint Yarımadasına İslam’ı
kim getirdi? Bu iki düşman kabilenin torunları değil miydi?
Ve İslam Devleti’nin sınırlarını Uzak
Doğudan Afrika’ya kadar kim genişletti? Bu iki kabile
değil miydi?
Ve İran ve Bizans İmparatorluklarını kim
yıktı? Bu iki kabile değil miydi?
Buna göre Pakistan Müslümanlarının İslam’ı
âleme taşıyamayacağını, Hilafet’in sınırlarını
genişletemeyeceğini ve yeni dünya düzeninin imparatorlarını
yıkamayacağını kim söyleyebilir?
Onlar hep Ömer bin el-Hattab (r.a)’dan
bahsederler. O öyle bir adamdı ki; onun eşeği Müslüman
olsa bile, o kafir olarak kalırdı. Yine Müslüman olmadan
önce, kendi öz kızını diri diri toprağa gömerdi. Eğer
Pakistan’da kızlarını diri diri toprağa gömen birileri
varsa, bunlar en fazla birkaç tanedir. Fakat İslam öyle bir
Ömer (r.a.)’ı değiştirdi ki; kafirler onun hakkında “Dünya
üzerinde iki Ömer (Ebu Cehil ve Ömer bin el-Hattab)
varoldukça, İslam barınamaz” diyorlardı. Benzer şekilde,
Ebu Zerr el-Ğıfari (r.a)’a bakın! O Müslüman olduğunda
Peygamber (sav) gülümsemişti. Çünkü O biliyordu ki,
Ğıfar kabilesi, hırsızların ve haydutların kabilesiydi. Ve
onun Müslüman olması, kabilesinin İslam saflarına
katılmasının ilk adımıydı. Böylece hiç kimse Pakistan’da
veya Müslümanların herhangi bir diğer toprağı üzerinde
değişim potansiyeli bulunduğundan asla şüphe edemez.
Gerçek şu ki; Pakistan Allah’ın
merhameti sayesinde, 50 yıldan fazla bir süredir küfrün
etkisi ve saldırısı altında olmasına rağmen halen ayakta
kalabilmekte ve bu topraklarda insanlık için bir umut
ışığı olacak büyük bir potansiyele sahip olduğunu gösterebilmektedir.
Bunun nedeni, bugün Hizb-ut Tahrir gençlerinin size ve
Müslümanlara, Pakistan’a Hilafetin gelebileceğini müjdeleyen
hayırlı haberler getirmiş olmasındandır. Bu, Resulullah
(s.a.v.)’in şu sözü uyarıncadır; “Müjdeleyin,
nefret ettirmeyin!”
İşte biz bu ümmete
hayırlı ve müjdeleyici haberler getiriyoruz ki; onlar
felaketin kıyısında sendeleyen bir ümmet olmaktan çıkıp,
tüm insanların işlerine vakıf olan Şahid ve Lider Ümmet
vasfını kazanmasını sağlayacak değişim için yeterli
potansiyele sahip olduğunun farkına varsın.
“Resul size, siz de
insanlara şahid olasınız diye, sizi üstün bir ümmet kıldık.”
(Bakara 141)
Müslümanlar, hükmü
altında yaşamaya mecbur bırakıldıkları tüm münker
sistemleri hakkıyla yok edecek güce sahiptirler.
Müslümanlar, Yaratıcı Azze ve Celleye isyan etmek pahasına
Batılı kafirlere uşaklık etmeyi tercih eden yöneticilerini
alaşağı edecek güce de sahiptirler. Yine Müslümanlar,
otoritesi altında yaşadıkları karton devletleri, çürük
yönetimleri ve kendilerini bölen uydurma sınırları ortadan
kaldıracak güce de sahiptirler. Müslümanlar, İslam
topraklarını istila eden ve küfrün hakimiyetini dayatan işgalci
düşmanlarını kovacak ve Kudüs’teki el-Aksa Camii ile
Hindistan’daki Babri Mescidi gibi toprakları üzerindeki kalıntıları
def edecek güce de sahiptirler. Onlar Müslüman toprakları
üzerindeki Amerika ve diğer Batılı kafirlerin
hortumlarını kesecek güce de sahiptirler.
Değerli Müslüman kardeşlerim,
bacılarım!
Şüphesiz ki Müslümanlar, bir araya
geldiklerinde dünyanın dörtte bir nüfuzuna sahip, aşılmaz
bir güç haline gelecektir. Şimdi artık bu Ümmetin kendi
kararlarını almasının ve Babri Mescidini katleden kasaplarla
el sıkışmaya koşan zalim yöneticilerine karşı
sessizliğini bozmasının tam zamanıdır!
Bundan dolayı Ey Müslümanlar!
Allah’ın emirlerine
icabet ederek, sahneye çıkın! Küfür sistemlerinden, küfür
devletlerinden, onlara uşaklık eden günahkar
yöneticilerinizden, donuk teslimiyetinizden ve bu utanç verici
konumuzdan artık kurtulun! Allah’ın indirdikleriyle hükmeden
Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmak için kendilerini feda eden
samimi ve ihlaslı dava adamlarıyla birlikte çalışmak üzere
koşuşun! Sizi aşağılayan küfrün egemenliğine, size
zulmeden zalim yöneticilerinize ve üzerinize tatbik edilen
küfür sistemlerinin varlığına karşı sessiz ve hareketsiz
kalarak kendinizi ateşe atmaktan koruyun! Muhakkak ki; Pakistan’da
ve diğer Müslüman beldelerde Hilafet arayışları, her geçen
gün giderek artmaktadır.
Şüphe yok ki; İslam
Ümmeti muhakkak hem kendi tebaasının hem de dünyanın
işlerini yürütecek ve Müslümanları tek bir çatı
altında birleştirecek tek bir devlete sahip olacaktır.
İnşallah müezzinin Allah’u Ekber sesi bütün dünyada,
Lahor’da ve Karaçi’de, Kudüs’te ve Mekke’de, İstanbul’da
ve Taşkent’te, Delhi’de ve Bombay’da ve Semerkand ve
Buhara’da yankılanacaktır. Allah’tan bize Raşidi
Hilafet’i yeniden kurma çabalarımızda yardım etmesini,
bizi Nusreti ve Kuvveti ile mükafatlandırmasını,
amellerimizi kabul etmesini ve hatalarımızı bağışlamasını
niyaz ediyoruz. Yine Rabbimizden tüm Müslümanları Hilafetin
kuruluşu için sevk etmesini, onları Raşidi Hilafetin yeniden
kurulmasıyla şereflendirmesini ve onlara Allah’ın Kitabı
ve Resulü (s.a.v.)’in Sünneti ile hükmeden salih ve takvalı
bir Halife lütfetmesini niyaz ediyoruz.
“De ki; Çalışın! Muhakkak ki, çalışmanızı Allah
da, Resulü de, müminler de göreceklerdir.” (Tevbe:
105) "Pakistan'da
Hilafet Arayışları" Konferansından.. 26 Ağustos
2001 / İngiltere
|